Bugün izleyip, 10-15 dakikada bir uykuya daldığım film. Solucanlarla ilgili bir belgesel'le bile kıyaslanamayacak beyaz perde yapımı. ben anlamadım, anlam veremedim. Film'de dinazorlarmı ararsın, tıbbi mikroskopik görüntüler mi. Var oğlu var filmde. Pek bişey beklenmemesi gereken Sean Penn film'i. benim gibi koşa koşa gidip emekleye emekleye geri dönmeyin.
sabrınızı ölçmek için birebir film. sonunu getirebiliyorsanız, evet sabırlı bir insansınız. ben getirebildim ve sabrımı ölçmüş oldum. diktatör bir babanın eşi ve oğulları arasında geçenler anlatılıyor. kısa ve öz olarak anladığım budur. brad pitt, sean penn gibi oyuncular için izlenebilir.
Terrence Malick in görüntü ve ses konusunda inanılmaz bir iş çıkardığı şahane filmidir. Teknik açıdan çok iyi olması konusunun yabana atılacağı anlamına gelmez. izlerken görüntü yönetmeninin hareketli kamerasıyla aldığı görüntüler ve ses dublajı karşısında ağzım açık kaldığı için öncelikle bu konuya değinmek istedim.
Filmi iki kısıma ayıracak olursak;
filmin başından bebeğin doğumuna kadar olan ilk kısımda insanın yeryüzüne ayak basmadan önce doğada masumiyetin ve günahsızlığın hüküm sürdüğü dönem eşsiz görüntüler eşliğinde anlatılmış. Özellikle kendimce oluşturduğum film içindeki bu kısımlardan ikinci kısımı izledikten sonra bu bölüm bende mutlak masumiyete duyulan özlem duygusunun vuku bulmasına neden oldu.
ikinci kısımda ise;
bebeğin dünyaya gelmesiyle birlikte her şeyin eskisi gibi olmayacağı çünkü insanın dünyaya ayak bastığı hissi uyanıyor. kardeşlerin, annenin ve babanın birbirleriyle olan ilişkilerini yani aile bağlarının ortaya çıkışını gözlemliyoruz. insanın kendi gelişimi ve insanlığın zaman içindekini gelişimi bir aile üzerinden anlatılmış. Zaman ilerledikçe bir bebeğin sahip olduğu masumiyetin nasıl kaybolduğunu insanlığın içine ekilen kötülük tohumlarının nasıl ortaya çıktığını görüyoruz. insanlığın bu yöndeki yozlaşmasını doğumundan gelişimine ve yetişkin hale gelene kadar ikinci kısımın başında dünyaya gelen bebekle vermiş yönetmen.
Bebek filmin bir bölümünde büyüyüp artık içinde barındırdığı duyguların farkına varmaya başladığında babasından gördüğü kötülüğe karşılık olarak ona:
"Ben senin kadar kötüyüm." diyor.
bu diyalog insanoğlunun içinde bulunduğu vahameti gözler önüne seriyor.
Sean Penn ikinci kısımın başında dünyaya gelen çocuğun yetişkin halini canlandırıyor. Bu karakter ile insanoğlunun yok olan masumiyete duyduğu ihtiyacı ve içinde bulunduğu durumdan ötürü pişmanlığı vurgulanıyor.
Kısacası yönetmen; masumiyet doğada zaten vardı ve insan zamanla onu kaybetti. Ben de bu filmde meziyetlerimle size onu göstereceğim diyor.
Filmin henüz sıcak sıcak bana hissettirdikleri bunlar. Filmi izledikten hemen sonra hislerim tazeyken yazmak istedim. Üzerinde daha çok düşünülmesi gereken, düşünüldükçe değerini daha çok anlaşılacağı ve detayların görüleceği bir film.
Ben öyle yapacağım.
evrenin var oluşu, geçiş formları, evrim, tanrı, doğum, iyilik, kötülük, ölüm tüm bunları çok güzel bir anlatımla işleyen film.
suya sık sık değinilmiş ve su var oluşun, ana rahminin bir temsili gibi kullanılmış. mesela büyük çocuğun var olmaktaki pişmanlığını göle haykırması "neden doğdum ki" demesi ve suya, ana rahmine dönme arzusu buna örnek.
erkek çocuğun babasına "sadece beni seviyor" diye bağırması da oedipus kompleksini anımsattı.
çatı katı gibi bir yerde küçük çocuk bisikleti ile oynarken, çocuğa oranla dev gibi bir adamın onu izlemesi ise küçük bir çocuğun gözünden dünyayı işaret ediyordu bize.
ne kadar saf ve masumken bir "baba" nın bir çocuğu ne hale getirdiğini de görmüş olduk.
filmde sık sık kapılar ve geçişler vardı. bu dünya ve tanrı'nın yanı arasındaki bağlantılardı muhtemelen ki kamera da bir ara köprüye uzunca odaklandı.
annenin bu kadar saf ve masum olması "iyilik", babanın bu kadar katı ve sert olması ise "kötülük" ün dünyadaki sembolleriydi.
Yorum dahi yapmakta zorlandığım garipliklerle dolu bir film. Baştan kafamda birşeyler oluşmuştu film hakkında, acaba dedim hayatı en başından mı anlatıyor diye düşündüm. Çünkü yoktan başlıyordu film, ilk başlarda evrimi anlatmaya çalışmış sanırım. O büyük patlama, magmalar, dünyanın soğuması, ilk canlıların oluşmaya başlaması, dinazorlar falan filan sonra göktaşı derken film bambaşka yerlere gitmeye başladı. Büyük bir sabırla izledim, hele ki o son 20 dakikayı ileri sara sara izledim. pek çok şey kaybetmedim eminim. görsellik falan hikaye, bun filmin iyi mi kötü mü olmasından şüpheliyim ancak ileride a space oddysey gibi kült bir film olma ihtimalininde farkındayım. sanırım arkadaşların dediği gibi senaryo olmayınca filmden beklediğini alamıyorsun. sırf brad pitt için katlandım bu filme ancak beklediğimi alamadım.
sinemanın çok ötesinde duran ve mükemmel kamera açılarına sahip ama bir o kadar da karmaşık film. sanki filmi 50 farklı yönetmen 50 farklı karede yönetiyormuş hissi veriyor. bir bakıyorsunuz tarkovsky, bir bakıyorsunuz qubrick, bir bakıyorsunuz bergman, bir bakıyorsunuz godard, bir bakıyorsunuz hitcock... valla days of heaven den sonra çok sağlam bir film daha yapmış bu abimiz. hatta 2013 için de ciddi filmleri var, birkaç yıl kendinden ciddi ciddi bahsettirebilecek bir yönetmen, zaten sağlam bir alt yapısı var ki brad pitt ve sean penn gibi oyuncuları bu kadroya sokabilmiş. her neyse ama bu filmi en az 2 kere seyretmek lazım, aile ve sevgi kavramını bambaşka ve karmaşık biçimde işlemiş, hemen anlamak biraz zaman alıyor. bu arada imdb puanında ciddi bir sorun var bence, çok daha yüksek olmalı. sanırım oylayanların yarısı filmin yarısına kadar ancak gelebildiler. film zaten ilk 60 dakikadan sonra film moduna geliyor ve seyredilecek bir hal alıyor. biraz sabretmek lazım, bence buna değer.