henüz 7 yaşındayız. bir çocuk vardı ismi lazım değil bir de kız. çocuk kızı seviyordu. biz bunlara düğün yapmaya karar verdik. ama kız çocuğu bilmiyor. seni tavukla evlendiricez dedik kıza, kız kabul etti. eski perdelerden gelinlik yapıldı kıza. tavuğun peşinden koşturduk bir süre. sonra bunla olmaz çocuk vekil olsun dedik. kız yine kabul etti. nikah kıyıldı. pisikletler süslendi, mahallede pisikletlerimizle turladık, konvoy yaptık. son.
8-10 yaşlarındayım, evimizin etrafı yeni yeni yapılandığı için her yer inşaat. bizim karşı komşu da biz inşaatlara gitmeyelim diye ayağınıza çivi batarsa 3 gün içinde ölürsünüz diye korkutmuştu bizi. gel zaman git zaman bir gün ayağıma batan çiviyle irkildim. neyse hastaneye gittik bilmem bişeyler. ama benim kafa hala karşı komşunun dediği lafta. 3 gün boyunca camdan sokakta oynayan yaşıtlarımı izleyerek ölümümü bekledim.
yaşımı hatırlamıyorum ama sanırım 5-7 arası bir yaştayım. bisiklet sürmeyi öğreneceğim. güzel bir hafta sonu sabahı (sanırım cumartesi idi) babam beni ve bisikletimi aldı aşağı indik. bilirsiniz 2 tekerlekli bisikletlere destekler takılır.
neyse efendim taktı babam destekleri pazar kurulan sokağa gittik başladım ben bisikleti sürmeye. babam peşimden yavaşça takip ediyor beni işte "oğlum direk karşıya bak yalpalamazsın böylece" benzeri telkinler veriyor, araba geldiğinde "dikkat et, panik yapma" vs tarzında da yardımlarda bulunuyor. zaten sokak çocuk dolu ve hepsi de bana yardım ediyor bisiklet sürerken.
lafı uzatmayalım, caddede turlarken bu sefer beklenmedik bir olay caddeye kocaman bir tır girdi. babamdan yaklaşık olarak 100 metre uzaktaydım. tıra baktım, arkamı dönüp babama baktım ve yemin ediyorum ki babam o anda usain bolt'dan daha hızlı bir şekilde o mesafeyi koştu çünkü daha kafamı önüme çevirmeden beni tutup kaldırıma çekmişti bile.
nitekim aynı günün gecesinde karşı apartmanın bahçesine serbest uçuş gerçekleştirirken yine aynı eforu göstermesini beklerdim. *
her ne olursa olsun
Henüz 5 yaşındaydım. O ara yurt dışında yaşıyorduk ve kardeşlercek sigaraya başlamıştık. Düşününki o yaşta marlboro sigara içiyordum. Çok fırlama bir çocuktum. Dadımızın evinin anahtarını alıp evini soymuştuk. Kedisine işkence yapmıştık. O kadın hala benden nefret ediyordur heralde.
3-5 maç kağıdıyla sokağa çıkıp cepleri doldururdum. Ertesi gün okuldaki yeteneksiz kardeşlerime bu kağıtları satardım. Hatta sattığım arkadaşları keperek tekrar satardım. Bayada kazanırdım.
Bir gün yine maç kağıtlarıyla okula gelmiş arkadaşlarla oynarken birden 1. Sınıf anısı niyetine fotoğraf çekilecektir. Korkudan elimdeki kağıtları cebime bile atamadan fotoğraf çekildim. sağ elimle yazı yazıyor sol elimde ise maç kağıtları taşıyor vaziyette çekilen fotoğraf halâ durmaktadır.
- Sırf ibneliğine kasalı bir anadolun benzin deposuna işemiştim.
- Karşı apartmanın duvarına yumurta atmıştım.
- Bir çocuğu dövüp, dikenleri olan bir ağacın oraya atıp boncuklu tabancam ile bir şarjörü çocuğun üstüne boşaltmıştım.
- Arkadaşlar ile birlik olup, arı yuvasına torpil, kız kaçıran, füze koyup patlatmıştık, boncuklu tabanca ile yuvaya sıkmıştık, altında ateş yakmıştık. Baya sokulmamıza rağmen amacımıza ulaşmıştık yuvayı resmen kurutmuştuk.
1 ya da 2.sınıfa gidiyorum o zamanlar internet yok bilgisayarda da shakira nın ojos asi sarkısı var.sanırım o zamanlar da onu söylemeye çalışıyorum.bir gün babamın yanına iş yerine gitmiştim,neyse içeri girdim emniyet müdürü sankı ben büyükmüşüm gibi elimi sıktı adımı sordu filan babam da emniyet müdürüne dönüp hadi kızım shakiranın sarkısını söyle demıstı emnıyet müdürlüğünde.hala düşünüyorum ve babamın bunu neden söylediğini anlamıyorum.ben de söylememiştim tabiki.
Büyükçe bi sitede oturuyorduk. Bi gün dışarda 7 8 arkadaş oynarken birden yağmur yağmaya başladı ama nasıl. Biz de bi tane apartmanın içine girdik. Merdiven altına geçtik konuşuyoruz. Bi tane şabalak suratlı kız vardı dediki "hadi sevdiğimiz çocukları söyleyelim sırayla, kimse bilmeyecek". Dedim işte bizim apartmandaki şu. 100den fazla çocuğa yayılan aşkım ve öncesinde yaşadığım fox dizilerindeki gibi tehditler. Neyseki taşındık sonra..
komşu kızın kukusuna parmağımı daldırtmak üzere anneme yakalandım. sokamadım ama, 7 yaşında filandık. sonra banyoya soktu, dövdü beni annem. o gün bugün kukulara küskünüm.
karşı 2 dairenin kapılarının kulplarını biraz boşluk bırakarak birbirine bağladıktan sonra aşağıdan her 2 dairenin zilini de çalarak gelen komik sesleri dinleyerek eğlenmektir.
Aklıma geldikçe yazacağım anılardır.
Çimenler boyumuz kadarken ya da biz çimenlerin boylarındayken elimizde iki buçuk litrelik kola şişeleriyle çimen çimen gezer çekirge toplar, o çekirgelerin bacaklarını koparır daha sonra ince bir çubuğa geçirip bir güzel pişirdikten sonra onları yerdik. Denemek isteyenlere tavsiyem; tadı patates kızartmasından hallice. Şimdiki halimle dokunamam bile çekirgeye. Çocukluk işte.. Ne bir şeyden korkuyor ne de çekiniyorsun. Merak ve korkusuzluk her şeyi yaptırıyor sana. Soy ağacımı iyi bir araştırayım en iyisi bir Çinlilik var gibime geliyor. Neyse şimdi sıra "ıyyy! iğrenççsin" mesajlarınızı almaya geldi.
küçük amcamla aramızda çok fazla yaş farkı yok, 6 yaş falan var. çocukluğumdan, oldukça küçük zamanlarımdan aklıma kazınmış bir anım var onunla ilgili.
şimdi ben küçükken babaannemle evimiz çok yakındı, ben sık sık gidip onda kalırdım, henüz okula gitmiyorum. küçük amcam da ilkokula gidiyor, mavi önlük falan... bir sabah uyandık, kahvaltı yapacağız. amca, babaanne ve ben, üçümüz varız sadece. kahvaltı sofrasının olmazsa olmazı yumurtalar rafadan, katı demeden masada yerini almış. babaannem çayları koyarken haylaz küçük amcam (evet çocukken gerçekten çok haylazdı) eline yumurta almış, oynuyor. oynarken, oynarken bu salak yumurtayı bir sıkıverdi, rafadan yumurta her yere fışkırdı! babaannemin o sinirle amcama bağırışını ve dövmek için kovalayışını, amcamın o aptal ve şaşkın surat ifadesini halen unutamıyorum... işin en fena yanı o an olayın komikliğine gülmemek için kendimi çatlarcasına sıkmamdı zira gülseydim bir dayak da ben yerdim babaannemden.
bi kız arkadaşımla sokakta geziniyodum. yaş daha 9. Yerde çakmak bulduk. Çalışıp çalışmadığını test etmek için kuru çalı ile dolu olan bir alanı yakmıştım. sonrasında Bağırış çığırış itfaiye vs ...
Sonuç: çalışıyormuş.
Not: Babam bir kere bile bana vurmadı şu ana kadar ama dedem yangından sonra osmanlı tokatını yapıştırmıştı.
çocukken hep pazar ayakkabısı giyinirdim. daha doğrusu giyinmek zorunda bırakılırdım. bir keresinde bi akrabamızın hediyesi sayesinde adidas giyinme fırsatı bulmuştum gerçi. haftalarca yatağımın başında durmuştu onlar. ve tabanları tamamen sökülene kadar da kullanmıştım.
Herneyse, yine 10 liraya beyaz bir spor ayakkabı almıştı babam. gerçi 15 liraydı da üstün pazarlık kabiliyeti sayesinde 10 liraya almıştı. ertesi gün onlarla gitmiştim okula. gittiğim okula gelir düzeyi bizimkinden yüksek ailelerin çocukları gidiyordu genel olarak. gerçi bizim de çok az gelire sahip olduğumuz söylenemezdi. o sıralar borç içindeydik ve tasarruflu olmaya çalışıyorduk ailece. babam, o okulun iyi imkanlara sahip olduğunu ve o okula gitmemin benim için büyük bir şans olduğunu söylerdi hep. neyse beş veya altıncı sınıf falandım herhâlde. soğuk bir sonbahar sabahıydı. geceden yağmur yağmıştı ve yerler ıslaktı. ilk dersimiz bedendi ve spor salonunun girişinde hocanın gelip salonu açmasını bekliyorduk. beklediğimiz yer mermerdendi ve üstü kapalıydı. Yani beklediğimiz yerin zemini kuruydu. o sırada sınıfın 3-4 havalı çocuğu, okula gelirken ıslanmış olan nike ve adidas'larının tabanlarını kuru zeminde sürterek o zamanlar bir zenginlik göstergesi olduğunu düşündüğümüz "ciyyyk" sesini çıkarıyordu, büyük bir gururla. daha sonra içlerinden birinin gözleri benim ayakkabıma takıldı. bıyık altından sırıta sırıta yanıma sokuldu ve benim de ayakkabımı yere sürtmemi söyledi alaycı bir tavırla. bunu tam bütün sınıfın sustuğu bir anda söylemesi tesadüf müydü yoksa planlayarak mı yapmıştı bunu hâlen emin değilim. Neyse işte o tayfadan bir çocuk daha aynı şeyi söyleyip yanıma yaklaştı diğer çocuğun yüzündeki alaycı ifadeyi takınarak. herkes bana bakıyordu sessizce. ben de gurur yapıp birden sürttüm ayakkabımı yere. bi mucize gerçekleşip "ciyyyk" sesi çıkmadı elbette. hatta ayakkabıyı yere vurduğumda sanki bir tahtayı yere vurmuşum gibi çıkan "paat" sesi herkesin gülmesine yetmişti bile. bu işi başıma saran o ikisi mutlu olmuşlar mıydı bu hareketleriyle bilemem ama ileride sosyal fobi'ye yakalanmamda anne-babamdan sonra en büyük etkiye sahip kişilerdi. şimdi yüzlerce liralık ayakkabılar da giysem insan içine çıkmaktan utanıyorum, o veya bu şekilde dalga konusu olmak korkusuyla.
annem yazı yazarken ben de yazmak istemiştim de, bana "büyüyünce yazarsın, küçüksün ne yapacaksın yazı yazıp?" diye sormuştu. ben de "ben şimdi yazmak isterken yazdırsana işte, büyüyünce istemem ki sıkılırım. büyükler yazı yazmayı sevmiyor." demiştim.
aa şunu söylemesem olmaz, bizim ailenin durmadan anlatıp durduğu şey:
babam akide şekeri almış şeffaf poşet içinde ütü masasının üstünde duruyor. ben de tam bir şeker canavarı tabi o zamanlar. bizimkiler muhabbet ediyor ben de çaktırmadan ütü masasının ardından dolanıp poşetteki şekerlere ulaşmaya çalışıyorum. sonunda ulaşıp yandan bir delik açarak ordan şekerleri yürütüyorum yavaş yavaş. biraz geçtikten sonra bizimkilerin dikkati bana yöneliyor:
"ne yapıyorsun sen orda çocuğum?"
"hiiiç, şekerlerin penceresinden bakıyorum."
küçükken çamaşır suyu içmiştim.
kafamı çok sert bir yere -tam hatırlamıyorum- çarpmıştım, izi hala duruyor.
kafam yanmıştı -gerçekten lan, bildiğin alev almıştı-, zor söndürdüler.
milyarlarca kez bisikletten düştüm.
şöyle bir durup, yazdıklarımı okuyorum da, neler gelmiş başıma lan benim.