yaşadığımız ortamda gerçek, doğru, iyi diye bilinen şeylerin, oluşumların, inançların esasında hiç de öyle olmadığını; hatta tam tersi olduklarının farkına varıldığı andır. işte bu cidden adamı yaşamdan soğutur.
güçlü, karakterli kişilikler böyle bir yüzleşme karşısında er geç toparlanıp kendilerine gelebilirler; ama karaktersizler, ezik kişilikler ya kendi kendilerini kandırmaya devam edip: "yok lan olmaz öyle şey" deyip mal gibi yaşamaya devam ederler ya da bu içlerine düştükleri hezeyana dayanamayıp bu diyardan göçer giderler.
birinin sokaktan bağırması. sesi babanınkine benzetmek, "aa bu saatte gelmezdi ki niye bağırıyo?" demek. bağıranın başkası olduğunu gördükten sonra babanın öldüğünü hatırlamak. belki açar diye aramak, numaranın olmaması, falan.
ilkyardım çantasında minik, pembe; kesmeyen bir makas bulduğunuz andır.
kim, hangi akla hizmet, ne için onu oraya koydu bilmiyorum ama öyle çanta düzenleyen kurumun allah belasını versin. elim kolum kanlar içinde, pembe makasla bez kesmeye çalışıyorum amına koyim. benim bildiğim değdirdiğin an cart diye girer ilkyardım makası. birinci sınıftaki kardeşime vermem ben onu, kağıt bile kesmiyor.
sabah sırtın ve gögüs kafesinin tutulduğunu hissederek uyandığın an. buz kesiyorum o an, böyle sefilk hayatın ta amına koyyim diyecek oluyorum. cam kapalı, kapı kapalı, ekvatoral bir sıcak havada yatıp da nasıl tutulmuş kalkar insan. aklım hafsalam almıyor. hafsala öyle mi yazılıyordu lan? neyse, anladın sen onu.