Az önce evin balkonunda, büyük renkli kanatları olan 2 kelebek buldum. Kanatları birbirine yapışmış ve birbirlerine arkalarını dönmüş şekilde hareketsiz duruyorlardı. Çiftleşiyor olabilirler diye dokunmadım...
1 saat geçti tekrar baktım, halen yapışıklardı ama bu sefer de çırpınıyorlardı. Heralde ben az önce yanlış anladım, bunlar yapışmışlar birbirine ve kurtulmaya çalışıyorlar diye düşündüm; kanatlarından nazikçe tutup kurtardım. ikisi birden çıldırmış gibi kafama doğru serbest dalış yaptılar. Belli ki kızdırmışım. Muhtemelen çiftleşmeye devam ediyorlardı, olayın tüm büyüsünü kaçırmışım. Nasıl bir keyiftir böyle saatlerce.
"ama" kelimesi kadar sahte ve yalan bir kelime daha yoktur.
Neden mi? Çünkü kendinden önce söylenmiş her şeyin gerçekliğini ortadan kaldırır.
Nasıl mı?
"seni Seviyorum, ama...", "seni özleyeceğim, ama...", "sen haklısın, ama...", "sen çok iyisin, ama..."
Hiç anlamadım, hiç sevemedim, hiç cesaret edemedim, hiç kendim olamadım, niçin üzüldüm bilmedim hiçbir şeyin peşinden koşmadım. Değersiz geldim, değersiz gidiyorum.
Bazen Ölmek istiyor insan, Belki de sık sık... sevipte sevilmediği bu dünyada geride hiçbir şey bırakmadan göçmek... Ne mutlu bu dünyaya hiç gelmemiş olana.
barış bıçakçı "bizim büyük çaresizliğimiz" kitabında der ki;
"Martın sonlarında bir akşam, odasına gitme zamanı geldiğinde yine sessizce koltuğundan kalkmış, "Biraz yürüyelim mi?" diye sormuştu. Tindersticks'in "Let's Pretend"i çalıyordu. Önerisine sevinmiştim ama güzelim şarkıyı dinlemeden kalktığı için de sinirlenmiştim. Şarkının bitmesini beklemiş, sana bir not yazmıştım: "Bu kız kemanları duymuyor! Yemeğe girişme, lahmacun alıyoruz!"
işte o kemanları duymakla duymadan yaşamak arasındaki şey; koca bir hayat farkı.