uludağ sözlük dini konular kapışması

entry66 galeri1
    41.
  1. 40.
  2. selefi bozgunculuğunun tipik temsil sahalarından birini gördüğümüz kapışma... buyurun;

    --spoiler--
    ehli sünnet'teki yaygın kanaate göre nüzul-i isa inanılması zorunlu olan inkarı küfrü gerektiren bir meseledir. ancak ehl-i sünnet sık sık yaptığı gibi bir kaide koyup kendi koyduğu kaideyi ihlal etme konusunda birinciliği kaptırmamaktadır. yine kendi koydukları kuralı aşarak arz-ı endam etmektedirler. [kıyas-ı fukaha konusunda teorikte koydukları kuralları pratikte ihlal etme, kaza namazı konusunda ibadette kıyas olmaz diyip ibadette kıyas uygulayan, ahad haber akaide tealluk etmez diyip ahad haberlerle iman şartı bina eden ve daha birçok kural ihlali yapan avustralya yerlilerinin dini değil sünni ekolün bizzat kendisidir]
    --spoiler--

    bu, bu kadar basit bir meseledir aslında: ehli sünnet'teki yaygın kanaate göre, nüzul-i isa inanılması zorunlu olan, inkarı küfrü gerektiren bir meseledir... fakat buna rağmen, demogoji yoluyla ehl-i sünnet akaidine saldırı sürmekte, çeşitli mantık parendeleri atarak, ehl-i sünnet akaidi yerine selefi vehhabi artığı uydurma bir din kakalanmaya çalışılmaktadır.

    selefilerin metodu, aslında şiilerden farklı değildir: onlar daima geçmişte yaşarlar. 1400 sene önceki meseleleri konuşurlar hala... sabah akşam hayızlı kadın meselesiyle uğraşırlar kendilerince zayıf gördükleri noktalardan girerek, islamı yıkma görevine iç hizmet sunmaya çalışırlar. görevleri budur. çoğu da bilmeden alet olur bu "görev"e... bu gibi konularla uğraşırlarsa, dini bir şey yapmış zannederler kendilerini.

    islam 1400 sene öncesinde değildir. islam her dem yenidir. her devrin kendine mahsus meseleleri vardır. her devrin insanları, o meseleler içinde kendilerini gösterirler. bunlar, islam içinde yüzyıllar boyunca tartışılmış ve halledilmiş konulardır. islam alimlerinin hepsini aptal yerine koyup, hepsini sapıklıkla suçlayıp, 1400 sene sonra yeni bir din yapmak için insanda nasıl bir cüret gerekir? "imam-ı azam'ı avustralya yerlilerinden biri" ilan etmek için, insanda nasıl bir edep yoksunluğu olması gerekir?

    inanın bana, ben burada bu türlü şeyler gördükçe, tartışmayı sürdürüp sürdürmeme noktasında çok tereddüt ediyorum. şöyle bağırmamak için kendimi zor tutuyorum:

    - hadis kaynaklarına yakın, neyin itibar edilip neyin edilmeyeceğini senden benden iyi bilen islam alimleri böyle demiş ve meseleyi bitirmiştir. sen kim oluyorsun da, hangi hadis hakkında ne biliyorsun da, bitmiş meseleyi yeniden açmaya kalkıyorsun? hangi konuda onlardan daha iyisin?

    neyse, devam edelim... şimdi mehdi konusunda ehl-i sünnete "bunlar buhari ve müslim'de geçmiyor" diye saldıran yazarımız, bu konuda -öyle diyemediği için- bakınız nasıl saldırmayı tercih ediyor:

    --spoiler--
    hz. isa'nın inişine ilişkin hadisler yaklaşık 40 raviden gelir ve yine -aşırı derecede yukarıya yuvarlanmış haliyle- yaklaşık 200 kadar hadis vardır. [tüm tekrarlarla birlikte] başta dediğimiz gibi mütevatir hadiste sened olmaz ilkesi ehli sünnet'in hadis ilkelerinden biridir. senedi tespit edilebilen hadis mütevatir değildir. hadis alanının inceleme konusuna giren hadisler mütevatir olamaz. ben değil mezhebinizin koca koca hadis imamları ittifakla böyle diyor.
    --spoiler--

    o değil, bizim mezhebimizin koca koca hadis alimleri diyormuş... ondan sonra da ben kendisine "selefi vehhabi" diye saldırınca bakın ne diyor, hiç yüzü kızarmadan: (bkz: #17258088)

    şimdi burada, dikkat ederseniz şöyle bir şarlatanlık yapıyor:

    - ehl-i sünnet buna (nüzul-ü isa meselesine) akaid hükmüdür, yani inanmayan küfre girer dedi ama, önce bunun bir tevatür haber olmadığını ispatlarsam, bu akaid hükmünü de ortadan kaldırmış olurum... ehl-i sünnneti, kendi mantığı içinde kaldırıp atar, yerine de kendi uydurduğum dini esasları rahatça koyabilirim...

    mehdilik meselesinde hatırlarsanız, yazar, mehdilikle ilgili hadisleri rivayet edenlerin (ravilerin) tümünün güvenilmez ve sahtekar kimseler olduğunu söyleyip işin içinde çıkıvermişti. ben de tabii verilen isimleri ve kaynakları tek tek bilmediğim için, bir şey diyememiştim... bu sefer, işin rengi biraz değişik tabii: ortada buhari, mülim gibi en güvenilir kaynaklara girmiş "40 raviden gelen 200 kadar hadis" vardır. bunları tek tek yemek o kadar kolay değildir. öyleyse ne yapmak lazım? toptan götürmek;

    --spoiler--
    ravilere geçecek olursak bu ravilerin hepsi sahabeden değildir. içerisinde çok sayıda tabiin alimleri de vardır. yani mürsel hadisler de bulunmaktadır. mürsel hadislerin akaidi bağlamayacağı açıktır. bunlar elendiği takdirde ravi ve hadis sayısı oldukça azalacaktır. bu durumda hadisin tevatüren aktarıldığı iddiası iyiden iyiye zayıflayacaktır.

    sahabeye nispet edilen hadislerin de gerçekten isnad edilen sahabelere ait olup olmadığı kesin değildir. bunu ise rivayetler arasındaki çelişkiler teyit etmektedir.
    --spoiler--

    tam bir şarlatanlık örneği... bu hadisleri rivayet eden 40 kişiden "tabiin alimleri"ni kaldırıp attı. neden? tabiinin hepsi yalancı çünkü; yazar kendisi doğru söyleyebilir, ama onlar -bir de koskoca alim olmuşlar- doğru söyleyemezler.

    bilmeyenler için söyleyim: tabiin, allah resulü'nü görmemiş, ama onu görenleri (sahabiler) görmüş olanlardır ve dini kaynaklar arasında sahabilerden sonra en makbul mertebedir. diyelim ki, adamın babası, allah resulü'nün arkadaşıydı. allah resulü'den bir hadis duydu, sonra bunu oğluna aktardı. "bu sayılmıyor!" neden? "onları elememiz gerekiyor."

    ama onları elemekle de iş bitmiyor. sonra sıra sahabilere geliyor. onların söylediklerini de lafzen değil, manen birbirleriyle uyumu var" diye savurup atmak icap ediyor... lan, iki kişinin lafzen aynı şeyi rivayet etmesinin imkanı var mıdır? ben şurada iki kişiye bir paragraflık bir şey anlataym: ikisi gidip 5 dakika sonra benden duyduklarını bir başkasına aktarsınlar; aynı kelimeleri kullanabilirler mi? tabii ki hayır; ama benim söylediğmi mana olarak aktarabilirler, öyle değil mi? "evet ama, onun da sayılmaması gerekiyor, hepsini yalanlamak istiyorum ben."

    yahu bırak sen 40 kişiyi, hadi sahabiyi ve tabiini de bırak, iki tane alelade müslüman aynı hadisi rivayet etse, o hadis sahih olur. bırak her şeyi, iki müslüman şahit yeter. iki şahit, adamı ipe de götürür, ipten de alır... sen ne diyorsun yahu? burada 2 kişi yok, 20 kişi yok, hemen hemen 40 kişi var... üstelik sahabilerden bahsediyoruz burada, yalan söylemesi kabil olmayan insanlardan... dalga mı geçiyorsun yani?

    sonra bu 40 kişinin söylediklerinde çelişkiler varmış. bakalım neymiş onlar;

    bir kere o beyaz minare konusunda tam bir cehalet sergilemiş. hadisin lafzında öyle geçmediğini, şam'daki bir yer tarif edildiğini, sonradan şam'daki tarif edilen o yerin "beyaz minare"ye yorulduğunu ve eski kavram bugünün insanları tarafından bilinmediği için "beyaz minare" denildiğini, bilmeyen, duymayan yoktur herhalde... "beyaz minare" diye bir laf geçmez hadis kaynaklarında; günümüzde oraya yorulur... yazar, bu çelişkiyi (!) bulurken bu gerçeği bilmiyor mu yani? hayır, bal gibi biliyor da, maksat demogoji yürüsün...

    --spoiler--
    bunun yanında bazı hadislerde de hz. isa'nın haçı kıracağı, domuzu öldüreceği, cizyeyi kaldıracağı geçer. haçı kırıp domuzu öldürmenin mantığını çözebilmiş değilsem de hadi türlü tevillerle bunu kabul edelim. peki ya zaten kendiliğinden kalkmış olan cizye vergisi hz isa ile nasıl kalkacak? cizye vergisini yeniden getirip yeniden mi kaldıracak? bunu da siz tevil ededurun bu da kabul.
    --spoiler--

    bunu söyledikten sonra, çok sıkıldım diyerek "hadislerdeki çelişkileri" göstermekten vazgeçiyor. ben peygambere ve sahabiye çalişki isnad etmem diye artislik yapıyor. ama onların peşinden gelenlere her türlü aşağılık fiili isnad etmeyi kendisine hak görüyor... demgojisi gereği sahabilere yalan isnad etmem diyor, ama sahabilerin çocukları her türlü yalanı söylemiş, din uydurmuş, mezhep imamları zaten adam değil, hadis kitaplarını kaldır çöpe at, tasavvufu hiç sayma...

    hiç kusura bakmasın ama, ben böyle şarlatanlık görmedim hayatımda... samimi söylüyorum bak... ondan sonra da, ayet şey etmeler, bilmem neler: "siz hala atalarınızın dinine mi uyuyorsunuz"lar, bilmem neler... olum, ne atalarımız, ne dedelerimiz lan: burada törelerden değil, dinin kurucularından ve temellerinden bahsediyoruz. onların bizzat allah resulü'nden rivayet ettiklerinden bahsediyoruz. bunları kaldırıp attığın zaman geriye ne kalıyor?

    "kuran"... olum, kuranı da aynı adamlar aktardı lan... hadisler konusunda bütün insanlığı kandırmış olan bu yalancı adamlar(!), kuran konusunda niye aynı şeyi yapmasınlar? allah resulü'nün zamanında yazılı bir kuran mı vardı? kuran'ı da, hadisleri rivayet eden aynı sahabiler topladı.

    ya arkadaş, ya bunlar çok hain, çok sinsi hesaplar yapıyorlar veya tamamen salak ki, milleti salak yerine koyuyorlar. lafının nereye gittiğini bilmeden, bir takım oryantalist dövizlerini tekrar edip duruyorlar. o oradan alınmış, bu buradan alınmış... lafa bak şimdi;

    --spoiler--
    maalesef bu bozuk inanç da bize mesihiyattan intikal etmiştir. hz. isa hristiyan inancına göre iki kez dünya'ya gelecektir. birinci gelişi gerçekleşmiş ve eziyete uğrayarak gitmiştir, ahirzamanda tekrar inecek ama bu sefer muzaffer olacaktır. bu, hristiyanlığın temel akaid şartlarından birisidir.
    --spoiler--

    asıl bunun tam aksi doğrudur. hristiyanlığın böyle bir akaid şartı yoktur. hatta hristiyanlar arasında, islam'dan önce bu itikat sapıklık sayılırdı ve bunu söyleyenler öldürülürdü. hristiyanlıktan islama değil, islam'dan hritiyanlığa girmiş bir husustur bu.

    fazla ciddiye aldım ben bunu herhalde...
    1 ...
  3. 39.
  4. 38.
  5. olmamış. bir dost olarak söylüyorum ki olmamış dostlar. bu mesele "kapışma" olarak nitelendirilemez. "kapışma" hiç ama hiç uygun terim değil. "kapışma"nın içinde menfaat vardır, hırs vardır, nefs vardır. bu niyetle yapılmadığına eminim. ya da bu niyetle yola çıkılmadığına. lakin "kapışma"ya indirgenemeyecek konular mevzu bahis olan. endişe edilecek ve gözetilecek tek şeyin hakikat olması gerekir. hakikat, "kapışma"yla keşfedilebilecek bir mefhum değil. bilakis hakikat, "kapışma"yla çok rahat ıskalanabilecek bir şey.

    ancak o zaman istenilen, hedefine ulaşabilir.
    2 ...
  6. 37.
  7. giderek zevkli bir hale gelmeye başlayan kapışma... metalmilitan, başka kapışmacılar gibi -mazur görsün- "inatçı keçi" rolü oynamıyor; görüşlerini düzgün biçimde ve gerektiğinde düzenleyerek savunuyor. son yazdıkları arasından ben en çok şu kısmını beğendim:
    --spoiler--
    daha önceki yazılarımızda da değindiğimiz gibi "teveffike" kelimesi "vefat" kelimesinin tefaül vezninden çekilmiş halidir. vefat kelimesi ise vefa kökünden gelir. vefa ise "bir şeyin tamamına varmak" demektir. işte ölüm de hayatın tamamına varmak olduğu için ölüme vefat denilmiştir. vefat ettirmek de işi tamamlatmak manasındadır.
    --spoiler--

    ancak bunun arkasından gelen cümlelere pek katılmıyorum tabii;

    --spoiler--
    öldükten sonra da iş zaten tamamlanmıştır
    --spoiler--

    ben hazret-i isa'nın doğumunu bu meseleye özellikle dahil ediyorum ki, hazret-i isa müstesna bir insandır. bilhassa ilk isevilerin gördüğü manasıyla, "beşeri vasfı eksik, melekut vasfı fazla" diye tanımlanmıştır. doğumunda da, ölümünde de bu tanım geçerlidir.

    onun doğumu bahsinde, bu doğumun mucizevi olduğu bahsinde sayın yazarla anlaşıyoruz. ancak ölümü ve tekrar dünyaya gelmesi konusunda tartışma sürüyor.

    her neyse, ben hazret-i isa'nın ölümü veya göğe yükselmesi konusunda söyleyeceklerimi burada tamamlamak istiyorum. iki taraf da görüşlerini ortaya koydular. ötesi üçüncü kişilere kalmış...

    bir dahaki sefere, nüzul-ü isa bahsine girmiş olacağımı umuyorum.
    1 ...
  8. 36.
  9. El emegi goz nuru degil ama hocam aciklamis uzun uzun;

    http://www.kurannesli.inf...gibankasi/yazi.asp?id=950

    Bir de teveffike cok konusulmus. "Aralarindan almak" anlamina da gelir ki; aralarindan alinmasi ölmüş oldugu anlamina gelmeyebilir.
    Nitekim nisa suresinde bir ayette, carmiha gerip oldurduklerini sandiklari kisinin hz isa olmadigi acikca bildiriliyor..
    en dogrusunu allah bilir..

    Edit: imam azam ebu hanife ve pek cok imamin ortak gorusune katildigimi belirtmek isterim.

    (bkz: uludağ sözlük selefi vehhabi çıkarma grubu/#17297995)
    0 ...
  10. 35.
  11. sadece iyilik yapmaya, kötü düşünmemeye götün yiyorsa dini boşver azizim.
    0 ...
  12. 34.
  13. metalmilitan'ın dağıldığını gördüğümüz kapışma... bu sefer olmamış hacı... ben bunu saymıyorum... herhalde bir günde bu yoğunluk fazla geliyor... laf kalabalığını başkaları yer ama, ben yemem...

    şimdi şu saçmalığıa bak;
    --spoiler--
    ayette açıkça nüzul-i isa'dan bahsediyor denilerek kestirip atmak kolaycılıktır, hakikatbilmezliktir. ilgili yazımızda delilleriyle birlikte serdettiğimiz üzere bu ayetin nüzul-i isa ile alakası olmadığını, tam aksine nüzul-i isa'nın olmadığının kuran'da belirtildiğini görmüştük. bunu da uzun uzun delilleriyle açıklamıştık. o kadar delil üzerine tahin ile pekmez'in "bu budur gerisi martavaldır" tadındaki cevabı elbette kâle alınır bir cevap değildir. ufak eklemeler ve itiraz edilen noktalara cevaplarla birlikte bir önceki yazımızı iktibas edelim. zira o entryde yazarın bu iddialarının cevabı zaten mevcuttur.
    --spoiler--

    peki ben ne demişim;
    --spoiler--
    şimdi bundan ötesi martavaldır. burada, ayette apaçık bir şekilde uruc-u isa belirtilmektedir. bunun inkar edilecek bir tarafı yoktur. bunu inkar etmek, ayeti inkar etmektir, yazar bunu gayet iyibildiği için - bu seferlik- inkar yoluna sapmıyor, tevil yoluna sapıyor. diyor ki: oradaki "yükseltti" kelimesini -bu seferlik- gerçek anlamında anlamayalım, mecaz anlamına alalım. olsa olsa ne olabilir? hah buldum: yükseltti demek, şereflendirdi, onurlandırdı demek dersek, konuyu sallayıp atarız.
    --spoiler--

    hatta ne demişim;
    --spoiler--
    her neyse, uruc-u isa bahsinde fazla bile konuştuk. bu konu, yukarıda da gördüğümüz gibi, kuran ayetiyle sabittir ve bu noktada kıvırmaya yer yoktur. "nüzul-ü isa" konusunda ise böyle açık bir ayet olmamakla birlikte, senedi sahih, en muteber kitaplarda geçen hadisler vardır.

    bu konuya daha sonra gireceğim. yalnız arkadaştan ricam, burada telaşa kapılıp yeni şeyler ortaya atmasın. biraz sabırlı olsun. şimdilik sadece onun söylediklerinin ilk kısmına cevap verdim. ben diğer kısmı da halledeyim, adım adım gidelim...
    --spoiler--

    fark görülüyor değil mi? demogoji görülüyor değil mi? ben "uruc-u isa" diyorum, o "nüzul-ü isa" okuyor...

    ben çok basit meseleler getirdim burada; yazar hiç oralara esmiyor... diyorum ki;
    - hazret- isa'nın babasız olarak dünyaya gelmesi, hristiyanlıktan alınma değil de, göğe yükselmesi mi hristiyanlıktan alınma?
    diyor ki;
    - tssss...

    nereden bilebilirsin diyorum; tıssss...

    ondan sonra nisa suresindeki apaçık beyana -tekrar edeyim, uruc-u isa'ya dair beyana- hiç esmeden, al-i imran suresindeki anlamını bilmediği bir kelimeden martaval okumaya devam ediyor... sonra, bunu rasyonel olarak söylemiyormuş, kuran'ın mantığına göre söylüyormuş... bırak şimdi kuran'ın mantığını da, arapça biliyorsan, bana şunun cevabını ver:

    - arapça'da "seni öldüreceğim" sözü nasıl söylenir? kaç türlü söylenir?

    üstelik tuhaf olanı, nisa suresi'nde "kendime yükselttim" diyor, al-i imran suresinde ise "seni öldüreceğim ve kendime yükselteceğim?"

    siyak sibak düz gidiyorsun, peki de bağa, bir kelimenin mazi sigasıyla kullanılmasıyla muzari sigasıyla kullanılması arasında anlamabilim bakımından hiç mi fark yoktur? daha burada neden söz edildiğinden haberin yok senin, kalkmış, "kuranın 1400 senedir kimselerin anlayamağı anlamını" anlatıyorsun bana...

    geçelim bunu efendim... ha, unutmadan hazret-i idris meselesine de değineyim. eğer buradan yeni bir yangın çıkmayacaksa, sadece görüşüm merak ediliyorsa, sadece o kadarlık ve parantez içinde söyleyeyim:

    - islam tasavvufuna göre, hazret-i idris iki defa dünyaya gelmiştir; biri idris olarak, diğeri ilyas olarak...

    neyse, şimdi konu sapmasın: eğer uruc-u isa bahsinde muhatabın başka söyleyeceği yoksa, ben nüzul-ü isa bahsine geçeceğim...

    önemli not: uruc, yükselmek, yukarı çıkmaktır. nüzul: aşağı inmek... birbirinin -aynı değil- zıddı olan kavramlardır.




    -
    1 ...
  14. 33.
  15. sözlüğe abdestsiz ve besmelesiz giremeyeceğimizin resmidir. * *
    0 ...
  16. 32.
  17. helal dairesi keyfe kafidir, böyle mevzular bu şekilde konuşulsun yazalım.
    1 ...
  18. 31.
  19. selefi demogojisinin enteresan boyutlarını gördüğümüz kapışma... demogoglara "hakikati bayıltıp ırzına geçenler" diyen kimse, doğru söylemiş... çünkü başından beri gördüğümüz şey budur. amaç, her seferinde tekrar edeceğim bunu, birtakım ilahiyat konuları öğrenerek onlar üzerinde dini esaslar aleyhine spekülasyon yapmaktır. bu spekülasyonda başarılı mıdırlar? evet, başarılıdırlar. fakat konunun dinle, imanla, hakikatlerle hiçbir alakası yoktur.

    yalnız ben burada bir dezavantajımı belirteyim: spekülasyonun karakteri rasyonel olmasıdır. oysa din, rasyonel bir şey değildir. din, iman ve şehadettir. iman gaybadır. allah ol der ve olur. oluşun rasyonel olması gerekmez. oysa selefi spekülasyonun bir bölümü, dini rasyonelleştirme çabası olduğu için, imanı zayıf kimselere daha yakın görünür, modernist karaktere daha yakın görünür. bu atmosfer içinde dini hakikatleri savunmak, konuya bir adım geriden başlamaktır.

    olsun, ben ona da varım. bundan dolayı gocunacak değilim. çoğunluğun gözünde yenilmiş olmayı baştan kabul ediyorum. ben sadece ortaya konulan rasyonelik üzerinde spekülasyon yapabilirim. misal, sorabilirim:

    - bunu nasıl bilebilirsin ki?

    prensip olarak bilemezsin. yaptığın tek şey, "şurası akla uygun, burası değil" diye din üzerinde ahkam kesmektir. kendi aklına göre din uydurmaktır. yoksa 1400 ssenedir insanlardan gizli kalmış bir hakikati bulup ortaya çıkardığını mı düşünüyosun? bu nasıl olacak ki? rasyonalizmin bu zeminde zafer kazanabilmesi için, söylediklerinin gözlemlenebilir ve denenebilir olması lazım. oysa bu konuda ne gözlem yapabilirsin, ne deney? sadece mantık parendeleri atarsın, spekülasyon yaparsın...

    aslında burada hazret-i isa konusuna ortasından başlanıyor. oysa bu hikayenin bir de başı var. daha dorusu, nüzul-ü isa bahsi üç bölümlüdür:

    a) hazret-i isa'nın doğumu,
    b) hazret-i isa'nın urucu,
    c) hazret-i isa'nın nüzulü,

    burada dikkat ederseniz, arkadaş, b şıkkından başlıyor. a şıkkına hiç esmiyor. bundan sonraki bölümlerde, ben o konudaki görüşünü de öğreneyim isterim onun: hazret-i isa'nın doğumu hakkında ne dersin? senin demogojinde bunun yeri var mıdır? mantıklı mıdır? yoksa mantıklı olan, hazret-i meryem'e çirkinlik isnadı mıdır?

    ben bu ikincisini yapabileceğini sanmıyorum açıkçası: bugüne kadar hazret-i isa'nın doğumuna dil uzatmaya cüret eden bir selefi örneği görmedim ben... bu konuya inandıkları için değil; hazret-meryem'e günah isnad etmenin dehşetinden korktukları için edemezler. yoksa bu konu tek başına onların kurgularını bozmaya yeter. ben derim ki mesela:

    - sen şimdi hazret-i isa'nın babasız olarak dünyaya gelmesi konusuna inandın da, göğe yükselmesine mi inanamıyorsun? yani bir insan babasız olarak dünyaya gelebilir, bu mantıklıdır veya hristiyanlardan alınmamıştır; ama göğe yükselemez, bu mantıksızdır, hristiyanlardan alınmıştır.

    buna kargalar bile güler herhalde... aslında ben diğer yazılanlara da çok güldüm ama, buradaki çoğunluk bunun sebebini tam anlamayacak; nasıl olsa ben rasyonel görünmemenin dezavantajı içindeyim; kahkaham boşa gidecek diye korkuyorum... her neyse, uruc-u isa meselesine geçebiliriz sanıyorum:

    --spoiler--
    -"bir de inkarlarından ve meryem’e büyük bir iftira atmalarından ve "biz allah'ın peygamberi meryem oğlu isa mesih'i öldürdük" demelerinden ötürü kalplerini mühürledik. oysa onu öldürmediler ve asmadılar. fakat onlara öyle gibi göründü. onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, bu konuda kesin bir şüphe içindedirler. o hususta hiçbir bilgileri yoktur. sadece zanna uyuyorlar. onu kesinlikle öldürmediler. hayır, allah onu kendine yükseltti. allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. ehl-i kitab'dan hiç kimse yoktur ki ölümünden önce, ona iman edecek olmasın. kıyamet günü o, onların aleyhine şahitlik edecektir." [nisa: 156-157-158-159]
    --spoiler--

    şimdi bundan ötesi martavaldır. burada, ayette apaçık bir şekilde uruc-u isa belirtilmektedir. bunun inkar edilecek bir tarafı yoktur. bunu inkar etmek, ayeti inkar etmektir, yazar bunu gayet iyibildiği için - bu seferlik- inkar yoluna sapmıyor, tevil yoluna sapıyor. diyor ki: oradaki "yükseltti" kelimesini -bu seferlik- gerçek anlamında anlamayalım, mecaz anlamına alalım. olsa olsa ne olabilir? hah buldum: yükseltti demek, şereflendirdi, onurlandırdı demek dersek, konuyu sallayıp atarız.

    yav arkadaş, yapmayın komik oluyorsunuz... demek ki demogoji, her zaman rasyonel sonuçlar üretemeyebiliyor. öyle ya, orada "yükseltti" mi deniyor, "kendine yükseltti" mi deniyor? senin arapçan iyidir, şunu de bağa: "kendine onurlandırdı" diye bir şey var mıdır arapça'da? kendine niye onurlandırsın allah? onurlandırması gerekse, toplum için onurlandırır!!

    onu da geç, kafirler "meryem oğlu isa'yı öldürdük" dediği için allah onların kalbini mühürlüyor, selefiler de kalkıyor, "madem kafirler öldüremedi, gelin biz öldürelim, çaktırmadan yaparsak kalbimiz de mühürlenmez."... yahu arkadaş, bu nedir ya? böyle apaçık hüküm üzerinde spekülasyon yapılablir mi? insan utanır, sıkılır, korkar...

    ama hayır, nüzul-ü isa'yı gargaraya getirmek için, öncelikle "uruc-u isa"yı sallayıp atmak lazım... göğe yükselmediyse, geri dönmesi de sözkonusu olmaz... ama bunun için de, bu apaçk ayetin üzerinden adımlamak gerekir. onun gerçek olmadığını, mecazi olduğunu, ama başka bir gerçek olduğunu öne sürmek gerekir. nedir:

    --spoiler--
    -"... ey isa! seni öldüreceğim ve seni kendime yükselteceğim ..." [ali imran: 55]
    --spoiler--

    iyi de burası niye mecazi değil? cevap yok... sadece şunun için: işimize gelen yerler mecaz olsun, işimize gelmeyen yerler gerçek olsun, maksat demogojimiz yürüsün; maksat ehl-i sünneti yalanlayalım...

    ve bunun ardından "teveffüke" kelimesi üzerinde bir kavram spekülasyonu başlıyor. "seni öldüreceğim" anlamını vermek için, allah "teveffüke" demiş... şimdi benim arapçam yok; "teveffüke" yerne başka hangi kelimelerin kullanılabileceğini tam söyleyemem. ama eminim, yazar biraz dürüst olursa, bu noktaya benden daha yetkinlikle cevap verebilir: acaba, "seni öldüreceğim" anlamı, kaç türü söyleyişle verilebilir? kavram niye "vefat" alınır, ama başka bir şeyden alınmaz? (bu konuda pek çok kelime olduğunu tahmin edebiliyorum.)

    şimdi burada yazar bütün hadisleri çöpe atıyor, tefsirleri çöpe atıyor, onca ehl-i sünnet külliyatını çöpe atıyor ve diyor ki: teveffüke, seni öldüreceğim demektir, çünkü benim demogojime ancak böyle olması elverişlidir...

    peki, benim arapçam yok ama, lisan-ı osmani üstüne epey bir fennim var. okur yazarlığım var.daha kötüsü iştikak da bilirim. bu bilgilerim içinde şunu söyleyeyim ki, burada "teveffüke" kelimesinin seçilmesi içinde binbir hikmet vardır. bunlardan bir tanesi de "vefat" değil de "vefa" köküyle alakalıdır. ve bu anlamıyla kavramın manası "seni öldüreceğim" değil, şu demektir:

    - seni vefa ettireceğim!

    yani? senin sözünde durmanı sağlayacağım... nedir hazret-i isa'nın sözü? romantik bir üslupla şudur:

    - şimdi gidiyorum ama, dönüşüm muhteşem olacak!

    .......

    her neyse, uruc-u isa bahsinde fazla bile konuştuk. bu konu, yukarıda da gördüğümüz gibi, kuran ayetiyle sabittir ve bu noktada kıvırmaya yer yoktur. "nüzul-ü isa" konusunda ise böyle açık bir ayet olmamakla birlikte, senedi sahih, en muteber kitaplarda geçen hadisler vardır.

    bu konuya daha sonra gireceğim. yalnız arkadaştan ricam, burada telaşa kapılıp yeni şeyler ortaya atmasın. biraz sabırlı olsun. şimdilik sadece onun söylediklerinin ilk kısmına cevap verdim. ben diğer kısmı da halledeyim, adım adım gidelim...
    2 ...
  20. 30.
  21. açıklamaları gereken gündelik konular da olan yazarların arasındaki kapışmadır.

    (bkz: buzdolabı olmayan birine 10 kilo et vermek)
    1 ...
  22. 29.
  23. 28.
  24. 2- (bkz: geleneksel islam da nüzuli isa ve gerçekler/#16925996)

    konusuyla proğramımız devam edecek... yalnız bu gece eder mi, ben bilmiyorum. uykum gelirse etmez, gelmezse eder.
    0 ...
  25. 27.
  26. metalmilitan'ın birinci turu önde kapattığı görülen kapışmadır. hocam da belirtmiş; (bkz: #17285914)

    şimdi yalnız ben ikinci tura geçmeden önce, dersime neden çalışmadığımı kısaca izah etmek istiyorum. farketmez, bu izah sonuca etki etmeyecek olsun, ama hukukta bir prensip var: (bkz: vur fakat önce dinle)

    ben + olayım, o - olsun, mehdilik mevzuunda neden zayıf kaldığımı özetleyeyim:

    + ayetler?
    - açık bir ayet yok...
    + hadisler?
    - onlar hepsi uydurma...
    + alimler?
    - hata yapmış olabilirler...
    + veliler?
    - adam yerine koymuyorum...

    geriye ne kaldı? metalmilitan'ın muhakeme ve muhayyilesi... iyi de hocam, böyle bir "güç" karşısında nasıl dersime çalışabilirim ki? ne söylesem boşa gidiyor... hadisçiler uydurdu, mezhepler yedi, alimler yalan söyledi, veliler yalana ortak oldu... eee? burada benim söyleyebileceğim hiçbir şey kaldı mı? ben bin tane delil getireceğim mehdilik konusunda, ama hepsi uçtu gitti, bir tek metalmilitan'ın "içtihadı" kaldı!

    bu zeminde konuşulabilir mi? zaten selefilerin konuşulamaz tarafı da burasıdır. bunlar ne şiilere benzer, ne ateistlere... bir ateist, "kuran allah kelamı değildir" dedi mi, zaten konuşacak bir şey kalmamıştır. bir şii 1400 senedir hala ali-muaviye diye sayıklıyordur, hemen çırpıştırıp atarsın... ama bunlar tam yılan: işine gelen yerde hadisten delil gösterirler, işine gelmeyen yerde hadis madis iplemezler. sabah akşam dinde açık arar, kendi kafalarından din yapmaya uğraşırlar.

    bir süre sonra ikinci konuya geçeceğiz. orada apaçık ayet üzerinde ne türlü taklalar atıldığını, hadislerin nasıl yok sayıldığını göreceğiz. kendi mantık kurguları dışında hiçbir şey umurlarında değildir. tek dertleri, ehl-i sünneti tahrip etmektir. 1400 senedir islamın yanlış olduğunu, kendilerinin bu yalnışı düzeltmeye geldiğini söylerler; ondan sonra da mehdi yok derler... olum siz varsınız ya işte...

    daha önce gördük:
    - tasavvuf hint'ten alındı!
    şimdi görmeye başlıyoruz:
    - mehdilik şia'dan alındı. biraz da yahudiliken...
    - nüzul-u isa hristiyanlıktan alındı!

    daha bu iş nereye varacak bilmiyorum. birisi de çıkıp namaz sasanilerden alındı, oruç eski yunan'dan geldi derse, vay başımıza gelenlere... islam böyle bir şey midir yahu? onu oradan al, bunu buradan topla... 1400 senedir insanlar hak din diye bir masala mı inanmışlar?

    ben açıkça söyleyeyim: ben konuya böyle giren birine hadisten, alimden delil getirmem. galip sensin, yolun açık olsun derim. kendim ehl-i sünnet alimlerine inanmaya devam ederim... ben islamın selefilerin tadilatına muhtaç olmadığını, onun bütün temelleri ve binasıyla yıkılmayacak biçimde kurulmuş olduğunu düşünürüm. bundan başka da savunma yapmam....

    tamamdır, ben bu konuda yenildiğimi kabul edeyim. ama bakın biraz sonraki konuda; nasıl yenlidiğim repleyde daha iyi görülecek...
    3 ...
  27. 26.
  28. yazılanları objektif olarak okudum, okudum, okudum.
    açıklamalar saptırılıp konu dışına çıkılma
    kaçamak cevaplar verilip karşı tarafı ikna etme
    konu arasında geçişler soru işaretleriyle dolu olunup öylece bırakılma
    tartışılması gereken başlıkları atlayıp istenilen başlığa cevap verme
    ...bu yolla tahin ile pekmezin subjektif olduğunu gördüm. baştan sona kadar okudum. kısacası kalp kırmak istemem ama:
    (bkz: eline vermek) olayını görüyorum.
    3 ...
  29. 25.
  30. bu başlık ve bu başlık altında yazılan tüm yazıların özeti;

    (bkz: havanda su dövmek)

    edit: genç beyinsizler rahatsız.

    (bkz: eksi oy almanın dayanılmaz hafifliği)
    4 ...
  31. 24.
  32. bir süre sonra boşuna nefes tükettiğinizi anlayacağınız kapışmalardır.
    0 ...
  33. 23.
  34. aslında bu bölümü için yeterli gördüğüm kapışma... şimdi ben görüşlerim ortaya koyuyorum, metalmilitan görüşlerini ortaya koyuyor, gerisi okuyucuya kalmış... kendisi her bölüm sonunda kapışmacılardan birinin çıkarak "ben kaybettim" demesini teklif ediyor ama, bu pratikte pek mümkün değil... ben böyle diyecek durumda görmüyorum kendimi; zannederim kendisi de öyle demez. şu halde yapılacak şey, galip mağlup konusunu üçüncü kişilere bırakmaktır.

    ben sayın yazarın iddialarına yukarıda cevap verdim: (bkz: #17277452) (bkz: #17279847) son söylediklerine de tabii ki cevap vereceğim... bunun dışında konuyu kendi uzatırsa, çok ekstra bir şey olmadıktan sonra, bu konuya tekrar girmeyi düşünmüyorum. çünkü meseleler genel olarak anlaşılmıştır; tez ve karşı tezleriyle ortaya konulmuştur. bundan ötesi gereksiz tekrar ve yakışıksız inat olur.

    1) allah resulü'nün mehdilikten söz etmeye vakit bulamayacağı görüşü, metalmilitan'ın anlamsızca tekrar ettiği manasız bir görüştür. kıyametten, kıyamet alametlerinden, nüzul-ü isa'dan, deccal'den, dabbetülarz'dan uzun uzadıya söz eden allah resulü, sıra mehdi'ye gelince mi vakit bulamayacak? manasız bir hayalgücüdür; üzerinde durmuyorum daha fazla...

    2) ben burada yazarı, ehl-i sünnet'in kaidelerine selefi metoduyla saldırmakla itham ediyorum. kendisi böyle bir ithamı kesinlikle kabul etmiyor. gerçi ben bu inkarı anlıyorum: türkiye'deki selefilerin yüzde 90'ı "ben selefiyim" demezler; kendilerini ehl-i sünnet gibi göstermeye çalışırlar. ya hanefi olurlar, ya hanbeli olurlar, ya buna benzer bir şey... (ibn-i teymiyye de böyle yapmıştır.)

    pekala, yakından bakalım o zaman: yazar burada,
    - ehl-i sünnet'in dört hak mezhebini buruşturup atıyor.
    - en temel hadis kitaplarını karalıyor.
    - tasavvufu zaten hikaye demeye getiriyor.
    - imam-ı rabbani'yi, imam-ı gazali'yi bir kaşık suda boğuyor,
    - zorlasan muhiddin-i arabi'ye kafir demeye kadar varacak iş...

    bu nasıl ehl-i sünnet olmak?...

    3) gelelim zurnanın zırt dediği yere...

    "raviler yalancı"
    "muhaddisler aslında dediklerine kendileri inanmıyor"
    "alimler de hata yapabilir"
    "dört mezhebin her dediğine bakma sen"
    "mutasavvıflar zaten tırıvırı"

    ee, geriye ne kaldı? metalmilitan gibi bazı ehli sünnet karşıtı - benim selefi diye genellediğim - çağdaş reformistlerin iddiaları... onları doğrulamak için, bütün bir el-i sünnet tarihini kaldır çöpe at... bütün bir islam tarihini "şia özentisi" diye karala, iki tane ilahiyatçı selefiyi onların üstüne ko...

    kusura bakmayın da, ben oraya gelmem. hepsini bir yana bırak, al hacer-i mekki'nin "beklenen mehdi'nin alametleri"ni, tek başına delil benim için... yani yadırgayabilirsiniz, şunu bunu diyebilirsiniz, hiç de umurumda olmaz. ben de size derim ki,

    - bir veli ile filozofun farkını bilmeyen kişiden dini öğrenmem ben!

    4) imam-ı rabbani konusunda söylenecek bir şey yok. imam-ı rabbani, ehl-i sünnetin gözünde mehdimisal'dir; geçmişin muhasebecisi ve geleceğin müjdeleyicisi... o ne dediyse, ondan sonrası, onun üzerine kurulur. o, geçmişten neyi aldıysa o alınır, neyi bıraktıysa o bırakılır.

    onun için, ben bu konuyu "sığınmak", "kaçmak", "yenilmek" gibi görmüyorum. isteyen buna nazaran yenilgimi de ilan edebilir, hiç sorun etmem. fakat ben şuna inanırım ki, sağı ve solu binbir hurafeye de bulansa, islam içinde "korunmuş" ve "tertemiz kalmış" ince bir yol vardır. o da imam-ı rabbani'nin temsil ettiği, ehl-i sünnet çizgisinin büyük velilerinin sözcüsü olduğu yoldur.

    gerisi umurumda bile değildir. yok adnan oktar şunu demiş, mustafa islamoğlu bunu demiş... bana ne canım onlardan?...

    .....

    her neyse, ben artık ugün mü olur yarın mı, başka gün mü bilmiyorum ama, bu konuda söyleyeceklerime burada noktayı koyup,ikinci başlığa geçmek istiyorum;

    (bkz: geleneksel islam da nüzuli isa ve gerçekler/#16925996)
    0 ...
  35. 22.
  36. müspet sonuçlar doğurması beklenen kapışmadır. ayrıca keşke başlığın adı kapışma olmayaydı. münazara olsaydı. hakikat ellerimizde, meşveret edelim tartışalım elbet. hak ortaya çıksın da yanlış bilsekte olur. doğrusunu öğreten bulunur.
    2 ...
  37. 21.
  38. (bkz: #17275544) (bkz: #17275551) (bkz: #17275555) (bkz: #17275558) (bkz: #17275568) (bkz: #17275579) (bkz: #17275597) (bkz: #17275603)bu kısım saygı uyandırıcıdır. burada metalmilitan'ın asli kaynaklar üzerindeki yoğun dini bilgisini görüyoruz. açıkça söyleyeyim: en bu alanda kendisine rakip değilim. ben burada geçen ravi isimlerinn hiçbirini bilmem, onlrın kişiliklerini bilmem, iman şekillerini bilmem...

    bununla birlikte, yazarın muhakeme usulüne itiraz edebilirim. çünkü o birtakım teknik bilgiler seriyor gözümüzün önüne, bunlar üzerinde kendince muhakeme yürütüyor ve bu muhakemesiyle bizi kendi fikrine ikna etmeye çalışıyor. oysa yaptığı şey, biraz uzaktan baktığın zaman, hiç de kolay ikna edici bir şey değil... şöyle anlatayım:

    mehdilikle ilgili hadisleri, onların da bir bölümünü topluyor. bu hadislerin ravilerini tek tek ele alıyor ve bunların herbirinin de güvenilir kimseler olmaktan uzak olduğunu iddia ediyor... iddiasını doğru kabul ettiğimiz takdirde şöyle bir sonuç ortaya çıkıyor:

    - birbiriyle alakasız, belki hiç birbirini tanımayan ve hepsi de bazı noktalardan güvenilmez olan onlarca adam, bir köşeye çekilip aynı konuda aynı "yalan"ı uyduruyorlar... yani mehdilik konusu aslında yok; ama birbiriyle alakasız onlarca adam, bilmem hangi ortak maksat veya menfaate binaen, bu konuda oturup hadis uyduruyorlar ve daha kötüsü, bu uydurdukları hadisleri, en büyük hadis alimlerine kabul ettiriyorlar, onları da kötü emellerine alet ediyorlar.

    kusura bakmayın da allame-i cihan olsanız, beni böyle bir fikre ikna edemezsiniz. mehdilik konusunda onlarca hadis var mıdır? vardır. bu hadisler, en güvenilir hadis kitaplarının 4'ünde ismiyle geçmekte midir? geçmektedir. bütün ehl-i sünnet mezhepleri, bu hadisler ve onların bahsettiği mehdilik konusunun hak olduğunda, ister asli kaynaklar yoluyla olsun, ister tali kaynaklar yoluyla olsun, ittifak etmişler midir? etmişlerdir.

    eee? geriye ne kalıyor? bütün bunları yalanlamak ve yok saymak o kadar kolay mı? isterseniz sabahlara kadar kitaplar üzerinden kalkmayın, bu var olan şeyleri değiştiremezsiniz. yapabileceğiniz tek şey, bu değiştiremeyeceğiniz gerçeklerin altına, çirkin ve yakışıkız maksatlar izafe etmektir; zaten de onu yapıyorsunuz... oysa bu "güvenilmez" denilen adamların hepsi, sözlerini en güvenilir hadis kaynaklarına, yani sahabilere dayandırıyorlar, onlardan alıyorlar.

    yazarın kendisinin de itiraf ettiği gibi, mehdi konusunda onlarca hadis vardır ve bunlar kütüb-ü sitte'de geçmekte, ehl-i sünnet mezhepleri arasında da kabul görmektedir. ehl-i sünnet içinde mehdiliğin olup olmadığı knusunda bir tartışma yoktur. bu gerçeğe saldıranlar, bir kısım selefilerdir. yazar, kendisinin bunlardan olmadığını söylüyor; ben tabii bunları kendi içine dallara ayırmadan, ehl-i sünnet kaynaklarına saldıranların tümüne "selefi vehhabi" diyorum. oysa bunlar bir çok gruptur: mezhepsizler, mealciler, reformcular, vesaire vesaire... ben yazara kibarlık olsun diye "mezhepsiz" değil, "selefi görüşler taşıyor" diyorum...

    olayı başka bir yere de götürebilirim: diyelim ki yazar, bütün iddialarında haklıdır. yani bu mehdilik konusu, öncelikle şia tarafından uydurulmuş, daha sonra onlardan görerek ehl-i sünet alimleri tarafından benimsenmiş olsun... öyle bir şey yok ama, diyelim ki öyle olsun...iyi de bu durumda da ben yazar gibi düşünmem ki... kimin gibi düşünürüm, biliyor musunuz? imam-ı rabbani gibi; ona uyarım...

    burada ne demek istediğimi, bu konularda benden daha yetkin olan yazar çok iyi anlayacaktır. şu demektir bu: hadis kitaplarındaki mehdilikle ilgili bütün hadisleri çıkarın... bu konuda ehl-i sünnet geleneği içinde yazılmış olan bütün eserleri de kaldırıp atın... mehdilik konusunun şimdiye kadar sadece şia arasında geçtiğini, ehl-i sünnette hiç gemediğini farzedin...

    bu takdirde bile, imam-ı rabbani gibi bir adam gelip, "ahir zaman mehdisi vardır ve gelecektir" derse, benim için tartışma biter. o var diyorsa vardır.

    bakın, ne kadar aşağılara indim, ne kadar aşağıdan tuttum konuyu... aslında bunu yapmamın sebebi var: selefiler veya islama dıştan bakanlar zannediyorlar ki, islam, "biri bir yalan uydurmuş, herkes ona inanmış" dinidir. yok böyle bir şey... islam, her adıma yenilenen ve yeniden doğrulanan bir dindir. çevreinde binbir hurafe türeyebilir; fakat onun bir ana güzergahı vardır ki, oraya yalanın zerresi giremez, gölgesi düşemez.

    bunu da ehl-i sünnet bağlıları ve tasavvuf yolcuları dışında hiç kimse anlayamaz. çünkü onlar için allah, dünya işleriyle alakayı kesmiş hayali bir varlık, kur'an da 1400 sene öncesinde kalmış bir faideli kitaptır. tekrar ediyorum: yok böyle bir şey...
    2 ...
  39. 20.
  40. bu denli gayri ciddi platformlarda tartışılmaması gerektiğini düşündüğüm konulardır.
    2 ...
  41. 19.
  42. (bkz: #17275537) sataşmaya hiç bakmayıp direkt sürdüreceğim kapışmadır. zira aksi takdirde yol alamayız, bu bir... ikincisi, savunduğum karşı tezlerin ikna edici olup olmadığına bırakalım da üçüncü kişiler karar versin... üçüncüsü de; ben baştan başladım, sırayla gidiyorum, ötekileri daha okumadım ve sadece başta verdiğim numaraya ait görüşü cevaplıyorum... sayın kapışmacı biraz sabrederse, ötekilere de geleceğim.

    şimdi ben öncelikle imam hatip mezunu değilim, ilahiyat okumadım, arapça bilmem. dolayısıyle bir kaynaktan bahsederken, onun türkçe tercümesinden söz ederim. eğer bu türkçe tercümede bir tahrifat olduğu iddia ediliyorsa, iddiacı getirsin bunu, işte orijinali şöyledir, tercümesi böyledir diye ortaya koysun, hepimizi ikna etsin...

    şia'da mehdilik konusunun ehl-i sünnette olduğundan daha güçlü bir konu olduğunu biliyorum. yalnız bunun ibn-i sebe ile bir alakası yoktur. ibn-i sebe, şianın öncüsü olan bir yemenli yahudidir. yaptığı şey, hazret-i ali'yi aşırı ululamaktan, onun rızası olmadan onun adına hak iddia etmekten ibarettir. yoksa ibn-i sebe'nin mehdilik mevzuunda tek laf ettiğini duymadım, bilmiyorum.

    şiada mehdilik neden vurguludur? çünkü şianın tahrik edicisi ibn-i sebe olmasına rağmen, onun fikri kökenleri zerdüştilik ve maniheizmdir. bu iki inançta "kurtarıcı" motifi, hatta "kurtarıcının tenasuhu -yeniden bedenlenmesi" motifi çok yaygındır. şia, eski iran dinlerinin bu inancını islami motiflere boyayarak devam ettirmiştir. anadolu aleviliğine de buradan geçmiştir.

    sık sık çıkan şii ve alevi isyanlarının herbirinde, isyanın lideri mehdi olduğunu iddia eder. ama bu mehdi, ehl-i sünnet inancındaki mehdi değildir. genellikle eski kahramanların ve dini önderlerin "yeniden bedenlenmişi" iddiasındaki bir mehdidir. maniheist modelde bir mehdidir.

    mehdilik konusunun kerbela döneminde birdenbire hatırlanmış olması durumu eğer gerçekse, bundan daha tabii ne olabilir?.. ortada kıyamet gibi bir hadise vardır. allah resulü'nün nur torunu ve ailesinden bazılarının vahşice katledilmesi vardır. insanların böylesine dehşetli bir durumda kıyameti hatırlamaması ve mehdi beklememesi sözkonusu olabilir mi?

    şia tarihi, sadece ehl-i sünnete isyan tarihidir. her dakika şiiler arasından bir "mehdi müsveddesi" zuhur eder ve ehl-i sünnete isyan eder. şiilerin, dışa karşı hiçbir hamlesi ve islama katkısı olmamıştır. 1400 senedir, sadece "mehdi" çıkarmışlardır. sadece bu durum bile, ehl-i sünnetin mehdiliği oradan almadığının apaçık delilidir. akıl var mantık var: ehl-i sünnet, niye şiadan alsın? bilakis, onları da yatıştırmak için "böyle bir şey yoktur, uydurmadır" derdi. oradan niye alsın bunu? niye durduk yerde kendini vuracak silahı üretsin?

    bu iddia bir hayal ürünüdür. hatta şu kısmı direkt safsatadır:
    --spoiler--
    (1) hiçbir şey yapmayıp mehdi'sini bekleyen bir ümmet.
    (2) ben mehdi'yim diyerek ortaya çıkıp taraftar toplayan ve faaliyet zemini bulan şarlatanlar.
    (3) mehdiliğine delil bulmak için uydurulmuş bol miktarda hadis.
    (4) amacına ulaşmış bir yahudi topluluğu.
    (5) gerçekleri söyleyince birileri tarafından ehli sünnet'i yıkmakla suçlanan doğruya doğrucular.
    --spoiler--

    arkadaş, sen islam tarihini nasıl buraya indirebilirsin? ehl-i sünnet, bu maddelerde gördüğümüz şey midir? dünyanın yarısına islamı yayan o dinamizmle, bu senin söylediğin pasifizmin ne alakası vardır? viyana kapılarına kadar dayanan o aksiyon ruhunun, bu senin anlattığın şeyle ne ilgisi vardır?(belki günümüzdeki durumu kastediyorsan, haklısın. ama günümüzdeki durumu kastetmenin yeri midir? ehl-i sünnet kaynaklarındaki mehdi inancını tartışmıyor muyuz?)

    benim hayatımda duyduğum en saçma iddialardan biridir diyebilirim, ehl-i sünnetin mehdi inancını şiilerden aldığı... bu şuna benzer: hani kürt gençleri sürekli dağa çıkıyor, isyan ediyor. türkiye devleti de hem onların isyanını bastırmaya uğraşıyor, hem de onlara "dağa çıkmak vatandaşlık hakkıdır, dağa çıkın, silahlanın" diye öğüt veriyor... böyle bir şey olabilir mi yahu?

    bu mantık gerçek olsa, ancak tersinden olurdu. ehl-i sünnet, onlardan almak yerine, onları görüp bu işten vazgeçerdi. halbuki bu konuda -daha sonra değineceğimiz gibi- onlarca hadis olduğu ve bu konu doğrudan doğruya allah sevgilisi'den geldiği için, ehl-i sünnet bu anlayışı benimsedi ve yaşattı.
    0 ...
  43. 18.
  44. öncelikle şuradan başlayacağımız kapışma: (bkz: #16889512)

    şimdi burada, tipik bir selefi demogojisi görüyoruz. demogoji nedir? kelimelerin gelişinden gidişinden sahte manalar çıkarmak ve hakaikati bayıltıp ırzına geçerek, sanki hakikate benzer bir şey söylemektir. selefilerin en büyük sanatı budur. eski yunan sofistlerinden sonra, tarihin kaydettiği en büyük demogoglardan biridir selefiler.

    şimdi arkadaş, ne alaka falan der, ben selefi değilim der. onun kalbini bilemiyoruz. ben ileri sürdüğü fikirlere bakarak konuşuyorum. bir fikir eğer demogoji metodunu kullanarak ehl-i sünnet itikadının temellerine saldırıyorsa, ben ona selefi derim; isterse yok değilim desin... tıpkı "yumurtlayan her canlı, dişidir" gibi bir şey bu; kendisi isterse ben değilim desin...

    selefilerin, ehl-i sünnetin temellerine saldırmaktan başka hiçbir işi, görevi, mesleği, yolu yoktur. onların 7/24 yaptıkları şey budur. nitekim burada mehdilik meselesinin seçilmesi de tesadüf değildir. bu mesele, ehl-i sünnetin dört hak mezhebinin tümünün üzerinde ittifak ettiği bir konudur. füruat (ayrıntı) değil, itikattır.(temel)

    yalnız burada bir ince husus var: mehdilik konusu, "müphem" bir konudur. yani apaçık tayin edilmemiş ve herkese bildirilmemiştir. müteşabih (sembolik ifadelerle verilmiştir; çünkü geleceğe dair bir haberdir. burada selefilerin asıl yapmak istediği de, allah resulü'nün geceğe dair haber verebileceği itikadını yıkmaktır; mehdilik konusu bunun bir aletidir. ama çömezleri bilmez bu "asıl amaç"ı; şeflerinin nasıl yaptığını bu işi, yeri gelirse isim vererek anlatırım. şunu bilelim:

    - ingiliz işgali altında ortaya çıkmış bedevi milliyetçiliğinin entel boyutunu temsil eden selefilerin asıl amacı, allah resulü'nün peygamberlik vasıflarını budamak, onu arap milliyetçiliği için gerekli sıradan bir filozof ve kabile şefine çevirmektir. evet, onun önderliğini kabul ederler; ama eski bir arap filozofu ve lideri gibisinden...

    ben şimdi girizgahı kısa tutayım da buradaki demogojileri tek tek göstereyim istereniz:

    1. mehdi kelimesinin sözlük anlamı: evet, bunu bulmakta haklıdırlar, ama bu mehdi olmadığı anlamına mı gelir? aynı mantıkla peygamber (veya nebi) "haberci" demektir. o zaman her "haberci" peygamber sayılır. postacılar, gazeteciler, çeşitli haber siteleri, hatta dedikoducu mahalle kadınları... oldu mu? mantık olarak evet, onların mantığına uygun; ama gerçek öyle mi? (aynı demogoji mantığına uygun örnekleri çoğaltmama gerek var mı?)

    2. islam'dan önceki kavimlerin kurtarıcı beklentisi: bu sadece yahudilikte değil, hemen hemen tüm eski medeniyetlerde vardır. ancak bu konunun mehdi bahsi ile alakası yoktur. bu "son peygamber" beklentisidir. her kavme gelen peygamber, "son peygamber"i müjdelemiştir. ve insanlık içinde böyle bir beklenti oluşmuştur. (aynı şekilde kıyamet haberi de verilmiştir her kavme, o da mı oradan geldi?)yahudilikteki konu ise biraz bundan farklıdır: o "mesih"in haberidir.

    bunların hiçbirinin mehdilikle bir ilgisi yoktur. mehdilik, tamamen islam ümmetine verilmiş bir haberdir.

    3. mehdilik konusunun şiadan gelmesi: doğru değildir. ehl-i sünnet, kendi kaynaklarında sahih olmayan hiçbir şeyi şiadan almamıştır. doğrusu, mehdilikle ilgili haberlerin ehl-i sünnet ve şiada ortak olmasıdır. bu da konunun gerçekliğine ayrıca bir delildir. bu, ilk müslümanlar arasında bilinen bir konu olduğu için, ilk ayrılıklar içinde de mehdi inancı yer etmiştir. tam aksine, mehdinin olmadığı görüşü sonradan uydurulmuştur. hatta o kadar sonradan ki, bu kadar olur.

    4. ehl-i sünnet kaynakalrında mehdiliğin geçmemesi: doğru değildir. kütüb-ü sittenin ilk iki kitabında (buhari, müslim) mehdi ismen geçmez, konu olarak "meryem oğlu isa" ve "deccal" ile birlikte tabii ki geçer. "kahtani", "imam" veya "halife" olarak bahsedilir. kütüb-ü sitte'nin diğer dört kitabnda ise (Nesai, Tirmizi, Ebu Davud, ibn-i Mace) ismi ve cismiyle geçer.

    bunlar yetmz mi? nerede geçtiklerini de göstereyim mi? söylediğim yeterli olmazsa onu da yaparım. yalnız konu fazla uzar diye kesiyorum. itiraz eden olursa, aynen aktarırım...

    bunun dışında dört hak mezhepte de geçer. diyelim ki, şu dendi, bu dendi, hepsine mazeret bulundu... buyurun apaçk örnek, imam-ı azam'da geçer, yetmez mi:

    --spoiler--
    Deccal'in ve Yecüc'ün çıkması, Güneşin batıdan doğması, isa (as)'ın gökten inmesi ve sahih haberlerin getirdiği diğer kıyamet alametleri haktır ve olacaklardır. Kıyametin büyük alametlerinden daha başkaları da vardır. Örneğin Mehdi (as)'ın gelmesi gibi. Bütün bu olaylar sahih haberlerin getirip söylediği gibi haktırlar ve gerçekleşeceklerdir. (Fıkhı Ekber Tercümesi, imamı Azam Ebu Hanife, Hazırlayan Ali Rıza Kaşeli, s. 99)
    --spoiler--

    yani hazret-i isa'nın nüzulü, ehl-i sünnet kaynalarının tümünde tartışmasız geçer. mehdi ise bazılarında ismen geçer, bazılarında tarif yolu ile...

    .........

    bugünlük bu kadar ehl-i sünnet dersi yeter mi? diğer konulara daha sonra bakacağım...
    0 ...
  45. 17.
  46. Dindarların "inandığı" şeylerden örnekler vererek çürütmeye çalıştığı teorilerle dolu kapışmalardır. Arkadaşım zaten mesele senin inandığın şeyin somut olmaması ve karşıdakinin ona inanmaması. Mantık hatasını görmüyor musun?
    0 ...
© 2025 uludağ sözlük