son derece lüks ve sosyetik bir araba galerisinde, çok şık bir kadınla tokalaşırken arabanın anahtarını elimden düşürüp yerdeki parkede ufak çapta bir patlama sesi duyulmasına sebep olduğum an.
final haftası olması nedeniyle ev kalabalık, arkadaşlar var tabi...
neyse; elemana hazırlanmasını söylemek için diğer odaya gittiğimde msn de konuştuğunu gördüm ve gözüm bir anda resme odaklandı;
gk: bu karı kim lan?
ark: ablam...
gk: hasssikkttiirrr... ya kusura bakma da; senin sarışın bi hatunla konuşma ihtimalini çok küçümsediğimden söyledim...hede hödö... hay amk çıkamıyoruz da lan işin içinden...
ark: neyse sktir et önemli değil...
gk: saat bir oldu hadi çıkalım ufaktan...
ark: tamam...
ama bitti mi? bitmedi sayın seyirciler, mal gk kırdığı potu düzeltmek için illa konuşacak ya;
gk: ya daha önce de olmuştu, arkadaşın ablası hemşireydi... unutmuşum, hastaneye gidiyordum yolda karşılaştık; sordu işte neyim olduğunu ben de önemsiz olduğunu söylemek için 'önemli bir şeyim yok hemşire kesmeye gidiyorum'' demiştim, allah'tan başka hastaneye gidiyordum...
ark: benim ablam da hemşire...
gk: sikecem lan yeter amk, hazırlanıyorum ben...
hoşlandığın çocuğun önünden geçerken önündeki engeli görmeyip ayağının takılması ve bunu onun görüp arkadaşlarıyla gülmesi. (bkz: kıyamet kopsun artık diye dua etmek)
hoslandiginiz kizla patir patir muhabbet esnasindayken, farkinda olmadan bir ara elin surata gitmesiyle, yine tesaduf olarak burna carpmasi, ve de burnun dis yuzeyinde "imalat icin hazir bekleyen hap" a (bkz: tatak) denk gelinmesi... igrenc bir olaydir, simdi akla gelmistir; allah kimseye vermesindir; evettir...
öğle arası 3 saat . yemek yemek için carrefour a gittik. herşey çok güzel yemek yedik güldük falan sonra okula dönmek için durağa doğru yine eğlenerekten yürümekteyiz . otobüs geldi ama biz durakta değiliz . lalala ben biraz hızlı yürüyeyim derken ayağım takıldı düştüm . montumun kapşonu acı bir şekilde kafama geçti. boylu boyunca yatıyorum yerde. otobüs bekliyor. ben hareket edemiyorum sanki... sonra kafamı hafiften kaldırıp arkadaşıma sesleniyorum: kurtar beni . o ne ya kurtar beni ne demek . neyse bu arada otobüs ısrarla bekliyor dopdolu bir şekilde. ne güzel izliyorlar insanlar beni. sonra elimden tutup kaldırıyorlar arkadaşlar sağolsunlar. ben tepiniyorum binmem bu otobüse diye. sonra binmiyoruz, manyak gibi gülüyor arkadaşlarım. ben de gülüyorum ne yapayım. içimden o dakikaya lanet ederek.
internet cafelerin en piyasa olduğu yıllar. meksikaliyarimekmek kişisi henüz orta 1'e gitmektedir ve her gün en az 2-3 saati internet cafede counter strike oynayarak geçirmektedir. yine nefes nefese mekana dalınmıştır cepte para da sağlamdır.fakat o da ne! cafe tıklım tıklım doludur ama boş bi masa göze çarpar. hemen koşup;
"abi bu masa boş mu? " diye sorulur. abi (!) "hem de çok boş" der.meksikaliyarimekmek anlam veremez ama "amaaan s.ktir et" der ve oturur. işte bünyenin en derininden o çığlık kopar gelir " yer yarılsa da içine girsem". çünkü masada klawye yoktur ve cafede ki en az 4 dişi eksik çocukların hepsi gülüşmektedir.
minibüste yanımdaki gereksiz arkadaşımın berbat bir espri yapması sonucu dayanamayıp "müsait bir yerde inecek var" demem ve şöförün bunu duyması. akabinde zınk diye durması ve kapıyı açması. bir kapıya bir yolculara bir şöföre bakmam. "yok abi ben şaka yaptım" demem. "arkadaşa!" diye eklemem ve söförün tövbe tövbe nidaları arasında koltukta küçücük kaldığımı hissetmem.
askerde büyükçe bir kısım alanın çim yolma işinin sorumluluğu bana verilmişti. hali hazırdaki 2 çim biçme makinası bozuk olduğundan yaklaşık 10 kişiyi bu iş için ödünç aldım. iki takıma ayırıp yapmaları gereken yeri gösterdim. arada gidip kontrol ediyorum. hepsi çalışıyorlar. bu alan askeriyenin yazlık bahçesi. içinde artık sadece iki tane kaz kalmış mini hayvanat bahçesi de var. kazlar kafeslerinden kaçmış kimsenin haberi yok. bu sırada bir bağırış duydum. tabii hemen olay yerine intikal ettim. tugayın kurmay albayı ordan geçerken bizim elemanları oturur vaziyette görmmüş. kükreyip kim buranın sorumlusu diye bağırıyor. bende armut gibi kolumda iki çavuş çiziğiyle koşmuş bulundum. sonraki diyalog aynen şöyle
albay: olm bunlar niye burda?
ben: ot yolmak için komutanım.
albay: peki bunlar oturduğuna göre otları kim yoluyor evladım?
işte bu anda, ben daha cevap veremeden, uzaklardan iki kaçak kaz koşarak gelip tam bizim önümüzde otları yolup yemeğe başladı. gözlerim doldu. ot yolan birilerinin olması iyiydi. ama bunların kaz olması. devam edemiycem. aklıma geldikçe duygulanıyorum.
hava yağmurludur.yaşınız miniktir henüz.annenizle acele bir yere yetişmeniz gerekmektedir. gözleriniz de miyoptur bu arada.(bu ayrıntı işimize yarayacak aman dikkat). herneyse efendim,aceleyle yol kenarına inersiniz bir taksi çevirmek için.ama gel görki karda tipide göz gözü görmemekte ve boş taksi bulunamamaktadır.tam da bu sırada miyop gözleriniz devreye girer ve uzaktan gelen bir vasıtayı taksi zannederek işaret çekmenizi sağlar.araba yanınızda durduğunda taksi olmadığı anlaşılır.içinden bi kafa uzanır, 'kaça?' diye bi ses duyulur. delicesine yok olmak istersiniz.
iki arkdaş kahve önünde ayak üstü bilindik ağızla konuşmaktadırlar.dışardada yaşlı amcalar kalablık halde oturmaktadırlar.
ali:aga a.q. lan bu converseleri nası giyiyonuz
veli:rahat hemde moda bunlar
ali:sikiyim modanı
veli:hadi olum herkes giyemez bunu
ali:siktir lan nolcak bende giyerim
amca:amma bol sikiniz var be başımız şişti
veli:hahahaha.
(ali amasya elması oldu resmen).
insanı dumur eden anlardır. bazen öyle olur ki 'ben yarılsam da yer bana girse' ihtimali bile düşünülür. elde fotoğraf çekmeye yarayan bir alet ile sultanahmet camii ve ayasofya arasında güneşin batmaya niyetlendiği bir kalabalık cumartesi gününde şakır şakır manzara fotosu çekilmektedir. bir müddet gezerken ayasofya ile sultanahmet arasında kalan devasa fiskiyeli büyük havuzun kenarına gelinir. havuz kenarındaki minik fıskıyeler tazyikli bir şekilde yukarı doğru suyu iterken sultanahmet camii karşıya alınır ve su manzarasının da dibine kadar diz çöküp havuzun hemen kenarından gökyüzündeki su damlaları arasından sultanahmet'in minareleri çekilecektir. havuza çok yakın olmaktan mütevellit geride kalan banklarda oturan ayakta gezelenen insanlar da gözucu ile sizi izlerken, deklanşöre basmak için gerekli pozisyon alınır güzel bir kare yakalıp da tam bu an ölümsüzleştirilecekken birden havuzdaki fiskiyelerin suyu kesilir havuz süt liman olur. artık içinden veya dışından kıs kıs gülen suratlara bakılır. ehehee şeklinde gülünür, geçilir, kaçılır.
yeni sevgiline atacağın "aşkım daha ayrılalım demedim ,ailesiyle problemleri var. " mesajını eski olması planlanan sevgiliye attıktan sonraki zamandır .
iş çıkışı akşam minibüse binilir, şoföre para uzatılır,
hiç boş yer kalmadığı için mecbur ayakta demirlerden tutularak gidilir, o esnada uzattığınız 20 ytl üzerini elden ele uzattıklarında alıp sağ tarafa başı döndürürsünüz ki parayı çantayı koyasınız diye..
o sırada bir kopça gözünüze ilişir, kısa kollu bluzun koltuk altına doğru gelmiş ve sallanıyor, koltuk altından sallanan o şeyin az sonra sütyen askısı olduğuna karar veriyorsunuz, ani bir refleksle geri itme olayına giriyorsunuz ki, kimse bakıyomu acaba diye minibüse baktığınızda arka koltukta bir çift gözün size odaklandığını farkediyosunuz... şoför bey müsait bir yerde diyerek arbadan indiğinizde uzun süre ikinci bir minibüse binmeden öylece kafanızda bunu idrak etmeye çalışıyorsunuz.
feciydi çok feci.
zamanının ötesiydi, lise yıllarıydı. hayatım boyunca unutamaycağım o kısa cümle bir çok şeyi değiştirmişti o günden sonra
olay şöyle gelişir. ben ve arkadaşım şehrin en popüler mekanı olan pastaneye girdik. düşünün yani popüler pastane. çıkışı olmayacak bi yere girdiğim nerden bilebilirdim. bir baktım üniversitede okuyan kuzenim ve onun arkadaşı bir masada oturuyorlar. görünce tabi onların yanına oturduk. abi nasılsın iyiyim sen nasılsın falan. derken hayatımın en kötü cevabını verdiğim soru geldi kuzenimin arkadaşından. baştan söylemekte fayda var adamda lise önlerinde gezip kızlara bakan geçkin adamlar tipinden vardı.
kuzenin arkadaşı: eee fikrizikri, hangi lisede okuyorsun sen?
masum ben: ee abi şu lisede okuyorum yaw.
kuzenin arkadaşı: allah allah, peki şu kızı tanıyor musun sen yaw?
( adamın sorduğu hatun okulun en kaşar kişisi tabi, üstüne üstlük aynı sınıftayız. adamda da bu hıyar tipi olunca masum ben sandım ki bu hıyar, genç liseli sünepelere hava yapmak için ben o kızla takıldım falan filan anlatacak. tabi soruyu duyar duymaz ilk aklımdan geçen cevabı verdim)
fikrizikri: ya abi o karı motorun önde gideni ya.
bu cevaptan sonra kuzenin ve hıyar adamın yüz ifadesini görünce çok büyük bir bok yediğimi anladım, çünkü zaman durmuştu. hiçbirşey hareket etmiyordu. kıpkırmızı olan surat, o cevaptan sonra geçen yıllar içerisinde ağaran saçlarım ve ağır çekimde böğüre böğüre konuşan hıyar adam vardı sadece. adamın böğürtüsünden şu cümleyi anlayabildim
-laaayyynnnnnn o benim kuzeeyyynnnniimmmm laaa...
tabi adam böğürürken ses dalgalanıyordu, hatta o ses dalgalarını bile görebiliyordum artık. ama hala yer yarılmamıştı. içine girmem lazımdı lakin bu adam beni öldürecekti büyük ihtimalle.
bu noktada hayat en acımasız tokatını vurmuştu. yalvarırcasına kuzenin gözlerine bakıyordum ama o da mum heykeller gibi donup kalmıştı. bir ışık bekliyordum, bir işaret. derken arkadaşımın sesi geldi zamanın ötesinden.
- ya bizim bi işimiz vardı.
bu cümle zamanı normal akışına geri getirdi. eee hadi görüşürüz dedik ve koşa koşa, hayatımın en uzun koşusunu yaparak çıktık o mekandan bir daha dönmemek üzere.
bilenler bilir, eğer ilkokulu küçük bir semtte okuduysanız, okul içinde olan herkesle ayrı bir samimiyetiniz olur. sınıf arkadaşları aynı zamanda sokak arkadaşları olur, veliler tanışır, birbirlerine girip çıkmaya başlarlar, hatta bu karşılıklı aile ziyaretlerine öğretmeniniz ve ailesi de katılır. işte zaten o zaman, haklı bir gurur kaynağınız vardır. o taptığınız kadın, size annenizle çay içmeye geldiğinde ertesi güne anlatacak ne çok şey vardır (kendimde bi iclal aydın havaları sezdim, hadi hayırlısı). neyse uzatmayalım. bir an önce utançtan yerin dibine girelim. şöyle ki, öğretmenimin benimle yaşıt bir kızı vardı. kendisiyle çok sıkı fıkıydık. hatta bana evlenme bile teklif etmişti o zamanlar. marie antoinette ve mozart tarzı bi ilişkimiz vardı küçüklüğümüzde; gerçi o ilişki şu an tarih olmuş olsa da. kendilerinin gel zaman git zaman bir doğumgünü partisi oldu. sanırım ilkokul 4 ya da 5inci sınıftaydım -ki utancın anlamını gayet iyi bilir bir çağdaydım yani. malum, zaten aile dostu sayılır, hediye almaksızın gitmek olmaz. annem elime bi miktar tutuşturdu, 'git dedi sen kendi istediğini al, ben de ayrıca bir şey alırım'. ben doğru küçük semtimizin en ilginç şeylerini satan kırtasiyeye yollanıp, bi puzzle aldım. ertesi gün, parti günü. bir güzel giyindim kovboy kıyafetlerimi, ayakkabılarım bi fiyaka ki sormayın. saçlar yana taranmış. babamın parfümü dökülmüş, mis gibi olunmuş. aldım puzzle yi elime, annem de o arada tutuşturdu kendi aldığı hediyeyi.
partide kimler yok ki. bizim sınıfın seçkin öğrencileri (nedense!), siteden bir kaç çoluk çocuk kalabalığız baya.ama öğretmenin kızı bana yangın. üstelik okulun en çalışkan öğrencisi olduğum için de benim ayrı bi havam var. aman aman! ilk ben dans ettim tabi doğumgünü kızıyla.
an gelir hediyelerin başına toplanılır.
paketler açılır. barbie bebekler mi dersiniz, süslü kağıtlar, kalemler, defterler, üçer tane küçük prens, bi adet çocuk kalbi... tam bi site çocuğu hediyeleri. ne kadar statşk. ne kadar statik dimi, sıra geldi bana, verdim elimde ki paketleri, önce puzzle açıldı, kız bana bi göz kırpttı, geldi diğer pakete. paket açıldı ve içinden bembeyaz lastikli üç adet don çıktı. önce bir şok anı, ben olayı reddetme isteğiyle doluyum ama yapacak bir şey yok, resmen annem kıza don almış ya. var mı böyle bir şey allahım! etrafta kıkırdamalar, gülüşmeler, öğretmenin kızının ezici bakışları; yani onun elinde şaşkınlıkla tuttuğu o donlar ne kadar beyazsa benim de suratım o an için o kadar kırmızı. ben anneme duyduğum nefret duyguları içinde yavaşça koltuktan kayıp mutfağa geçiyorum. su içiyorum. bi daha içiyorum bi daha. yavaş yavaş defalarca içiyorum ki su içişim hiç bitmesin, parti sonuna kadar böylece salona dönmek zorunda kalmayayım. ama mecburen gidiyorum, o anyerin dibinde bir kaç bin kat altında huzur içinde olmak istiyorum. allahım utanıyorum işte.
o zamandan beri iyi tanıdım ben utancı. anneminse aldırdığı bile yok; 'herkes oyuncak falan almıştır ben işine yarar bir şey alayım dedim'. oldu anne, bi de ufacık kıza 'giydikçe beni hatırla' deseydim.
çok sevilen bir arkada$ın dogum gunu vardır. izmir'lerden kalkılıp istanbul'a dogum gunune gidilir.*. özlenen herkes oradadır. önce karaköy'de güzel bir cafe'de kutlanır 70-80 kişi.
göze bir kız çarpmaktadır. çok da fazla ilgi cekmemekle birlikte dogum gunu sahibinin yanında oturmasıyla gözler yavaş yavaş ona kaymaktadır. kızın utangac bakışları dikkat cekmistir.
yanına oturulur ancak havadan geçilemediği için bakılmamaktadır. zaten izmir'E dondukten sonra da bir daha görülemeyecegi icin cok da sorun edilmemektedir.
akşam 11 gibi mekandan kalkılır. evine gidecek olanlar döner daha takılmak isteyenler ise taksim'de bir cafede oyuna, şamataya devam edeceklerdir.
taksim'in ortasında bir cafe'ye gelinir. 30 kişilik kadro korunmaktadır. oturulur hep beraber tabu oynanmaya ba$lar.
dogum gununun kutlandıgı mekanda göze carpan kız da oynamakta ve kacamak bakı$lar atmaktadır arada..
gercek dikkat nesneleri anlatmaya calı$ırken yuzunde olu$an tatlılıkla oluşur. bakmaya doyulamamaktadır artık.
eğlenilmiş, herkes köşesine cekilmeye baslamıstır. kızımız karşıda birisiyle tavla oynarken içi saran kıskançlık ise had safhaya ulaşmış, ulan yoksa asılıyor mu eleman düşüncelerine sevketmiştir.
artik gözler tamamen istem dışı ordadir. allah'a yalvarılmaktadır. eleman'in işi çıksa acilen defolsa ben atlasam ben devam edeyim diye dua edilmektedir.
o anda kendisini daha sonraları cok feci cezalandıracak olan, o anda bu faniyi sevindirmeyi başarmış ve eleman saatine bir an bakıp "ulan son dolmuş kaçıo muzaffer gidioz" nidalarıyla kızımızın yuzunde hafif bir burukluk bırakarak kaçmıştır.
kızın önünde boş bir tavla ve onunda önünde kapanmayı bekleyen büyük bir boşluk vardır.
hemen ayaklanılıp "istersen ben devam edebilirim" denilir.
kız çok şaşırmıştır. bir iki saniyelik tatlı bir bakıştan sonra tabii ki diyerek başlanır.
muhabbet kurulmuş, kız tavlada 5-0 yenilmiştir ancak anlattığım hikayeler yüzünden gülmekten de yerlere yatmıştır. olmuştur, muhabbet kurulmuştur.
başka bir köşeye çekilip yanyana oturulur biraz ortam slowla$tırılarak ** komiklik havası ortamı cool bir havaya bırakmıştır.
"ya canım accaip içmek istedi bu akşam" diyerek konuya adım atılır. kız önce "ya çok da geç oldu aslında ben de cok isterdim ama yetişemeyiz ki" diyerek tatlı şekilde reddeder. üstelenmemesinden sonra ise ani bir manevra ile "ya aslında yetişebiliriz sanırım" der.
tek sorun etraftakileri kandırmaktır.
dogum günü sahibine ;
"ya ba$kan biz cok acıkmışız nur'la bir şeyler yiyip gelicez bekleyin" denir.
dogum günü sahibinin götlüğü üzerindedir " ulan ben de acıktım gelsem mi" diyecek olur, "aslan sen acıkmadın biz acıktık bekle adabınla" diyerek kızın gülücükleriyle mantolar giyilir.
izmir'li olmanın verdigi rahatlıkla olsa gerek geç saatte istiklalin renkli sokağinda salinmaya baslanır ilk görülen bara girilir.
kız aslında alkolden pek hazzetmemektedir, bellidir ancak çözüm hic tükenmez.. bana güven denilir devam edilir.
fani kahramanımız " süprizini" bailey's olarak sunar bu guzel kıza. kız ise tadınca mest olur, güveni boşa cıkmamıstır. ortam loştur. o gün tanışılan kız ise sanki dünyanın en şeker kızıdır ve seninledir.
aşk meşk konuları açılır, kızımız ise anlattıkca kahramana daha bir vurulmaktadır, hissedilmektedir.
çıkışta yardım bahanesiyle tutulan el bırakılmaz istiklal caddesinden elele dönülür cafe'ye...
kapıya yaklaşılır el bırakılır. kapı açılır. zaten tamamı tanıdık olan ahaliden bir alkış kopar anlamlı.. utanılır..
ancak bu utanç kalmayacaktır burda... mutluluğu veren allah almasını da bilecektir bu faniden...
kıza yol verilerek inmesi seyredilirken merdivenleri atılan ikinci merdivende ayağiniz kayarak tahta zemine bir mozale daha bırakmıştır. az önce sizi agzında sigaralarla ayakta alkışlayan kızlı erkekli gençler artık götleri yırtılıncaya kadar gülüyor, işin kötüsü bir an göz göze gelinen kızımız eliyle agzını tutmuş yarı şaşkın, yarın kendini gülmemek icin kasar haliyle size bakıyordur. ince bir örgü, ninenizin size tek tek ördüğü kalın bir atkı gibi yarattığınız karizma tek saniyede hallaç pamuğu gibi sökülmüştür.
o an çok yalvarırsınız allaha al şu canı diye.. duymaz sizi.. koşup bir an atmak gelir kendinizi istanbul'un açılmakta olan trafigine... beceremezsiniz.
komikmiş gibi ufak bir sırıtmayla kalkar şımarıklığa vurmuşsunuzdur ama çok zor unutursunuz o anı çook... !
-ingilizce konusuyoruz aslinda
>waow oh you can't take anything with you
-ee rusca konussak ruscami ilerletmek istiyorum. aslinda ben fransizca bilirim *
>yasna * ee quel age a tu?
-almancayi daha iyi konusurum *
>ya ich habe mich in dich verliebt!!!
--ha mina koyim her boku bilmesen olmazmi (bu kisim turkce soylenmektedir)
> e sen de yalan soylemesen olmaz mi? (bu kisimda turkce soylenmistir.
--GULP !!! sen nerden turkce biliyorsun
> almanya'da calistim, fransa da okudum, turke ce bir arkadasim vardi ondan ogrendim, inigilizce zaten 2.dilim.
>gel bakim gel nereye gidiyorsun!!
-ben bi tuvalete gideyim