her saniyesinin değerinin bilinmesi gereken kavram. ufakken hep kafama takılırdı yaşamım sonra erince yani ölünce ne olucak diye. hatta ağlayıp annemi uyandırırdım. bana dinden bahsederdi. cennetten bahseder hayalimdeki cenneti düşünürken uyumamı sağlardı. ama bu benim sorunumu çözmezdi hiçbir zaman.
ölümü düşünmek hiç istemedim, istemedim, istemedim. ama bir yere kadar... telefonlar, bilgisayarlar, ışıklar kapandığında karanlıkla başbaşa kalmıştık. düşünmeme sebep oldu tekrardan yaşamı, ölümü. biliyordum kalbim durduktan sonra herşeyin biteceğini. sonsuz bir karanlık. ne aile, ne arkadaş, ne nefes, ne hayal... hiçbiri olmayacak. karanlık beni daha da derinlere itiyordu belki çoğu insanın düşünemediği, düşünmek istemediği, düşünemediği sonsuz aklımı kurcalıyordu. geçen yaz tamamını okuduğum kutsal kitabın meali de beni doyuramamıştı bu konuda...
ağlamadım bu sefer. zaten ağlasamda annemi uyandıramazdım. sabah erken kalkabilmem için uyumam gerekiyordu. bu sefer kendim düşündüm cenneti. iyi işler yapmam gerektiğini, zamanımı iyi harcamam gerektiğini düşünürken sabah alarmım çaldı. yeni bir gün.
hiç bir zaman gitmeyi istemeyiz yaşamdan, cennet vaad edilse de bırakmayız yaşamı. Bu kadar önemli görünürken aslında yaşam için bir çaba içerisinde olmamak ne garip değil mi?işte yaşam budur.
yaşam delilik değil mi? kurulmuş oyuncaklar gibiyiz... birkaç kez kuruluyoruz, bitince güle güle... ve ortalıkta dolanıp varsayımlarda bulunur, planlar yapar, valiler seçer, çimlerimizi biçeriz... delilik tabi ki, ne delilik değildir? *
Her sahip olduğumuz şey, biraz daha çalıyor cazibenden.
sanıyoruz ki güzelleşiyorsun, her bastığımız basamakla yukarı çıkıyoruz, aşağı nasıl ineceğimizi düşünmeden.
Mutluluk, aslında çalınmış bir "an" başkasının güzel bir "anından". Farkında mıyız, hayır!
Basamakları çıkarken aklımızda hep bir sonraki basamak, ve o basamağı görmek için yukarı bakmalıyız. Ayaklarımızın altında olanlardan bize ne! Arkamıza da bakmıyoruz, çok yükseldiğimizden, üşüdüğümüzden fark etmezsek öleceğimizi.
Yaşam, yükselmektir işte o garip zaman parçası boyunca süren.
Aynaya da bakmıyoruz üstelik, doğru söyleyen (kendi aynamız) düşüncelerimizi birkaç basamak önce kör, sağır ettik. Yalancı aynaların kör ve sağır kahkahalarına "mutluluk" dedik.
Sonra baş aşağı düşmeye başladık biz, "işte bitti basamaklar yukarı doğru son hızla uçuyoruz!"
Yaşamı anlamaya başladığın andır durabilmek ayak üstünde. Sorun bu zaten, başkasıyla olmak, başkasının olmak değil. Kendi başına başkasıyla, başkasıyla kendin olmak. *
Adına "yaşam" denilen o karmaşık, dev puzzle'ı tamamlamak için binlerce parçanın doğru yerlere yerleştirilmeleri gerekmiyor; yaşamın kendisi doğru parçaların doğru boşluklara yerleştirilmelerinden değil, varolan parçalarla bir bütün oluşturulmasından ortaya çıkan kocaman bir yanlış zaten...
sular yükselince balıklar karıncaları yer.sular çekilince de karıncalar balıkları.kimse bugünkü üstünlüğüne ve gücüne güvenmemelidir.çünkü kimin kimi yiyeceğine 'suyun akışı' karar verir.*