hiç bir meşrubatın tadı otobüs yolculuğu sırasında muavinin verdiği gibi olmuyor. belki "ulan o kadar bilet parası verdim, bare içtiğim kardır" mantığı. yada kıç üstünde geçen saatler ve yerinden kalkamanın verdiği rahatsızlıkta simit bekleyen martılar gibi heyecanla sıranın sana gelmesini iple çekme.
aslında sonuç aynı, meyva suyu güzel. yavaş içip tadını çıkarmak istiyor insan. tadını derken belki de anın tadını. ne farkeder ki? bir de yarım bardak kahve koyup sinir etmeseler adamı şu yolculuklarda...
sabah işe giderken hep bir sıkıntı vardır içinizde. sıkılırsınız tekdüzelikten, yolda bakarsınız başı eğik insanlar görürsünüz, otobüsler aşırı derecede kalabalık olur, o an başka şeyler geçer aklınızdan ; eski sevigiliniz veya güzel bir yaz tatili.. ta ki herşey
herşey işyerine gittiğinizde son bulur.kapılırınız yaşamın hızına.
eğer yemekten sonra sigara içenlerdenseniz ve yemek yerken hep o sigarayı düşünüyorsanız, hangi yemegi yediğiniz veya yemeğin tadı konusunda herhangi bir soru karşısında yuvarlak bir cevap verirsiniz. aklınızda hep '' yemekten sonra sigara yakacam'' düşüncesi geçtiği için o yemek sadece sigara altıdır.
edit: kötü bir öğle yemeği sonrası sigara keyfi/ ankara
güne iyi başlamak içün sık sık diş fırçanızı değiştirin. yepisyeni tertemiz bi diş fırçası, sanki daha temiz dişler, sanki daha sağlıklı gülüşler, zincirleme olarak gelen kendine güven vesaire... bünye yeni diş fırçası fenomenine alışana dek yey, süpersonik diş fırçam ile bomba gibin zıpkın gibin başlıyorum heheyt, şeklinde kendinizi kandırabilirsiniz.
hayatın hava yapması gibi bir şey kesinlikle söz konusu. kimi zaman hayatınız bomboşken hiçbir şey olmaz ama kazayla bir teklif gelsin önünüze, aklınızı kurcalayacak birden çok şey karşınıza çıkar. 1 yıl avarel avarel gezersiniz, etrafınızdaki karıncanın bile sizden daha fazla hayata entegre olması sinirinizi bozar. sonracığıma bir yerden iş teklifi alırsınız, hemen ardından başka bir yerden teklif gelir. işte biz buna edebiyatta kısaca ambale olmak deriz. aynı şey aşk hayatı için de geçerli... işte bu hava yapmaktır. nasılsa bir ketçapı sıkarken önce gelmez, sıkarsınız sıkarsınız akmaz, sonra tepesine bir tane daha koydunuz mu dereler gibi çağlar. durum hayatınız için de geçerlidir.
bir diğer tespitim ise sinemada yer gösterenlere ilişkin. onlara para verme zorunluluğu.zaten bu kişiler belli bir miktar para almıyorlar mı, maaş alan bir kişiye dünyanın en zor işini yapıyormuşçasına ya da sanat icra ediyormuş gibi fenerle koltuğu aydınlatıyor diye(zaten canım ülkemde fener denilince para akışı sağlanıyor. **) para vermek gibi saçma bir eylem daha yok.
bir de birgün sıkma portakal alırken 6 ytl verdiğimi gören bir amca utanmadan aslında mantıklı bir tespit olsa da bir tespitte bulunmuş beni dumur deryalarına sürüklemiştir. "cappynin tatlı meyve suyuna 1 ytl verirken sırf ağzıma tortuları gelecek diye enayilik yapıp 6 katına daha dandik ve acı bir şey almam". tepit budur der, hayata sitemlerimi sunarım.
amerikadaki başlayan krizin ülkemizede yansımasından dolayıdır ki işler kesildi arkadas.
şöyle ki işlerin kesilmsiyle ofiste bir sıkıntı, isteksizlikle beraber insanın canını sıkan bir durumda: saat 3 ve 4 arası uykunun gelmesidir. uyumak bir tarafta kalsın işin önemli kısmı çaktırmadan kestirmektir. insan ne kadar uykusunuda alsa bu saatlerde uyuması gerektiğinin kanısıdayım. zira yarım saat uyusa dinamit gibi olur.