mustafa kemal, istanbul'un işgal altında olduğu günlerde, pera palas otelinde tek başına yemek yerken, bir kaç masa ötede yemek yiyen yüksek rütbeli ingiliz subayları onu tanırlar. garsonu çağırırlar ve gördükleri adamın meşhur "çanakkale aslanı, sarı paşa" olup olmadığını sorarlar. garson evet deyince, "git kendisine söyle masamıza buyursun da kendisine bir içki ikram edelim" derler. garson mustafa kemal'e gider ve utana sıkıla durumu anlatır. mustafa kemal ingilizlere bakarak der ki: çocuk, git söyle, misafir olanlar onlar. çok istiyorlarsa onlar benim masama buyursunlar, ben onlara bir içki ısmarlayayım. *
not: insanı insan yapan onurudur. padişahın kızını alıp *, köşklerde saraylarda keyif sürmek yerine, cephelerde helak olup, genç yaşta sirozdan ölmek de olsa olsa onurlu bir hayatın olası sonudur.
geçen yıl, aksi mi aksi bir ticaret hukuku hocamız var, yard. doç kendisi ve kadın.
pratik çalışma yapacağız yarın diyor, kaçta yapalım? sınıftan sesler yükseliyor "9 olsun, 10 hocam, yok 9 buçuk iyidir, ya kalkamıyoruz 11 olsun" gibi...
hoca durakladı bir an ve "9 çok mu erken?" diye sordu.
uykuyu çok seven ben tüm umudumu sesime yükledim ve "eveeet çok erken hocam hiç yoksa 9 çeyrekte başlayalım" dedim.
öylesine umarsız ve öylesine tokat gibi çarpan bir sesle "9 çeyrekte gelirsen sen de 9 çeyrekte girersin" dedi ki yapıştım kaldım. 4 yıllık fakülte yaşamımda bundan daha ağır çarpanıyla karşılaşmamıştım.
uludağ görükle arası dolmuştayım tabi o zamanlar öğrencilerin birbiriyle akraba olduğu günler. sıkış tepiş bir hal anlayacağınız. şöförde o sıkışıklıkta öyle firenler yapıyor ki gerisin siz düşünün. bende yolcuları ve kendimi düşünerekten şöföre:
-biraz yavaş firen yapsanız. dedim.
herif altta kalırmı,
-gel sen kullan çok biliyosan.
-kucağıma oturacaksan sana öğretirim. söylemimle adam el frenini çekti.*
şöför lan bu durur muyum hemen atlayıp kaçtım. ne yapacağı belli mi olur.
şair eşref kıbrıslı izmir valisiyle ahbaptır. vali kıbrıs'a gidecektir, şair eşrefe kıbrıstan bir isteği olup olmadığını sorar, şair eşref de validen iyi bir merkep ister.
valinin kıbrıs gönüşünde limanda karşılayanlar arasında şair eşref de vardır.vali şair eşrefe;
- sahi seni görünce hatırladım, sen benden eşek istemiştin değil mi? unuttum.
şair eşref;
- önemli değil paşam,siz geldiniz yaaa, diye cevaplar.
mehmet akif ersoy'un bilmem kime mesleği ile alay etmek amacıyla sorduğu soruya verdiği cevaptır.
x insanı: sen veterinerdin değil mi?
mehmet akif: ne o bi yerin mi ağrıyo?*
(bkz: ayardan ayara koşuyorum zalim gecelerde)
lise yıllarında arkadaşla servise binilir arkadaş radyoda çalan şarkıya eşlik etmektedir ancak yanda bulunan yaşlı amca ters ters bakınca bozuntuya verilmez.
a: amca
x: arkadaş
x: lalalaaaaa
a: evladım bakar mısın?
x: bana mı dediniz?
a: evet evladım.
x: buyrun.
a: evladım bu şarkıyı kim söylüyor biliyor musun?
x: evet ya bla bla söylüyor bunu.
a: hmm demek öyle o zaman bırakalımda o söylesin dimi?
farklı bir üniversitede düzenlenen bir seminer arasında o okulda okuyan biri yanıma gelir ve fotoğraf makinesini göstererek ;
o: bir fotoğrafını çekebilir miyim?
ben: hayır
o: neden
ben: çok kötü çıkarım ben fotoğraflarda, istemiyorum.
o: ya bak yandan çekicem çok güzel çıkcan. valla bak
ben : ya hayır istemiyorum çekme fotoğrafımı falan
o: ama benim görevim bu
ben: burda en az 100 kişi var git başkasının fotoğrafını çek. illa benimkini mi çekmen gerekiyor?!
o: sen ünlü biri olursan çok paparazzi döversin...