7 yaşında falanım. Sanırım boğazını üşütmüşüm kaymaklı sokak dondurması yüzünden.babamla hastaneye gidiyoruz.
Çok fazla doktora gitmiş bir çocuk değildim malum sokak tozu yutuyorduk o zamanlar.
Neyse doktor öksür diyor bende " öhü öhü.. diye kibarca öksürüyorum. Aslında öksürme taklidi yapıyormusum. Hep bu sezercik filmleri yüzünden.
Çok oyun oynamaktan bünyem zayıflamış, doktor da iki gün dinlen oyun yok dedi.
Ertesi gün okuldaydım. Aklımdan da şöyle geçiyor, oyuna çağırsınlar bende doktor bir gün dinlen dedi diyeyim havalı havalı. Oyuna katılmayayım.
Bütün gün sap sap oyun oynayanları izledim. Kimse de gelmedi. Hava da atamadım. Öyle işte. O günü bulmuşlardı çağırmayacak yani.
Oyun oynamaktan hasta olmuş bir insanım o gün kimse çağırmadı be.
ankara sincan'da oturuyoduk , ankaralı olanlar bilir sincanı aşağı yukarı.
erdem diye bir arkadaşım vardı , kocaman kahverengi gözleri vardı en fazla 7 yaşındaydık ve yaşıttık o kadar net hatırlıyorum ki onu .
erdemin babası şehitti , mahallede çocuklar arasında muhabbet geçerken erdeme sorduklarında 'şehit benim babam vatan için öldü' derdi ve onu derken hayatım boyunca asla unutamayacağım o kin ve nefret dolu bakışları atardı.
ne annem ne babam size yemin ederim ki ben erdemi tanıdığımdan beri bu vatanın en büyük koruyucusuyum.
bir gün eve geldim kapı duvar. elimdeki poşette ekmek. oturdum kaldırıma, bir pisicik yanaştı yanıma. ona sarılıp ağlamıştım terk edildim diye. çok zordu sözlük, çok.
ilkokul 1. Sınıfta babamın almanyadan getirdiği NOKIA 6150 model ilk cep telefonumu okula ilk götürdüğüm gün orta yaşlı bir öğretmenimin bu ne demesi. Evet yıllardan 2000.
bazen sadece izlemek zorunda kalmam. hatta ağlayamamak zorunda kalmam. ağlayamamak insan psikolojisinin çöküşü demek. o zor durumların içinde bile elimin ayağımın titrememesi, soğukkanlılığımı koruyabilmem. küçücük veletken aklımın nelere erip O'nu nelerden kurtardığımı hatırladıkça içim burkuluyor. nesi iyiydi ki çocukluğumun. ne zaman hatırlasam içim burkuluyor işte. çocukluk denince aklıma atarim gelmiyor kedim gelmiyor oyunlarım gelmiyor, aklıma bu burukluklar geliyor. intikam hırsıyla doluyor içim.
okuma-yazmayı abimin ilkokul ödevlerine baka baka 5.5 yasında ögrenmistim. Normal bisey sanıyorum durumu. okula basladık birkac gün icinde hoca beni farketti şok oldu. Muhabbeti kurduk. Sonra ailemle tanıstı beni 2. Sınıfa aldırmalarını soyledi. Ebeveynlerilm olmaz üst sınıfa gecerse ezik olur dedi. Ve o buruk acıyla 2 sene derse katılmadım zaten herseyi biliyordum. Hayatımdan 2sene calındı.
Çocukluk değilde; metroda birinin bana yer verdiğini sanıp oturunca, aslında arkamdaki kadına yer verdiğini anlayıp, koltuğa gömülmek istemişliğim vardır. Her metroya bindiğimde aklımdadır. Bilinçaltıma işledi resmen.
hic arkadasim olmadi. hic oyun oynamazdim her tenefus zili caldiginda herkes kosusturarak bahceye cikar oyun oynardi bense duvara omzumu surte surte kantine gider annemin verdigi 500.000 lira ile simit ayran alir merdivene oturur yerdim. cok yalniz bir cocukluktu.
Bütün çocukluğum evde hasta yatarak geçti. Hiç sokakta arkadaşlarımla oynayamadım. Zaten hiç çocukluk arkadaşımda olmadı. Şimdi istesem de arkadaş edinemiyorum. Çocukluğum yüzünden asosyal bir insan oldum.
ilkokuldayım, kaçıncı sınıftı hatırlamıyorum. bilirsiniz yılbaşı, kermes vs bi şey olur hediye çekilişi yapılır, çıkan isme hediye alınırdı.
bi kız var o zamanlar adı esra, güzelce bi şey bana o çıktı. sonra taşındılar onlar, başka bi okula geçiş yaptı. neyse kız çıkınca heyecanlandık tabi inceden vurgunuz kıza. ne yapayım ne edeyim derken aklıma televizyonda gördüğüm bi sahne geldi; oğlan kıza ayıcık alıyor, kız seviniyor sarılıyor falan. çok çok uzun zaman sonra anlıyorum mevzu ayı değilmiş, evlenme teklif ediyormuş oğlan kıza, yüzük falan.
her neyse biraz da harçlık vardı, o gün için biriktirmiştim, koştum okulun yanındaki kırtasiyeye. tüm paramı verip (hatta çıkışmadı para) büyük bi ayı aldım, o gün geldi verdim sevindi teşekkür etti falan.
asıl hikaye burda başlıyor, ben de sevdiğim bir arkadaşım vardı, bekir. ona çıkmışım. bunu öğrenmeden önce sabırsızım tabi, ayıya yatırdık tüm parayı, beklenti büyük.
bekir geldi yanıma, bir tane kurşun kalemle, bir tane kırmızı kalem bıraktı masama, teşekkür ettim. çocuğum tabi, beklentim büyük ya üzüldüm, sinirlendim biraz ama belli etmedim.
sonradan daha da çok üzüldüm duruma, aklımda hala bi şüphe var;
acaba parası ona yetti de o yüzden mi kalemleri getirdi?
yoksa hediye alacağını unuttu da sabah onları mı getirdi? öyleyse onun amına koyayım.
henüz 7 yaşındaydım, ailecek babaanneme ziyarete gittik.
abimle çorabını çıkar da salon futbolu oynayalım dedi. küçük olan ben olduğum için benim çoraplarımla oynuyorduk.
hiçbir şey kırmadık ama abim çorabı bile zıbartabiliyordu, bi yandan ona bakıp gurur duyuyordum.
derken bi süre sonra babaannem geldi ve acıktınız mı diye sordu. evet dedik ve oynamaya devam ettik.
5-10 dakika sonra babaannem elinde bi tepsi yoğurtlu ekmek ve biraz gazeteyle yanımıza geldi, gasteyi yere serin de alın yeyin bakiyim, dedi.
abim yoğurdun içine doğranmış ekmeği beğenmedi ve benim yediğimi görünce de olduğu gibi ters çevirip devirdi tepsiyi.
6 ay sonra dedem öldü.
babaannemi huzurevine kapattık.
bana süt ve süt ürünlerini eksik tüketmekten erken kemik erimesi teşhisi konuldu.
abim evli ve mutlu.
Geçim sıkıntısı.
Çocukluğumda takım kot pantolon ve kot ceket modası vardı. Akranım her kız bundan giyerdi. Oysaki benim dizleri aşınmış bir pantolon ve iki kazağımdan başka hiçbir şeyim yoktu. Onlar da hep çevrenin yardımı ile sahip olduklarımdı.
Utanırdım giydiklerimden. Kız gibi tokalarım, pembeli kıyafetlerim olmayacağını bildiğimden erkek gibi davranıp giyinmeye, uzun saçlarımı kısacık kestirmeye başladım.
ayda bir kesinlikle gittiğimiz büyük market alışverişleri, orada istediğim kitabı/oyuncağı alabilmem. buraya kadar güzel.
sonraları annem ağır bir depresyona girdi. son kez alışveriş merkezine gittiğimizde memleketten tanıdıklarımız gelmişti, sinemaya girdik annemsiz. 2 saate yakın bir bankta sızıp kalmış kadın; kimsesiz, sağlıksız. orada bulunan dükkan sahipleri izlemiş uzaktan kötüleşirse müdahale etmek için.
eve dönüş yolunda solmuş bir annenin yanında oturdum. hiç olmadığı kadar soğuk ve yabancıydı.
4/5 yaşındaydım (olanlar parça parça kalmış aklımda) annem yerde kıvranıyor, ağlıyordu. Ben bir köşede dizlerinin üzerine çökmüş korkuyla izliyordum annemi. Kısa bir süre sonra babam geldi annemi alıp götürdüler...
Meğer annemin taşıdığı minik kardeşim ölmüş.
Bir müddet annemin yatması gerektiğinden yengem bakıyordu bize. O günlere dair unutamadığım kötü durumlardan biri de yengemin beni banyoda çamaşır çitiler gibi yıkamasıydı. Gözüme giren sabun, canımın yanması umrunda bile değildi. Kim bilir neyin hırsını çıkartıyordu benden. O gün anladım ki annemsiz hayat çok zor. Ve o günden sonra yengemi hiç sevmedim. Hâlâ sevmem. kendi de bilir, o da beni sevmez.
Bir çocuğun yüreğine sevgi tohumu da nefret tohumu da ekmek çok basittir ve ne ekerseniz onu biçersiniz.