duyguların tercümanı timsali kişilik. gerçekten seven için kaybetmek ancak bu kadar net , kısa ve öz anlatılabilirdi. anlıyor musun diye soruyor ancak hiç anlamazlar! sadece giderler.
galata kulesinden atlayan oğlu vedat için muhteşem bir şiir yazmıştır.
GALATA KULESi
6 Haziran 1973
Pırıl pırıl bir yaz günüydü
Aydınlıktı, güzeldi dünya
Bir adam düştü o gün Galata Kulesinden
Kendini bir anda bıraktı boşluğa
Ömrünün baharında
Bütün umutlarıyla birlikte
Paramparça oldu
Bir adam benim oğlumdu...
Gencecikti Vedat
Işıl ışıldı gözleri
içi
Bütün insanlar için sevgiyle doluydu
Çıktı apansız o dönülmez yolculuğa
Kendini bir anda bıraktı boşluğa
Söndü güneş, karardı yeryüzü bütün
Zaman durdu
Bir adam düştü Galata Kulesinden
Bu adam benim oğlumdu
Açarken ufkunda güller alevden
Çıktı, her günkü gibi gülerek evden
Kimseye belli etmedi içindeki yangını
Yürüdü, kendinden emin
Sonsuzluğa doğru
Galata Kulesinde bekliyordu ecel
Bir fincan kahve, bir kadeh konyak
Ölüm yolcusunun son arzusu buydu
Bir adam düştü Galata Kulesinden
Bu adam benim oğlumdu
Küçüktü bir zaman
Kucağıma alır ninniler söylerdim ona
Uyu oğlum, uyu oğlum, ninni
Bir daha uyanmamak üzere uyudu Vedat
6 Haziran 1973
Galata Kulesinden bir adam attı kendini
Bu nankör insanlara
Bu kalleş dünyaya inat
Şimdi yine bir ninni söylüyorum ona
Uyan oğlum, uyan oğlum, uyan Vedat...
Gelme diyorsun
Bu gel demektir
Birazdan güneş doğacak
Dolu dizgin atlılar geçecek yüreğimden
Seni düşüneceğim
Gümüş mahmuzların parlaklığında
Yağmur nal izlerini örtmeden
Sana geleceğim
Bekle beni.
Resmine bakamaz oldum
Uykulardan korkuyorum artık
Utanıyorum odamdaki bütün eşyalardan
Şu sedir hala gelip oturmanı bekliyor
Şu ayna karsısında güzelliğini seyretmeni
Şu kadeh dudaklarına değebilmek için duruyor masada.
ısrarına kandım diyemezsin, çok geç.
Bir anda inandım diyemezsin, çok geç!
Kor nerde ki? Bir baksana küller soğumuş.
Ateş gibi yandım diyemezsin, çok geç!
galata kulesine kırgınlığını, küskünlüğünü sakladığım, sakındığım şair ama insan... Gecenin şiiri olmaz bilirim, şiir gecedir bizatihi... O zaman renksizleşelim;
Türk Edebiyatının önde gelen şairlerindendir. Genellikle şiirlerinde aşk ayrılık ve özlem kullanmıştır. Sonrasında oğlunun vefatı onu hayatın boşluğu, ölüm ve acı temalarını işlemeye yöneltmiştir.
Acılar Denizi
Ben acılar denizinde boğulmuşum
işitmem vapur düdüklerini, martı çığlıklarını
Dalgalar her gün bir başka kıyıya atar beni
Duyarım yosunların benim için ağladıklarını
Ölüyüm çoktan, bir baksana gözlerime
Gör, içindeki o kanlı cam kırıklarını
Bu ne karanlık, bu ne zindan gece böyle
Bütün gemiler söndürmüş ışıklarını
Ben acılar denizi olmuşum, yaklaşma
Sularım tuzlu, sularım zehir zemberek
Baksana;herkes içime dökmüş artıklarını
Bu karanlık bitse artık, bir ay doğsa
Bir deli rüzgar çıksa; alıp götürse
Yılların içimde bıraktıklarını...
"ayrılık diye bir şey yok.
bu bizim yalanımız.
sevmek var aslında, özlemek var, beklemek var.
şimdi neredesin? ne yapıyorsun?
güneş çoktan doğdu.
uyanmış olmalısın.
saçlarını tararken beni hatırladın, değil mi?
öyleyse ayrılmadık.
sadece özlemliyiz ve bekliyoruz.
zamanı hatırlatan her şeyden nefret ediyorum.
önce beklemekten.
ömür boyunca ya bekliyor ya bekletiyor insan.
ikisi de kötü, ikisi de hazin tarafı yaşantımızın.
bir çocuğun önce doğmasını bekliyorlar,
sonra yürümesini, konuşmasını, büyümesini...
zaman ilerliyor, bu defa para kazanmasını,
kanunlara saygı göstermesini,
insanları sevmesini, aldanmasını, aldatmasını bekliyorlar.
ve sonra ölümü bekleniyor insanoğlunun.
ya o? ya o?
insanlardan dostluk bekliyor, sevgilisinden sadakat,
çocuklarından saygı ve bir parça huzur bekliyor,
saadet bekliyor yaşamaktan.
zaman ilerliyor, bir gün o da ölümü bekliyor artık.
aradıklarının çoğunu bulamamış,
beklediklerinin çoğu gelmemiş bir insan olarak
göçüp gidiyor bu dünyadan.
özleme bir diyeceğim yok.
o kömür kırıntıları arasında parlayan bir cam parçası.
o nefes alışı sevgimizin, kavuşmalarımızın anlamı.
o tek güzel yönü bekleyişlerimizin.
insanlığımız özleyişlerimizle alımlı,
yaşantımız özlemlerle güzel.
özlemin buruk bir tadı var, hele seni özlemenin.
bir kokusu var bütün çiçeklere değişmem.
bir ışığı var, bir rengi var seni özlemenin, anlatılmaz.
verdiğin bütün acılara dayanıyorsam;
seni özlediğim içindir.
beklemenin korkunç zehri öldürmüyorsa beni;
seni özlediğim içindir.
yaşıyorsam; içimde umut varsa,
yine seni özlediğim içindir.
Anladım diyemem ki! Suçluyum
Belki ben anlatamadım sana kendimi
Tutuştum, yandım da yokluğunda her gece
Yine gözyaşlarımla söndürdüm kalbimi
Her gün her dakika seni özlerdim
Bitmezdi kederim senin yanında bile
Susardım, gözlerime baktığın zaman
Mermer bir heykelin çaresizliğiyle
Oysa neler düşünürdüm sen yokken
Sana kavuşunca neler söylemek isterdim
Dakikalar bir ışık hızıyla geçerdi
Ayrılık başlayınca ben biterdim
En kötüsü beni koyup gitmendi
O öyle bir yalnızlıktı anlatılmaz
Hep yarım kalmış heyecanlar hazlar içinde
Biterdi bir kış, geçerdi bir yaz
Ve nice yıllar kovalardı birbirini
Gözlerimde gitgide büyürdü mesafeler
Bütün teselliler uzaklarda kalırdı
Bütün çiçekleriyle solardı bahçeler
Ne olurdu saadetlerin en büyüğü
işte ellerimde al, diyebilseydim
Anlardın, ve hiç gitmezdin, değil mi
Bir gün duyduğum gibi kal diyebilseydim.
daha önce bir kısmını paylaştım ama anladım ki bu şiiri kırpmak haksızlık olur çünkü günlerdir sadece bunu okuyorum.
beşinci mektup
Ayrılık diye bir şey yok.
Bu bizim yalanımız.
Sevmek var aslında, özlemek var, beklemek var.
Şimdi neredesin? Ne yapıyorsun?
Güneş çoktan doğdu.
Uyanmış olmalısın.
Saçlarını tararken beni hatırladın, değil mi?
Öyleyse ayrılmadık.
Sadece özlemliyiz ve bekliyoruz.
Zamanı hatırlatan her şeyden nefret ediyorum.
Önce beklemekten.
Ömür boyunca ya bekliyor ya bekletiyor insan.
ikisi de kötü, ikisi de hazin tarafı yaşantımızın.
Bir çocuğun önce doğmasını bekliyorlar,
Sonra yürümesini, konuşmasını, büyümesini...
Zaman ilerliyor, bu defa para kazanmasını,
Kanunlara saygı göstermesini,
insanları sevmesini, aldanmasını, aldatmasını bekliyorlar.
Ve sonra ölümü bekleniyor insanoğlunun.
Ya o? Ya o?
insanlardan dostluk bekliyor, sevgilisinden sadakat,
Çocuklarından saygı ve bir parça huzur bekliyor,
Saadet bekliyor yaşamaktan.
Zaman ilerliyor, bir gün o da ölümü bekliyor artık.
Aradıklarının çoğunu bulamamış,
Beklediklerinin çoğu gelmemiş bir insan olarak
Göçüp gidiyor bu dünyadan.
Özleme bir diyeceğim yok.
O kömür kırıntıları arasında parlayan bir cam parçası.
O nefes alışı sevgimizin, kavuşmalarımızın anlamı.
O tek güzel yönü bekleyişlerimizin.
insanlığımız özleyişlerimizle alımlı,
Yaşantımız özlemlerle güzel.
Özlemin buruk bir tadı var, hele seni özlemenin.
Bir kokusu var bütün çiçeklere değişmem.
Bir ışığı var, bir rengi var seni özlemenin, anlatılmaz.
Verdiğin bütün acılara dayanıyorsam;
Seni özlediğim içindir.
Beklemenin korkunç zehri öldürmüyorsa beni;
Seni özlediğim içindir.
Yaşıyorsam; içimde umut varsa,
Yine seni özlediğim içindir.
Henüz 9-10 yaşındayken şiir yazmaya başlamıştır.
Tabi bunda anne ve babasının evde şiir okumasının etkisi büyüktür. Hatta duvarda faruk nafiz çamlıben'in resmi asılıdır.
Henüz küçükken annesiyle babası boşandığı için şairde derin izler bırakmıştır.
Okul yıllarında üç şehir değiştirmiş ve arkadaşları ona ismiyle değil "şair" olarak hitab etmişlerdir.
istanbul'a geldiğinde 37 tane şiir kitabı mevcuttur.
Şiirleri beğenildiği kadar eleştirilmiştir de, orhan seyfi orhon bunların başındadır.
Oğlunun intiharı üzerine aşk özlem konulu şiirleri ölüm gibi temalara kaymış, son zamanlarda siyasetle alakalı yazmıştır.
Şiirlerini okuyun okutun.
"Verdiğin bütün acılara dayanıyorsam;
Seni özlediğim içindir." diyerek beni benden almış şairdir.Daha da etkilenmek istiyorsak
"Güneş çoktan doğdu.
Uyanmış olmalısın.
Saçlarını tararken beni hatırladın, değil mi?
Öyleyse ayrılmadık.
Sadece özlemliyiz ve bekliyoruz." dizelerini okuyabiliriz.
çaresizliğin en amansız olduğu yerdeyim şimdi
ilk defa sevmenin tarif edilmez korkuları içindeyim.
uykusuz gecelerin yorgun sabahlarında seni düşünüyor
ve korkularla yine sana doğru koşuyorum
hep aynı soru düşüncemde ya severse,
o zaman neler olabileceğini düşünmek korkutuyor beni
ilk defa yenileceğimi anlıyorum
karşımda kendinden emin gözlerin, dudakların, ellerin bunu söylüyor bana
seni tanımadan geçen bütün yıllara lanet ediyorum
önceleri hiç bilmediğim adını, şimdi binlerce defa tekrarlıyor dudaklarım
gün oluyor bir tabloyu seyredercesine mutlu heyecanlarla doluyorum karşında.
gün oluyor eski bir yunan heykelin ölümsüz güzelliğiyle büyülüyorsun beni
gözlerin gözlerime takılınca güçsüzlüğüm aklıma geliyor,
beni sevmediğin sevmeyeceğin..
o zamanlar öylesine yıkılıyorum ki bilemezsin
insan nasıl gökyüzüne baktığı zaman
bu sonsuz evren içinde küçük ve çaresiz bir yaratık olduğunu anlarsa
güzelliğinde bana aynı şeyleri düşündürüyor
gün oluyor mavilerde, gün oluyor kırmızılarda, gün oluyor karalarda yaşıyorum seninle
dudaklarında çıkan her kelime suya bir taş atmışçasına büyüyor içimde
nereye gitsen kulaklarımda o yarı karanlık çocuksu sesin
sonra kendine has kokun, kokuların en çıldırtıcısı, en tahrik edicisi
ve gözlerin..
esmer bir akşamüstünün serin hüznünü getiren gözlerin
görebildiğim, duyabildiğim her şey bana seni sevmeyi söylüyor
uzaklaştıkça yaklaşıyor uzak
işin en kötüsü yaklaştıkça da uzaklaşmaktan korkuyorum
belki hiçbir zaman sana seni sevdiğimi söyleyemeyeceğim
ne sana ne de senden başkasına.
düşün ki çoğu zaman kendime bile söyleyemiyorum
sanki söylediğim anda her şey bitecek ve bu emsalsiz büyü bozuluverecekmiş gibi geliyor.
bir insanın kendini aldatması ne güçtür bilirsin
bu sevmek korkusunun aslında çok sevmek olduğunu biliyor fakat anlatamıyorum
galiba asıl korku sevmek değil onun arkasına gizlediğimiz sevilmemek korkusu.
küçük aldanmalarla kendimizi avutmaya çalışıyor
düştüğümüz bir çıkmazda bir teselli arıyoruz kendimize
belki de aynı korkular içindeyiz seninle, birbirimizden haberimiz yok
sevmek..
seni alabildiğine sevmek.
hiçbir şeyi umursamadan, bütün karanlıkları hiçe sayarak sevmek
tutmak ellerinden, o derinlere inmek, gitmek oralara, o yerlere
orda hep sen olmalı, seni yaşamak ve olduğun yerde bile
seninle sensiz olamamak.
sonradan sensiz edemediğimi, edemeyeceğimi söyleyememek sana
susmak..
susmak..
korkudan ölünceye kadar.