blog reklamını pek başarılı şekilde sözlüğe lanse etmiş yazardır, hayır bari yaptığına değsin reklam di mi?
yok mantaliteme ters, yok soru soruyolarmış, oldu olacak kampanya başlatalım.
hayır her şeyi geçtim giriyoruz siteye şimdi. atlas başlığı altında tanımlanmış bildiğimiz blog. tamam eyvallah diyip detayları incelemek istiyoruz. bakıyoruz bakıyor. o da ne sağ tarafa resmini koymuş, reklam misali. ben bayanım, benim bloglarımı okuyun ha. tamam ok bayansın, tabi bunun için takılacak çok abaza yazar bulursun. devam ediyoruz resmi incelemeye. altında uyanınca böyle oluyorum diye sexapellik belirtisi bir yazı var. ne gerek var böyle sözlere. abaza olan kullanıcıyı fişekliyoruz bu şekilde. başarılı.
tamam da sen sabah kalktığında otomatikman makyajlı mı oluyorsun diye sorarlar adama?
tamam tamam blog mentalitesi değişene kadar devam etmeye gerek yok.
evde oturmuş i just called to say i love you dinliyorum, duygusal insanım vesselam. herhalükarda dokunsan ağlarım. baktım msnde bu, güya çok yakın arkadaşız, birbirimize her şeyimizi anlatıyoruz falan. ama ben bunun yakın arkadaşlık mefhumunu anlamış değilim, selam dahi vermez. naber dersin, siktir lan sana ne, sana hesabını mı vericem nasıl olduğumun demediği kalır bi. benim literatürümde arkadaşlık böyle olmadığı için dirayetle beklerim konuşmasını.
neyse, 7 ağustos benim için sıradan bir gün, 8 ağustosta da yakın bir arkadaşımı kaybetmiştim iki yıl önce. allahın siktir ettiği bir şehirde yaşıyorum, ahir ömrümde en büyük hayalim köprüden geçerken "ulan istanbul bi gün yenicem seni" diye bağırmak. aradım bunu, her zamanki gibi ulaşılamıyor, ha çalsa da açmıyor telefonu zaten. filtre mi ne koymuş, konuşmak istemediği insanlar aradığında telefonu çalmıyor. kıllandım tabii telefonu açmayınca. sonra kıçımdan ter akaraktan ulaşabildim; yanına geliyorum ben dedim, 7 ağustos senin için önemli olmasa da benim için önemli. alırsın de mi beni dedim. almaz lan bu beni, sıcağı bahane eder, abi işim var der diye de düşünüyorum bi yandan. bütün yol boyunca bunu düşündüm. iner inmez aradım; e geldim ben. bekle dedi hemen geliyorum. elimden düşürmediğim telefonuma bakıp duruyorum, arayıp gelmiyorum diyecek diye. bu arada işten aradılar, evrak fatura sordular. baktım koşa koşa geliyor, ter içinde kalmış, sanki yıllardır görüşmemişiz gibi sarıldı. zaten kızlar hep böyle sarılırken bi de sallanırlar. kösnük bi insanım, karşılaşma ritüeli bitsin diye bekliyorum. hadi eve gidelim dedim, yorgunum (ki en çok zikrettiğim şey yorgun olduğumdur). olmaz dedi alışveriş yapıcaz, bugün benim doğum günüm, her dediğimi yapmak zorundasın. e iyi bakalım, alışveriş de yaptık, eline aldığı ilk şeye "a bu güzelmiş sana da çok yakıştı" dedim ki bir an önce bitsin alışveriş. benim ibneliğimi anlamış olsa gerek almayacağımız şeylere bakmak için adil ışık'a bile girdik. o cehennemi kısa kesiyorum.
eve gittik, uyuycam ben dedim, ama bilmez benim yanımda biri varken uyuyamadığımı. kaç gece beraber kaldık bir kere bile uyumadım ordan bile uyanmadı duruma. şebnem ferah'ın gayet ağır ağlak bi şarkısını koydu playliste, bir de loop yapmaz mı aman allahım! benim uyku planım zehir oldu. o kadar gelmişim doğum gününü kutlayayım dedim ayıp olur şimdi, baktım gözünden bir damla yaş geldi, n'oldu dedim. abi zaten sıcak siktir git ya terliyorum işte görmüyo musun dedi. sustum...
geçenlerde bir entrysine rastladığım ve bana " yok lan, bu kadar popüler bir uuser yapmaz bunu herhalde? " dedirtmi$ yazar. sansüalizm ba$lığındaki entrysinin sansüalizmin ifade ettiği anlamla en ufak bir ilgisi söz konusu değilken neden böyle bir $ey yazdığını merak ettiğimdendir ki kutsal bilgi kaynağı ek$i sözlük'e bir bakayım da noluyormu$, ne demekmi$ bir de oradan öğreneyim dedim. orada kaptanın seyir defteri nickli yazarın bu olguyu seksüel hedonizm olarak tanımladığını, vandal mimar'ın da bunu o anlamla bağda$tırıp entari diktiğini, kısacası intihal yaptığını falan dü$ümdüm. $ok olmakla beraber, bu kendisine kaptanın seyir defteri diyen yazarın burada da yazar olduğunu hatırladım ba$ka bir nickle. (kaptan arka kapı'ydı sanırım..) ve $okum uzadı. ama iplemedim. zira kaptan'la vandal tanı$ıkmı$mı$ zaten; kaptan vandal'a döktürmü$ sözlükte. ( o kaptan, o kaptansa.?!)
$imdi bu yazdıklarım ne ifade ediyor diye soran biri olur mutlaka : vandal! takıl hocam..
Öğrendim ki biriyle * tartıştığı için bizim hıyara *hıyar demiş. Kendisine hıyar dendiğine çok seviven bizim hıyar da "eğer adresini verirse kendisine çok özel bir hıyar göndereceğim" demiş..
Aaa ne ayıp ama, lütfen daha sakin olalım tartışmayalım, gelin beraber (bkz: hıyar tuzlayıp yiyelim zirvesi)yapalım dediğim uuser..
eleştirilere "hadi lan ben sizden iyi biliyorum" nidalarıyla cevap verdikten kısa bir süre sonra blogspot'taki hesabını editleyen ve kişisel resimlerini bir nebze olsun siteden kaldıran, bu neden ve mayalanma sonucunda eleştirileri tınlamıyormuş havasını kaybetmiş yazardır. yazdığı yazılarla sözlük camialarında yazdığı yazıları karşılaştırıldığında genel anlamda hayal kırıklığı yarattığı gibi tartışmalara neden olan italyan dizayn kırmızı karyola resminin yorumu da blog'dan silmiştir. e kardeşim demezlermi adama neden siliyorsun? hadi silicektin neden millete kafa tutuyorsun?
her neyse kendisine nacizane tavsiyem uzun uzun yazılar yazmaması* çünkü okunması zaman aldığı gibi bilgi içeriksiz geyik olduğundan pek keyif vermemekte. kafam kadar kitaplar okuyorum nedense hayatım değişmiyor diyip karanlığa küfür etmektense, bir an dinginleşip sakinleşmesini tavsiyelerime ekliyorum.
nikine her entry gireni "ne oluyor lan, 40 yıllık kankammısınız" diye uyaran yazarımsı... bunun sebebini anlamak da zor değildir ama.. çünkü hiç dostu veya kendi tabiriyle kankası kalmadığı için kanka arayışı içerisindedir.. eğer kendi olmayı başarırsa dost olabileceği bir çok insanın var olduğunu görecektir..
turistlerin elektrik kesildiği anda alkış tutmasının bir tür davranış bozukluğu olduğunu düşünüyordum uyuyamazken, onlar için o kadar üzüldüm ki çocukluklarına inmeyi düşündüm bir ara. vandal mimar da diğer odada uyuyordu. abi bu neden böyle ya diye uyandırdım "kaptan bsg ya off uyuyorum" dedi. aman lan tamam uyku dediğin şey vakit kaybından başka bir şey değil diye bik bik konuşurken baktım uyumuş bu. içinden çıkamadığım konularda her dem mantıklı bir açıklaması vardır diye koşarım hep.
sonra beline gelen toplara bile kafayla çıkan hakan şükür geldi aklıma, lan dedim kendime, boşver turistleri de hakan şükür'e bi el ver, yazık adam benim ortaokul yıllarımdan beri aynı şeyi yapıyor. vandal! kalk lan dedim, hakan şükür'e yardım edicez. manyak mısın kaptan ya off uyusana sen, hadi öptüm falan dedi. ya ama bak çok öneml... baktım yine uyumuş. iş omuz omuza vermeye gelince on rapidshare gücündeyizdir.
karşımdaki duvarda manhattan ve silüeti, dimağımdaki suretiyle aynı. gökdelenler boy boy yükselmiş, bizim köyün ağaçlıkları düştü aklıma, maaaacera dolu ameeerika a mee rii ka nakaratlı şarkıya çağrıştım birden. kendimden tiksindim bir de üstünüze afiyet. rüzgarda salınan manasız ot yığınlarını izleyesim geldi. "huzur hissinin marjinal faydasını maksimize etmek lazım hmm" dedim yanına gidip. abi sen nesin ya nasıl bi insansın uyusana! uyu ya! uyu! deyip tekrar kıçını dönüp uyudu. geleceğe dair planlarda fikir teatisinde bulunuruz devridaim içinde.
artık güneş mi doğmuştu ne, çocuklarını uykularında seven ebeveynler gibi gittim uyurken öptüm. sonra boylu boyunca uzandım yanına, sızmışım, ne davranış bozukluğu sergileyen tursitler, ne hakan şükür, ne manhattan umrumda değil tabii. gece gece aklıma takılan her şeye sabah bi açıklık getirip genetik mirasımı mutasyon geçirip yitirmişim gibi bi şaşkınlığa gark olmama neden oldu. e dedim uyuyordun sen? "on rapidshare gücünde olup da geleceğe dair planları ortak paydaya taşımıyor muyuz abi?" dedi. kısa bi sessizlikten sonra n'oluyo ya dedi, yok bişey dedim, gözüme güneş kaçtı sadece.
bir kelime bile konuşmadığım yazar. kendisi için edindiğim izlenim; böyle sokakta tek tabanca takılan, selam vermediğin sürece selam alamayacağın, ben kendime yeterim, ehh sittirin be.. doğrultusunda olan yazar. bir zamanlar kullandığım slogan kendisi için biçilmiş bir kaftan olarak üzerine oturur nitelikte. annelerimizin bizleri sokağa salarken uzak durmamız adına tembihlediği kötü çocuk.
ha bir de unutmadan, munir özkul'un etkisinde kalmış sanırım bu yazar. neşeli günler filmindeki repliğini düstur edinir bir şekilde.
bayan olduğunu öğrenip dehşete kapıldığım yazar..Gece gece yaşayabileceğim en soğuk duş ve hatta en etkileyici şok oldu bu..Bu arada blog reklamın başarısız..
yoo dostum yoo. hatta yow yow. böylesini ne gördüm ne duydum. eski türk filmlerinde permalanmış saçlarını yanlardan toplayıp kelebek toka ile tepesine sabitlemiş; şımarık, küstah ama içi, sonradan görme babasının tersine pamuk helva kıvamında bir küçük hanım edasıyla, aşkına aşağılama süsü vererek ismimin altına entrysini kazımış bir tanrıçadır o.
serisi olmayan özel bir tasarımdır. sally ise bir alt model değil, olsa olsa bir maket gibimdir ancak. evet, kendi halciğinde, yazar alımı kuyruğunda günler, günlerce beklemiş bir ikinci nesilciğim ben. o öyle midir ya! moderatörden, az kullanılmış, temiz gold üyeliği elinin tersiyle itmiş ikinci nesil görünümlü bir nesillerüstüdür o.. asi ve korkusuzdur vandal mimar; çat diye sikik yazıverir varsa yazacağı. sally ise ödlek ve götlekçe tırsaktır, s ile k'nin yakınlaştığını hissettiği an can havliyle araya nokta koyar, ardından tövbe duası eder, sözlüğe sözlüğe üfler.. o ki; bir entry girdi mi tastamam girer. varsa bir son sözü, daha eklemeden entrysini başlığa, bir edit çakar altına, bir daha da arkasına dönüp bakmaz bile. ama sally yanlışlar, eksikler, pişmanlıklar insanıdır. eksi oyu yedikçe editler entrysini göz yaşlarını silerek. şoför nebahat'tır o bir nevi ancak seda sayan'a denk gelen sally'e göre, hem de en belgin doruk'undan! severim demiş, evleniriz demiş duymuşlar. bense ona yangınım arkadaş! "benimsin ulan benimmm" diye hönkürerek iki tokat çakıp suratına, sıkıca sarılmak isterim "yavrum" diyerek..yapamam..çekinirim..
hoşçakal bebek..bebek hoşçakal!