bugün

nalları dikmek deyimiyle anılan... merak ettiğim bir olgu
herkesin mutlaka yaşayacağı, sahip olduğumuz bedenin ömrünü tamamlaması. sonsuz hayatın başlangıcı.
hereşeyin başladığı andır.
var mıdır ki ölüm gibi bir dönüm...?
henüz hayata doymadan gideceksiniz
gencecik gideceksiniz
gözünüz arkada gideceksiniz
aniden gideceksiniz
daha dün birşeyiniz yokken kuyruklarda bir kişilik yer açılacak.
şehir otobüslerinde bir kişilik daha yer açılacak, insanlar arka taraflara doğru bir adım daha ilerliyebilecek.
eylül aşklarınız sizle beraber gidecek.
duvarlarında talimatlar bıraktığınız gençliğiniz kursağınızda kalacak.
bir daha yüzünüze değmiyecek o tatlı hevesli ve aşufte rüzgarları düşünerek, gece yarısı karşılaştığınız bir kadına ismini bile sormadan, gözlerinizi acıtan yaralardan bahsetme hayalini yitireceksiniz,
ansızın gelecek.
siz herkesten daha çok tadacaksınız bunu.
susacaksınız.
yarım bıraktığınız lokmalar kalacak peşinizde.
ve kimse fark etmiycek otobüsün arka tarafına ilerlerken sizin yokluğunuzu.
ve ölüm geldi,
hiç birşeye benzemiyordu
beni kendine benzetti.
ilik akan suyun altinda sevisirken aniden suyun sogumasidir. *
yok oluş.domadan önce neysem nerdeysem o.
bildiğiniz gibi enerji yok olmaz. şekil değiştirir. Neredeyse tüm dinler bunu kabul eder ve yok olma gibi bir olguyu kabul etmezler. ölüm dünyadan yok olmak da değildir. dünya üzerinde etkileşimliyiz ve enerjimizle, ruhumuzla iyi veya kötü şeyler bırakıyoruz bu dünyaya. bizim etkimizle değişen, şekillenen şeyler (bir söz, bir evlat, bir fikir, bir resim ya da bir entry) biz öldükten sonra bizi devam ettiriyorlar. dünyadaki varlığımız da böylece devam ediyor. gerçekten silinenler şu dünyaya hiçbir şey bırakmamış kişilerdir.

ölmek korkulacak bir şey değil.

sokrates'e "otuz zalim seni ölüme mahkum etti" dediklerinde. sokrates "doğa da onları" der.

ölüm doğal bir olay. ve bunun da bir zamanı yok her an gelebilir. tanrı hz. muhammed'e, elvis'e, einstein'a kıyak geçmediyse size hiç geçmeyecek demektir. belkide sizin "tanrı bize kıyak geçmiyor" dediğiniz ölme mevzusu kıyak geçmektir.

ölüm'ü gerçekten merak ederdim ergenlik dönemlerimde ve arkadaşlarıma "annem ve babam olmasa intihar ederim sırf ölüm merakım yüzünden" derdim. çünkü ölüm o zaman da şuan düşündüğüm gibi korkulacak bir şey değildi. sırf annemi ve babamı üzeceğim için intihar etmezdim. sokak çocuklarına özenir ve ne kadar özgür olduklarını düşünürdüm. ergenlik işte...

hayat sürmeye devam ederken hayatınıza bir eş bir kaç çocuk da katılıyor. anneniz kadar seviyorsunuz onları ve ölümden daha çok korkar oluyorsunuz. ölmeden önce hayatınız film şeridi halinde gözleriniz önünden geçerken baş rollerdekiler için üzülüyorsunuz. baş roller ve oyuncular ne kadar fazlaysa gerçekten hayata o kadar bağlısınız demektir. bir buda gibi "hiç" olmak ölüme koşa koşa gitmektir, mevlana'nın şeb-i aruz'u gibi neşeyle gidebilmektir zor ve doğru olan. ben basit insanım bir çok kişi gibi. eğer değer verdiğim bir şey uğruna ölmüyorsam, amaçsız ve zamansız ölüm deyince üç buçuk atarım.

haberlerde belediye otobüsünün durakta bekleyenleri öldürdüğünü duyarız. durakta beklerken ne olduğunu anlayamadan ve nedenini bile öğrenemeden ölmek ölümlerin en boktanıdır heralde. ölmeden önce gözlerinizin önünden geçen film şeridini göremessiniz, son düşündüğünüz şey tüm para uzattığınız muavine karşı duyacağınız mahçubuyetinizin sıkıntısıdır ya da ayakkabınızın ne kadar tozlanmış olduğu. birden flaş çakar ve sessizlik. öldünüz. ve bu şekilde aniden ölenlerinsayısı bir hayli fazla. 70-80 yaşlarındaki insanların ani ölümlerinden bahsetmiyorum.. yaşlısın zaten ölümü son 5 yıldır belki de 10 yıldır bekliyorsun. yaşlı insan için ani ölüm diye bir şey söz konusu değildir.

insan nasıl bir ölüm ister?

kimsenin arkandan kötü anmayacağı bir ölüm ister.
"keşke" değil "iyi ki" diyerek ölmek ister.
geride bıraktıklarının da yanına geleceğinden haberleri olup ağlayanlar görmeyerek ölmek ister.
çocuğuna kendisinin yaşadığından daha güzel bir hayat bırakarak ölmek ister.
küslük olmadan ölmek ister.
borcu olmadan ölmek ister.
mezarı süslenerek değil iyi anılmayı isteyerek ölmek ister.

şu sıralar çok okunan "kayıp gül" romanında geçen bir hikaye vardır ölüm hakkında, tam da anlattıklarımı anlatan;

okyanusta, güneşin ve rüzgarın tadına vararak mutluluk içinde yol alan bir dalga varmış... çevresine gülücükler saçarak hızla akıp gidiyormuş karaya doğru. ama bir süre sonra, önündeki dalgaların birer birer kıyıdaki dev kayalara çarptıklarını fark etmiş. dehşete kapılmış. "aman tantım! benim sonum da aynı onlar gibi olacak yok olup gideceğim birazdan" diye ağlamaya başlamış. onun yanından geçen başka bir dalga, bizim dalganın halini görünce sormuş: "ne oldu sana böyle? niçin bu kadar üzgünsün? Bak, hava ne kadar güzel, güneşl, rüzgar, martılar..." bizimki cevap vermiş: "önümdeki dalgaları görmüyor musun sen? hepsi büyük bir hızla kayalara çarpıp yok oluyorlar feci şekilde. birazdan biz de onlar gibi bir hiç olacağız!" "hayır, yanılıyorsun" demiş öbür dalga ve eklemiş;

"bir dalga değilsin sen, okyanustan bir parçasın"
ölen beden idir.
aşıklar ölmez.
bazen feci şekilde tırstığım, bazen aman be ölsemde kurtulsam dediğim , en son umarım yaşlanmadan ölmem diyerek zamanı gelince ne olduğunu eşek gibi öğreneceğim doğal olay.
boktan bir şeydir. bu noktada hem fikir olalım. ölüyorsun lan bundan daha kötü ne var? bir daha yok ki arkadaşlarla oturup içmek. bir daha yok bayram sabahı aile ile kahvaltı. yok bir daha içten içe hoşlandığın kızın sana baktığında içini kaplayan neşe, yok bir daha kutlamalar, bir daha yok şampiyonluklar, bir daha dinlemek yok en sevdiğin şarkıyı, yok bir daha pazar gezmelerin, hayal kırıklıkların, umutların, bir daha yok gece yatağa yattığında ki derin düşüncelerin.. yok işte bir daha. ölüyorsun ve yok oluyorsun. en kötüsü de ne biliyor musun? bir daha yok yeni bir şansın. resmen ölüyor ve yok oluyorsun..
sonu belli olmayan başlangıç.
özgürlüğe açılan kapıdır.
dünyada her gün ölen kişi sayısı ortalama 259.200 kişidir...
'aman dur ağzından yel alsın' gibi sözlerle geçiştirilip unutulmaya çalışılan kaçınılmazlık.
ölüm allahın emri,ayrılık olmasaydı.
insanin sevdiklerinin basina geldigi zaman acinin aslolan tanimina donusen kacinilmaz gerceklik.
korkutanı insanın başına gelecek olan değil de,sevdiklerinin başına gelecek olanıdır;insan her korkusunda olduğu gibi yine kendini düşünmektedir,ölüm,sevdiklerini alıp bireyi yaşamda tek başına bırakacaktır.
ölüm,yalnızlığa dair nadir tesellilerdendir.yalnızlıktan kendi varoluşunu ,hatta doğrudan bedenini unutan insan,ikisi arasındaki şaşırtıcı benzerliği görür ve artık ikisinden de korkmaz.
(bkz: ben bilmem allah bilir)
Nedense hep başlarının ölümü ilgilendirir insanı.Bir türlü kendi ölümünü düşünmeye fırsat bulamaz insan.insan ölüme alışmalı onunla dost olmalı şimdiden.

"Çünkü başka insanların ölümü
en gizli mesleğidir hepimizin
başka ölümler çeker bizi
ve bazen başkaları
ölümü çeker bizim için"
der ismet özel.
ölüm firak* değil, visaldir, tebdil-i mekandır*, baki bir meyveyi sünbül vermektir.

*firak: ayrılık,
*tebdil-i mekan: mekan değişikliği
hangi yaşta olursa olsun hep erken gelen şeydir.
-büyük dedem vefat etti gecen cok kötüyüm olm
*aaa başın sağ olsun kaç yaşındaydı
-92
*daha gençmiş yaa üzüldüm*
sevdiğin birinin basına geldiğinde inanılmayan durum. rüya gibi gelir insana.anlık bir şey.ta ki sevdiğinizin altında yattığı toprağı avucunuza alıp onu hissedene kadar.işte o zaman anlarsınız ölüm gercek.
hak ile kavuşma.