Sen kaf dağının ardında bir çiçek.. Bense sevdiğim, sabah eserinde kendini yollara atmış bir toz tanesiyim.. Savrulurum yanına varacağım diye poyrazdan karayele.. Ama inan sevdandan hırçın değil hiç bir fırtına...
Çok deniz gezdim çok bahçe geçtim ama görmedim senin gibisini..
Görmedim de dokunmadım da bir tekinin yaprağına. E hadi sevdiğim sen de insafa gel azıcık, gel de dokunsun yapraklarındaki sihir şu yorgun bedenime, sen gel de olmasın bahar, esmesin rüzgar, akmasın dereler denizlere... Kollarında bir beş dakika ver, bu ömrüm de olmasın...
Rea
en uzak mesafe
ne afrika'dır,
ne çin,
ne hindistan,
ne seyyareler,
ne de yıldızlar geceleri ışıldayan...
en uzak mesafe iki kafa arasındaki mesafedir birbirini anlamayan.....
Kara gözlerindeki umut
Siyah saçları kadar karamsardı
ve kadere küsmüştü O, bir kere
Sevgiyi öldürdü diye...
Sanki ona uzanan ellerde
Keskin bir bıçak
Ha vurdu ha vuracak
Bu, benim karanlıklarım,
Bu benim sırlarım diyor hep
Bir gün gelecek
Şefkatle kollarına saracaklar...
Asılsız sevgilerdi onu yıkan aslında
Umutları umduğu gibi çıkmamaış
Beklentileri hep korkuları olmuş
Sanki bütün hayatı,
Kupkuru bir odadaymış kopamadıklarıyla..
Gülüşleri bir sigara içimi zamanı kadar az
Her nefeste biraz daha kısalırken
Bütün beklentileri
Duman duman uçuyorlardı.
Kurallar koymak isterken dostluklarına,
Kuralları bozduğunun farkında değildi aslında...
Şimdi o gözlerde,
Vakitsiz yağan yağmurlar var,
Hasat mevsimi bitmiş bahçelere
Sağnak sağnak yağacaklar.,
Belki gönlünde gökkuşağı açacak
Ama, altından çocuklar geçmeyecekler.
Su yerine zehir akacak ırmaklarından,
Hiç kimse içmeyecek...
ya Ben,
Şimdilerde bir bağ bozumu hüznü var içimde,
Üzümlerim gazap üzümü
Şaraplarımsa gözyaşları...
Sen güz güneşinde,sanki kanadı kırık bir kuş,
Konmuştu bahçeme,
Ona şefkatle eğilirken
Pır diye uçtu birden
Kırık sandığım kanatlarındaki sahtelik,
ve,inancımla birlikte.
elimden gelen bu ben iki kişiyim .
çoğalmak neyse ne azalmak zor.
birisi seni her an bırakıp gittiğim,
öbürü kan gibi tutulmuş seviyor.
ağzındaki acı alnındaki çizgiyim .
gözlerine kirli bir bulut getirdim.
hiçbir sevinç aydınlığı onu silemiyor .
elimden gelen bu ben iki kişiyim .
birisi kapadığın kapılardan gitmiyor .
yağmur yağmaksa o güneş açmaksa o.
bir yerin üşüse onun sıcaklığı,
öbürü en içten çağrını işitmiyor.
alıp tutmaksa o basıp gitmekse o .
bakışları kıyısız deniz uzaklığı .
elimden gelen bu ben iki kişiyim .
ikisi birden çıkmaya uğraşıyor .
bilmem ki hangisinden nasıl vazgeçeyim?
birisi yeni baştan serüvene başlamış .
öbürü silahında son mermiyi sıkıyor.
çoğalmak neyse ne, azalmak zor.
sizin hiç babanız öldü mü?
benim bir kere öldü kör oldum
yıkadılar aldılar götürdüler
babamdan ummazdım bunu kör oldum
siz hiç hamama gittiniz mi?
ben gittim lambanın biri söndü
gözümün biri söndü kör oldum
tepede bir gökyüzü vardı yuvarlak
söylelemesine maviydi kör oldum
taşlara gelince hamam taşlarına
taşlar pırıl pırıldı ayna gibiydi
taşlarda yüzümün yarısını gördüm
bir şey gibiydi bir şey gibi kötü
yüzümden ummazdım bunu kör oldum
siz hiç sabunluyken ağladınız mı?
her şey yapılabilir
bir beyaz kağıtla
uçak örneğin uçurtma mesela
altına konulabilir
bir ayağı ötekinden kısa olduğu için
sallanan bir masanın
veya şiir yazılabilir
süresi ötekilerden kısa
bir ömür üzerine.
bir beyaz kağıda
her şey yazılabilir
senin dışında
güzelliğine benzetme bulmak zor
sen iyisi mi sana benzemeye çalışan
her şeyden
bir gülden bir ilk bir sonbahardan sor
belki tabiattadır çaresi
senin bir çiçeğe bu kadar benzemenin
ve benim
bilinci nasırlı bir bahçıvan çaresizliğim
anlarım bitkiden filan
ama anlatamam
toprağın güneşle konuşmasını
sana çok benzeyen bir çiçek yoluyla
sen bana ışık ver yeter
bende filiz çok
köklerim içimde gizlidir
gelen giden açan soran bere budak yok
bir şiir istersin
"içinde benzetmeler olan"
kusura bakma sevgilim
heybemde sana benzeyecek kadar
güzel bir şey yok
uzun bir yoldan gelen
tedariksiz katıksız bir yolcuyum
yaralı yarasız sevdalardan geçtim
koynumda bir beyaz kağıt boşluğu
her şeyi anlattım
olan olmayan acıtan sancıtan
bilsem ki sana varmak içindi
bütün mola sancıları
bütün stabilize arkadaşlıklar
daha hızlı koşardım
severadım gelirdim
gözlerinin mercan maviliğine
sana bakmak
suya bakmaktır
sana bakmak
bir mucizeyi anlamaktır
sağa sola bakmadan yürüdüğüm yollar tanıktır
aşk sorgusunda şahanem
yalnız kelepçeler sanıktır
ne yazsam olmuyor
çünkü bilenler hatırlar
hem yapılmış hem yapma çiçek satanlar
bahçıvanlar değil tüccarlardır
sen öyle göz
sen öyle toprak ve güneş ortaklığı
sen teninde cennet kayganlığı iken
sana şiir yazmak ahmaklıktır
bir tek söz kalır
dişlerimin arasından
ben sana gülüm derim
gülün ömrü uzamaya başlar
verdiğim bütün sözler
sende kalsın isterim
ben sana gülüm derim
gül sana benzediği için ölümsüz
yazdığım bütün şiirler
sana başlayan bir kitap için önsöz
sana bakmak
bir beyaz kağıda bakmaktır
her şey olmaya hazır
sana bakmak
suya bakmaktır
gördüğün suretten utanmak
sana bakmak
bütün rastlantıları reddedip
bir mucizeyi anlamaktır
sana bakmak
allah'a inanmaktır
sen kocaman çöllerde bir kalabalık gibisin,
kocaman denizlerde ender bir balık gibisin.
bir ısıtır, bir üşütür, bir ağlatır bir güldürür;
sen hem bir hastalık hem de sağlık gibisin.
bak bil ki; domuzların önüne inciler serilmez,
mücevherden sarraflar anlar ancak, başkası bilmez,
kör insan için ne farkeder ki, elmas da bir cam da
sana bakan kör ise; sakın kendini camdan sanma
bir adın kalmalı geriye
bütün kırılmış şeylerin nihayetinde
aynaların ardında sır
yalnızlığın peşinde kuvvet
evet nihayet
bir adın kalmalı geriye
bir de o kahreden gurbet
sen say ki
ben hiç ağlamadım
hiç ateşe tutmadım yüreğimi
geceleri, koynuma almadım ihaneti
ve say ki
bütün şiirler gözlerini
bütün şarkılar saçlarını söylemedi
hele nihavent
hele buselik hiç geçmedi fikrimden
ve hiç gitmedi
bir topak kan gibi adın
içimin nehirlerinden
evet yangın
evet salaş yalvarmanın korkusunda talan
evet kaybetmenin o zehirli buğusu
evet nisyan
evet kahrolmuş sayfaların arasında adın
sokaklar dolusu bir adamın yalnızlığı
bu sevda biraz nadan
biraz da hıçkırık tadı
pencere öü menekşelerinde her akşam
dağlar sonra oynadı yerinden
ve hallaçlar attı pamuğu fütursuzca
sen say ki
yerin dibine geçti
geçmeyesi sevdam
ve ben seni sevdiğim zaman
bu şehre yağmurlar yağdı
yani ben seni sevdiğim zaman
ayrılık kurşun kadar ağır
gülüşün kadar felaketiydi yaşamanın
yine de bir adın kalmalı geriye
bütün kırılmış şeylerin nihayetinde
aynaların ardında sır
yalnızlığın peşinde kuvvet
evet nihayet
bir adın kalmalı geriye
bir de o kahreden gurbet
beni affet
kaybetmek için erken, sevmek için çok geç ahmet hamdi tanpınar
rengarenk dünyada bir adam gezer,
ne zengin ne fakir.
ne mümin ne zındık.
hiçbir gerçeğe dalkavukluk etmez.
hiçbir yasağı tanımaz...
bu alacalı dünyada kimdir bu adam, cesur ve üzgün.
Benim kendimi içinde bulduğum şiir Liliyar... Paylaşalım :
bu kuklaların kukla olmadığı besbelli
ne söyledilerse tıpıtıpına gerçek besbelli
altın saçlarını yana atışı yok mu lilinin
lilinin yağdan kıl çekercesine inanışı
lilinin yağdan kıl çekercesine yaşayışı yok mu
kuklalar titremesin ne yapsın
kuklaların kukla olmadığı besbelli
lilinin çekip gideceği besbelli
lilinin dönüp geleceği besbelli
ekmek ha bakkalın olmuş ha cabaret de paris'nin
sen herhangi bir ekmek yiyeceksin işte lili
ekmek ne kadar allahınsa lili de o kadar allahın lili
yüzün ruhun kadar aydınlık ya lili
gönlün soğuk sular güzel aynalar gibi ya lili
anladın ya kutunun içinden çıkan mendil
olamaz üstüdardan geçeriken bulduğun mendil
-bizi bırakıp nereye gidiyorsun lili
demek bizi bırakıp gidiyorsun lili
sen daima güzeller güzelini bulursun lili
sen istesen de taş yürekli olamazsın
sen daima güzeller güzeli olursun lili
demek gideceksin arkana dönüp bakmayacaksın
hangi kuş hangi şafakta ölecek görmeyeceksin
öyleyse al bu kürkü bu veda kürkünü lili
tüyleri şiirler olan bu mahcup kürkü
sen daima sultanlar sultanı olursun lili
demek sen gidiyorsun lili
bizi öpmeden mi gideceksin lili
lilinin güneşin altında duruşu yok mu
perdeleri sıyırıp çirkin adamı burnundan yakalayışı yok mu
eline bavulunu alışı yollara koyuluşu yok mu
çirkin adamın güzel adam oluşu yok mu
yaklaşıp onu saçlarından yakalayışı
uzaklaşıp yollarda yol oluşu yok mu
lilinin bir tavşan gibi koşuşu
keklik gibi dönüp bakışı ve yıldırım gibi koşuşu yok mu
adam da tam o zaman kapıdan çıkmaz mı dışarı
lilinin adamın boynuna çocukça ve çılgınca atılışı yok mu
elimden tut yoksa düşeceğim
yoksa bir bir yıldızlar düşecek
eğer şairsem beni tanırsan
yağmurdan korktuğumu bilirsen
gözlerim aklına gelirse
elimden tut yoksa düşeceğim
yağmur beni götürecek yoksa beni
geceleri bir çarpıntı duyarsan
telâş telâş yağmurdan kaçıyorum
sarayburnu'ndan geçiyorum
akşamsa eylül'se ıslanmışsam
beni görsen belki anlayamazsın
içlenir gizli gizli ağlarsın
eğer ben yalnızsam yanılmışsam
elimden tut yoksa düşeceğim
yağmur beni götürecek yoksa beni
Dağbaşında bir avcı kulübesi
Yerler dizboyu kar ocakta ateş
Dışarda rüzgar
Hadi gel önce sevişmeliyiz uzun uzun
Yerdeki ayı postunun uzerine uzanmalıyız
Bütün vücudunu santimetre karelere ayırıp
Birer birer öpmeliyim
Ve sonra sımsıkı sarılmalıyım sana
Böylece ölmeliyiz aradan yıllar geçip
Bizi buldukları zaman
Etlerimiz çürümüş olsa da
Kemiklerimiz ayrılmamalı birbirinden Hadi gel
Nefes almak hüner değil
Seninle ölmek istiyorum
tanrı gülüşünle öfkeni almış senin;
birinden cennet yapmış, birinden cehennem.
sen cennetimsin benim, ben senin uslu kulun;
açılsın kapıları bana cennetimin.
ne sen öldürebiliyorsun beni bu cenkte
ne ben yenebiliyorum seni
ödünç hançer öldürmez beni
ya başka bir silah seç kendine
ya bırak başkasının ellerine
ölüm aşkın işidir
kork benden sevgilim
ahretin olurum senin
bu kadar çok seven öldürmesini de bilir
ölümü göze alan yaşamasını da bilir.