osmanlı tamı tamına kendisidir, hem haddeden geçmiş zehirmisal zekasıyla yazdığı eserler, hem nüktedanlığı, hem kapkara gür sakalları hem celadeti hem rindemeşrepliği buna müthiş bir örnektir. mehmet akif'in dostu olması da kendisinin karakterini biraz daha sezmek için yeterlidir. allah rahmet etsin eski türkçenin bütün imkanlarını kullanıp yazdığı şiirlerini okudukça dişlerimiz kamaşır kalbimizde tarifi imkansız havai fişekler patlar.
servet-i fünun dönemi sanatçısıdır. üslubu devrinin gerektirdiği şekilde ağır tamlamalarla yüklü; ancak yazdıkları topluma yöneliktir. osmanlı'nın en acı günlerinde hiç kimsenin söyleyemediklerini dile getirmiş, "kara bir gün" makalesiyle işgal kuvvetlerine karşı çıkmış, sonrasında malta'ya sürgün edilmiştir. siyasal çalkantıları bir kenara, süleyman nazif edebiyatın zirvesindekilerle çarpışacak kadar yetenekli bir yazar ve şairdir. ancak, siyaset her zaman olduğu gibi bu ismi de gölgede bırakmıştır...
... ama yurdunu her şeyin üstünde tutar (süleman nazif). onun uğrunda gözünü budaktan sakınmaz. mütareke yıllarında yazdığı yazılar bunun canlı bir örneğidir. hele 1918 yılında hadisat gazetesi'nde yayınladığı " kara bir gün " adlı yazısı belleklerden çıkacak türden değildir. abdülhak şinasi hisar'ın anlattığına göre fransız işgal komutanı franchet d'espérey yazıyı haber alınca o kadar öfkelenmiştir ki hem yazıyı yazan süleyman nazif'in, hem de yazının yayınlanmasına izin veren sansürcü aziz hüdai bey'in hemen tutuklanıp kurşuna dizilmesi için buyruk vermiştir : " arrêtez - les et fusillez - les !"
süleyman nazif'in 23 ocak 1921'de darülfünun konferans salonunda düzenlenen pierre loti gününde yaptığı konuşma da gözüpek bir yurtseverin konuşmasıdır. abdülhak şinasi hisar bu konuşmayı da şöyle anlatır :
- onun seslenişini duyan yüzlerce insan bu cümlelerle, bu sesle ruhları çağlamış, yıkanmış, bilinçlenmiş oluyordu. bütün bir tarih, ulusal görgü, eski bir inancın geleneğiyle bütün bu insanlar, bütün vicdanlarıyla, istanbul'un ve yurdun özgürlüğüne, bağımsızlığına yeniden ermişler gibi coşuyorlardı. bu tarihsel günde süleyman nazif, bir ulusun bilincine karışan anlayışlı konuşmasında insanı kimi zamanda ozanların, uzun ezan seslerini andıran geniş dizelerini duyurarak, bir edebiyatçı olarak, tarihsel bilincin gururuna ve şiirin dinsel tadlarına erdirmiş oluyordu.
Nüktedanlığının nasıl bir zekanın mahsulü olduğunun en açık timsallerinden biri de şüphesiz şu fıkradır:
Süleyman Nazif ile Abdülhak Hamit bir gün, evvelce sözleştikleri bir ahbaplarıyla buluşmak üzere yola çıkmışlar. Randevularına sadakati ve gecikmelere tahammülsüzlüğü ile meşhur Nazif, yol boyunca buluşacakları ahbaplarının bu hususta sadakatsizliğinden dem vurup Hamit'i erken gitmemeye, hiç değilse bir yerlerde oturup vakit harcamaya ikna etmeye çalışmış ama nafile, aldığı cevap hep "bir gidelim, gelmezse yaparız o dediğini" olmuş. Nihayet buluşacakları yere vardıklarında, bahsi geçen ahbaplarının müstesna bir biçimde çoktan gelmiş ve onları beklemekte olduklarını görünce Nazif şaşkın bir biçimde Hamit'in koluna vurarak: "Görüyor musun Hamit" demiş; "şu insanoğluna da nasıl hiç güven olmuyor. Herifçioğlu geleceğim diye söz veriyor ve geliyor".