Çoğu kişi Türkçü kelimesini sıradan ırkçılıkla birleştirir.
Türkçü, Türk milletinin menfaatlerini el üstünde tutan, kendine düşman olana düşman kişidir ki bu tüm dünyada kendi milletine düşman olana düşman olmakla aynıdır. Tek fark emperyalizm kuklası yapmak istediği ülkelerde milliyetçiliği, kukla hükümetler, yönetimler, yöneticilerle bu fikri ayaklar altına aldırır.
Buna en güzel örnek Banu Avar ın Patrick Deveciyan ile röportajıdır;
Banu Avar: Siz bir Ermeni olarak 1915 olayları hakkında ne düşünüyorsunuz?
Patrick Deveciyan: Ben Ermeni değilim Fransız’ım.
Banu Avar: Ama siz Ermeni kökenlisiniz.
Patrick Deveciyan: Burası bir ulus devlet ve ben de Fransız yurttaşıyım. Yani Fransız’ım.
Banu Avar: Ama siz değil misiniz Türkiye’de, Kürt, Laz, Çerkez, Süryani denilmeli diyen?
Patrick Deveciyan: O başka.
Bu noktada Türkçü tarihini bilmek zorundadır. Kültürünü özümsemiş, tarih bilinci gelişmiş olmalıdır. Sadece politika değil bilim, edebiyat, felsefe, fizik,matematik... gibi pek çok konuda kendini geliştirmiş, eğitmiş olmalıdır. Dinlerin dogmalarından uzak kainatı avcunun içine almalıdır. Bilgi çağında cehalet seçimdir ve bir Türkçü için cehalet kabul edilemez.
Sirius un çocukları göklerdeki atalarına layık olmak istiyorlarsa ise bilgi ile barışmalı, bolca okumalı ve bildik sloganlardan kurtulmalıdırlar.
Kuru slogan ile Türkçülük olmaz.
mehape'nin ve bahçeli bunağının tekelinde olmayan görüştür. ama bazı sığ kafalı insanlar bunu ülkücülükle bağdaştırır ve türk milliyetçiliği diyince akıllarına auu diye uluyan ülkücüler gelmektedir. bu ise kendi görüşünü benimsemeyen herkese faşist diyen dar bir zihniyetin ürünüdür. asıl faşist bunlardır. kesinlikle kürtçülükle aynı değildir. son 10 yıldır her yerde kürtçülük pompalandığı için, ülkücülerin de ümmetçilere yaklaştığı için bu görüş artık revaçta diyebiliriz. fakat yakarız, yıkarız diyen 3.sınıf türkçüler de türemiştir. onları ciddiye almıyoruz. kürtçülük bu ülke için zararlı bir görüştür. bölücüğe gider ama türkçülük bu ülkeyi kuran görüştür. en büyük türkçü de kurucumuz liderimiz başbuğ mustafa kemal atatürk'tür. türkçülüğün babası da ziya gökalp'tır. türkçülük, türk milletini ileri taşımayı hedefler, diğer milletleri dışlamaz. bu görüş ırkçılık değildir. avrupa dediğiniz medeniyet fransız ihtilalini yaşadı ve bugünlere geldi. nerede bir ırksız, solculuk adı altında kürtçülük yapan soysuz varsa bunun faşist bir ideoloji olduğunu söyler. ülkemizdeki azınlıklar, türklüğü gayet de kabul edip türklerle uyum altında yaşarken sadece malum ırk sorun çıkarmaktadır. milliyetçilik yapacaklarsa kendi ülkelerini kursunlar, orada yapsınlar dedirtir. diğerleri rahatsız olacak diye bu görüşten vazgeçecek değiliz. bu ülkeyi yine türkçülük birleştirecektir. ümmetçilik, islamcılık, kürtçülük, komünizm gibi içi boş, ucube ideolojiler bu ülke için ancak zarar getirir.
Önce Türkçülük hareketinin çıkış noktası doğru saptanmalı. Osmanlı'daki çıkışı halkçılıktır. Rusya'daki Cedit'ler de hem iaik, hem halkçıydı. Pan- Slavizm'e başkaldırmışlardı, ulusal kurtuluş programı içindeydiler. Sevres Muahedesi'nden itibaren iki Türkçülük birleşmiştir. Çünkü Anadolu Türkçülüğü de, Batılı emperyalizme karşı bir ulusal kurtuluş savaşı projeksiyonu içindeydi. ikisi de anti emperyalist idi, ikisi de laik ve halkçı... Yoksa iki Türkçülük başlangıcının iki mühim adamı, Ziya Gökalp ve Yusuf Akçura, Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın neden yanındaydı ki?"
Attila ilhan / "Avrasya'da Dolaşan Hayalet - Sultan Galiyef" Sayfa : 117
nerede etnik döküntü varsa kudurtan, biz türklere has ideolojimiz. türk ülkesinde, türkçülük yapılması kadar normal bir şey yoktur. asıl o kürtçülük denen ucube şeyin yapılması anormaldir. kürtçülük denen ucube şey ülkeye terörizmden başka bir şey getirmemiştir. türkçüler ne gibi terörizm faaliyetinde bulunmuştur? elbette yok. türkçülük gibi yüce bir ideolojiye, kürtçülük ucubesini karşılaştırırken önce bir ağzınızı yıkayın. burası türk ülkesidir. burada yapılması gereken tek milliyetçilik, türk milliyetçiliğidir. bu toprakların kime ait olduğunu hep unutuyorsunuz. türkçülük, ırkçılık değildir. diğer milletleri dışlamaz. türkçülük, türkleri her alanda geliştirmeyi hedefler. kürtçülüğün tek hedefi ise terörizmdir. türkçülük ideolojisi mustafa kemal atatürk gibi bir yiğit çıkarmıştır. sizin o yalakalık yapmayı sevdiğiniz kürtler, kürtçülükten nasıl bir adam çıkarmış? apo hödüğü mü? buna sadece gülünür. türkçülük, bölücülük değildir. aksine birleştirmeyi hedefler. bu ülkeyi kuran ideolojilerden biridir. malazgirt'te de çanakkale'de de kurtuluş savaşı'nda da kanını döken ve kan akıtan aslî unsur hep türklerdi. kurtuluş savaşı'nda ve çanakkale'de savaşan diğer halklar zaten bizimle uyumlu bir şekilde yaşıyorlar. onlar da artık türk milletindendir. sadece malûm ırk, bu ülke kurulurken hiçbir işe yaramadı. sürekli isyan etme, yağma yapma, eşkıyalık yapma, askerden kaçma, düşman devletlerle iş birliği yapma içerisindeydiler. yani sizin çok sevdiğiniz malûm ırk, hiçbir çaba göstermeden topraklarımıza beleşten kuruldu. çoğunluk oldukları yerleri de kendi toprakları olarak görüp devletle çatışıyorlar. ayrıca da o kardeşimiz dediğiniz malûm ırk aslında bütün ülkeyi istiyor. malûm ırk, bu ülkeden gitmedikçe terör falan bitmez. biz bunlara sert davransak da iyi davransak da her türlü teröre meyilli olacaklardır. çünkü genlerinde bu var. bu ülkeye 500 yıl önce alevi türklerini katlederek girdiler. yavuz ve kanunî'nin bunda payı büyüktür.
türkçülük, türk milletine motivasyon verecektir. motivasyon olmadan gelişme ve ilerleme olmaz. ulusal bilincini kaybetmiş uluslar, başka uluslara yem olur. milliyetçiliğin dünya tarihinde önemini ve gücünü bilmeyen, daha fransız ihtilali ile ilgili hiçbir şey okumamış insanların milliyetçilik hastalık yeaa, insan seçemediği şeyle övünür mü yeaa demesi normaldir. biz türkçüler de gayet de insanız. hatta solculuk ayağına kürtçülük oynayan bebeklerden on kat daha insanız. insaniyet, vicdan gibi kavramlar sadece sola ait değildir. şunu küçük beyinlerinize artık sokun.
kürtçülük gibi mikro milliyetçilikler, bu ülke için tehlikelidir. başka ulusların milliyetçiliği bu ülkede yapılamaz. herkes kendi ülkesinde yani kendi dilinin konuşulduğu ülkede milliyetçilik yapar. almanya'da italyan milliyetçiliği yapamazsınız çünkü saçma olur. biz bu ülkeyi iki tane gereksiz halk bölüp parçalasın ya da terörize etsin diye kurmadık. ya malûm ırk bizimle yaşamayı kabul eder ya da güneydoğunun ücra yerlerine basıp gider. siz de çok sevdiğiniz kürt kardeşlerinizle gidebilirsiniz. hatta yanınıza suriyelileri de alabilirsiniz. politik doğrucular ve solcular bu ülkenin tek sahibinin kürtler olduğunu sanıyor. onların vasat fikirlerini de sallamıyoruz zaten. her yerde böyle kürtçülük pompalanmaya devam ederse türkçülük de yükselecektir. ondan sonra da kürtçü s*kikler böyle ırkçılık, faşizm diye ağlayacaktır. siz bunlara kürtçülük için tepki gösterdiğinizde ben solcuyum yeaa, insanlık, marksizm, komünizm, sosyalizm, hümanizm, vicdan, kardeşlik diye sizi manipüle edeceklerdir. bu hiç şaşmaz. bu sözlükte bile sürekli olan şey. aklınızı başınıza devşirin. burası türklerin ülkesi. burada sadece ve sadece türkçülük yapılır. başbuğ atatürk'e ırkçı denseydi ancak gülüp geçerdi. biz de onun yolundan giden türkçüleriz. bize ırkçı diyenlerin, apo hödüğünün yolundan gittiğini gayet de biliyoruz. kimin yolununun daha aydınlık olduğu kaç defa kanıtlandı. bizim yolumuz her zaman aydınlık olacak. onların yolu ise her zaman karanlık olacak. bu ülkeyi türkçülük birleştirecek. sizin köhnemiş ve dandik ideolojileriniz değil.
Türkçülük diye bir ideoloji mi olur lan. ideoloji değil hobidir o. entellektuel alt yapısı aşırı zayıf. ekonomik, kültürel, sınıfsal, sosyal, sözel sayısal her hangi bir oturmuş düşünceleri yoktur.
Hem fikir oldukları tek şey; Türk ırkının seviyorum, çok tatlıyız yaaa.
Devletin asıl sahibi olan Türk Milletine dayanması gerektiğini savunanlara Türkçü; onların ilkelerine dayanan akıma da Türkçülük denir.
Türkçülük, “Her şey Türk için, Türk’e göre” fikrini savunan Türk Milliyetçiliğinin adıdır. Arap ve Batı Kültürüne karşıdır. Eski Türk kültürüne dönülmesi gerektiğini savunur.
Türkçüler, islam adı altında Arap geleneklerinin Türk Halkına dayatılmasına yani Araplaşmaya Araplaştırılmaya karşıdır.
Devletin kurucu unsur olan Türklere dayanması temelinde ortaya çıkan Türkçülük, daha sonra “Her şey Türk için, Türk’e Göre” fikrinin gteliştirilmesiyle tamamen bir Toplumsal Dönüşüm Projesi haline gelmiş ve özellikle Arap, iran ve Kürt kültüründen gelen ilkelliklerin Türk toplum ve kültür hayatından ayıklanarak Ulusal Kültürün yeniden inşasını hedefleyen sosyal-kültürel bir içerik kazanmıştır.
Ziya Gökalp, “her ulusun modernleşmek için Batı’yı örnek almalıdır, ancak Türkler’in Arap kültürünü almalarından önceki kültürlerine bakmalarının yeterli olacaktır” der.
Türkçülük, dört kaynaktan gelmektedir:
1- Kökü çok eski olan ve Türk ulusunun bilinç altında yüzyıllardan beri yaşayan milliyetçilik;
2- Tanzimat’tan sonra, Avrupa’daki milliyetçiliklere benzeyen halkçı bir hareketin bizde de tatbik olunmasını isteyen milliyetçilik hareketi..
3- Devletimizin içindeki yabancı unsurların ihaneti dolayısıyla doğan tepki;
4- Türklerin 400 yıldan beri çektikleri büyük sıkıntılar.
Bu dört kaynaktan gelen düşünceler birbiriyle kaynaşıp yoğrularak bugünkü Türkçülük ortaya çıkmıştır.
Türkler, Türkçülük ile güçlenecek, kurtulacak, ilerleyecek, yükselecektir.
Bir millet yükselme iradesini taşımazsa, kendine güveni olmazsa, başkalarını taklitten başka bir şey yapamazsa, geçmişiyle övünmezse, başkalarından üstün olmak istemezse, varlık ve devamlılığı için ölümü göze alamazsa, savaştan korkarsa, o millet içinden çürümüş demektir.
Bana göre; Dünyadaki tüm türklerin en iyi şekilde, mutlu, huzurlu, barış içinde yaşama ülküsüdür.
Tüm türklerin; en iyi eğitimi almasını, bilimde en iyi insanların türk olmasını, mars'a gönderilen araçları türklerin yapmasını, dünyaya yani insanlığa yön verenlerin türklerin olmasını istiyoruz hepsi bu.
Dördüncü Desise-i Şeytaniye
Şeytanın telkiniyle ve ehl-i dalÂletin ilkaâtıyla, bana karşı propaganda ile hücum eden ve mühim mevkileri işgal eden bazı mülhidler, kardeşlerimi aldatmak ve asabiyet-i milliyetlerini tahrik etmek için diyorlar ki: "Siz Türksünüz. Maşaallah, Türklerde her nevi ulema ve ehl-i kemal vardır. Said bir Kürttür. Milliyetinizden olmayan birisiyle teşrik-i mesai etmek hamiyet-i milliyeye münâfidir."
Elcevap: Ey bedbaht mülhid! Ben felillâhilhamd Müslümanım. Her zamanda kudsî milletimin üç yüz elli milyon efradı vardır. Böyle ebedî bir uhuvveti tesis eden ve dualarıyla bana yardım eden ve içinde Kürtlerin ekseriyet-i mutlakası bulunan üç yüz elli milyon kardeşi, unsuriyet ve menfi milliyet fikrine feda etmek ve o mübarek hadsiz kardeşlere bedel, Kürt namını taşıyan ve Kürt unsurundan addedilen mahdut birkaç dinsiz veya mezhepsiz bir mesleğe girenleri kazanmaktan yüz bin defa istiâze ediyorum. Ey mülhid! Senin gibi ahmaklar lâzım ki, Macar kâfirleri veyahut dinsiz olmuş ve frenkleşmiş birkaç Türkleri muvakkaten, dünyaca dahi faydasız uhuvvetini kazanmak için, üç yüz elli milyon hakikî, nuranî menfaattar bir cemaatin bâki uhuvvetlerini terk etsin. Yirmi Altıncı Mektubun Üçüncü Meselesinde, delilleriyle menfi milliyetin mahiyetini ve zararlarını gösterdiğimizden, ona havale edip, yalnız o Üçüncü Meselenin âhirinde icmal edilen bir hakikati burada bir derece izah edeceğiz. Şöyle ki:
O Türkçülük perdesi altına giren ve hakikaten Türk düşmanı olan hamiyetfuruş mülhidlere derim ki:
Din-i islâmiyet milliyetiyle ebedî ve hakikî bir uhuvvet ile, Türk denilen bu vatan ehl-i imanıyla şiddetli ve pek hakikî alâkadarım. Ve bin seneye yakın, Kur’ân’ın bayrağını cihanın cihât-ı sittesinin etrafında galibâne gezdiren bu vatan evlâtlarına, islâmiyet hesabına müftehirâne ve taraftarâne muhabbettarım.
Sen ise, ey hamiyetfuruş sahtekâr! Türkün mefâhir-i hakikiye-i milliyesini unutturacak bir surette mecazî ve unsurî ve muvakkat ve garazkârâne bir uhuvvetin var. Senden soruyorum: Türk milleti, yalnız yirmi ile kırk yaşı ortasındaki gafil ve heveskâr gençlerden ibaret midir? Hem onların menfaati ve onların hakkında hamiyet-i milliyenin iktiza ettiği hizmet, yalnız onların gafletini ziyadeleştiren ve ahlâksızlıklara alıştıran ve menhiyâta teşcî eden frenkmeşrebâne terbiyede midir? Ve ihtiyarlıkta onları ağlattıracak olan muvakkat bir güldürmekte midir?
Eğer hamiyet-i milliye bunlardan ibaretse ve terakki ve saadet-i hayatiye bu ise, evet, sen böyle Türkçü isen ve böyle milliyetperver isen, ben o Türkçülükten kaçıyorum; sen de benden kaçabilirsin. Eğer zerre miktar hamiyet ve şuurun ve insafın varsa, şimdiki taksimata bak, cevap ver. Şöyle ki:
Türk milleti denilen şu vatan evlâdı altı kısımdır. Birinci kısmı, ehl-i salâhat ve takvâdır. ikinci kısmı, musibetzede ve hastalar taifesidir. Üçüncü kısmı, ihtiyarlar sınıfıdır. Dördüncü kısmı, çocuklar taifesidir. Beşinci kısmı, fakirler ve zayıflar taifesidir. Altıncı kısmı gençlerdir.
Acaba bütün evvelki beş taife Türk değiller mi? Hamiyet-i milliyeden hisseleri yok mu? Acaba altıncı taifeye sarhoşçasına bir keyif vermek yolunda o beş taifeyi incitmek, keyfini kaçırmak, tesellilerini kırmak hamiyet-i milliye midir, yoksa o millete düşmanlık mıdır? "El-hükmü li’l-ekser" sırrınca, eksere zarar dokunduran düşmandır, dost değildir.
Senden soruyorum: Birinci kısım olan ehl-i iman ve ehl-i takvânın en büyük menfaati, frenkmeşrebâne bir medeniyette midir? Yoksa hakaik-i imaniyenin nurlarıyla saadet-i ebediyeyi düşünüp, müştak ve âşık oldukları tarik-i hakta sülûk etmek ve hakikî teselli bulmakta mıdır? Senin gibi dalÂlet-pîşe hamiyetfuruşların tuttuğu meslek, müttakî ehl-i imanın mânevî nurlarını söndürüyor ve hakikî tesellilerini bozuyor ve ölümü idam-ı ebedî ve kabri daimî bir firak-ı lâyezÂlî kapısı olduğunu gösteriyor.
ikinci kısım olan musibetzede ve hastaların ve hayatından meyus olanların menfaati, frenkmeşrebâne, dinsizcesine medeniyet terbiyesinde midir? Halbuki, o biçareler bir nur isterler, bir teselli isterler. Musibetlerine karşı bir mükâfat isterler. Ve onlara zulmedenlerin intikamlarını almak isterler. Ve yakınlaştıkları kabir kapısındaki dehşeti def etmek istiyorlar. Sizin gibilerin sahtekâr hamiyetiyle, pek çok şefkate ve okşamaya ve tımar etmeye çok lâyık ve muhtaç o biçare musibetzedelerin kalblerine iğne sokuyorsunuz, başlarına tokmak vuruyorsunuz, merhametsizcesine ümitlerini kırıyorsunuz, ye’s-i mutlaka düşürüyorsunuz. Hamiyet-i milliye bu mudur? Böyle mi millete menfaat dokunduruyorsunuz?
Üçüncü taife olan ihtiyarlar bir sülüs teşkil ediyor. Bunlar kabre yakınlaşıyorlar, ölüme yaklaşıyorlar, dünyadan uzaklaşıyorlar, âhirete yanaşıyorlar. Böylelerin menfaati ve nuru ve tesellisi, Hülâgû ve Cengiz gibi zalimlerin gaddarâne sergüzeştlerini dinlemesinde midir? Ve âhireti unutturacak, dünyaya bağlandıracak, neticesiz, mânen sukut, zâhiren terakki denilen şimdiki nevi hareketinizde midir? Ve uhrevî nur, sinemada mıdır? Ve hakikî teselli, tiyatroda mıdır? Bu biçare ihtiyarlar hamiyetten hürmet isterlerken, mânevî bıçakla o biçareleri kesmek hükmünde ve "idam-ı ebediye sevk ediliyorsunuz" fikrini vermek ve rahmet kapısı tasavvur ettikleri kabir kapısını ejderha ağzına çevirmek, "Sen oraya gideceksin" diye mânevî kulağına üflemek hamiyet-i milliye ise, böyle hamiyetten yüz bin defa el’iyâzü billâh!
Dördüncü taife ki, çocuklardır. Bunlar hamiyet-i milliyeden merhamet isterler, şefkat beklerler. Bunlar da, zaaf ve acz ve iktidarsızlık noktasında, merhametkâr, kudretli bir HÂlıkı bilmekle ruhları inbisat edebilir, istidatları mesudâne inkişaf edebilir. ileride, dünyadaki müthiş ehval ve ahvÂle karşı gelebilecek bir tevekkül-ü imanî ve teslim-i islâmî telkinatıyla o masumlar hayata müştakane bakabilirler. Acaba, alâkaları pek az olduğu terakkiyât-ı medeniye dersleri ve onların kuvve-i mâneviyesini kıracak ve ruhlarını söndürecek, nursuz, sırf maddî, felsefî düsturların taliminde midir?
Eğer insan bir cesed-i hayvânîden ibaret olsaydı ve kafasında akıl olmasaydı, belki bu masum çocukları muvakkaten eğlendirecek terbiye-i medeniye tabir ettiğiniz ve terbiye-i milliye süsü verdiğiniz bu firengî usul, onlara çocukçasına bir oyuncak olarak, dünyevî bir menfaati verebilirdi. Madem ki o masumlar hayatın dağdağalarına atılacaklar, madem ki insandırlar. Elbette küçük kalblerinde çok uzun arzuları olacak ve küçük kafalarında büyük maksatlar tevellüt edecek. Madem hakikat böyledir; onlara şefkatin muktezası, gayet derecede fakr ve aczinde, gayet kuvvetli bir nokta-i istinadı ve tükenmez bir nokta-i istimdadı, kalblerinde iman-ı billâh ve iman-ı bil’âhiret suretiyle yerleştirmek lâzımdır. Onlara şefkat ve merhamet bununla olur. Yoksa, divane bir validenin, veledini bıçakla kesmesi gibi, hamiyet-i milliye sarhoşluğuyla, o biçare masumları mânen boğazlamaktır.
Cesedini beslemek için beynini ve kalbini çıkarıp ona yedirmek nevinden, vahşiyâne bir gadirdir, bir zulümdür.
Beşinci taife fakirler ve zayıflar taifesidir. Acaba, hayatın ağır tekÂlifini fakirlik vasıtasıyla elîm bir tarzda çeken fakirlerin ve hayatın müthiş dağdağalarına karşı çok müteessir olar zayıfların hamiyet-i milliyeden hisseleri yok mudur? Bu biçarelerin ye’sini ve elemini arttıran ve sefih bir kısım zenginlerin mel’abe-i hevesâtı ve zalim bir kısım kavîlerin vesile-i şöhret ve şekaveti olan frenkmeşrebâne ve perde-bîrûnâne ve firavunâne medeniyetperverlik namı altında yaptığınız harekâtta mıdır? Bu biçare fukaraların fakirlik yarasına merhem ise, unsuriyet fikrinden değil, belki islâmiyetin eczahane-i kudsiyesinden çıkabilir. Zayıfların kuvveti ve mukavemeti, karanlık ve tesadüfe bağlı, şuursuz, tabiî felsefeden alınmaz; belki hamiyet-i islâmiye ve kudsî islâmiyet milliyetinden alınır.
Altıncı taife gençlerdir. Bu gençlerin gençlikleri eğer daimî olsaydı, menfi milliyetle onlara içirdiğiniz şarabın muvakkat bir menfaati, bir faydası olurdu. Fakat o gençliğin lezzetli sarhoşluğu, ihtiyarlıkla elemle ayılması ve o tatlı uykunun ihtiyarlık sabahında esefle uyanmasıyla, o şarabın humarı ve sıkıntısı onu çok ağlattıracak ve o lezzetli rüyanın zevÂlindeki elem ona çok hazin teessüf ettirecek. "Eyvah! Hem gençlik gitti, hem ömür gitti. Hem müflis olarak kabre gidiyorum. Keşke aklımı başıma alsaydım!" dedirecek. Acaba bu taifenin hamiyet-i milliyeden hissesi, az bir zamanda muvakkat bir keyif görmek için, pek uzun bir zamanda teessüfle ağlattırmak mıdır? Yoksa onların saadet-i dünyeviyeleri ve lezzet-i hayatiyeleri, o güzel, şirin gençlik nimetinin şükrünü vermek suretinde, o nimeti sefahet yolunda değil, belki istikamet yolunda sarf etmekle, o fâni gençliği ibadetle mânen ibka etmek ve o gençliğin istikametiyle dâr-i saadette ebedî bir gençlik kazanmakta mıdır? Zerre miktar şuurun varsa söyle!
Elhasıl: Eğer Türk milleti yalnız altıncı taife olan gençlerden ibaret olsa ve gençlikleri daimî kalsa ve dünyadan başka yerleri bulunmasa, sizin Türkçülük perdesi altındaki frenkmeşrebâne harekâtınız, hamiyet-i milliyeden sayılabilirdi. Benim gibi hayat-ı dünyeviyeye az ehemmiyet veren ve unsuriyet fikrini frengî illeti gibi bir maraz telâkki eden ve gençleri nâmeşrû keyif ve hevesattan men’e çalışan ve başka memlekette dünyaya gelen bir adama, "O Kürttür, arkasına düşmeyiniz" diyebilirdiniz ve demeye bir hak kazanabilirdiniz. Fakat madem ki Türk namı altında olan şu vatan evlâdı, sabıkan beyan edildiği gibi, altı kısımdır. Beş kısma zarar vermek ve keyiflerini kaçırmak, yalnız birtek kısma muvakkat ve dünyevî ve âkıbeti meş’um bir keyif vermek, belki sarhoş etmek, elbette o Türk milletine dostluk değil, düşmanlıktır.
Evet, ben unsurca Türk sayılmıyorum. Fakat Türklerin ehl-i takvâ taifesine ve musibetzedeler kısmına ve ihtiyarlar sınıfına ve çocuklar taifesine ve zayıflar ve fakirler zümresine bütün kuvvetimle ve kemÂl-i iştiyakla müşfikane ve uhuvvetkârâne çalışmışım ve çalışıyorum. Altıncı taife olan gençleri dahi, hayat-ı dünyeviyesini zehirlettirecek ve hayat-ı uhreviyesini mahvedecek ve bir saat gülmeye bedel bir sene ağlamayı netice veren harekât-ı nâmeşruadan vazgeçirmek istiyorum. Yalnız bu altı yedi sene değil, belki yirmi senedir, Kur’ân’dan ahzedip Türkçe lisanıyla neşrettiğim âsâr meydandadır.
Evet, lillâhilhamd, Kur’ân-ı Hakîmin maden-i envârından iktibas edilen âsâr ile, ihtiyar taifesinin en ziyade istedikleri nur gösteriliyor. Musibetzedelerin ve hastaların tiryak gibi en nâfi ilâçları, eczahane-i kudsiye-i Kur’âniyede gösteriliyor. Ve ihtiyarları en ziyade düşündüren kabir kapısı, rahmet kapısı olduğu ve idam kapısı olmadığı, o envâr-ı Kur’âniye ile gösterildi. Ve çocukların nazik kalblerinde hadsiz mesâib ve muzır eşyaya karşı gayet kuvvetli bir nokta-i istinad ve hadsiz âmÂl ve arzularına medar bir nokta-i istimdat, Kur’ân-ı Hakîmin madeninden çıkarıldı ve gösterildi ve bilfiil istifade ettirildi. Ve fukaralar ve zuafalar kısmını en ziyade ezen ve müteessir eden hayatın ağır tekÂlifi, Kur’ân-ı Hakîmin hakaik-i imaniyesiyle hafifleştirildi.
işte bu beş taife-ki, Türk milletinin altı kısmından beş kısmıdır-menfaatlerine çalışıyoruz. Altıncı kısım ki gençlerdir; onların iyilerine karşı ciddî uhuvvetimiz var, senin gibi mülhidlere karşı hiçbir cihetle dostluğumuz yok. Çünkü ilhâda giren ve Türkün hakikî bütün mefâhir-i milliyesini taşıyan islâmiyet milliyetinden çıkmak isteyen adamları Türk bilmiyoruz, Türk perdesi altına girmiş frenk telâkki ediyoruz. Çünkü, yüz bin defa Türkçüyüz deyip dâvâ etseler, ehl-i hakikati kandıramazlar. Zira fiilleri, harekâtları, onların dâvÂlarını tekzip ediyor.
işte, ey frenkmeşrepler ve propagandanızla hakikî kardeşlerimi benden soğutmaya çalışan mülhidler! Bu millete menfaatiniz nedir? Birinci taife olan ehl-i takvâ ve salâhatin nurunu söndürüyorsunuz. Merhamete ve tımar etmeye şâyan ikinci taifesinin yaralarına zehir serpiyorsunuz. Ve hürmete çok lâyık olan üçüncü taifenin tesellisini kırıyorsunuz, ye’s-i mutlaka atıyorsunuz. Ve şefkate çok muhtaç olan dördüncü taifenin bütün bütün kuvve-i mâneviyesini kırıyorsunuz ve hakikî insaniyetini söndürüyorsunuz. Ve muavenet ve yardıma ve teselliye çok muhtaç olan beşinci taifenin ümitlerini, istimdatlarını akîm bırakıp, onların nazarında hayatı mevtten daha ziyade dehşetli bir surete çeviriyorsunuz. ikaza ve ayılmaya çok muhtaç olan altıncı taifesine, gençlik uykusu içinde öyle bir şarap içiriyorsunuz ki, o şarabın humârı pek elîm, pek dehşetlidir. Acaba bu mudur hamiyet-i milliyeniz ki, o hamiyet-i milliye uğrunda çok mukaddesâtı feda ediyorsunuz? O Türkçülük menfaati, Türklere bu suretle midir? Yüz bin defa el’iyâzü billâh!
Ey efendiler! Bilirim ki, hak noktasında mağlûp olduğunuz zaman kuvvete müracaat edersiniz. Kuvvet hakta olduğu, hak kuvvette olmadığı sırrıyla, dünyayı başıma ateş yapsanız, hakikat-i Kur’âniyeye feda olan bu baş size eğilmeyecektir!
Hem size bunu da haber veriyorum ki, değil sizler gibi mahdut, mânen millet nazarında menfur bir kısım adamlar, belki binler sizler gibi bana maddî düşmanlık etseler, ehemmiyet vermeyeceğim ve bir kısım muzır hayvânattan fazla kıymet vermeyeceğim. Çünkü bana karşı ne yapacaksınız?
Yapacağınız iş, ya hayatıma hâtime çekmekle veya hizmetimi bozmak suretiyle olur. Bu iki şeyden başka dünyada alâkam yok.
Hayatın başına gelen ecel ise, şuhud derecesinde katî iman etmişim ki, tagayyür etmiyor, mukadderdir. Madem böyledir; hak yolunda şehadetle ölsem, çekinmek değil, iştiyakla bekliyorum. Bahusus ben ihtiyar oldum; bir seneden fazla yaşamayı zor düşünüyorum. Zâhirî bir sene ömrü, şehadet vasıtasıyla kazanılan hadsiz bir ömr-ü bâkiye tebdil etmek, benim gibilerin en Âli bir maksadı, bir gayesi olur.
Amma hizmet ise, felillâhilhamd, hizmet-i Kur’âniye ve imaniyede Cenâb-ı Hak rahmetiyle öyle kardeşleri bana vermiş ki, vefatımla, o hizmet, bir merkezde yapıldığına bedel, çok merkezlerde yapılacak. Benim dilim ölümle susturulsa, pek çok kuvvetli diller benim dilime bedel konuşacaklar, o hizmeti idame ederler. Hattâ diyebilirim: Nasıl ki bir tane tohum toprak altına girip ölmesiyle bir sümbül hayatını netice verir; bir taneye bedel yüz tane vazife başına geçer. Öyle de, mevtim, hayatımdan fazla o hizmete vasıta olur ümidini besliyorum.