Ezanın, Allah'ın okuduğunu sanmak...
Tv ekranında gördüğüm, herşeyin, içinde olduğunu sanmak, içine bakmaya çalışmak, göremeyince zırıl zırıl ağlamak..
Neyse ki büyüdüm!
Opusulunce agizlarin yara dolu olacagi, geri vitesin arkaya bakarak oldugu, zeki sinif arkadasiyla ayni askiya asinca daha zeki olunacagi, kizlarin normal cis yapmasi ama erkeklerin taharet musluguna cinsel organini takip cisini yaptigina inanmak.
arkadaşlar babamın mesleği gereği aklımın ermeye ilk başladığı zamanlar mardin ilinin saçma sapan bir yerinde yaşıyorduk. yani sizi şimdi koysak 2 saatten fazla kalamazsınız.
teknolojiyi evdeki televizyondan gördüğüm filmlerden vs takip edebiliyorum.
bir yerde gözüme fotokopi makinası ilişti. sene 1994 ya da 95. bunu kendime oyun edindiğim için her şeyi anneme babama sormadan kendim çözmeye çalışıyorum.
o kadar yalnız ve işsizim ki, bunun çalışma mantığını düşünmeye başladım. gördüğümüz üzere adam kağıdı koyuyor, alttan aynısı çıkıyor.
camın üzerine kağıdı koyuyor ve kapağı kapatıyor... benim için gizem burada başladı.
ne oluyordu o kapağın altında?
kendi kendime bulduğum mantıklı yanıt: bir jilet var içinde ve kağıdı ikiye kesiyor. yani o ipince tarafından kusursuzca 2'ye bölünüyor...
sonra iyi de, yazılar nasıl diğerine geçiyor? diye düşünerek sorgulamaya başladım.
çok nadir de olsa, resmi işler ve yıllık giyim alışverişlerinde merkezi yerlere giderdik. bir iş için yine merkeze gittik. babam nüfus kağıdını bana verdi kırtasiyeye gönderdi şunun fotokopisini çektir dedi.
yeminle elim ayağıma dolaştı sevinçten. yakından fotokopi makinası görecektim. keşke hala böyle basit şeylerle mutlu olabilsem.
neyse adama verdim kimliği. adamın masasının arkasında duruyordu f.makinası. ben de merakla hemen parmak uçlarıma yükselip, dikkatle izlemeye başladım. nöronlarım elektrikle coşarken herşey 3-4 saniyede bitti.
bir şey anlamamnıştım...
ama fotokopiyi ve kağıdı elime alınca bi şimşek çaktı beynimde. kimlikte pvc kaplama vardı ama kağıtta yok.
eee dedim kendi kendime; üstündeki kaplama da hiç bozulmamış? işte bu noktada kendi tezimi çürüttüm.
o yaşta bu yaşadığım yer ve ortamın imkanları dahilinde tez-anti tez-sentez olayını kendi kendime geliştiriyordum. zor olansa, tezi de anti tezi de sentezi de kendim yapıyordum.
hikayenin bir önemi yok. sonucunu hatırlamıyorum. bir şekilde o makinanın nasıl çalıştığını öğrendim.
buradaki mesele, çocukken her şeyin üstesinden gelebiliyordum. şimdi öylesine yorgunuz ki hepimiz... bir de bu teknoloji kolaylığında.
tabağında kaç tane pirinç tanesi bıraktıysan o kadar çocuğun olur, tabağında bıraktığın yemekler arkandan ağlar, yeni kızartılmış patates kızartmasının üstünden atıştırdığım zaman ( yemek öncesi ) 'alma kızartma yağı azalır, daha fazla kızartamayız' denmişti hep de yemek konusunda inanmışım deli gibi yemişim, ondan mütevellit balık etliyiz.
çocukken düşen dişimizi ineğin altına atardık. babaannem derdi ki dişi ineğin altına atarsanız inek hamile kalır. ilginçtir diş attıktan 1 ay sonra giderdik ki inek hamile kalmış. bu durumdan çıkan sonuç bizim hacı miyase biz dişi atınca inekle boğaya gerdek gecesi tertip ediyordu demekki.
çocuk yapmak isteyenlerin karı-koca dua etmesiyle Allah'ın çocuğu vermesi şeklinde olduğuna inanırdım.
bir de filmlerdeki gibi kızların iyi ve dürüst erkeklere aşık olduğunu sanırdım, çocukluk işte.
La ben aydan kaçabilceğime inanmıştım bi gün minare gizleyince seviniyodum sonra tekrar görünüyodu, allahım zekam ordan belliymiş. Aydan kaçmışım ya kimse bilmiyo şşş