yabancı şairlerin yazdığı en güzel şiirler

entry56 galeri0
    31.
  1. Sana önceden yazdığım dizeler yalan söylüyordu;
    Seni bundan daha çok sevemem diyenler hani;
    Ama o zamanlar aklım bir türlü almıyordu,
    içimdeki alevin daha da parlak yanabileceğini.
    Oysa zaman, kralların fermanını bile değiştirir,
    Yeminler arasına girer, milyonlarca oyunuyla,
    Kutsal güzelliği karartır, sivri niyetleri köreltir;
    Nice dik başları değişimin çarkına uydurur sonunda;
    Heyhat! Ben de zaman denen zorbanın korkusuyla,
    'En çok şimdi seviyorum seni,' diyemez miyim;
    Aşkımdan kuşku duymadığım, en emin olduğumda,
    Geleceği unutup, o güne taç giydiremez miyim.
    Aşk bir bebek olduğuna göre,
    hayır, bunu diyemem,
    Büyümesini sürdüren şeyi,
    büyümüş gibi göremem.

    William Shakespeare
    * *
    0 ...
  2. 30.
  3. en iyisi

    dağ tepesinde bir çam olamazsan,
    vadide bir çalı ol.
    fakat oradaki en iyi küçük çalı sen olmalısın.

    çalı olamazsan bir ot parçası ol, bir yola neşe ver.
    bir misk çiçeği olmazsan bir saz ol.
    fakat gölün içindeki en canlı saz sen olmalısın.

    hepimiz kaptan olamayız, tayfa olmaya mecburuz.
    dünyada hepimiz için bir şey var.
    yapılacak büyük işler, küçük işler var.
    yapacağınız iş, size en yakın olan iştir.

    cadde olamazsan patika ol.
    güneş olamazsan yıldız ol.
    kazanmak yahut kaybetmek ölçü ile değildir.
    sen her neysen, onun en iyisi olmalısın.

    douglas malloc
    4 ...
  4. 29.
  5. bekle

    bekle beni, döneceğim ben.
    çok çok, bıkmadan bekle!
    sarı yağmurların
    hüznü basınca,
    kar kasıp kavururken,
    kızgın sıcaklarda.. bekle.
    başkaları dünden unutulmuşken,
    beklenmedikleri zaman bekle.
    uzak yerlerden mektuplar kesilince
    bekle beni.
    birlikte bekleyenlerin beklemekten
    usandığına bakma, bekle.
    bekle beni, döneceğim.
    unutmak zamanı geldiğini
    ezbere bilenleri
    hayırla anma!
    varsın oğlum, annem
    hayatta olmadığıma inansın,
    dostlarım beklemekten usansın,
    ocak başında toplanıp
    acı şarapla
    yadetsinler beni
    sen bekle, onlarla birlikte
    içmekte acele etme.
    bekle beni; döneceğim,
    bütün ölümleri çatlatmak için döneceğim!
    'şansın varmış..' desinler.
    beklemedikleri için,
    beni bekleyerek
    düşman ateşinden
    nasıl koruduğunu anlayamazlar.
    sağ kalışımın sırrını yalnız
    senle ben bileceğiz..
    bütün sır.. senin
    başkalarının bilmediği gibi beklemeyi bilmende.

    (çev.: n.yalaza taluy)

    konstantin simonov
    3 ...
  6. 28.
  7. Ebedi gecesinde bu dönüşsüz seferin
    Hep başka sahillere doğru sürüklenen biz
    Zaman adlı denizde bir gün, bir lahza için
    Demirleyemez miyiz?

    Ey göl, henüz aradan bir sene geçti ancak,
    Seyrine doymadığı o canım su yanında
    Bir gün onu üstünde gördüğüm şu taşa, bak
    Oturdum tek başıma!

    Altında bu kayanın yine böyle inlerdin;
    Gene böyle çarpardı dalgaların bu yara,
    Ve böyle serpilirdi rüzgarla köpüklerin
    O güzel ayaklara.

    Ey göl, hatırında mı? bir gece sükut derin,
    Çıt yoktu su üstünde, gök altında uzakta,
    Suları usul usul yaran kürekçilerin
    Gürültüsünden başka.

    Birden şu yeryüzünün bilmediği bir nefes
    Büyülenmiş sahilin yankısı ile inledi.
    Sular kulak kesildi, o hayran olduğum ses
    Şu sözleri söyledi:

    Zaman, dur artık geçme, bahtiyar saatler siz,
    Akmaz olunuz artık!
    En güzel günümüzün tadalım o süreksiz
    Hazlarını azıcık!

    Ne kadar talihsizler size yalvarır her gün,
    Hep onlar için akın;
    Günleriile birlikte dertlerini götürün,
    Mesutları bırakın.

    Nafile, isteyişim geçen saniyeleri;
    Akıp gidiyor zaman;
    Geceye: "daha yavaş" deyişim boş; tan yeri
    Ağaracak birazdan.

    Sevişmek! hep sevişmek! akıp giden saatin
    Kadrini bilmeliyiz!
    insan için liman yok; sahil yok zaman için,
    O geçer, biz göçeriz.

    Kıskanç zaman, kabil mi sevginin kucak kucak
    Bize zevki sunduğu sarhoş edici anlar,
    Kabil mi uzaklara uçup gitsin çabucak
    Matem günleri kadar?

    Nasıl olur kalmasın bir iz avucumuzda?
    Nasıl olur her şey büsbütün silinerek?
    Demek vefasız zaman o demleri bir daha
    Geri getirmeyecek?

    Loş uçurumlar: mazi, boşluklar, sonrasızlık,
    Acaba neylersiniz yuttuğunuz günleri?
    Alıp götürdüğünüz derin hazları artık
    Vermez misiniz geri?

    Ey göl! dilsiz kayalar! mağaralar! kuytu orman!
    Siz ki zaman esirger, tazeler havasını,
    Ne olur, ey tabiat, o günleri saklasan
    Bari hatırasını!

    Sakin demlerde olsun, deli rüzgarda olsun,
    Güzel göl, etrafını süsleyen oyalarda,
    O kapkara çamlarda, sularına upuzun
    Dökülen kayalarda!

    ister meltemlerinde, bir ürperişle esen,
    Seslerde, ister uzak ister yakın olsun,
    Yahut gümüş pullarla sular üstünde yüzen
    Ay ışığında olsun!

    Kuduran fırtınalar, sazlar bize dert yanan,
    Meltemini dolduran kokular, hep beraber,
    Ne varsa işitilen, görülen ve koklanan,
    Desin ki: "Seviştiler!"

    (bkz: Alphonse De lamartine)
    2 ...
  8. 27.
  9. 26.
  10. DÖRT AŞK ŞARKISI Bertolt Brech
    1.
    Senden ayrıldığımda
    O güzel günün sonunda
    Açılınca gözlerim
    Ne çok sevinçli insan varmış dedim.

    işte o akşamdan sonra
    Sen bilirsin ya
    Daha güzel dudaklarım
    Çekirge gibi çevik bacaklarım

    Ben böyle olalı beri
    Daha yeşil ağaç, fidan ve tarla
    Daha bir güzel suyun serinliği
    Başımdan aşağı boşaltınca
    2.
    Beni sevindirdiğinde
    Bazen düşünürüm:
    Şimdi ölüversem
    Mutlu kalırım
    Sonsuza kadar.

    Sonra yaşlanıp
    Beni düşündüğünde
    Tıpkı bugünkü gibi görünürüm sana
    Bir sevdiceğin olur
    Henüz gencecik.
    3.
    Küçücük dalda yedi gül
    Altısını rüzgar alır
    Ama biri kalır
    Bulayım diye onu

    Yedi kez çağıracağım seni
    Altısında gelme
    Ama söz ve yedincisine
    Tek sözümle gel.
    4.
    Bir dal verdi bana sevgili
    Üzerinde sarı yapraklarda

    Yıl dediğin geçer gider
    Aşk ise hep yeni başlar.
    3 ...
  11. 25.
  12. bir zamanlar çok iyi giyinirdin
    serserileri uzaklaştırdın ilk olarak değil mi?
    insanlar uyardı, uyanık ol taşbebek, kesin ineceksin zirveden
    onların hepsi senile alay ediyor sandın.
    sen onlara hep gülerdin,
    herkes hariçten gazel okuyordu,
    şimdi sesin kesildi
    öyle gururlu da görünmüyorsun,
    sonraki menfaatin için yalvarmaya.

    ne hissettiriyor?
    ne hissettiriyor?
    yersiz yurtsuz olmak
    tamamen tanınmaz olmak
    sürekli huy değiştiren bir karakter olmak

    harward gibi okullara gittin bu doğru, bayan yanlız
    ama biliyosun bunu sadece tatmin olmak için kullandın
    ve kimse sana hiç öğretmedi sokakta nasıl yaşanacağını
    ama şimdi bu durumu alışkanlık haline getirmelisin
    sen asla uzlaşmayacağını söyledin
    o gizemli serseriyle, ama şimdi farkettin
    o hiç mazeret uydurmadı
    onun gözlerindeki çukura gözünü dikince
    sor ona bir menfaat istermisin diye

    ne hissettiriyor
    ne hissettiriyor
    tek başına olmak
    evinin yolunu kaybetmek
    tamamen tanınmaz olmak
    sürekli huy değiştiren bir karakter gibi

    başını hiç çevirmedin soytarı ve düzenbazların çatık kaşlarını görmedin
    hepsinin gelip sana hünerlerini ğösterdiklerinde
    sen hiç uyanmadın bunun faydası yok diye
    diğer insanlara izin vermemelisin! senin lehine senin tekmelerini atmalarına
    sen o diplaomatınla beraber limuzinine binerdin
    omzunda siyam kedisi taşıyan kişiyle
    bunu anladığında zor olmadı mı?
    o aslında olması gereken yerde değilmiydi yoksa?
    herşeyini götürdüğünde seni kullanarak

    ne hissettiriyor
    ne hissettiriyor
    tek başına olmak
    evinin yolunu kaybetmek
    tamamen tanınmaz olmak
    sürekli huy değiştiren bir karakter olmak

    kulendeki prensesler ve tüm hoş insanlar
    içiyorlar, onlar meseleyi halledeceklerini düşünüyorlar
    değişiyorlar herçeşit değerli hediye ve eşyaları
    elmas yüzüğünü çıkarıp kutuya koysan iyi olur senin için
    o çok eğlendiğin
    napolyon kıyafetli adam ve kullandığı dille,
    şimdi ona git seni çağırıyor açmazdasın
    hiçbirşeyin yoksa kaybedecek birşeyin de yoktur.
    şimdi görünmez oldun,saklayacak sırrın yok.

    ne hissettiriyor
    ne hissettiriyor
    tek başına olmak
    evinin yolunu kaybetmek
    tamamen tanınmaz olmak
    sürekli huy değiştiren bir karakter olmak

    şair bir yerlerden tanıdık mı geldi bir düşünün sonra yıldıza bakın *
    2 ...
  13. 24.
  14. mavi kuş

    bir mavi kuş var yüreğimde
    çıkmaya can atan
    ama ben ondan güçlüyüm, kal,
    diyorum ona, kimsenin
    seni görmesine izin veremem.

    bir mavi kuş var yüreğimde
    çıkmaya can atan
    ama viski döküyorum üstüne
    sigara dumanına
    boğuyorum,
    fahişeler, barmenler ve
    bakkal çırakları hiçbir zaman
    bilmiyorlar onun orada
    olduğunu.

    bir mavi kuş var yüreğimde
    çıkmaya can atan
    ama ben ondan güçlüyüm,
    yat lan aşağı, diyorum ona,
    ocağıma incir dikmek mi
    niyetin? Avrupa'daki kitap
    satışlarını sabote etmek mi?

    bir mavi kuş var yüreğimde
    çıkmaya can atan
    ama zekiyim, sadece
    geceleri izin veriyorum çıkmasına,
    herkes yattıktan sonra.
    orada olduğunu biliyorum, derim
    ona, kederlenme
    artık.

    sonra yerine koyarım yine
    ama hafifçe öter
    tamamen ölmesine de izin
    vermiyorum
    ve birlikte uyuyoruz
    gizli antlaşmamızla
    ve insanı ağlatacak kadar
    güzel, ama ben
    ağlamam, ya
    siz?

    charles bukowski
    1 ...
  15. 23.
  16. 66. sone

    vazgeçtim bu dünyadan tek ölüm paklar beni,
    değmez bu yangın yeri, avuç açmaya değmez.
    değil mi ki çiğnenmiş inancın en seçkini,
    değil mi ki yoksullar mutluluktan habersiz,
    değil mi ki ayaklar altında insan onuru,
    o kızoğlan kız erdem dağlara kaldırılmış,
    ezilmiş, hor görülmüş el emeği, göz nuru,
    ödlekler geçmiş başa, derken mertlik bozulmuş,
    değil mi ki korkudan dili bağlı sanatın,
    değil mi ki çılgınlık sahip çıkmış düzene,
    doğruya doğru derken eğriye çıkmış adın,
    değil mi ki kötüler kadı olmuş yemen' e
    vazgeçtim bu dünyadan, dünyamdan geçtim ama,
    seni yalnız komak var ya, o koyuyor adama.

    william shakespeare
    çeviren: can yücel
    2 ...
  17. 22.
  18. shakespeare soneleridir. bilhassa 9.sonatı.
    2 ...
  19. 21.
  20. bir irlanda türküsü

    daha kaç köyden sürülsün insan
    adam oluncaya dek?
    daha kaç derya dolaşsın martı
    bulsam diye bir tünek?
    daha kaç toptan atılsın gülle
    harp toptan kalkıncaya dek?
    cevabı, dostum, rüzgârda bunun
    cevabı esen rüzgârda.

    daha kaç yıl kök salsın ağaç
    bahar açıncaya dek?
    daha kaç yıl kök söksün bu halk
    yerin bulsun diye hak?
    daha kaç aydın ışığı görüp
    görmezlikten gelecek?
    cevabı, dostum, rüzgârda bunun
    cevabı esen rüzgârda.

    daha kaç can canından geçecek
    cana yetinceye dek?
    daha kaç el boş açılsın göğe
    göğermedikçe yürek?
    daha kaç teller kopsun sazlardan
    bu ses duyuluncaya dek?
    cevabı, dostum, rüzgârda bunun
    cevabı esen rüzgârda.

    çeviri can yücel
    eser anonim
    1 ...
  21. 20.
  22. charles bukowski nin yazdığı şiirlerin %70 i falan girer bu gruba.
    3 ...
  23. 19.
  24. Ariadne'nin Yakınması

    Kim ısıtır, kim sever beni daha?
    Sıcak eller uzatın bana!
    Yürek mangalları uzatın bana!
    Vurulup düşürülmüş çırpına çırpına,
    can çekişenler gibi, ayakları ovuşturulan,
    sarsılmışım, ah! Bilinmeyen ateşlerle yana yana,
    sen peşimdesin, ey Düşünce!
    Adlandırılamaz! Açıklanamaz! iğrenç!
    Sen, ey bulutların ardındaki avcı!
    Yerle bir olmuşum senin şimşeklerinle,
    sen alaycı göz, dikmişin gözünü bana karanlıklardan!
    Yatıyorum öyle,
    kıvrılarak, çırpınarak, işkencesiyle
    bütün sonsuz ezaların,
    vurdun beni
    sen ey zalim avcı,
    sen ey tanınmaz - T a n r ı...
    ur, daha derine vur!
    Bir kez daha, haydi vur!
    Kopar, parçala bu yüreği!
    Niye bu işkence
    körelmiş oklarla?
    Neye göz koydun böyle,
    usanmadın mı bu insan işkencesinden,
    acı vermekten haz duyan Tanrı şimşeği gözlerle?
    Öldürmek değil istediğin,
    yalnızca eziyet, eziyet etmek mi?
    Bana - niye eziyet ediyorsun,
    sen, ey acı vermekten haz duyan tanınmaz Tanrı?

    Ha ha!
    Usul usul sokuluyorsun
    böylesi gece yarısında? ...
    Ne istiyorsun?
    Konuş!
    Üstüme geliyorsun, sıkıştırıyorsun beni,
    Ha! Çok yaklaştın yanıma!
    Soluğumu duyuyorsun,
    yüreğimi dinliyorsun,
    kıskanç seni!
    - neden kıskanıyorsun beni?
    Git! Defol!
    O merdiven de niye?
    içeri mi girmek istiyorsun,
    yüreğime tırmanmak,
    en mahrem
    düşüncelerime tırmanmak?
    Utanmaz! Tanınmaz! Hırsız!
    Ne çalmak istiyorsun?
    Ne gözetlemek istiyorsun?
    Ne işkencesi etmek istiyorsun?
    Sen ey işkenceci!
    sen - Cellat - Tanrı!
    Yoksa köpek gibi,
    taklalar mı ataydım karşında?
    teslim mi olaydım, kendimden geçerek
    sevginle - sırnaşarak?

    Boşuna!
    Sürdür batırmanı!
    Zalim diken!
    köpek değilim - avınım yalnızca senin,
    zalim avcı!
    en gururlu esirinim,
    en ey bulutların ardındaki haydut...
    Konuş artık!
    Ey şimşeklerin ardına gizlenen! Tanınmaz! konuş!
    Ne istiyorsun, ey Eşkiya... b e n d e n?

    Nasıl?
    Fidye mi?
    Ne istiyorsun fidye diye?
    Çok iste - böylesi yaraşır gururuma!
    ve az konuş - böylesi yaraşır öteki gururuma!

    Ha ha!
    Beni - istiyorsun ha? beni?
    herşeyimle beni? ...
    Ha ha!
    Ve işkence ediyorsun bana, delisin ya işte,
    gururumu kırıyorsun işkencenle?
    S e v g i ver bana - kim ısıtır ki beni daha?
    kim sever ki beni daha?
    sıcak eller uzat bana,
    yürek mangalları uzat bana,
    bana, yalnızların en yalnızına,
    buzunu ver ah! yedi kat donmuş buz,
    düşmanları bile
    düşmanları özlemeyi öğreten,
    ver, evet, teslim et,
    ey zalim düşman
    bana - k e n d i n i!

    Kaçıyor!
    Bu kez o kaçıyor,
    tek yoldaşım,
    en büyük düşmanım, tanınmazım benim,
    Cellat-Tanrım benim! ...

    Hayır!
    gel geri!
    bütün işkencelerinle birlikte geri gel!
    Bütün gözyaşlarım
    sana akıyor,
    yüreğimin son alevi
    seni aydınlatıyor.
    Gel, geri gel,
    tanınmaz Tanrım! A c ı m benim!

    son mutluluğum benim! ...

    (***)

    Şair Nietzsche
    1 ...
  25. 18.
  26. o captain! my captain! our fearful trip is done,
    the ship has weathered every rack, the prize we sought is won,
    the port is near, the bells i hear, the people all exulting,
    while follow eyes the steady keel, the vessel grim and daring;
    but o heart! heart! heart!
    o the bleeding drops of red,
    where on the deck my captain lies,
    fallen cold and dead.

    o captain! my captain! rise up and hear the bells;
    rise up--for you the flag is flung--for you the bugle trills,
    for you bouquets and ribboned wreaths--for you the shores accrowding,
    for you they call, the swaying mass, their eager faces turning;
    here captain! dear father!
    this arm beneath your head!
    it is some dream that on the deck
    you've fallen cold and dead.

    my captain does not answer, his lips are pale and still,
    my father does not feel my arm, he has no pulse nor will,
    the ship is anchored safe and sound, its voyage closed and done,
    from fearful trip the victor ship comes in with object won;
    exult o shores, and ring o bells!
    but i, with mournful tread,
    walk the deck my captain lies,
    fallen cold and dead.

    wally whitman
    (bkz: ölü ozanlar derneği)

    ahanda çevirisi can yücelden:

    oy reis! koca reis! alnımızın akıyla döndük seferden;

    savuşturup onca bela onca fırtınayı, sonunda murada erdin.

    işte liman, bak, çanlar çalıyor, bayram ediyor ahali;

    gördüler pupa yelken geliyor gözü pek, gözü yeşil yelkenli.

    neyleyim, neyleyim ki ama...

    bu kan damlalarını nideyim?

    gayrı uzanmış güverteye reis,

    soğumuş ellerini mi öpeyim?

    oy reis! koca reis! kalk da şu çanları dinle bari!

    baksana! senin bayrağın çekilen, senin şarkın söyledikleri;

    senin için bu çiçekler, senin için toplaştılar sahillerde;

    seni çağırıyorlar, bak, senin adın geziyor dillerde.

    gel, reis ağacığım benim!

    kolumun üstüne yatırayım seni.

    çoktan öldüğünü unuttum ama,

    bu kan damlalarını nideyim?

    reis cevap vermiyor sözüme, dudakları söylemez olmuş;

    ağam kolumu duymuyor bile, ne yüreği ne kalbi kalmış.

    sağ salim demir attı gemi, bitti artık sona erdi sefer;

    savuşturup onca belayı, kazanılan bu güzelim sefer;

    bayram etsin sahil, çalsın davullar!

    yalnız bırakın beni gideyim

    reisin yattığı güvertenin üstünde

    böyle dolaşmayıp da nideyim?
    1 ...
  27. 17.
  28. ELSA'NIN GÖZLERi

    Öyle derin ki gözlerin içmeye eğildim de
    Bütün güneşleri pırıl pırıl orada gördüm
    orada bütün ümitsizlikleri bekleyen ölüm
    Öyle derin ki her şeyi unuttum içlerinde

    Uçsuz bir denizdir bulanır kuş gölgelerinde
    Sonra birden güneş çıkar o bulanıklık geçer
    Yaz meleklerin eteklerinden bulutlar biçer
    Göklerin en mavisi buğdaylar üzerinde

    Karanlık bulutları boşuna dağıtır rüzgar
    Göklerden aydındır gözlerin bir yaş belirince
    Camın kırılan yerindeki maviliğini de
    Yağmur sonu semalarını da kıskandırırlar

    Ben bu radyumu bir pekbilent taşından çıkarttım
    Benim de yandı parmaklarım memnu ateşinde
    Bulup yeniden kaybettiğim cennet ülke
    Gözlerin Perumdur benim Golkondum, Hindistan'ım

    Kainat paramparça oldu bir akşam üzeri
    Her kurtulan ateş yaktı üstünde bir kayanın
    Gördüm denizin üzerinde parlarken Elsa'nın
    Gözleri Elsa'nın gözleri Elsa'nın gözleri.

    ARAGON
    3 ...
  29. 16.
  30. SEYAHATE DAVET

    Kardeşim, yavrum,
    Sana benzeyen bir yer
    Düşünüyorum;
    Gidip orda beraber
    Yaşamanın, sevmenin,
    Sevmenin ve ölmenin
    O yerde bir gün,
    Saadetini düşün.
    Karışık göklerinin
    Islak güneşlerinde,
    O hain gözlerinin,
    Bol yaşları içinde
    Daima parıltılı
    Gözlerinin esrarlı
    Cazibesi var.

    Orda ne varsa süs, sükun ve şehvet,
    intizam ve güzellikten ibaret.

    Üstünde güya
    Senelerin cilası
    Parlayan eşya
    Süslerdi odamızı;
    Bu bulunmaz çiçekler,
    Kokularını amber
    Kokularına
    Mezcederdi boyuna!
    Orda tavanlar zengin,
    Ve derindir aynalar;
    Her köşede sevdiğin
    O şark ihtişamı var.
    Her şey kendi dilince
    Ses verir bize;
    Ve kalbini gizlice
    Gösterir bize.
    Orda ne varsa süs, sükun ve şehvet,
    intizam ve güzellikten ibaret.

    Bir baksaydın bu
    Kanallarda ne kadar
    Serseri ruhlu,
    Uyuyan gemiler var;
    Hem gidermek içindir
    inan ki en küçük bir
    Arzunu, onlar
    Uzaktan geliyorlar.
    O akşamlarda gurup,
    Tarlalar ve kanallar
    Ve bütün şehri yakut
    Ve altınlara boğar.
    Orda kainat hulya
    ile sarhoştur,
    Sıcak, sıcak bir ziya
    içinde uyur.

    Orda ne varsa süs, sükun ve şehvet,
    intizam ve güzellikten ibaret.

    Charles BAUDELAIRE

    Çeviri : Cahit Sıtkı TARANCı
    1 ...
  31. 15.
  32. kimbilir kaç kişi senin zarif hallerini sevdi
    kaç kişi güzelliğini sevdi
    belki gerçek aşkla; belki değil

    ama bir tek kişi seni sevdi.
    bir tek kişi saf ruhunu,
    bir tek kişi değişen yüzündeki hüznü sevdi.

    william butler yeats
    4 ...
  33. 14.
  34. "ne mutlu o suçsuz iffetli kadınlara
    dünyayı unutan,dünyanın unuttuğu
    lekesiz zihnin ebedi günışığı!"

    alexander pope- from eternal sunshine of the spotless mind
    4 ...
  35. 13.
  36. " istiyorum gideyim sevdiğimle
    istiyorum boş vereyim sonu ne olacak
    istiyorum düsünmeyeyim iyi mi kötü mü
    istiyorum bilmeyeyim beni seviyormu . "

    bertolt brecht
    1 ...
  37. 12.
  38. nasıl da kolaylaşır her şey
    ve nasıl basitleşir
    mutluluğu bulunca!
    nasıl da basittir mutlu olmak
    sana sokulunca sevgilim
    sen bana sokulunca...
    unutma yalnız nice yürüdüğünü
    beni buluncaya dek
    nice bitkin düştüğünü
    yolunu yitirerek
    unutma.
    seni aradığımı bilmiyordun değil mi
    benim de durmadan?
    bilmiyordum
    içimde bir yerin
    nasıl dolup dolup da boşaldığını!
    bilmiyorduk ikimiz de
    yürüyerek durmadan
    durmadan ileri doğru
    beni bulacağını bir gün
    bir gün seni bulacağımı durmadan..
    halklar da böyledir diyorum işte
    bilmezler
    anlamazlar bile
    aldanırlar durmadan..
    ama durmadan yürüyerek
    ilerleyerek durmadan
    bulurlar birbirlerini bir gün
    ve kendi kendilerini
    bulurlar beni bulduğun gibi
    seni bulduğum gibi durmadan..
    ve nasıl basitleşir
    nasıl da kolay görünür her şey!
    unutma ama güçlüğünü
    karanlıkta yürümenin
    unutma
    durmadan.

    pablo neruda
    1 ...
  39. 11.
  40. (#6761518)
    Some say love's a little boy,
    And some say it's a bird,
    Some say it makes the world go around,
    Some say that's absurd,
    And when I asked the man next-door,
    Who looked as if he knew,
    His wife got very cross indeed,
    And said it wouldn't do.

    Does it look like a pair of pyjamas,
    Or the ham in a temperance hotel?
    Does its odour remind one of llamas,
    Or has it a comforting smell?
    Is it prickly to touch as a hedge is,
    Or soft as eiderdown fluff?
    Is it sharp or quite smooth at the edges?
    O tell me the truth about love.

    Our history books refer to it
    In cryptic little notes,
    It's quite a common topic on
    The Transatlantic boats;
    I've found the subject mentioned in
    Accounts of suicides,
    And even seen it scribbled on
    The backs of railway guides.

    Does it howl like a hungry Alsatian,
    Or boom like a military band?
    Could one give a first-rate imitation
    On a saw or a Steinway Grand?
    Is its singing at parties a riot?
    Does it only like Classical stuff?
    Will it stop when one wants to be quiet?
    O tell me the truth about love.

    I looked inside the summer-house;
    It wasn't over there;
    I tried the Thames at Maidenhead,
    And Brighton's bracing air.
    I don't know what the blackbird sang,
    Or what the tulip said;
    But it wasn't in the chicken-run,
    Or underneath the bed.

    Can it pull extraordinary faces?
    Is it usually sick on a swing?
    Does it spend all its time at the races,
    or fiddling with pieces of string?
    Has it views of its own about money?
    Does it think Patriotism enough?
    Are its stories vulgar but funny?
    O tell me the truth about love.

    When it comes, will it come without warning
    Just as I'm picking my nose?
    Will it knock on my door in the morning,
    Or tread in the bus on my toes?
    Will it come like a change in the weather?
    Will its greeting be courteous or rough?
    Will it alter my life altogether?
    O tell me the truth about love.

    WH Auden
    3 ...
  41. 10.
  42. Bütün dünya bir sahnedir...
    Ve bütün erkekler ve kadınlar
    sadece birer oyuncu...
    Girerler ve çıkarlar.
    Bir kişi bir çok rolü birden oynar,
    Bu oyun insanın yedi çağıdır...
    ilk rol bebeklik çağıdır,
    Dadısının kollarında agucuk yaparken...
    sonra mızıkçı bir okul çocuğu...
    Çantası elinde, yüzünde sabahın parlaklığı
    Ayağını sürerek okula gider...
    Daha sonra aşık delikanlı gelir,
    iç çekişleri ve sevgilinin kaşlarına yazılmış şirleriyle...
    Sonra asker olur, garip yeminler eder.
    Leopara benzeyen sakalıyla onurlu ve kıskanç,
    Savaşta atak ve korkusuz,
    Topun ağzında bile şöhretin hayallerini kurar...
    Sonra hakimliğe başlar,
    Şişman göbeği lezzetli etlerle dolu,
    Gözleri ciddi, sakalı ciddi kesmli...
    Bilge atasözleri ve modern örneklerle konuşur
    Ve böylece rolünü oynar...
    Altıncı çağında ise palyaço giysileriyle,
    Gözünde gözlüğü, yanında çantası,
    Gençliğinden kalma pantalonu zayıflamış vücuduna bol gelir.
    Ve kalın erkek sesi, çocukluğundaki gibi incelir.
    Son çağda bu olaylı tarih sona erer.
    ikinci çocukla her şey biter.
    Dişsiz, gözsüz, tatsız, hiç bir şeysiz.

    william shakespeare
    2 ...
  43. 9.
  44. yalnız yaşayan kadın
    o suratsız dilenciye sadaka vermezse
    başına gelecekleri iyi biliyordu:
    avlularında zehirlenerek ölmesini
    istemiyordu köpeklerinin
    o avlularda maydanoz yetişir
    yeşil hafiflikte
    ve tadı hoş yeşil soğan
    yortu günlerinde
    toprakla güneş evlenir
    sesler daha görkemli
    cırlaklar ve kısıklar
    acılar
    ve boğuklar.
    başıboş adam sarı samanı yakınca
    ey yüksek sesle konuşamayan ihtiyar toprak
    beyaz çocuk
    baldıran filizini koparıp tadınca
    bağıramayan toprak!

    (bkz: jean follain)
    2 ...
  45. 8.
  46. Ağlamak için gözden yaş mı akmalı?
    Dudaklar gülerken, insan ağlayamaz mı?
    Sevmek için güzele mi bakmalı?
    Çirkin bir tende güzel bir ruh, kalbi bağlayamaz mı?
    Hasret; özlenenden uzak mı kalmaktır?
    Özlenen yakındayken hicran duyulamaz mı?
    Hırsızlık; para, malmı çalmaktır?
    Saadet çalmak, hırsızlık olamaz mı?
    Solması için gülü dalından mı koparmalı?
    Pembe bir gonca iken gül dalında solmaz mı?
    Öldürmek için silah, hançer mı olmalı?
    Saçlar bağ, gözler silah, gülüş, kurşun olamaz mı?


    Victor Hugo.
    9 ...
  47. 7.
  48. Bazen
    yıldızları süpürürsün , farkında olmadan
    güneş kucağındadır, bilemezsin
    bir çocuk gözlerine bakar arkan dönüktür
    ciğerinde kuruludur orkestra , duymazsın
    koca bir sevdadır yaşamakta olduğun ,
    anlamazsın uçar gider , koşsan da tutamazsın

    william shakespeare
    22 ...
© 2025 uludağ sözlük