henüz uzun bir gemi yolculuğu yapmadım. o da eminim güzel ve enteresan bir deneyim olurdu. fakat tren yolculuğu bir başkadır benim için. okuduğum rus klasiklerinden midir, izlediğim romantik dönem filmlerinden midir bilmem, tren garları bana hep çok romantik ve hüzünlü gelmiştir. garlar içinde bulunduğu toplumun kültürünü birebir yansıtır. yaşayanlarının ruhunu taşır. bir gar düşündüğünde, her çeşit insan ile alakalı bir görüntü oluşturabilir insan zihninde. limanlarda veya hava alanlarında böyle bir durum yok. üstelik onlar ayrılıkları değil daha çok, kavuşmayı simgelerler. hem yanınızda veya karşınızda oturan insanlarla ve yaşamlarıyla ilgili senaryolar geliştirebileceğiniz ölçüde bir zaman dilimi ve yalnızlık sunmazlar size. çok kısa ve ruhsuzdur günümüzdeki pek çok hızlı ve konforlu şey gibi. içinden geçemezsiniz hayatın, içini göremediğiniz gibi yaşayanlarının...
''acaba neden bu kadar dalgın? üzgün ya da öfkeli mi? neden etrafı izlemiyor? kitap okuyacaksa neden bu gürültüyü tercih etti? yoksa o da benim gibi seviyor mu bu gürültüyü? gidiyor mu? geliyor mu? uyumadığına göre o da benim gibi heyecanlı ve mutlu olmalı? gömleğindeki leke kahve lekesi mi çay lekesi mi? çok beklemiş midir? o da benim kadar özlemiş midir? ankara çok soğuk mudur? dönüşte her defasında olduğu gibi çocuk gibi ağlamamalıyım bu sefer ya da boşver bunu şimdi düşünmeyeyim...
tüm bu sorular her birinin hikayesi bir ötekine karışmış, rayların üzerindeki hüzünlü bir yolculuktur.
istanbul - ankara arasında şimdi haydarpaşa da hüzünlü ve sessizce duran terkedilmiş trenlerle birkaç kez yolculuk etme fırsatı bulabilmiştim. yaşım küçük olmasına rağmen o zaman bile gerçekten çok etkileyici gelmişti. filmlerdeki gibi, sanki kendi filmimin baş rolündeymişim gibi hissettirmişti.
pek ilgilendirmiyor beni nerelerde kesiştiği, bana değmediği net.
yanımda götürdüklerim, götüreceklerimin de önemi yok. ya da kaç kişi kaza yapmışsa yapmış. kaç kişi sana bakıp seni görebilmiş anlamsız tren yolculuklarında onu da bilmiyorum.
bildiğim tek şey var bizim evden size tren yok. beni kapının önünde hiçbir durak indirmiyor malesef. başka yüzlere de tahammülüm yok. heveslere doyduk sanki. artık yeter ki..
ki ki ki..
her şeye rağmen gülümseyen şapşal suratlarımız çok çekici kabul et.
saçlarını okşamak istiyorum tren yolculuklarında
ne bileyim, ellerinin sayfaları çevirişi gibi ellerim değsin istiyorum saçlarına; o kadar narin olamayabilirim ama sakıncası da yok.
perşembeleri sevmeyişimin de bir anlamı yok.
ne kadar aptallaştığını görür gibiyim.
gelsene bir perşembe günü
şarkılar söylemeliyim.
Uzun sürse de rahatlığı iyidir. Şöyle ki bir kere tuvalet var arkadaş bu çok önemli. Otobüsteki gibi nerede duracaz lan bir şeyler yiyip içmeyim aman çişim gelir derdi yok. Sonra koltuklar geniş otobüse göre. Hele diz mesafesi anlatılmaz yaşanır. Pegasus la 2 kere uçak deneyimim oldu baya sıkış tepiş gitmek zorunda kalmıştım bunda o yok hele önün arkan boşsa o koltuğu da ters çevir keyifli keyifli git. Priz var pc sığıyor aç dizini filmini izle oyununu oyna yol boyunca. Eksileri de tabii ki yavaş olması(aynı yolu otobüs 2-2.5 saat daha hızlı katedebiliyor) bi de geç gelmesi. Saat 1de gelecek tren bazen 2de geliyor amk adam deli oluyor 1 saat boş boş bekleyince.
Sadede gelirsek eğer güzergahınızda varsa bir kere deneyin bütçe dostudur. iyidir hoştur tren.
Her insanın hayatında en az bir kez uzun bir tren yolculuğu yapması gerekir. Yavaş yavaş giden trenle dağları delersiniz, ırmakları geçersiniz, köprüleri aşarsınız.
Yolculuk boyunca kendinizi sorguya çeker, sıkılınca bir ucundan bir ucuna gezersiniz. Her istasyonda ayrılıklar, kavuşmalar görürsünüz. Otobüse, uçağa göre tanımadığınız kişilerle daha samimi sohbet edersiniz. belki yolculuk sonunda yaşı sizden büyük olsa bile dost edinirsiniz.
44 saat yapılırsa, hele aile ile, açın bilimum sözlükleri ve yaran küfürler, en yaratıcı küfürler başlıklarını okuyun. sonra bu küfürleri babanızın, gizli gizli de annenizin ettiğini düşünün. işte öyle bir şey.
yıllar yıllar önce, macera ruhlu olduğunu iddia eden tren hastası babamın heyecanını kıramadık ve izmirden bindik trene. istikamet malatya. evet şaka değil. manisa, uşak, afyon, konya, karaman, adana, kahramanmaraş ve malatya istikametinde minimum 44 saat süren bir yolculuk.
gitmeden önce ufak bir hesap yaptım. paylaşmak isterim.
- ulan bu güzergah minimum 1700 kilometre olsa, 44 saate bölersek bunu, hmm ortalama 38 km/saat hızla ilerleyecek bu tren. yavaş değil mi lan? ilginç.
ne bilim amk o 44 saatin 20 saatinin beklemekle geçeceğini. satırbaşları ile anlatmaya çalışayım müsadenizle.
ilk saatler: bindik. 12'de kalkması gereken tren 100 metre ilerledikten sonra durarak 1 saat gecikmeli hareket etti izmirden. ordan kıllanmalıydım aslında. ulan daha ilk istasyon, bu tren neyi bekliyor? hem niye 100 metre sonra? ben çocukça kendime bu soruları sorarken babam engin tecrübesi ile müdahil oldu olaya. bana bu trenin mavi ve ekspres trenden sonra gelen 3. sınıf bir yolcu treni olduğunu, tüm trenleri beklediğini, bazen durduk yere de beklediğini falan söyledi. ben ne anlarım maviden ekspresten, tekeri yok mu bunun amk, kalksın gidelim işte?
takriben 4 saat sonra: kah durarak kah giderek alaşehir midir ne boktur vardık. yalanım varsa makinistler siksin ki beni tam 2 saat bekledi orada. reklam arasında film izliyoruz derler ya, mola aralarında yolculuk yapıyorduk resmen.
konya semaları: dümdüz. saatler boyu dümdüz hareket ediyorduk. ortalama hız 50 km falan. beynimiz yavaş yavaş uyuşmaya başlamıştı. anlamsız bakışlarla etrafı süzüyorduk. kardeşim salatalık falan yiyordu.
karaman-adana arası: babam durduk yere yıllar önce kendisini dolandırmış bir adama sövmeye başladı. annem habire salatalık isteyen kardeşimin kafasına falan vurdu, tam hatırlayamıyorum.
pozantı-adana arası: manzaradan dolayı nispeten daha zevkliydi ama sabır da giderek tükeniyordu. bitmek bilmeyen tüneller annemi çıldırtmıştı. salatalığı bitirdiği için kavga ettiğim kardeşimle beni üzerimize kolonya dökerek ayırdı. bizi yakıp camdan aşağı atacak sandım. çok korkunçtu.
adana-maraş arası: iyice sıyıran annem sürekli odanın önünden geçip duran insanlara söylenmeye başladı. yarım saat söylendi belki. babam o kısmı horlayarak, kardeşim domates yiyerek geçirdi. zaten dumandan isten simsiyah olmuştuk. aynaya bakınca kendimizi tanıyamıyorduk. nasıl bu hale gelmiştik? böyle bir hatayı nasıl yapmıştık biz?
malatyaya bir gece yarısı vardık. sevinç gözyaşları döktüğümüzü hatırlıyorum. hala diyarbakır tarafına devam etmekte olan yolcuları düşünüp şükretmemiz gerektiğini söyledi babam. annem ona tiksintiyle bakarak taksilere doğru yürümeye başladı. kardeşim de nerden bulduysa son bir salatalık bulmuş onu kemiriyordu. yine ufak hasarlarla atlatmış sayılırdık. annem toprağı öptü. ağlamaya başladı..