bugün

aleksandra'nın roy'un anlattığı hikayeden başka bir eğlencesinin olmayışı,yalnızlığı;roy'un ise aleksandra'ya anlatacağı hayat hikayesini nasıl şekillendireceğine karar veremeyeşi ve sonunda,gugli gugli go away!

fena bir film,yani insanı fena yapan bir film.görsel efektleri de insanı çocukluğundaki hayal dünyasına götürüyor.defalarca izlenmesi,iyice anlaşılması gereken bir film.
sinema filmlerinin eşsiz bir sanat eseri olduğunu hatırlatan nadide film.
bol bol ağlatır. öyle böyle değil.
daha önce herhangi bir filmde ağlamamış beni, sonunda hüngür hüngür ağlatmış film.

o nasıl bir oyunculuktur, o nasıl bir ambiyanstır..

insan kendini çok kaptırıyor filme.. mükemmel ötesi..
izlemeyenler için izleyeceğiniz en iyi film olmaya adaydır. Görsel öğeleriyle akılda yer edecek olan filmdir. zihninizde farklı hoş bi tat bırakacak olan filmdir. tekrar tekrar izleyeceğiniz filmdir. başyapıttır. harikadır... vs. vs.
sinemada seyredilmesi gereken filmlerdendir. aslında seyredilmesi gerekenlerden.
gorillaz grubunun müzik piyasasına yeni bir bakış açısı getirdikleri ve neredeyse bütün üretim ve kayıtlarını ipad ile yaptıkları albüm..

“ipad ile kaydedildi” deyince birçoğunuzun aklından geçirdiği gibi albüm müzikal anlamda kısıtlı değil. gorillaz dinleyicilerinin daha önceki albümlerde hoşuna giden hipnotize eden groove’lar, muhteşem melankoliler ve daha önce gorillaz’a dair ne varsa hepsi bu albümde de var. ve “gerçekten” iyi bir albüm..

teknolojinin gelişiminin müziği demokratikleştirdiği aşikar. artık yetenekli ama parasız sanatçılar da büyük müzik şirketlerin desteğini arkalarına almadan aynen gorillaz gibi kaliteli albümler kaydedebilirler. bu konuda arkalarından gelenlere açtıkları yol açısından grubun yaptığı albüm oldukça ilham verici..
darwin in maymuna söyledikleri yardırmıştır.

-onlara hepsini senin uydurduğunu söyleyeceğim. bana yalancı diyecekler.
bu filmi şimdiye dek izlemediğimden ötürü ar ettim.
şu yaşıma dek hissettiğim her "hissi" hisseden birileri varmış ve bunları teker teker filme döküyorlarmış... sadece bana ait dünyamda "bence"olan duyguları hissettiğime o kadar eminmişim ki küçükken, duygulrımı karşı perde de ,ekranda* görmek hala şaşırtıyor,özletiyor,sarsıyor.

hayal dünyası denen uçsuz bucaksız,boyutsuz,sınırsız yerde kurduğumuz hayallerin maddeye bu denli muhteşem bir başarıyla aktarılması ömrüm boyunca şaşırtmaya ve mutlu etmeye devam edecek beni.

bu filme edilen tüm tebrikler,hayallerini 'hayal işte' deyip geçmeyen, bizimle paylaşmak için böylesine boyut ötesi çalışan tüm yönetmenlere senaristlere gelsin.**
görsel bir şölen ve inanılmaz bir anlatım tarzı. gerçek bir hayal bu film. mutlaka izlenmeli.
Maalesef çok bilinmeyen, seyredenleri hayran bırakan başyapıt.
iki hafta önce izlediğim, izlerken de hayran kaldığım bir filmdir. fakat izledikten bir süre sonra fark ettim ki filmin bazı kısımlarını hatırlamıyorum*. o derece ilginç bir film ya da bende bir bokluk var.
Roy Walker: What's that?
Alexandria: Food.
Roy Walker: Where'd you get it?
Alexandria: The chapel.
[feeds him a communion wafer]
Roy Walker: I'm sorry I shouted at you. I was angry.
Alexandria: No problem.
Roy Walker: Are you trying to save my soul?
Alexandria: [not understanding] Hmm?
Roy Walker: Are you trying to save my soul? Do you understand me?
Alexandria: What?
Roy Walker: Did you understand what I meant?
Alexandria: What you said?
Roy Walker: I said, are you trying to save my soul? Giving me that?
Alexandria: What mean that?
Roy Walker: The Eucharist.
Alexandria: What?
Roy Walker: The Eucharist. The thing you gave me. It's a...; it saves your soul.
Alexandria: Hmm? The thing I give you...; what?
Roy Walker: The little piece of bread that you just gave me. It saves your soul.
Alexandria: What? What? *What*?"
Alexandria: Will you tell me the story now?
Roy: What story?
Alexandria: The epic.
Roy: Alright... alright, close your eyes. What do you see?
Alexandria: Nothing.
Roy: Rub'em. Can you see the stars?
Alexandria: Yes.
film değil, şiirdir.
her sahnesinin insanı başka diyarlara götürdüğü, harika filmdir.
dikkat spoiler içerebilir.

o şeker topaç kızı yemek istediğim, lee pace'in karizmatik sesine hayran olduğum, bu film dünyada mı çekilmiş cennette mi diye sorguladığım filmdir. 26 farklı ülkede çekilmiş film yamulmuyorsam, böyle güzel yerler var mı yahu dünya üzerinde? beethoven 7th symphony'sinin kullanılması harika olmuş zaten. roy'un küçük kız tekrar düştüğündeki pişmanlığı, suçluluğu; hikayeye devam ettiklerinde karşılıklı gözyaşı dökmeleri hüzünlendirir. 2 farklı hikayeyi dinlemek gibi film.
ölmeden önce izlenmesi gereken filmlerden biridir.
küçük bir umut ve sonuna kadar boşvermişlik.
''destan sever misin?'' diye söylenirken destan sahnesine sokuluyor insan zaten.

alexandria'nın bir o kadar yerinde mimikleri ve konuşması var ki, ne bir fazla ne bir eksik; cuk her sahnede... en sondaki hikayenin sonunu değiştirme anında ağlayarak ikna etmesinden bahsetmiyorum bile... muazzam.

heh giremedim bi türlü şu konuya, görselliği. o ne ya? yönetmeni kim diye merak etmediğim filmin arkasından Tarsem Singh çıktı. araştırmalarımın arasına aldım, çünkü cahillik kötü bi şeydi. **
tablo sergisi minvalinde ardı arkası kesilmeyen sahneler müthişti zaten.

bi gerçek bi uydurma, bi gerçek bi uydurma dünyaya gidilmesi ne kopukluk oluşturuyor ne de abartı. akıyor adeta, alexandria'nın samimiliği ve roy'un sadeliğiyle.

aklıma peşi sıra kurgu'nun peyderpey yedirilmesi geliyor. gözüm artık yeni filmlerde alexandria'yı arıyacaktır. adı başka da olabilir tabii.*
ez-cümle; filmler üzerine yazan çizen bi arkadaştan aldığım öneriyle izlediğim zamanın bi dakikasının dahi boşa gitmediğinin göstergesi olan destana göz kırpan sinema. *
filmi daha yeni izledim. kendime kızıtorum tabiki daha önce nerdeydim diye. bu film için şöyleydi, böyleydi demiyeceğim. fantastik olarak izlediğim en iyi film diyebilirim ki bu sadece benim olmamakla birlikte çoğu kişinin bu dalda en iyi filmdir. izlemeyen çok şey kaybeder. kısaca izleyin, izlettirin.
gecenin bir fotoğrafının makinenin objektifine düşüş'ü ile düşlerin canlanması anına değiyor hikayenin başı. gece karanlık heryer, gecenin karanlık olduğunu söylemenin gereksizliğine takılmadan devam ediyor cümleler ay ışığına doğru yol almaya. sadece bir anlık bir görüntü değişimi, bir güzel anı yakalamak hayattaki, işte elini titreten şey bu oluyor hayat fotoğrafı çekenin.
düş'üyor, düş'erken düş'menin ne demek olduğunu bilmiyorcasına ve sanki evet tam da bir yıldırım gibi aşağı doğru iniyor. bir şeyleri doğurmak için, yaratabilmek için. ilk düş'üş aklına geliyor insanoğlu'nun. düş'ünü kurup düş'üşün, düş'üvermesi dünya'ya insanın. aynı görünen kare gibi hayatın minik penceresindeki, düşüyor evet kendi düşüşüne.
gece, eceg ve zündügü peşinde taşıyor, yok etmeye çalıştığı düşüş anını yine bir kare kareliyor dörtgence bir pencereye. bir yıldızın intiharına tanık olmak demek bu yaşananlar. bir ay'ın kendi halinden sıkılıp yıldız olmaya çalışmasının anlatımı bu belki de. aynı şekilde her şey.

düş'mek istiyor ondan insan
düş'üşe inat
bir düş'e.
ve o düş'ün ardından
kovalamak istediği düşü
bir ay'a yüklüyor,
yıldız olsun diye.
görsel şölene sahip çok başarılı duygusal bir filmdir. küçük kızın tatlılığı kadar oyunculuğuda mükemmel.
13 ayrı ülkede 4 yılda çekildiği ve hiçbir sahnesinde özel efektin kullanılmadığı belirtilen bir başyapıt. bir tarsem singh klasiği, görsellik mükemmel. minik kızı bir daha asla unutamazsınız.*
http://galeri.uludagsozluk.com/r/the-fall-182203/
(bkz: Tarsem singh) bas yapitidir. Siirdir. Fotograftir. Her saniyesini dondura dondura izlenilesi muhtesem filmdir.
aman aman bir senaryosu olmasa da muhteşem görselliğiyle başyapıtlar arasında yerini alacak film.