iyi yürekli analar yavrusu üşümesin diye gelecek kabarık elektrik faturasına rağmen elektrikli sobayı açarak yaptırırlar çocuklarına bu banyoyu. ha çocuk yine de üşür orası ayrı.
banyomuzda küvet yerine duş teknesi olduğu için dünyanın en temiz kalpli kadını'nın bana sağladığı güzellikti. yüzüyorum diye bütün suları sağa sola sıçratsamda, anne ben yarım saat daha yüzeceğim desemde ne kafama sabun yedim, nede kötü bir söz duydum. kısacası tarifi imkansız bir zevkti benim için.
gerek kafaya yenen sabun, gerek gözlerin yanması, gerek ev ahalisinin önünde aynı odada çıplak banyo yapmak, gerek o hacışakir sabunun himalayaları andıran kokusu*eşittir ; çocukluk garibanlık beya.
bu sebepten 25 yaşlarına geldiğinde bile mahallenin 35 yaş ve üstü kadınlarının her gördüğünde bu durumu yüzüne vurmasına sebep olan masum yıkanma etkinliği.
sabunun leğene annenin elinden kayıp sık sık suyun içine düştüğü banyo şeklidir.Suyun ayarı bir de hiç bir zaman tutturulamamış olup annenin eli termometre görevi görmektedir. (bkz: dalin)
çocukluk da en güzel banyodur. çocukken suyun içinde leğende yıkmak ayrı ve güzellikti. özellikle uzun süre o leğende kalmak suyla oynamak tarif edilemez güzellikti.
annenin o banyoyu yaptırırken gözüne sabun kaçıp yanması, seni sıcak suyla haşlaması, sesin çıkarsa kafana tası yemen, o esnada ilerde kendi başına banyo yapma hayalleri ama şimdi keşke annem yine beni leğende yıkasa diye kurulan hayeller.
"çocukken leğende yapılan banyo"... belki de bu dört kelime özetler bütün bir çocukluğumu. ne mi vardır bu dört kelimenin içinde? toz leblebinin tadına varmış, akşamlara kadar sokkalarda aç bi aç oynasa da yüzündeki gülümsemesi hep baki kalan, çamurdan eşyaları ile mutlu, geleceğin belki de en hamarat ev kadını saklıdır o leğende... tertemiz çocuk yüreğinin gizli heyecanları, geniş gülümsemesi gizlenmiştir o leğenin kenarına köşesine... bu yüzdendir ki şimdinin, bilgisayarın ruhsuz ekranına mahkum yorgun bakışlı çocuklarına acırım benim küçük bir leğende yaptığım banyoyla kazandığım kocaman temiz dünyaya hep hasret kalacaklar diye...
soğuk, buz gibi bir aralık ayıdır. Sokakta diz boyu kar, içeride bir soba, sobanın içinde çıtırdayarak yanan odun-kömür.
Evin içinde sobanın kurulu olduğu yer salon olduğundan, sadece sobaya en yakın odanın kapısı açılırsa ısınır, geri kalan hiçbir oda ısınmaz. Bu yüzden banyo da diğer odalar gibi soğuktur. Aslında banyoda tenekeden bir soba olsa da, tek bir tane çocuğun banyo yapacağı gün için o kadar odun kömür yakamayacak kadar fakir bi ailedir bu belli ki.
Leğenler de iki kalitedir. Birisi esnektir. Çocuk yaslandığında esner ve su dökülür. Biraz daha zengince olan aileler ise daha stabil kenarlı leğenler almıştır.
leğenin yanındaki kovaya su göz kararı doldurularak bir sıcaklık ayarı yapılır. bu arada aile bireylerinden biri sobanın altındaki bölmeye patates koyarak közlemeye başlar. Tüm bu olaylar gelişirken, sobanın yanı başında çıplak bekleyen çocuk, annesinin komutu ile leğene girer.
Annesi tepesinden aşağı, suyu döktükçe gözleri yanar, ağlar. Gözlerini açıp suda oynamak ister ama, su ile oynanmasına müsaade edilmez kış aylarında. Her banyoda uygulanan standart protokol ile yıkanır, iki tur yeşil sabun, bir tur şampuan, bir kese, bir defa da liflenir. durulanır çıkartılır. Havluya sarılır, sobanın diğer yanındaki minderin üzerine oturtulur.
közlenmiş patatesler sobanın altından çıkartılırken, havluya sarılmış olan küçük çocuğun kulağında çıtırdayarak yanan odun-kömür sesi, burnunda soba üzerine doğranmış portakal kabuğu kokusu ve içinde sıcacık sobanın sonsuz mutluluğu vardır.