biieeng, bieenng (zıplama efekti). kötü adam geçilir ve bölüm biter.
+thank you mario but princess is in another castle.
-f*ck princess...tony soprano sent me to take the money you motherf**ker son of a b**ch!
+mario don't do that!, i love tony, you know that.
-it's too late mushroom man!...tatatatatataatatata....(tommy gun efekti.)
+ıeeğğhhhhhhh...
mantar kız: thank you mario but princess is in another castle.
mario: sen de fena değilmişsin aslında. hem zati kim gidecek ki o kadar yolu. o da kadın sen de kadınsın sonuçta.
(bkz: hasta ruh)
- thank you mario but princess is in another castle.
+ yeter aq lan! 5-4 bitti hala başka kalede diyosun!
- yapma maryom, badem bıyıklım!
+ nerde lan bu prenses?
- 8-4'te.
+ baştan neden söylemedin?
- hiç sormadın ki maryom!
+ eeeh yeter lan! prensesinizi kurtarcam diye mal gibi mantarların, tosbağaların, goombaların üstüne zıplıyorum! şebek yaptınız lan beni! yan apartmanın tesisat işini vermişlerdi sizin yüzünüzden almadım!
- deme öyle maryom!
+ sen de sus bi kadın. lan bowser ye şu karıyı. ben kaçar.
*game over*
mario nun her bayrağa atlamasından sonra karşılaştığı cümle. tabi biz bu oyunu oynarken çocuk olduğumuz için ve ingilizce tek kelime bilmediğimiz için anlamıyorduk. ne yazıyor orada diye de kafa yormuyorduk. hemen level atladık laaan!! diye salakça bir sevinç içine giriyorduk. çocukluk işte.ehe.
küçükkenken sadece princess kısmını anladığım cümledir. cümleyi anlamadığım için sürekli bu prenses yine çıkmadı ya diye ağlandığım olmuştu. çocukluk işte*
- thank you mario but princess is in another castle.
+ olmaz öyle şey.
- oldu oldu. senin prenses sermaye oldu. öyle kale kale geziyor.
+ vay orospu!!!!
- öyle deme mario muamele süper!!!!
+ ?*%½#£
'madem öyle beni buraya kadar niye yordun arkadaş? ' diye isyana iten cümle.küçükken bana atari parçalatmışlığı vardır şerefsizin.
sizin bu yaptığınıza gösterip vermemek denir tağam mı?
alternatif cevaplar;
-verecekse versin vermeyecekse uğraştırmasın.
-ebenin a*ı yeter artık.
-çok yoruyorsun beni prenses ama az kaldı.
-bıkmadım, yılmadım, peşindeyim.
-gördüğüm yerde skecem şerefsizim.
ancak sekizin dördüne gelindiğinde görülür ki yeşil dragon prensesin tadına bakmıştır. akbille açılan köprü, yerdeki gazoz kapakları, gerçekler kabus gibi çöker mario ya.
her seferinde umutla bölümler geçilir oyun için saatler verilir ama bu saçma sapan söz çıkar karşımıza hayallerimizi yerle bir eder. bir çocuğa da bu kadar yüklenilmez ama.
benim hep görmekten hoşlandığım yazıydı lan bu. oyun bitmezdi, uzardı. bu da daha çok oyun, daha çok heyecan demekti.
şimdilerde böyle bir şey olsa "sikerim lan prensesi de seni de" der kapatırım oyunu muhtemelen. yaşlandık efenim, eski formumuzdan ve azmimizden eser yok.
biz de bilirdik; ''princess is in another castle''. bizim alt komşunun nintendo'su vardı, orada zaten harita oluyordu, hangi şatoya gideceksin, daha ne kadar kurdeşen dökeceksin hepsini görürdük. ama bu yazı işgüzar işgüzar çıkardı bölüm sonunda; ''thank you mario but princess is in another castle''. biliyoruz güzelim, bizim amacımız zaten prenses falan değil, hatta mümkünse daha çok kale görelim, daha çok bayrak indirelim, daha çok kaplumbağa kabuğu fıydıralım. ''mesele prensese kavuşmakta değil yeğen, prensese giden yolda olmakta''. biz hayatı 6-7 yaşında böylesine naif, böylesine felsefi yaşamayı mario biraderden öğrendik işte.
şöyle bir okuyunca aklıma gelen not: evet alt komşuda oynardık. bizde normal adaptörlü, joystickli ''atari''lerden vardı. adaptör ısınırdı, joystick'in telleri haftada bir kez kopmazsa o haftayı yaşanmış kabul etmezdik. babam pazar günleri gazeteyi yere serer, tek tek lehimlerdi kablolarını. hey gidiyin.
hiç unutmuyorum, ki ben unuttuğum bir şeyi de anlatamam, ilkokul yıllarındayım. o zamanlar neşeli çocuğum biliyo musun, ödev başlıklarını kırmızı kalemle atıyorum. benim için hayat ekmek arası salça ya da peynir, platonik aşkım deniz ve dokuz aylık üzerine kurulu. umutluyum, mutluyum yani. ta ki o ızdırabı sikilesice güne kadar. yarım yarım yardırıyoruz yok, olmuyor bir türlü. o bölümü geçsek bu sefer başka türlü yaratıklar çıkıyor. son can hakkımızla yeni bir bölüme geliyoruz, "oh lan ortada kimse yok kaptır" derken suyun içinden uçan balıklar çıkıyor ve "dı dıt dı dıt dıt dıt" diye ölüyoruz. onu da geçiyoruz durmadan zıplayıp ağzından ateş atan ezdiğimiz kaplumbağaların reisiyle karşılaşıyoruz.
ama birgün beklenen o an gelmişti sözlük. başında duvağı, kısacık boyu, endamlı vücudu, nazlı gözleriyle o, prenses, karşımdaydı. hemen dedim kızı alalım ve bu lanet dünyanın bütün temellerine dinamit döşeyelim derken, o yazı belirdi ekranda, "allah razı olsun kanka uğraştın ettin ama prenses başka yerde bu onun dublörüydü."
minik ellerim hayalkırıklığının korunaklı bir kalesi gibi taş kesilmişti adeta. delik deşik olmuş, iman dolu serhaddim ile bir sonraki bölüme başlayayım bari, "kadere itiraz olmaz, çok büyük günahı var" dedim.
ne bilirdim o torpidocu ibnenin bombaları gülümseyerek yolladığını. kısalmış boyumla engelleri tırnaklarımla aşarken gelmişti üstüme namert kurşunları.
işte o günden sonra sözlük, ben adam gibi gülümsemedim bir daha.
"teşekkür ederim maryo, yakışıklı değilsin ama sempatiksin yine de. ben sana hiçbi'şekilde vermem de boşuna debeleniyon bunca zamandır." mealine geliyor esasında.
marıo'nun her kalede masturbasyon yapmasına neden olan cümle. mario o zorlukları gecerken nasıl sevişeceğinin hayalini kuruyor fantzilerini düşünüyor ama kalede prensesi bulamıyor. sonrada masturbasyon yapıyor gusül abdesini alıyor ve diğer bölüme geçiyor.