kazım karabekir, daha 1919'dan itibaren ingilizler'in cumhuriyet kurması yönünde erzurum'da kendilerine defalarca telkinlerde bulunduklarını anlatır.
savaşın en büyük ganimeti, osmanlı, avusturya - macaristan ve alman imparatorluklarının yıklıması bir daha diriltilemeyecek şekilde son buldurulmasıydı. bunun dışında, türklere de türklerin çoğunlukta olduğu bölgelerde bağımsızlık verilebileceği wilson ilkelerinde geçer. abd kongresi ve ingiliz yetkililerinden önemli bir bölümü (başbakanları hariç) hep bu tezi savunmuştur.
milli mücadeleyi kötülemek için yazmıyorum: ama bu böyledir.
müridlerin beynini nasıl sikiyorlar sorusunun cevabıdır.
kendi yaşamak istedikleri devlet düzeni dışında her yapıya yahudi devlet düzeni demek ne kadar kolay. ayrıca yazıda kaynaksız, desteksiz sallanan kısımları görmezden gelene aşkolsun.
öncelikle ingiltere afrika, hindistan ve shangai' sömürgelerinden ne zaman çekilmiş? anadolu' dan ne zaman?
çanakkale' ye ne amaçla gelip istanbul' u neden boşaltmış?.
çamur atmanın böylesi!
abd ve ingiltere'nin ehven-i şer olarak görecekleri bir hükümete daha sıcak bakacakları varsayımından hareket ederek kafadan sonuca giden bir önermedir. ancak bu tarz konular bir gazete yazısıyla olumlu veya olumsuz sonuca varma noktasına götürülemez. ortada belgeler, makul kaynaklar olmalıdır. yoksa sadece niyet ve çıkar yönüyle bakılırsa, daha atatürk samsun'a yola çıkmadan önce, istanbul'da iken, italyanlar çıkarları uyuştuğu için temasa geçmeye, çengel atmaya kalkmışlardır (kaynak için (bkz: altı ay) ), ama atatürk işin sağlam pabuç olmadığını düşündüğünden olsa gerek, terslemese de mevzuyu daha ileri boyutlara da taşımamıştır. velhasılı, ortada çıkar veya eğilim olması, bir şeyin fiilen mutlaka öyle olduğu, olacağı anlamına gelmez. konu belgeleriyle, boyutlarıyla, alternatif olasılıklarla vs ele alınır, irdelenir; makul bir argüman ortaya konursa "tamam, böyleymiş sahiden" diye kabullenilir. ayrıca "izin verme" varsa bile keyfinden, isteyerek mi, yoksa mecbur kalınıp mı verilmiş; "izin verilen" taraf böyle bir izni talep etmiş mi, veya kaale almış mı; bunlar da irdelenmelidir.
abd babında da 1-2 hatırlatma: abd'nin 1923 yılında sömürgeleri vardı (örnek: filipinler). öte yandan anadolu coğrafyasına yaklaşımlarının daha ziyade wilson prensipleri çerçevesinde bir şekillendirme olduğu yorumunun daha ağır basacağı düşünülebilir.
kuşkusuz, türkiye cumhuriyeti'nin kurulmasında bir çok etmen rol oynamıştır. başta, fransa ve ingiltere arasında olmak üzere, bölüşülmeye çalışılan osmanlı toprakları ama bilhassa boğazlar bölgesi üzerindeki, ülkelerin kişisel çıkarlarına dayalı olarak belirginleşen büyük anlaşmazlık, bunların en önemlilerinden biridir.
kurtuluş savaşı sırasında kullanılanılan silah ve mühimmatın, kendisi de genç ve bölgesinde güç oluşturma mücadelesi veren sosyalist rusya'dan temin edilmesi ve avrupalı emperyalist devletlere karşı kullanılması da aslında pek de gereken önemin atfedilmediği ya da öyle gösterilmesinin sam amca'nın işine daha çok geldiği bir başka etmendir. yani, kabul etmek gerekir ki kurtuluş savaşı, sadece allah allah nidaları eşliğinde, bağrı-yanık, baldırı-çıplak, istiklal ateşi ile yanıp tutuşan mehmetçik ve süngülerle değil özellikle büyük taarruz sırasında, komşusu sovyet rusya ve iktidardaki bolşeviklerin ciddi anlamda top, tüfek, mühimmat desteği ile kazanılmıştır.
orta doğu gibi her an patlamaya hazır ve daha kozmopolit toplum yapısına sahip ülkelerdense, avrupa sınırlarında nispeten daha düzenli, daha çağdaş ya da çağdaşlaşma yolunda hızlı adımlar atma mücadelesindeki bir ülkenin desteklenmesi gereği de dingin avrupa ile ateşten gömlek ortadoğu arasında bir tampon ülke olarak türkiye cumhuriyeti'nin doğuşunda üçüncü bir etmendir.
istense de istenmese de şu kabul edilmelidir; amerika birleşik devletleri ve ingiltere bugün olduklarından belki de daha büyük bir güçtüler o yıllarda. dünya ekonomisi ve jeopolitiği anlamında etkileri de yine bugün olduğundan daha az değildi. onalara rağmen bir şeyler yapmak mümkün değilse bu bağlamda ne yapacaksınız? tabiidir ki, yapılması gereken ne ise o yapılmıştır. uygun ortam oluşturularak, en azından fiili tepki göstermemeleri sağlanmıştır.
çevrenizdeki herkese ve sürekli kafa tutarak, ucuz kahramanlıklar yaparak bir yerelere ulaşmanın mümkün olmadığını, atatürk sonrası devlet politikalarıyla birlikte gördük ve yaşadık. bırakınız uzak çevreyi, komşularımız içiresinde bir tanesi ile bile düzgün bir ilişki kurmayı beceremedik, yapayalnız kaldık. 30 yıldır çözülememiş kıbrıs sorunu kimin için bir gurur vesilesidir, allah aşkına. halkın, türk'ün türk'den başka dostu yok! kabullenmişliği nasıl oluştu sanıyorsunuz?
atatürk'ün zaman ve mekana dayalı olarak başarılı bir öngörüyle çabuk ve kesin kararlar verme ve etkin olarak uygulatabilme yeteneği ile bu fırsatlar, türkiye cumhuriyeti'nin kuruluşunda tek tek ve başarıyla değerlendirilmişlerdir.
Sömürülmediğimiz sanısı ne kadar doğru? Bence tamamen yanlış çok basit şekilde misallendirmek gerekmekte. Ülke ekonomisinin yüzde kaçının yabancı şirketlerin elinde olduğunun cevabını bulduğunuz zaman sömürülüp sömürülmediğimizi anlayabiliyorsunuz. Bor madenlerimizin işletme hakkının hemen hemen hepsinini Rotschild ailesinin taşeronlarına ait olduğunu görünce sömürüldüğümüzü çok rahat anlayabiliyorsunuz. Devletimizin üzerinde ABD'nin NATO'nun üslerinin olduğunu görünce de bağımsız olmadığımızı anlıyorsunuz. Çünkü bağımsız bir devletin topraklarında kendi bayrağı altında kendi askerinden başkası bulunmaz. Ekonomimiz tamamen bağımlı bir şirket ve taşeronları tüm hisselerini bir gece de çekerek ülkede ekonomik kriz çıkarabilmektedir.
Müttefik orduları istanbul'dan çekilirken Fransız amiral istişare sırasında kürsüdeki ingiliz generale sorar; "hedefimiz olan istanbul'u işgal ettikten sonra neden terkedip geri dönüyoruz?" ingiliz generalin cevabı çok açıktır: "Biz Türkleri saltanatı kaldırarak mânâ planında yıkmış bulunmaktayız, bize artık faydaları dokunur; ama zararları dokunama." Lütfen şu 100 senelik tarihi yabancı kaynaklardan da biraz okuyun. M. Kemal'i Samsun'a gönderenin kim olduğunu, Mustafa Kemal'in Vahdettin'in yaveri ve en yakın adamı olduğu için vahdettin'in saltanatın gitmesi pahasına onu seçtiğini. Milli mücadele inkar edilemez ama biz milli mücadele boyunca ne ingilizle, ne Fransızla çarpışmadık hep onların kuklalarıyla Yunanlarla Rumlarla Ermenilerle çarpıştık...