internette öyle bir övüyorlar ki; dedim " oğlum sen niye izlemedin bugüne kadar bu filmi? ".
şimdi film güzel ama ne bileyim, ya ben beklentiyi yüksek tutarak izledim, ya bu film öyle en iyi film falan değil.
bana sorulacak olsa, bugüne kadar izlediğim en iyi film (bkz: matrix) veya (bkz: batman beginns) falan derdim herhalde. gerçi öyle cineast birisi değilim ve her tarzdan film izlemeyi severim ama ne bileyim, hani öyle imdb listesinin 1 numarası olunca bu film, aşırı yüksek beklentiyle izlemiş olabilirim.
kötü film değil ve hatta çok güzel film ama izlemeyen birisinin çok fazla şey kaybetmeyeceği görüşündeyim, o kadar.
edit: yuh 5 eksi oy almışım an itibariyle, görende milletin sülalesine falan sövdüm zanneder, e yuh ama!
hikayede cezaevi muduru nortan, andy'nn sucsuz oldugunu idda ettiginde dedigi soz" sen haa brooklyn koprusunu satin alabilecegini saniyorsun" aslinda gondermedir. stephen king kucukken annesi ev gezeklerinde arkadasarina"benim oglum brooklyn koprusunu alabilicek kadar zekidir" dermis.
filmin, stephen king'in ayni isimli hikayesinden uyarlandigi pek bilinmez.
Özellikle Kara Şövalyecilerin aşağı indirelim kötü puanlayalım düşsün temalı onca kampanyasına rağmen hala IMDB 250'de zirvede.
işin ironisi şurada: Bu Kara Şövalye sevicileri, Shawshank Redemption 2, Baba 1 numara iken, Baba'ya bir yığın "1" puan verdiler. Amaçları SR'yi bir numara yapmaktı, çünkü Baba gibi bir klasiğin ardından SR geçici bir heves gibiydi, nası olsa zirvede fazla tutunamazdı, onu düşürmesi ve Kara Şövalye'yi 1 numara yapması kolay olacaktı.
Ama kazın ayağı göründüğü gibi çıkmadı SR bir numaraya yapıştığı gibi, Kara Şövalye puan olarak da sıralama olarak da ikinci Baba'nın bile ardına düştü.
Başka bir açıdan bakarsak, ne işsiz güçsüz insanlar varmış, nelerle uğraşmışlar amk...
1994 yapımı 142 dakikalık suç/dram filmi, 9.3 imdb puanına sahip. Frank darabont, Stephen king'in kısa hikayesinden yola çıkarak senaryolaştırmıştır. Yıllardır imdb top 250 listesinin 1 numarası, 25 milyon dolar bütçe ile çekilmiştir. 7 oscar adaylığı, 19 ödülü var. ince işçiliği ve anlamlı detayları ile çok güzel bir filmdir, yaşattığı duyguları ve o derinliği anlayanlar için filmden ötedir. En sevdiğim sahnelerden biri topluca film izlerken, kadının çıktığı sahnede red ve andy'nin gülmesidir https://galeri.uludagsozluk.com/r/1221206/+
bu filmi bana çocukken zorla izletmişlerdi, o zaman çok kasvetli ve sıkıcı gelmişti. Psikolojimi şeytanlı filmlerle değil bu filmle meşgul etselerdi keşke, küçücük çocuğa ağır filmler izleten zihniyete de ayrıca küfürlerimi iletiyorum. Neyse efenim filme dönelim, geçen baktım tv'da esaretin bedeli başlıyor. Kuzenim olacak uyuz kumandayı kapıp diğer kanalda yeni başlayan hızlı ve öfkeli 7 filmini açtı. Neymiş 7 cisini izlememiş, lan seri boktan zaten izlemeyiver diye kumandaya atladım. Bu da, sen esaretin şeyini bin kere izledin yeter artık diyerek saldırıya geçti. Koca adam olmuş hala zevksiz hala kıl, gram ilerleme yok. Baktım film kaçıyor, hemen diğer odaya geçip bunun telefonunu aldım ve ayarları ile oynadım* Sonra çağrı atıp söylenmeye başladım, bu noldu falan diyince telefonu gösterip, kuzen sana ulaşılamıyor telefonun bozuk galiba dedim. Nasıl panikledi anlatamam, 128 gb iphone6 bu boru değil, üstelik kendisinden daha akıllı. Ödü bokuna karıştı, hemen koşup tamirciye gitti. Gidiş/dönüş, tamir, trafik falan derken 2 saatten erken gelemez * koca plazmada izlemek ayrı bir keyif tabi, ayrıca o kel ve öfkeliyi izletmeyerek insanlık namına büyük bir iş yapmış oldum.
--ne olur ne olmaz spoylırı--
Filmin en güzel sahnelerinden biri, andy'nin bir köşede oturup gülümsemesiydi. Her şeyi kafasında planlayışının ilk pırıltısıydı o gülümseme, son gülen iyi güler algısını da yıkmış oldu böylece *
Red'in defalarca tahliye kararı onaylanmıyor, çünkü red çok sakin ve efendi bir tavırla "akıllandım abi bırakın gideyim" diyor. En sonunda saçı başı ağartmış halde 10 yıl sonra tekrar çağırıp, noldu dayı akıllandın mı? Tövbe edip imana geldin mi? Gibi emin ve vurucu sorularla bizimkini yokluyorlar, red siklemez bir tavırla "akıllandım fakat içimdeki suçlu çocuğu öldürerek son kez cinayet işledim, bi 40 yıl daha yatarım gerekirse. Onaylaman umrumda değil, zamanımı alma daha yıkanacak çamaşırlar var, sikerim belanı evlat" diye gider yapıyor. Bu sürrealist çıkıştan sonra kurul "vay be adam ne biçim konuştu amk" bakışı atarak onayı basar. Demek ki, red yıllardır yanlış yoldaymış, bunlar efendilikten hoşlanmıyormuş. en başından iki atarlansa olay çözülecekmiş, niye? Çünkü morgan abi çok ikna edici atar yapıyor *
--ne olur ne olmaz spoylırı--
1994 yılında ilk gösterime girdiğinde afiş ve tanıtım yazılarında "Stephen King eseri" olduğu belirtilmemiş, son anda alınan bir kararla tüm afişlerden Stephen King ismi çıkarılmıştır. Nedeni, King'in korku roman ve hikayelerinden daha çok para kazanabilmek için baştan savma şekilde aktarılan ucuz korku filmlerinin King'in ismine zarar vermeye başlamasından dolayı filmin geleceğini daha baştan karartacağının düşünülmesidir.
Ancak o yıllarda çok popüler olan Tom Hanks'in gölgesinden bir türlü kurtulamamış, 38 milyon dolar gibi dar bir bütçeyle çekilen film 18 milyor dolar gibi bir hasılatla tam bir gişe hayalkırıklığı olmuştur. Hiçbir Oscar alamamış olması da üstüne tüy dikmiştir.
Ancak ilk Tom Hanks heyecanı geçip de ya nedir bu kadar 7 dalda Oscar'a aday gösterilen film biz bir şey mi kaçırdık acaba diye meraklanan Amerikan sinema seyircisi, ev videosu üzerinden filmi tam anlamıyla bir kez daha keşfetmiştir. 120 yıla yakın sinema tarihinde eşi benzeri az rastlanır bir geridönüşle, sadece izleyicilerin ağızdan ağza reklamıyla ağır ama emin adımlarla hakkı olan başyapıt statüsüne kavuşmuştur.
2008'ten beri IMDB'de bir numara ve belki de ilk 250'deki en tantanasız, en anti-ergen film olmasına rağmen Baba gibi, Ucuz Roman gibi, Dövüş Kulübü gibi son on beş yılın ergen gençliğinin taptığı tüm filmlerin arasından sıyrılıp kurulduğu baş köşeden indirilemiyor.
ilginç doğrusu. Yazarı korku romanlarında efsane ama konunun korkuyla, bilim kurguyla, olağanüstü olaylarla uzaktan yakından ilgisi yok; yönetmen hiç tecrübesi olmayan, sadece King'in küçük bir hikayesini önceden sinemaya taşımış ve King'in övgüsünü kazanmış, yani yalnızca King aşkıyla filmi çeken no-name bir yönetmen. Evet Morgan Freeman beğenilen bir oyuncu ama ne Al Pacino ne da Marlon Brando statüsünde; Tim Robbins o zamanlar bile saygın ama Tom Hanks'in gölgesine bile giremeyecek derecede silik konumda. Hikaye uzun, dışarıdan baktığınızda durağan, 1950lerden beri çevrilen birbirine benzer onlarca hapishane filminden biri gibi duruyor. içinde uçan atlayan taklalar atan gözleri ışıldayan doğaüstü kahramanlar, ışın kılıçları, günümüz gençliğinin aklını hayalini çelip tişörtlere, oyunlara konu olan hiçbir olağanüstülük yok.
Sadece umut var. Bu kadar "hit" olmaktan uzak parçalar bir araya gelmiş, olağanüstü bir senaryo, yönetmenlik becerisi ve oyunculukla alevlenmiş ve bu umut sayesinde mükemmel bir sinerjiyle birleşip tek tek hallerinden çok daha harikabir bütünsellik ortaya çıkmış; o bütünselliğin zamkı da "umut" olmuş.
Belki o yüzden çok seviyoruz Esaretin Bedeli'ni. Onca atlama zıplama zamanda uçma geri gelme vs...bilinçaltımız bunların olmayacağını, sırf aldatma üzerine kurulu yapay bir dünya olduğunu, asıl var olanın umut, iyiliğe, dünyanın geleceğine duyulan umut olması gerektiğini fısıldıyor bize. Belki de bu kadar gösterişsizliğine rağmen 8 yıldır IMDB'de bir numara olmasının, izleyenlerin ayılıp bayılmasının tek sebebi bu: Umut.
Filmden ve hikayeden bir sözle noktalayalım: Hope springs eternal...
Forrest gump, yeşil yol olabilir listede fakat 1.liği hak edenin esaretin bedeli olduğu nettir. Sadece kurgu bakımından değil, oynayış gibi özelliklere de dikkat edildiğinde diğer efsaneleri sollamıştır.
Yönetmenliğini frank darabontun yaptığı başrollerinde morgan freeman ve tim robbinsin rol aldığı efsane filmlerdendir fakat filmde birkaç mahkumun andy dufresneye tecavüz ettiği sahneler bulunmasa daha iyi olurdu dediğim film kurguda bu olayların yer alması filmin etkileyiciliğini arttırsa da film boyunca aklınız sürekli bu sahnelere takılıyor andynin psikolojisini anlamaya çalışıyorsunuz.
- Düzeldiğinizi hissediyor musunuz?
+ Düzelmek mi? Bir düşüneyim. Bunun ne olduğu konusunda bir fikrim yok.
- Yani topluma katılmaya hazır...
+ Bunun ne demek olduğunu biliyorum evlat. Bu benim için sadece uydurulmuş bir kelime. Politik bir kelime. Sizin gibi iş sahibi takım elbise ve kravatlı gençlerin bilmek istediği nedir? Yaptığım için pişman olmamı mı istiyorsunuz?
- Pişman mısınız?
+ Pişman olmadığım tek bir gün bile yok. Burada olduğum ya da olmam gerektiğimi düşündüğünüz için değil. O zamanları hatırladığımda küçük aptal bir çocuğun işlediği korkunç suçu hatırlıyorum. Onunla konuşmak istiyorum. Denemek ve onunla konuşmak. Ama bunu yapamam. O çocuk geçmişte kaldı. Bu yaşlı adam da onun artığı. Bununla yaşamak zorundayım. Düzelmek mi? Bu saçma bir söz. Gidip formlarınızı damgalayın evlat. Vaktimi harcamayın. Çünkü doğruyu söylemek gerekirse umurumda bile değil.
"Hala o iki italyan bayanın ne söylediği hakkında fikrim yok. Doğrusunu isterseniz, bilmek de istemiyorum. Bazı şeylerin söylenmemesi daha iyidir. Söyledikleri şeyin, kelimelerin ifade edemeyeceği kadar güzel ve kalbinizi sızlatacak kadar duygulu bir şey olduğunu düşünmek istiyorum."