2 gün sonra (19 Şubat 2011 Cumartesi) katledilişinin 39. yıl dönümü olan ve "Türkiyedeki Devrimci Mücadelenin Ölümsüz Neferi" olarak nitelendirilebilecek güzel yürekli halk adamıdır
Ulaşa Ağıt şarkısı kendisine yazılmıştır, eşitlikçi,özgür düşünceyi kendisine esas almış ve ömrünün sonuna kadar peşinden gitmiş, hayatı sol pencereden izlemiş, abi, kardeş, yoldaş...
beni kara toprakta degil, hakikati anlamış insanlarin yüreklerinde (beyinlerde) arayin."
şeyh bedreddin
ulaş bardakçı'ları çöp olmakla itham edenlere kapak olacak nitelikte bir cümle..
türkiyede yaşayan tatlısu devrimcilerinin liderimiz dediği, harcanmış insan. yazık tabi genç biri insanın kendince çok dolu, çok kutsal ama aslı incelendiğinde bomboş bir ideoloji uğruna ölmesi. mahir ulaş, sonsuza kadar savaş demek yerine, bu sözleri söyleyenler savaşsın bakalım. oluyomu öyle hamasi nutuklarla devrimcilik oyunu.
hoca şimdi benim anlamadığım bi şey var..bu gençler iyi niyetle bir şeyler düşünüyor..eyvellah.iyice gaza geliyorlar..sonra silaha sarılıp birilerinin canına kast edince "kahramanca vuruştular" oluyor...bunlar ölürse "katledildi" oluyor..
yani hollywood klişesi olduğu üzere "filmin bi yerinde silah göründüyse mutlaka patlar"..
yani yapmasalar iyiymiş...allah rahmet eylesin..
bir çelişkinin bünyesidir. öldürdükleri israil başkolonsolosu efrahim elrom un karısı, bir kaç yıl önce bir türk gazetesine verdigi röportajda, eşinin mossad ajanlarınca öldürtüldügünü, eşinin katilinin aslında israil devleti oldugunu ifade etmiştir, cinayetin sebebinin ise, o yıllarda ,israille türkiye nin ilişkilerinin en alt düzeyde olması ve bu cinayet ile türk devletinin suclu pisikolojisi içinde israille kurdugu yeni ilişki oldugunu belirtmiştir.
e hani, "mahir, hüseyin, ulaş, kurtuluşa kadar savaş" nerede kaldı, kimin kullandıgı belli olmayan bir eli silahlı insan grubunun üyesi oldugu anlaşılıyor, düpe düz kullanılmışlar ve bunuda canları ile ödemişlerdir.
deniz gezmiş in o silhları abd lilerden aldıgı da ispatlanmıstır bu arada.
Sen militanım,
yavruma ismini verdiğim ULAŞIM
Simgesi kurtuluşumun aslan kardeşim.
Hiç yılmadın oligarşinin zindanlarında biliyorum
Kalbin dışarıda attı durmadan
Ve... çıkınca oradan dışarı
Kaptın mavzerini
düşene kadar hiç bırakmadın.
Hale Özgür Kıyıcı'nın ( öğrenci liderlerinden taylan özgür'ün ablası ) Ulaş Bardakçı anısına kaleme aldığı mektubun tam metni şöyle:
Ankara'nın ve ODTÜ'nün en renkli simalarından biriydi Ulaş. Annem babam da çok severdi Ulaş'ı Taylan'ın öldürülüşünden sonra istanbul'a geldiğinde annemlerde kalır ve iskambil kâğıtlarıyla yaptığı el becerilerini sergilemekten çok mutlu olurdu.
Ulaş Bardakçı, 19 Şubat 1972 yılında öldürüldü. Maltepe Askeri Cezaevi'nden Mahir, Cihan, Ömer Ayna ve Ziya Yılmaz ile birlikte firarından sonra Arnavutköy'de saklandığı evde öldürüldü. Ardında bir dolu sır bıraktı.
Taylan'ın öldürülüşünün üzerindeki sır perdesi, çürük elmaları ayıklamaya kararlı demokrasiden yana kişilerin de desteği ile sanırım aralanacak gibi, Ulaş Bardakçı, Kızıldere, vb. sanırım aydınlanacak/ aralanacaktır. Yeter ki; bu katliamları çözmek için uğraş verelim. AT izini, iT izine karıştırmadan. Biraz cesaret!
Ulaş Bardakçı'nın katledildiği ev Arnavutköy'de. Bu evin sahibelerinden biri kamuoyundan hep saklanmıştır.
Nasıl mı?
12 Mart'ın MiT'çilerinden Mehmet Eymür'ün kitabını okursanız göreceksiniz neler, neler varmış. Bir varmış-bir yokmuş:
"L.A. bir kız arkadaşı Ş.S ile beraber bu evde yaşıyormuş. Ş.S ise izmir sıkıyönetim komutanının kızı idi."
Uğur Mumcu gibi bir araştırmacı-gazeteci çıkacak. Bu dönemleri araştıracak. Bu ilişkiler ağında herkesin nereden geldiğini söyleyecek. Nerelere savrulduğunu yazacak ve ölenlerin hala 20'li yaşlarda tertemiz olduklarını anlatacak. Onlar pisliğe bulaşmadılar, siz neredesiniz beyler, hanımlar diyebilecek. Eski arkadaşlarla sohbet ederken, konu Ulaşın kaldığı evi kimin söylediğine geldiğinde, bir arkadaşımız, Osman'a dönüp; "Bu soracağım soruyu ilk kez ve son kez soruyorum. Gazeteci bir arkadaşımla beraber, istanbul I. Şube'de gözaltına alındığımda, senin o eve polisleri götürdüğünü bana söyledi gazeteci arkadaşım. Bu doğru mu? Osman'ın yanıtı "Ben değil, Rıza götürdü" olmuştu.
Ama bunu Rıza'ya soramazdık. Rıza yeni ölmüştü...
Rıza; Cihan'ları kamyonetin arkasında, eşya sandıklarının içinde, Ankara'ya götüren Samsun'lu TiP kökenli herkesin bildiği, sevdiği bir arkadaşımızdı.
Epey önceleri Rıza'yla, Osman'ların evinde karşılaştığımızda; istanbul-Ankara yolculuğunu çok konuşmuş ve tartışmıştık. Kafamıza takılan tüm soru işaretlerini cevaplandırmaya çalışmıştı. Ertan Saruhan'la beraber Ankara yolculuğunu, Cihan'ları nasıl götürdüğünü...
"Ben takip edildiğimizden emindim. Bu duygularımı Ertan'a da anlattım. Bizi karşılayan kişilere de bunu ilettiğim de evham olduğu konuşuldu. Cihan beni ciddiye almıştı. Bizi karşılayan ekip THKP-C'nin askeri kanadından subaylardı. Her yerde Maltepe Cezaevi'nden firar edenler aranıyor, biz istanbul-Ankara yolunda bir kere bile durdurulmamıştık. Cihan'ın tek derdi, Denizleri cezaevinden, ölüm pahasına da olsa almaktı. Ölümü göze almıştı. Bunu dinlediğimde, bu işin geriye dönüşü olmadığını kavramıştım."
Rıza'nın ağzından bu anlatımlara tanık olanlar hala sağdır.
Cihanların Levent'teki evden ayrılmasından sonra, Ulaş; o evde bulunduğu bir gün, ev basıldı ve çatışma çıktı. Ulaş o evden sağ olarak kaçtı; Arnavutköy'deki eve buradan gitti.
Evin sahibelerini tanıyan, tiyatro sanatçısı olan şahsın da anlatacakları olmalıdır. ABD'de yaşayan emekli MiT mensubunun anlattıklarına, bir cevapları olmalıdır.
Arnavutköy'ü anlatacaklar eminim çıkacaktır. izmir sıkıyönetim komutanın kızının bu olaylardan nasıl kurtarıldığını MiT mensubu Mehmet Eymür anlatmaya başlamış. Diğer kişiyle (L.A'nın başka bir soyadı daha var; 'Eskiyerli'. iddianamede yazıyor.) ilgili ise çok duygu dolu anlatımları var:
" sohbet etmeye başladık. Rahatlamıştı. O günden sonra L.A ile aramızda, orada bulunan diğerlerine kıyasla, yakın bir ilişki başladı. Nöbetçiler vasıtasıyla beni çağırttırıyor, yanında oturup kendisiyle konuşmamı istiyordu.
Hemen her gün L.A'nın odasına gidip uğruyor oturup konuşuyordum. Ayrılırken üzülüyordu.
Bir gün Hiram Abas, benim bir baskında öldüğümü söylemiş, L.A çok üzülmüş ve ağlamış. L.A. ile yakınlığımı, Memduh paşaya ve diğerlerine de söyledim (...) Bir sol yayında Ziverbeyi anlatırken, Hiram beyden bahsetmiş ve onu tanımadığını, işkenceci ve sadist olduğunu söylemişti. Bana ise torpil yapıp, hatıratında bahsetmemişti. Onun bu kitabı okuyacağını ümit ediyor ve içten mutluluk dileklerimi yolluyorum.
Gerçek şu ki; işkencenin reçetesi yazılmaz. Herkesin pes diyebileceği bir nokta da olabilir. Verilen bilgiler kayıtlara da geçmemiş olabilir. Olabilir ve bunu da polis bilir, ama ölüme gittiğin arkadaşlarından sakladığın için onlar bilmez, bunlar yazılmaz ama, vicdanınız ne durumda!
Hala ahkâm kesmek niye? Sürekli bozuk plak gibi, sanki hiç teslim olmamış gibi hava atmak niye? En "hakiki" devrimci pozları sergilemek niye? O ölenler, 20'li yaşlarında yaa; Bu günahları ile yaşayanlar ise kaç yaşına geldiler.
Sahil kasabalarında çok araziniz olabilir. Şato gibi evleriniz de olabilir. Vakıflardan aldığınız paralarla devrimcilik de yapabilirsiniz. Elleri kana bulanmış insanları da savunabilirsiniz, milletvekili, bakan, olabilirsiniz. Ama sizleri gölge gibi takip eden, ihanetlerinizden kurtulamazsınız.
11 Şubat tarihinde gözaltına alınan 2 kişi var, 12 Şubat tarihinde gözaltına alınan da 2 kişi Ve ardı-arkası kesilmemiş, gözaltına alınanların. Tam 438 kişi davaya dahil edilmiş, 53 sanık hakkında görevsizlik, 5 sanık hakkında yetkisizlik, 114 sanık hakkında kovuşturmaya yer olmadığı, bir sanığın soruşturmanın geçici olarak tatili, 9 sanık hakkında soruşturmanın tefriki kararı verilmiş. iddianame ve gerekçeli kararda yazılanlar, tabii ki her zaman geçerli/ doğru olmayabilir. Ziverbey de yapılan işkencelerin ne olduğunu orada yaşayanlar bilir. Hangi şartlarda o ifadelerin alındığı da malum. Ama bir gerçek var ki; sorulmayanları da anlatanlar vardır...
20'li yaşlarında bu ülkenin insanları için, inandıkları yolda ölümü göze almış, şimdi hepimizin çocuklarından bile küçük olan, bu yurtseverlerin anılarını, politikalarınıza, sanatınıza, var olmanıza alet etmeyin.
bugün 'yahudi kesek', 'kahrolsun israil' diyenlerin o zamanlar yapamayacağı şeyi yapan... ve hatta 16 şubat 1969 tarihinde kanlı pazarda kahrolsun emperyalizm diyenlere, saldıranlarca bugün aşağılanan...
devletin anayasal düzenini silah zoruyla değiştirmeye kalkışmaktan suçlu bulunan ve devletin kolluk kuvvetlerine silahlı mukavemette bulunurken öldürülen terörist. ülke topraklarını başka bir ülkenin * topraklarına dahil etmek gibi hain planları olan bu teröristlerin böyle ulu orta övülebilmesi, isimlerine şarkılar yazılabilmesi de hukukumuzdaki noksanlıklardan biridir sanırsam.