aşk. çocukken tüm anne babaların birbirine kafadan aşık olduğunu sanardım. ben de büyüyünce mutlaka birine aşık olacak ve elbetteki onun tarafından sevilecek ve ömrümü onunla geçirecektim. bu yaşıma gelip hala o insanla tanıştığıma inanamıyorum.
çingenelerin çocuk kaçırıcıları, bozacıların olağanüstü tehlikeli olduklarına inandırıldık örneğin. hatta bozacılardan o kadar korkutulmuştuk ki, sokaktan gelen sesini duyduğumuzda yatakta tirim tirim titrerdik. bugün bile bu yaşımda bir bozacı gördüğümde istisnasız her zaman o günleri hatırlar gülümserim.
caminin minaresini allah sanıyordum. ciddi ciddi öyle sanıyordum. ta ki bir gün annemin o allah değil demesine kadar. büyük bir hayal kırıklığı yaşamıştım. *
fotokopi makinelerinin, kâğıdın üzerindeki yazıyı değil, direkt kâğıdı kopyaladığını sanmak. bunun yanında, "bu insanlar mal ha, boş kâğıt kopyalasalar, boşu boşuna ağaçlar da kesilmemiş olur" gibi cümleler kurabilmek.
arabayla herhangi bir yere gittiğimizde sürücü sinyal verir dönmek için ve ben onu arabanın kendi yaptığını düşünürdüm.
-aaa ne akıllı araba gene bildi gene dönecek babaaaam araba bilmese kesin kaybolacaz akıllı araba güzel araba...
tabakta kaç tane pirinç tanesi bırakırsan o kadar çocuğun olur derlerdi.hep 1 tane bırakırdım. daha beteri çocuğum engelli olmasın diye kırılmış pirinç tanelerini tabakta bırakmazdım, dakikalarca çatalın ucuyla o taneyi alıp yemek için sinir harbi yaşardım.
tv izlerken onların da beni gördüğüne inanırdım.mesela burnumu televızyon önünde asla karıstırmazdım.televizyon arkasına geçer orda halladerdım.arada gaz yapınca kıpkırmızı olurdum utancımdan..