O gün, gecenin bir vakti garaj önünde otobüsten indiği zaman. Dönerek şekilli bir iniş.
Komik olan o zaman bunu hatırlayacağımı söyleseler gülerdim. Ateşe atlayışımın adımıymış.
okuldan çıkıp fatura ödemek için toplu taşıma aracına bindim. ama geri dönmek için param kalmamıştı ve sırtımdaki çantada eşek ölüsü gibiydi. mecburen yürümek zorundaydım 1.5 km mesafeyi. muhabbet edecek kimse yoktu, bu bunaltıcı atmosferde sıkılmamak için çantamı açtım ve fermuar dergisini okumaya başladım. ara sıra direklere toslamamaya özen gösteriyordum. parkuru tamamladıktan sonra evin önüne ulaştım. merdivenleri binbir zorlukla çıktıktan sonra içeri girdim ve yorgunluğumu atmak için salondaki koltuğa yığılı verdim. bu arada çok susadığımı fark ettim ve doğruca mutfağa koştum. amacım susuzluğumu gidermekti. öyle kolaymış, gazazmuş falan uğraşmadan direkt olarak buz gibi suya sarılıverdim. kana kana suyumu içtikten sonra günün stresini atmak için odama yöneldim, fakat ne ile karşılaşacağımı bilmiyordum.
bir adet che tişörtüm vardı. heves edip almıştım zamanında. epey de özen gösterdim o tişörte. lekelemedim, yırtmadım vs. ama o ne yaptı sahibe. besle büyüt arkandan vursun derler ya o misal. kapıyı açmamla beraber 70'li yıllarda çekilen yeşilçam filmlerinde kurşun yiyen aktörler gibi bir metre arkaya sıçradım korku ile. çünkü malum tişörtün baskısındaki kült che portresi müthiş kudretli şekilde bana bakıyordu. içeride birisi var korkusu ile acayip tırstım. gerçekten karşımda birisi var sandım, e ifadesi yeter zaten che'nin. balmumu heykel kadar inandırıcı duruyodu. hakikatin farkına vardığım da ise avuçlarımı yere vura vura gülmekteydim...
bazen çok mutlu olduğun bazende pişmanlıktan geberdiğini sandığın anlardır.olmaması gereken anlardır aslında.bazen bir ömür boyu sırtına abanan yük,bazense hep keşke dedirten yaşamanın en farklı ve en özel olduğu anlardır.
hapşurup burnumdaki baloncukları havada görmem.. işin kötüsü nal gibi ortada tekli koltukta oturup seyircilere göz ziyafeti sunmam.yazık insancıklara. bir tek benim değil 33 + 66 kişinin de en unutulmayan an'ı oldu.
insanın hayatının büyük bir bölümünde kesitler halinde aklına gelecek olaylardır.
dört yıldan uzun süredir bir ilişkim var. uzak mesafeli olanlarından. 2 aydır sevgilimi göremiyorum. onsuz geçireceğim dördüncü doğum günüm...
sevgili kişisi mesaj çeker. "bu doğum gününde de yanında değilim, gelmeyi seninle olmayı çok isterdim. mumları beraber üflemek şu an en büyük dileğim. seni seviyorum." mesaj okunur, gözler dolar. ertesi gün 13:30 da yataktan kalkılır. arkadaş aramaktadır. mekan kararlaştırılır, buluşulur. birer kahve içtikten sonra yemek yeme bahanesi ile bir restaurant'a gidilir. 8 tane arkadaşınız tarafından alkışlarla karşılanırsınız. doğum gününüzü kutlarlar. mutlu olursunuz.
yaklaşık 10 dakika sonra omzunuzun üzerinden ince bilekleriyle biri önünüze pasta koyar ve gözlerinizi kapatır. hiç bir tahmin tutmaz. gözler açıldığında "dünkü dileğim gerçek oluyor" der. karşınızdaki insan sevgili kişisidir. anlatılamaz bir kalp çarpıntısı, durdurulamayan bir mide sıkışması ile sevgilinize sarılırsınız. gözlerinizden yaşlar süzülür.
böyle bir olayı organize edebilen arkadaşlarınıza sarılırsınız tek tek. bir saniye bile sevgilinizin yanından ayrılmazsınız. hayatınız boyunca büyük bir mutlulukla anımsayacağınız bir anınız daha olmuştur. şükredersiniz; fedakar bir sevgiliye sahip olduğunuz için ve mükemmel dostlarınız olduğu için allah'a.
sevgiliden ayrılınmıştır, üzüntü doruk noktasındadır. kafam dağılsın diye kız arkadaşlardan biri cafeye davet etmiştir. o kıza da bişeyler hissetmekte ama arkadaşlığımız bitmesin diye açılmayı yıllardır göze alamamaktayım bu arada, sevgililerim olur ama aklımın bir ucu hep ondadır.
gittiğimiz cafe oldukça tenhaydı, ben de ''aşk diye birşey yok, ben işe yaramazın tekiyim.'' diye saçmalamaya devam ediyorum. 5-6 kez ''aşk diye birşey yok!''dedikten sonra, arkadaşım (o andan sonra sevgili oldu tabi) bir anda dudaklarıma etkileyici bir buse kondurur ve sorar:
-Bir daha söle bakayım aşk var mı?
bazen aklıma gelir mutlu olurum, hayat güzel be sözlük...
yağmurun bardaktan boşalırcasına yağdığı anda ağaç dalları arasına gizlenmiş kuşun kanatlarını kaldırırak yıkanması.
belki yazıldığında pek de unutulmaz ana benzemiyor ama yaşarken keşke hiç bitmese o yağmur diyo insan.
bundan 15 sene once. kahramanimiz birinci sinifa basliyor. der meister anne oglunu okula getirip ilk dersin ortalarina kadar kapida duruyor ve gidiyor. halbuki cogu anne okulun bitimine kadar beklemekte orada cocuklarini..
ilk zil caliyor ve kahramanimiz teneffuse cikiyor. ulan sen kimsin ki teneffuse cikiyorsun? otursana oturdugun yerde, okulu mu biliyorsun, arkadasin mi var ki asagi iniyorsun? eveet.. der meister asagida.. geziniyor ve zil caliyor yine. o da ne?! sinif yok? kahramanimiz aglayaraktan kosusuyor koridorlarda, kapilari tek tek aciyor "ogretmenim bu degildi oeeaaa" diyerek kaciyor.
en sonunda hizini alamayip eve dogru yardiriyor. evin yanindaki taksici amcalarin bakislarini hala hatirliyorum. evet, asla unutamayacaginiz rezillik anlari olur bunlar hep.
amcamın vücudundaki şikayetlerden ötürü doktora gittiğinde kanser olduğunu öğrenmesi, ardından tedaviye başlanması, ancak gün geçtikçe yürümek, konuşmak gibi motor fonksiyonlarını kaybetmesi ve gözümüzün önünde yatağa bağımlı hale gelmesi, günden güne erimesi, son günlerine doğru bazı anlar elini bir şey kopartacak gibi uzatarak orada olmayan ama ona var gibi gözüken elmaları, armutları yemesi, beğendiğini gösteren yüzüne ona yakışan tebessümün belirmesi ve ardından hüzünlü sonun gelerek ömrümde ilk defa hayatımdan birinin çıkıp gitmesi, ölümün soğuk yüzü.
Bir anne ile bir küçük oğlunun karşıdan karşıya geçtiğinde küçük oğlu gelen arabayı görür ve o korkuyla biraz geri kaçar. Gelen araba anneye çarpar ve anne 20 metre sürüklenir. Küçük oğlunun arkasına dönüp annesine baktığı an hayatının yıkıldığı andır ve unutulması mümkün olmayan anlardır.
hayatının son anına kadar aklından silinmicek zaman dilimidir. herhangi bir olayın sonucu gercekleşen bir zaman dilimidir. belki hayatını ileride çok fazla değiştirebilecek bir şeydir, belkide bir anlık rüzgar gibi düşünebiliriz, belkide bir rüya. bir tanışma, buluşma, hayal kırıklığı ve bunun gibi birşeydir. *
insan hayatında, an ile ölçülecek bir zaman dilimine sığacak kadar küçük, belleğinden yıllarca silinmeyecek kadar büyük görüntülerdir. misal verilecek olursa; anne babası ayrılmış minik bir çocuğun, haftasonları babayla takılıp, akşam olunca babanın eve bırakırken, 'sen çık, zile bas, anne kapıyı açınca bana yukardan el salla' demesiyle, yukardan babaya haber verildiği anda, apartman boşluğundaki babanın, hafif bir tebessümle el sallamasının, çocuğun zihinine sonsuza dek kazındığı an.