insana alışmayı öğreten yegane şey..* alıştıkça biz de tükensek de azar azar, beden tükendikçe benliğimizdeki umut da bir o kadar çoğalıyor.bu nedendendir ki onu kendimize asla yakıştıramadığımız.. umudun da benlikten çıktığı noktada ise sen yakıştırsan da yakıştırmasan da o gelir zaten.
"People fear death even more than pain.
It's strange that they fear death.
Life hurts a lot more than death.
At the point of death, the pain is over.
Yeah, I guess it is a friend.." *
Ey ölüm
Yüce kaptan
Haydi vakit gelsin
Demir alalım
Bu ülke sıkıyor beni
Yola çıkalım
Öyle korkunç yanıyor ki.
o ateş beynimizde..
atlamak istiyoruz..
uçurumun dibine..
cennet cehennem ne farkeder..
yeniyi bulmak için...
bilinmeyenin derinliklerinde.
Karanlık bir soğuk
Komşu mezarlığın
Solgun sakinlerine
Herkese ölümlülük
üşüyen bir hortlağın hazin sesinden.
öyle gelir ki bazen afallatır, şu satıra ani gelenler gibi;
"aslı, ölümümden kimse sorumlu değildir. yoruldum yaşamaktan! bensizken de çocuklara iyi bak. organlarımı bağışla. hoşçakal..."
gerçek yaşamdan alınmış satırlardır malesef. ölüm, bırakın gelmek istediğinde gelsin, erken çağırmayın onu... sonrasında sizsiz bıraktığınız hayatları da düşünün diye düşündüren kelimedir ölüm.
hayat devam ediyor diye düşündüm, içinden çıkamadım işin hayatının elektrosunu atarken çöpe. belki de hayattı yalan. yüreğimiz ağzımızda çarpa çarpa koştuk, korktuk, heyecanlandık. atmıyor dediler artık kafam karıştı. sağ girdim ölü çıktım doğrusu.
hayata dair en gerçek olan...
çok küçükken aniden oluveren birşey sanılan, ama akşam karanlığı gibi yavaş yavaş çöken.
küçükken gözyaşı sanılan, aslında yutulamayan bir düğüm olan...
ölümün, yıkımın, çürümenin, yaşlanmanın, yaşamın günlük olguları olduğunuz biliyoruz... hangi doğal olguyu ele alırsak alalım , bu olguda bir başlangıç, gelişim, büyüme ve güç kazanmak için geçen bir süre ve sonunda da yaşlanma ve yok olma döneminin var olduğunu görürüz...
yer yüzünde yaşıyan her bünyenin bir gun mutlaka tadacağı duymu demek doğru olurmu bilmiyorum ölüm nasıl bir hal onuda bilmiyorum . acaba nasıl oluyor bir den bire hareketsiz kalıyorsun dünya dönüyor. insanlar yasa bürünüyo ardından zamanla unutuluyor acın her perşembe yapılan dualar kalıyor geriye birde güzel anılar.. ölümle ilk 9 yaşımda tanıştım cansız yatan bir bedende babannem yatıyordu her zamanki ama yooo bu her zamanki gibi değildi üstünde beyaz bir çarşaf neden dedim kimde fark etmedi odaya girdiğimi usulca yanına gittim babama lütfen dercesine baktım .. ellerini aradım buldum pamuk elleri soğuktu yüzüne bakmaya cesarat edemedim çıktım odadan aldım ellerimin arasına kafamı düşündünmeye başladım.. artık babaannem yok ama babam, annem, kardeşlerim yaa onlarda giderse dedim başladım ağlamaya.. o gün bugün hergün düşünürüm ölümü.. nefes kadar yakın.. şimdi ütün sevdiklerim yanımda ama ya yarın ???
çoğu insan ölüme hazır değildir, ne kendi ölümlerine ne de başkalarının.
şoka girerler, ödleri patlar, beklenmedik bir sürprizdir ölüm onlar için.
olmamalı oysa. ben ölümü sol cebimde taşırım. bazen cebimden çıkarıp
onunla konuşuyorum: ''selam yavrum, nasılsın? ne zaman geleceksin beni
almaya? hazırım''...
korkunç olan ölüm değil, yaşanan ya da yaşanamayan hayatlardır.*
"insanlar uykudadır, ölünce uyanırlar."
hadiste belirtildiği üzere insanlar ölüm olayıyla birlikte canlı ve şuurlu biçimde mezara girerler ve olacakları (evrensel sistemin gereklerini) tahmin ettikten sonra tarifsiz bir pişmanlık yaşarlar.
nasıl yaşamak bilinciyle doğuyorsa bir bebek ölüm de içimizdeki en derin, bakmaya bile korktuğumuz dehlizlerde gizli olarak hediye edilmiş insana. seçtirmiyor kendini, bazen apansız ,bazen yavaş yavaş çıkıp geliyor saklandığı yerden ve ruhun elinden alıveriyor bedeni sanki ödünç vermişçesine. yine de hep hazırlıksız, hep ani, hep tam da ölümsüzlüğü yakalamaya çalışırken, topraktan korkmadığımızı sanarken, hiç ölmeyecekmiş gibi yaşarken.