ekşi yüz sakızları, ağızda patlayan şekerler, mantar tabancalar, bakkaldaki çekilişler( ne de çok param giderdi o çekilişlere ) arı maya... duygulandım.
tornet. bilen bilir o zamanların en prestijli oyuncağıydı. mahallede tornet sahibiysen havandan geçilmezdi. "atla yolun sonuna kadar bırakıyım seni güzelim" cümlesi çıkardı hep tornet sahibinin ağzından. ağzını kırdığımın.
bütün harçlığımızı yatırdığımız kartlardır. tuttuğumuz takımın futbolcu kartlarını saklar onları oyuna sokmaz, sevmediklerimizi inadına kaybetmeye çalıştığımız kartlardır. çok biriktiğinde kesinlikle naylon lastikle masa çekmecesine koyduğumuz kartlardır. en sonunda binbir zahmetle biriktirdiğimiz kartları kapışşşşşşş diye bağırarak fırlatıp attığımız kartlar.
ebeveynlerim 12-13 yaşıma kadar üstsüz denize soktu beni. utandım utandım da anlatamadım derdimi. 'bırak kız rahat etsin' dedi babam yanımda denize giren ve içimde kelebeklerin uçmasına neden olan beybi feys (sanki o yaşta başka feys olma şansı varmış gibi)e aldırmadan.
mahallede oynanan saçma sapan bir sigara kağıdı oyunu. o iğrenç sigara kağıtlarını yerden toplardık. şimdi elimi para verseler sürmem. ne mal adam mışım!
ramazan aylarında evimizin hemen dibindeki fırında pide için kuyruğa girmek, ön sıralara gelince arka sıralara geçmek( nasıl bir eğenceyse)
yaz aylarında anneye seslenerek karpuz istemek ve onu kemire kemire suları aka aka yemek,
hiç cezalandırılmamaktan mütevellit, arkadaşlara özenip, ben hafta sonu dışarı çıkamıycam annem ceza verdi diye yalan söyleyip, hafta sonu yine de sokakta olmak, soran arkadaşlara da affetti diye başka yalanlar atmak. *
anneannemin dido ve çekmeceli çikolata alması,
anneannemin gaziantep'ten getirdiği yürüken yumurtlayan tavuk ve yine kimsede olmayan içinde bir kaç plağı olan şarkı söyleyen bebek,
kardeşimin neredeyse bütün odayı saran elektrikli treni,
annemin anneannemle olan kavgaları
teyzemin her sene sömestrede önce erzurum'dan sonra zonguldak'tan çıkıp izmir'e gelmesi, karneyi aldığımız gün sınıfımın kapısında olması, olmadığında üzülmek ve ardından merdivenlerde teyzenin gülen gözleriyle inci gibi dişleriyle karşılaşıp deli gibi mutlu olmak,
anne köftesi, peynirli keki, alman pastası,
pazar günü misafiri, suna teyze,
annemle çıkılan çarşı gezmeleri,
anneannemin maaş gününü beklemek,
anneanne kokusu, teyze kokusu, anne kokusu,
kardeşimin her bayram kendini bir şekilde, ağır yaralaması. (balkondan düşmek, dikenli telde yüzünü çizdirmek ve dikiş atılması zorunda kalması, dişini kırmak gibi),
büyüdüğümde anneannemle beraber önünde dere akan bir evde, köpekler, kedilerle yaşama hayali,
anneannenin annenin ve teyzenin hiç ölmeyeceğini sanmak.
ha bir de bir gece babamın çıkıp gelmesi ve annemin o'nu siktir etmesi, çocukken çok üzülüp, yıllarca suçlayarak kadını yaşamak ve bu yaşa gelince iyi etmiş, hak etmiş meğerse diye düşünmek.
babanın o gece gelip de benden ne istiyorsun sorusuna allahın şubat ayında karpuz diye cevap vermek ve bir hafta sonraki doğum gününde o karpuzun sofrada olması.
anneanneden, teyzeden, anneden bir gün uzak kalınca hıçkırıklara boğulmak.
bir gün onların hepsini çok özleyeceğinin ama hiç bir zaman göremeyeceğinin bilincinde olmamak.