ulusal dinamik ve marksizm

entry5 galeri0
    1.
  1. Devrimci pratiğin en büyük sorunlarından biri teoriyi içselleştirememesi, eski problemlerini aşamaması ve Marksizm'i kalıplaştırıcı-şabloncu bir biçimde algılamaya devam etmesi. Bunun yanında yaratıcı Marksizm'e de vurulan en büyük darbe ilkelerin çiğnenmesi, gerçeklerin tahrif edilmesi ve liberal/milliyetçi yalanlara kanmasıdır.

    Kapitalizm'le birlikte ortaya çıkan uluslaşma süreci ve ulusal sınırların oluşması ile beraber bir takım problemler ortaya çıkmıştır. Dünya işçi sınıfını bölen, onu kendi düşmanlarına karşı birleşmesini engelleyen, büyük tekeller arasındaki pazar paylaşımını ve dünya pazarlarındaki tıkanıklığı bir savaşla açmayı planlayan ulusal ideolojiler ve ulusal dinamikler vardır. Kapitalizmin kendi ideolojisi olan milliyetçi- ulusalcı ideolojiler şüphesiz dünya işçi sınıfının birliğindeki en büyük engellerden biridir. Dünya'da akan kanın, baskının ve sömürünün meşrulaşmasının en büyük engelidir. Fakat emperyalizmin gelişmesi ile beraber kapanan burjuva demokratik devrimler çağı ile birlikte "ulusal" dinamiklerin sosyalizmin önündeki önemli bir olgu olduğunu görmek gerekiyor.

    Dünya devrimine giden yolda yerel iktidarların önemi kuşkusuz sosyalistler tarafından ele alınması gereken bir dinamiktir. Peki ama neden bu dinamiğe dikkatli bir şekilde bakmak gerekiyor? "işçilerin vatanı yoktur." sözü acaba devre dışı mı kalmıştır? Bu sorunun cevabı kendinde yatıyor. işçilerin kendilerinin olmayan bir şeyi savunması imkansızdır. işçilerin, emekçilerin bir burjuva devleti olamaz, birbirlerini soyutlayacak bir vatanları olamaz. Ama toplumsal bir kuralla karşı karşıyayız. Hiçbir toplumsal sınıf kendi çıkarlarını toplumun ulusal çıkarları haline getirmeden egemen sınıf olamaz. işçi sınıfı, emekçiler bir egemen sınıf halien gelmesi için kendi çıkarlarını toplumun genelinin çıkarları haline getirmeleri gerekmektedir. Burjuva devrimleri çağında bu burjuvazi yönünde gelişmiş bir olguydu. Kendi pazarının çıkarlarını toplum çıkarı haline getiren burjuvazi egemen bir sınıf haline gelmiştir. Burada bir parantez açmam gerekiyor. Egemen bir sınıf haline gelmek için ideoloji çok önemli bir kavramdır ama tek başına ele alınamaz. Üretimsel gücün iktidar perspektifinde önemi red edilemez. Şimdilik burada bu konuyu geçelim.

    Ulusal dinamik emperyalizm çağında bu kadar öne çıkmasının belli başlı nedenleri vardır; fakat açıkçası bunun üstünde durmak şimdilik yanlış.Reel sosyalizmin yıkılmasının ardından küreselleşmeci dalga acaba burjuva ulus devletini uluslarası bir kuruma mı dönüşüyor? Bunun cevabı çok basit: hayır. Merkez kapitalist devletlerinin siyasal konjoktürden yararlanarak emperyalizmi genel bir saldırı haline geçirmesinden başka bir şey değildir. Bugün hiç kimse merkez kapitalist devletlerin yani emperyalistlerin yarın öbür gün gümruk duvarlarını yükseltebileceğini kimse iddia edemez. Aksine bu küreselleşmeci dalga emperyalizmin kendini restore etmesinden bir başka şey değildir. Merkez kapitalist ülkelerde burjuva kurumlarını taşıyan ulus devletler kendilerini tasfiye sürecine girmemiştir. Kapitalist hiyerarşide altlarda bulunan az gelişmiş ülkelerde ise bu masallar tüm hızıyla reel sosyalizmin yıkılışı(hatta biraz daha ilerletebiliriz) ile beraber yürürlüğe konmuştur. Bu emperyalizmin tüm şiddetiyle bir saldırısını beraberinde getirmiştir.

    Yukarıdaki bağlamlarda ele alınınca Avrupa Birliği projesi gerici bir proje olarak görülebiliyor. Sermayenin toptan bir saldırısı, sömürünün toptan maksimize( yüksek oranlara çıkarılması) edilmesidir. Peki o halde liberal solcuların ortaya attığı "Emeğin Avrupa'sı" ne kadar anlam taşımaktadır? Marksistler bunu enternasyonalizm olarak ele alabiliriz miyiz? AB'nin içindeki sermaye iktidarı tıpkı burjuva devletlerindeki iktidara benzemektedir. Nasıl parlemento yoluyla kapitalist sistem değişmezse, sermayenin iktidarından dolayı AB projesiyle yıkılamaz. Düzen dışı olguları düzen içine atan bu sloganlar işçi sınıfının iktidarını böldüğü gibi hayalcilik olarak görülmelidir. Enternasyonalizm bağlamından yaklaşınca ise Marksistler liberaller gibi vicdan muhasabesi üzerinden birlik içine girmeyiz. Enternasyonalizmin bir anlamı varsa o da dünya devrimine giden yolda birliktir. Dünya devriminin çıkarlarını tayin etmektir ve bu liberal projelerle yürümeyeceği açıktır.

    Sonuç olarak ulusal dinamikler dünya devrimine giden yolda değerlendirilmesi gerekmektedir. Bugün olgusal olarak anti-emperyalist mücadele de bu gereklidir. Ulusal dinamikler henüz bir kenara bırakılmamıştır, ne burjuvazi tarafından, ne de işçi sınıfı tarafından. Dünya devrimine giden yol henüz yerel iktidarlardan, kitlesel kopuşlardan( bölgesel mana da okumak gerek) geçiyor.
    4 ...
  2. 2.
  3. Marksizmin dogmatik algısı sonucu kapitalizme hizmet edecek etnik-milliyetçi oluşumlarda ortaya çıkan radikalizm ve emekçiler , işçiler arasında popülist tepkileri aşmayan sınıfsal örgütlenmenin burjuva iktidarları tarafından yasal anlamda - devrimci enerjiyi nötralize etme - destekleri ile ele alınması gereken konudur.

    Bugün meslek örgütleri ve sendikalar emekçi-işçilerin haklarını arama adına farklı kollara ayrılmışlardır. Burjuva iktidarlarının yasalar ile kendisine bağladığı ve sosyal taleplerin sindirildiği neo-liberal reformların toplum tabanına proleter onayı ile tescillenmiş bir şekilde yutturulmaya çalışıldığı dönemlerde bir takım sivil toplum kuruluşlarının ve gladyo tarzı faşizan örgütlerin de desteği ile kapitalizmin bekası uğruna tampon kurum olarak kullanıldığı bu fason örgüt ve sendikalar devrim olgusuna ve marksist pratiklere en büyük zararı veren kitlelerdir.

    Günümüzde KESK ve DISK 'in burjuva sınıfına hizmet eden klonları olarak TESK ve TISK kurulmuştur. Emekçilerin sosyal hak ve özgürlüklerinin savunuculuğunu üstlenen Eğitim-Sen , emekçilere milliyetçilik ve din pompalanması sonucu Eğitim-Türk Sen ve Eğitim-Bir Sen gibi iktidara hizmet eden ve devrimci enerjiyi pasifize eden sendikalar olarak ortaya çıkmıştır.

    Sendikalizmde de kapitalizmin böl-parçala-yönet mottosu son sürat devam etmektedir. Hatta kapitalist oligarşinin dinci kanadı ulusalcı oligarşinin TUSIAD'ına karşı alternatif olarak MUSIAD gibi bir oluşuma dahi gitmişlerdir.

    Emperyalizm , kapitalizmin sınırlarının tükendiği noktada daha fazla hammadde , işgücü elde etmek amacı ile dünya sermayesinin ve kaynaklarının sömürülmesine ve bu amaçla dünya emperyalist paylaşım savaşlarına yol açmıştır. Kapitalizm feodal yapıyı kendisine adapte ederken liberalizmin ve aydınlanmanın özgürlükçü ilkelerini sermaye piyasası ve refahın , üretim araçlarının mülkiyeti ile paralel eşitlik , özgürlük ve adalet ilkesinin sadece burjuva sınıfı adına şekillendirilmesinden ibarettir. Bu anlamda Fransız Devrimi feodal yapıyı kırarken aslında kaçınılmaz olarak Cumhuriyetçi - Jakoben sınıfın ulusal kapitalizmini yaratmışır. Bu anlamda milliyetçilikten etkilenerek bölünen imparatorluklardan merkezi kapitalist tekellere hizmet edecek işbirlikçi küçük-burjuva devletleri yaratılmıştır.

    Burjuva sınıfı iktidar olabilmek için kendi çıkarlarını toplum çıkarları haline getirmek zorunda değildir . Zira " - mış gibi " yaparak ve parlementer burjuva sisteminin örtülü gizli faşizmini demokrasi adı altında halka sunup devrim olgusunu açıkca tehdit etmektedir. Burada önemli olan sosyalist açıdan yeterice aydınlanmış ve marksist teoriyi içselleştirebilmiş kitlenin sessiz kama ya da karşı çıkma tercihidir .

    Neo-liberal demokrasinin halka telkin ettiği " demokrasi çoğunluğun karşısında azınlığın haklarının korunması(çoğulculuk)" ilkesi temelde kapitalizmin hizmetindeki demokrasi kavramının her zaman eşitsizlik yaratan tarafına vurgu yapmaktadır. Oysaki sosyalist demokrasilerde proleterler adına çoğulculuk hiçbir anlam ifade etmez . Zira sosyalist bir sistemde din , milliyet , ırk ve din gibi mikro-kültürel ayrımcı paradigmalara yer yoktur. Proleterler emek sarfeden ve üretim-dağıtım sürecini kendi aralarında eşit ve adil bir şekilde paylaşan işçi sınıfıdır. Temelde dindar sosyalist , liberal solcu gibi amaçtan sapan şablon düşünce tipleri burjuva demokrasisinin uyum illüzyonuna teslim olmaktır.

    Temelinde AB ekonomik ortaklıktan da öte Avrupa'nın dini ideoloji ve ulusal sınırlar açısından bir bütünlük teşkilatıdır.
    Bu açıdan Avrupa Birliği'ne ekonomik rant sağlama açısından bir açılım olarak bakan geri-kalmış , geri-bıraktırılmış ülkeler aslında merkez kapitalist tekellerin yıllardır kendilerine dayattığı bu ekonomik rahatlık ve sermayenin serbest dolaşımı illüzyonu ile kendi neo-liberal , şovenist isteklerini karşı tarafa gönül rızası ile kabul ettirmenin bir yolu olarak kabul edilebilir.

    Bugün yaratılmaya çalışılan Avrupa Sosyalizminin gerçekten sosyalizm olmadığını ve mevcut fabianizm paradigmaları ile liberal solculuğun burjuvazi taleplerini yerine getirmek ve kapitalist fonksiyonlar arasında ancak hiyerarşinin dışında tampon bölgeler oluşturmaktan başka bir görevi yoktur.

    Sonuçta ulusal bir kurtuluş savaşı vererek bağımsızlık kazanmış bir ülkede fransız devriminin ve iberalizmin ilkleri ile aydınlatılmış bir işçi ve emekçi toplumunda her şeyden öte din , ırk , dil gibi burjuvazinin proleterleri bölen feodal kırıntıları yok edilmelidir.
    (bkz: Dünyanın bütün işçileri , birleşin!)
    Marksist gerçeklerin tahrifi ve liberal/milliyetçi sapmalara örnek olarak :
    (bkz: Benim Karl Marx'ım Mustafa Kemal Atatürk'tür.)
    2 ...
  4. 3.
  5. vurgulanması gerekilen bazı şeyler var. bunlardan biri de,"belirlenmecilik" batağına saplanamadan ve bu kavramı dışlamadan marksizm nasıl bir dinamiği ele alabilir? çözümü basit. yaratıcı marksizm'in yanında bulunurken ilkeleri tahrif etmeyen ama ilkeleri bir bilgi yığınına dönüştürmeyen anlayışta yatıyor cevap. ulus dinamiğinde de kavranması gereken bakış açısı şüphesiz bu.

    günümüzün ulus dinamikleri anlaşılmadan, bu dinamikte denklemin bir tarafın emperyalizm, diğer tarafın ise devrime çıktığını görmeden hiç bir siyasal değerlendirme yapamayız. bunları kabul ettikten sonra kavramı ilerletebiliriz. aksi taktirde tüm yollar ancak roma'ya çıkar!

    ulusa dair yapılacak tanımlamaların hepsi emperyalizmden geçiyor aslında. başat ve belirleyici aktör burada emperyalizmin kendisi. lenin, buharin'in "geçiş dönemi ekonomisi" adlı eserini eleştirirken ulus dinamiğine ve ulusal soruna ait çok önemli bir cümle edecekti: "bazen de bağımsız devletlerin kuruluşu emperyalizmi güçlendirir." bu cümleyle ulusal soruna geçiş yapmak kolay olabileceği gibi ulus dinamiğini de anlıyoruz. emperyalizmin ne kadar güçlenip, ne kadar güç kaybettiği... işte sosyalizmin ulusa bakış açısı.

    ne ulusal sorun ne de ulus dinamiği birbirinden ayrılabilecek kavramlardır, ne de aynı kefeye konabilecek. bu kavramları anlamak için bütünlüklü açıdan bakmak ve siyasal konjoktüre dikkat etmek asıl değerlendiriş biçimdir. aksi taktirde ulus dinamiği de, ulusal sorun da anlam kaymasına uğrar.
    3 ...
  6. 4.
  7. 5.
© 2025 uludağ sözlük