yabancılaşma

    65.
  1. karl marx'ın kapitalizme getirdiği en büyük eleştiri ve fikrimce sosyal bilimlere kazandırdığı en önemli terim budur.

    ''insanın kendi yarattığı şeylerden kopması, bunları kendi dışında birer soyut varlık, üstün birer güç gibi görmesi, onların karşısında kendi kişiliğinden, insanlığından olması, bunların boyunduruğu altına girmesi.''

    aklıma hep charlie chaplin'in şu en sevimli filmini ve görüntülerini getiren sözcük.

    https://galeri.uludagsozluk.com/r/1810466/+
    18 ...
  2. 2.
  3. insanin ekonomik, dinsel, siyasal ve tarihsel alanlarda yarattiklariyla kendinden uzaklasmasi, kendine düsman olmasidir.
    Yabancilasma, yabancilasmanin bilincine varilarak gerçeklesir.
    Böylece insan kendisine daha çok yaklasarak üstün bir insanliga ulasir.
    5 ...
  4. 3.
  5. ingilizce karşılığı alienation olan sozcuk.. gunumuz modern toplumunun ne yazık ki insanoğluna attığı en buyuk kazık.
    5 ...
  6. 55.
  7. insanın anlamlandırma mekanizması vardır, işte bu mekanizma iyi çalışmadığı vakit hissedilir yabancılaşma. Hiçbir şeyin heyecan vermemesi durumudur, tuhaf bir hevessizliktir. Şimdi elitist konuşuyorsun demeyin ama yabancılaşma aptallarda görülmez, zeki insanların sorunudur.
    4 ...
  8. 18.
  9. yabancılaşma insanın kendinden olandan uzaklaşması ile açıklanabilecek sosyokültürel bir olgudur. yabancılaşma ile ilgili diğer tüm olgular tıpkı yabancılaşma gibi ekonomik üretim süreci ile yakından ilişkilidir.

    marks'tan önce klasik iktisatçılar ile felsefeciler yabancılaşma kavramı üzerinde bir takım düşünceler vardı. fakat marks'ın kapital'de anlattığı yabancılaşma teriminden uzaklaşarak, nesnel koşullarla pek alakası yoktur. şimdilik bunlar üzerinde pek değinmeyeceğim.

    modern üretim süreci olan kapitalizm, işçinin ya da daha doğru bir deyimle üreticilerin ortaya koyduğu artı değer ve emek fazlası ile kâr eder. bu emek fazlası üretim fazlasına neden olur. üretimin devamı için tüketim artışı gereklidir. bu döngü kendini tekrar etmeye başlar üretim-tüketim sürecinde. aynı zamanda üretilen malın(metanın) değişim değeri ile kullanım değeri arasındaki fark meta fetişizmidenilen olguyu oluşturur. açıklamak gerekirse; bir araba alındığında, o araba ile birlikte modeline göre bir statü de alınır. bu kullanım değerinin değişim değerinin üstüne çıkması anlamına gelir. örnekte görüldüğü gibi üretim sürecine yapışan bu olay bir fetişizmdir.

    şimdi meta fetişizmi ile üretim fazlası arasındaki bağlar fiziksel bir bağ değildir. çünkü bu fetişizm olgusu fiziksel olmamakla birlikte toplumsal değerin bir ürünüdür. fiziksel olaylar ile bilinçsel olaylar arasındaki bir nedensellik kurulması bu nedenle bir yanlışlık görüyorum. fakat bu statü alma olayı üretim fazlasının işine yarar, üretimin tüketime dönüşmesini besler.

    meta fetişizmi olgusu insanların bir yanılsama içinde yaşamasına neden olur kolaylıkla. bu olgu ile birlikte egemen sınıf kendi reflekslerini topluma uzlaşma ile birlikte kabul ettirir. bu kültürel hegemonyadır fakat bir başka başlığın konusudur. yabancılaşmaya geri dönecek olursak, insanın pazar ekonomisi sisteminde kendi emeğinden uzaklaşması gerekir. yalnızca yaşaması için ya da azda olsa tüketim kültürüne katılması için verilen ücretler emeğin yabancılaşmasına tekabül eder, çalışmak yaşamsal bir olayken yaşayıp yaşamamaya dönüşür. gene bu yabancılaşma olayı kültürel hegemonyanın beslemesine tekabül eder.

    konuyu toparlamak gerekiyorsa emeğin toplumun gerçekleğinden uzaklaşıp tüketimin körüklenmesi toplumun her kesiminin yalnızca egemen sınıfın kültürüne uyum sağlamasına neden olur, işte bu yabancılaşmanın pratiksel ifadesidir.
    4 ...
  10. 9.
  11. petrovic'in "alienation"ın özel bir durumu olarak nitelendirdiği reification, insani değerlerin insani olmayan ama insan tarafından üretilmiş ve insandan bağımsızlaştırılmış değerlere aktarılmasıdır. bunlar da petrovic'in sözleriydi.

    yani, fabrikamda çalışan işçilerin yaşamlarındaki sosyal değerlerin, benim için, ürettikleri malların değerleri kadar "ederlerinin" olmasıdır. bir işçimin evlenmesinin benim açımdan tek değişimin, onun daha dik bir kar marjı grafiğine dönüşmesi durumudur. mutluluk, kârdır.

    günümüzde karşımıza çıkan reklamlardaki çağrılar, örnek vermek gerekirse, "it's your miller"lar insanla alakası olmayan, ondan bağımsız bir ürünün, bir şekilde sosyal yaşamında yer alması için kullanılır. artık "yaratık" içeriye, insandan içeriye sokulur. meta duygudur, meta histir, meta düşüncedir.

    (değer fetişizmi ile karıştırmış olabileceğim ifadelerim konusundaki olası yanlışlar için, buyrun efendim)
    4 ...
  12. 7.
  13. "insanın kendi yarattığı şeylerden kopması, bunları kendi dışında birer soyut varlık, üstün birer güç gibi görmesi, onların karşısında kendi kişiliğinden, insanlığından olması, bunların boyunduruğu altına girmesi, marksizmde yabancılaşma kelimesiyle dile getiriliyor.

    bütün yabancılaşmaların temelinde "iktisadi yabancılaşma" vardır. dinler, daha genel bir deyimle, egemen sınıfların ideolojisi, aslında bu yabancılaşmaya hizmet etmektedir."

    (bkz: server tanilli)
    4 ...
  14. 53.
  15. Erich Fromm’a göre bireyin kendisini, kendisine yabancı gibi duyduğu deneyim biçimidir. Bu durumda kişi kendisini dünyasının merkezi, hareketlerinin yaratıcısı olarak görmemektedir. Artık hareketleri ve davranışlarının sonuçları, kişinin boyun eğdiği efendileri durumundadır. Yabancılaşmış birey, nesneleri algılarken kendisi ve dış dünya ile üretici bir ilişki içinde değildir.
    3 ...
  16. 14.
  17. toplum denilen cogunlugu şebeklerden olusan olan gruha bünyenin deneyimler sonucu bünyenin isyan etmesidir yabancilasma.

    kişi toplumsal hayatta oynadiği rolde artik oynamakta bezmeye baslar.

    al pacino'nun oynadiği çaylak filminde söyle bir anektodu yazmak gerekmektedir.

    'günün birinde ufak bir kasaba rahibi sehrine ziyarete gelen piskoposa bir itirafta bulunur.

    - saygi deger efendimiz ben tanriya inanmiyorum.
    - inanmana gerek yok inaniyormuş gibi yap'

    filmi izleyenler bilir al pacino inaniyormuş gibi yapmaktan artik biktiğini beyan eder.

    evet yabancilasma inaniyormuş gibi yapmanin biktirmasi ve ne yapiyorum ben demekle mefta olur.

    kişi bu sürecte insanlardan, hayattan, yaşadığı çağdan velhasıl kelam hemen hemen herşeyden nefret eder daha doğrusu herseye 'sen de artık herkez gibisin' der.

    fakat bununda da bir bedeli vardır, herşeyin bedeli olduğu gibi.

    kişi uykusuzluk ceker, her gecen günü daha da gamli, içinden konusmak bile gelmez. disari cikipta ya söyle bir tur atayim bile demez.

    unutmak ve yanilsamak hep bir nedenler yaratmaya calisir, gün gelir nedenler biter.

    bu seferde kendini tüketircesine aşiri alişkanliklar edinir. kimisi kadehlere vurar, kimisi maceraya koşar kimisi ise kendini delirtmeye calisir.

    en hazini ise kişinin kendisini tüketebilmesi için bir neden bulamamasidir.

    kimisi ise bu tüketmeyi gizlemek için işi laga lugaya vurur, kimisi ise sessizliğe vurur.

    günler gecer, geceler olur, sabahlar aydinlanir, geceler kararir, yaz sicagi kavurur, bahar yagmurlari islatir, kiş sogugu dondurur son bahar hüzünlendirir ve nihayet bu hissiyat musalla tasinda biter.

    gerisi sessizlik...
    3 ...
  18. 13.
  19. Ağaçlar yitirmişler artık ağaçlıklarını gözümde.
    Dallara rüzgarda yelken açtıran yapraklar da tükenmekte.
    Yemişler tatlı, ama sevgi yoksulu.
    Bir susuzluğu bile gideremiyorlar.
    Ne olacak şimdi?
    Gözlerimin önünde kaçmakta orman,
    kulaklarımdaki kuşlar sessizliğe gömülmüş,
    kalmamış bana döşeklik edebilecek bir çayır.
    Bıkmışım artık zamandan,
    ve zamanın açlığı içimde.
    Ne olacak şimdi?

    Ateşler yanacak gece bastırdığında dağlarda.
    Yoksa davranıp yine koşmalı mı oralara?

    Yollar yitirmişler artık yolluklarını gözümde.

    ingeborg Bachmann
    3 ...
© 2025 uludağ sözlük