farklı şehirde ve gerçekten yalnızsan eğer, eğer ki bütün arkadaşların senden uzaktaysa, işte ozaman aklına gelen bilimum sosyal paylaşım sitelerinde bulursun kendini. km'lerce uzaktaki arkadaşlarınla sabaha kadar geyik yaparsın, ama sabah olduğunda o bilgisayar kapandığında gene yalnızsındır. eğer eve girdiğinde aklına gelen ilk şey bilgisayarı açıp doğruca, messenger'a, facebook'a girmekse yalnızsın arkadaş. vallahi yalnızsın. (bkz: bir zamanlar ben)
yapacak hiç bir şeyin kalmadığında, meşgul olabilmen için sorun çıkaracak kimse olmayışıdır.
gider ayak sardığım konudur. tam hadi kapatıp kaçayım derken gözüme gözüme kaçan, bir iki satır birşeyler karalamadan pencereyi kapayamayışıma neden olan konudur da aynı zamanda.
halbuki ne işim var cumartesinin bu en ılık dakikalarında bilgisayar başında benim, tam çıkıyordum. üzerimde zaten cuma günü oturmuş olmanın verdiği bir enerji varken neden aynı enerjiyi cumartesi günü de içimde biriktirip, 30'uma merdiven dayamış olmama rağmen, bu enerji patlamaları sebebiyle pazar sabahına ergen sivilceleriyle uyanmak isteyeyim ki?
biralar, vodkalar, rakılar, ayşeler, merveler hepsi de dışarda.
peki ben neden dışarıda onca şey varken evde bu başlık altına entry gireyim.
hayatta girmezdim de arkamdan ağlar diye kıyamadım. belki de beni dışarıda bekleyen onca kalabalık içerisinde bile kaçamayacağım yanlızlığım yazdırıyor bana bu umursamaz cümleleri. belkide beni dışarıda bekleyen bir kalabalık yok, ya da ben zaten dışarıdayım ve herkes dışarı çıkacağımı öğrenerek evlerine saklanmış.
elimin altında duran klavye, yanında içi yarıya kadar soğumuş kahve dolu fincanım, bir de yarım saat önce kahvemi karıştıran kaşık. kim nereden çıkarmış, bunca insan beni bekleyedururken, üstüne üstlük kahvem ve kaşığım yanımdayken yalnız olduğumu?
- kaşık aslında yok..!
hastır lan, matrix mi burası neyin zırvasındasın. kahvemde var, kaşıkta ve ben bardağın dolu tarafını görüyorum. bak! kahvem yarıya kadar dolu, evet soğuk belki ama dolu. hem kaşık olmasa ne yazar, sigaram var, içkim var, terk edemezler param da var. durumum an itibari ile tanju okan'dan bile iyiyken, biralar, vodkalar, rakılar, ayşeler, merveler hepsi dışarda beni beklerken, ne anlatıyorum ben burda peki, 'baksana kaşık bile var neo, neyin tasasındasın.'. koş hadi durma! seni bekliyor herkes. yine kurulacaksın bir masaya, başlayacaksın içmeye sağına soluna bakmadan, sonra üzerinde gözler gezinmeye başlayacak hissedeceksin, egon okşanacak, mide bulantısıyla karışık, kafanı kaldırıp bir pislikmişçesine bakacaksın üzerinde gezinen gözlerin sahiplerine ama başını önüne eğdiğinde yine üzerine akbaba misali üşüştüklerini göreceksin. neden korkutasın ki onları, gülümse kaderine, hatta yak bütün fotoğrafları, ona ait bütün eşyaları.
şimdi güzelce, sözlerine burada son ver. fincanını yıka, küllüğünü boşalt, sigaranı ve çakmağını al, kaşığ... ulan neo. saçmalamayı hakikatten bırak ve sözlerine güzelce bir son ver ve düş içini ısıtabilecek bir yere doğru yollara, sonra birden ahh, birden sen gelsen aklıma, seni unutsam bazı bazı, meraklansam gizlice, delice kıskansam seni. hep yalnızlık var sonunda yalnızlık ömür boyu.
telefonun şarjı bitip kapanmış olduğunu dahi farketmemek. açtıktan sonra bakarsınız ne bir mesaj ne bir çağrı. telefonun şarjı tekrar biter ve siz gene anlamazsınız böyle uzayıp gider. en iyisi hiç kullanmamak sanırım.
her yere yanımda götürdüğüm, 7/24 birlikte yaşayıp yanımdan ayıramadığım ve son zamanlarda artık hem ruhuma hem de bedenime iyice kambur yaratmış olandır. eğer kapınız uzunca bir süreden sonra ilk kez çalıyor ve kapıyı açtığınızda karşınızdaki kişi su faturası için su saatine bakmak istiyorsa biliniz ki harbiden yalnızsınızdır.