hz. mevlana birgün sokakta gezmekte iken karşısına bir ortodoks papaz çıkar.
papazın sakalları 2 karıştır ve bembeyazdır.
mevlana hazretleri:
"papaz efendi" der "acaba siz mi yaşlısınız sakallarınız mı?"
sakallarının 18-20 yaşlarındayken çıktığını düşünen papaz:
"tabiki ben daha yaşlıyım" der.
bunun üerine mevlana hazretleri:
"yazık, sizden genç olan sakallarınız ağarmış ama siz hâlâ karanlıklar içindesiniz" diyerek oradan uzaklaşır.
atatürk, cumhuriyet'in ilk yıllarında ülkedeki büyükelçilere verdiği davette, bir büyükelçinin kendisine ters ters bakması üzerine yaverini yanına çağırır."Öğren bakalım sıkıntısı nedir?" der. Yaver gider, elçiyle sohbet eder, atatürk'ün yanına döner. Eğilir; "Paşam, dedesini Çanakkale'de savaşta kaybetmiş. Size o yüzden böyle düşmanca bakıyormuş" der. Atatürk, sakin ve kendinden emin bir tavırla yaverine döner ve der ki "git sor bakalım dedesinin ne işi varmış çanakkale'de?"
ertuğrul günay mecliste, darbecilere yargı yolunu tıkayan geçici 15. maddenin yürürlükten üzerine yaptığı konuşmada, dönek deyince ne anlıyorsunuz? sorusuna,
ben sosyal demokrasi, sosyal adalet, milli irade gibi kavramları kullanıp da sonra milli iradenin seçtikleriyle baş edemeyeceklerini gördükleri zaman postal sesinden umut bekleyen demokrasi düşmanlarını anlıyorum. karşılığını vermiş, soranı da pişman etmiştir.
avrupalı kral osmanlı padişahına hediye olarak güzel bir sandık içinde hayvan pisliği yollar.hediyeyi alan padişah krala göndermek üzere güzel bir sandık içine lokum hazırlatır.kağıda da şöyle not düşer: insanlar birbirlerine yedikleri şeylerden ikram eder.
" Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evlâdı! işte, bu ahval ve şerâit içinde dahi, vazifen; Türk istiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!"
En güzel günlerimin
üç mel'un adamı var:
Ben sokakta rastlasam bile tanımayım diye
en güzel günlerimin bu üç mel'un adamını
yer yer tırnaklarımla kazıdım
hatıralarımın camını..
En güzel günlerimin
üç mel'un adamı var:
Biri sensin,
biri o,
biri ötekisi..
Düşmanımdır ikisi..
Sana gelince...
Yazıyorsun..
Okuyorum..
Kanlı bıçaklı düşmanım bile olsa,
insanın
bu rütbe alçalabilmesinden korkuyorum..
Ne yazık!..
Ne kadar
beraber geçmiş günlerimiz var;
senin
ve benim
en güzel günlerimiz..
Kalbimin kanıyla götüreceğim
ebediyete
ben o günleri..
Sana gelince, sen o günleri -
kendi oğluyla yatan,
kızlarının körpe etini satan
bir ana gibi satıyorsun!.
Satıyorsun:
günde on kaat,
bir çift rugan pabuç,
sıcak bir döşek
ve üç yüz papellik rahat
için...
En güzel günlerimin
üç mel'un adamı var:
Biri sensin,
Biri o,
biri ötekisi...
Kanlı bıçaklı düşmanımdır ikisi...
Sana gelince...
Ne ben Sezarım,
Ne de sen Brütüssün...
Ne ben sana kızarım
ne de zatın zahmet edip bana küssün..
Artık seninle biz,
düşman bile değiliz..
kime yazdığını bilmiyorumnazım hikmetin bu şiiri. ama gerçekten şahane.
(not:bilen varsa özelden yazarsa sevindirir bu garibi)
Orhan Pamuk un bir kitabında "imam ikindi namazı saatinde caminin balkonuna çıkarak ikindi ezanını okudu" şeklinde bir cümle geçmesi üzerine ilber Hoca dan aldığı ayardır.ilber Hoca şöyle ayar vermiştir;
1. namazın saati olmaz vakti olur. saat ve vakit ayrı kavramlardır.
2. Minarenin balkonu olmaz şerefesi olur. üstelik ezan şerefeye çıkarak değil içeriden okunur.
3. Ezanı imam değil müezzin okur...
dedem ve dayımın arasında geçen konuşmadan ;
-irfan nerdesin sen hiçbi işe yaramaz mısn oğlum ?
-geziyorum ya baba hem benim yokluğum bile faydalı size .
-sen hiç kendine doğru uçan 44 numara gördün mü ?
-?!!