herkesin bir feride'si vardır ben bilmez miyim
herkesin bir ayakkabısı gibi bir de şarkısı
herkesin bir kimsesi vardır ben bilmez miyim
bir de kimsesizliği
(...)
d(erken) yıllar geçer
o herhangi bir gün de akşam olur
akşam olur sen bana bir bardak çay getirirsin
ensenden öperim, o saat bardakta şeker gibi erirsin
sen bir yaz güneşisin bakınca gözlerine bir sevinir
bir sevinirsin..
yüreğinden ansızın okul çocuklarının trampetleri geçer
tramvaylar, havai fişekler geçer..
benim yüreğimde ise hep uzak ki yollar
içinden uzun yol otobüsleri, sessiz ırmaklar geçer..
benim ırmaklarım
ırmaklarım benim senin gözlerinden geçer...
............
görüyor musun dağlara dokunuyor insanlar
giderek dağlaşıyorlar
görüyor musun adınla başlıyor her şey
karın eriyişi, yağmurun dirilişi
özlemin ilk harfi, gücün hecelenişi
adınla!
adınla her şey: şarabın dökülüşü, sesimin eskimeyişi..*
gözlerine bakarken
güneşli bir toprak kokusu vuruyor başıma,
bir buğday tarlasında, ekinlerin içinde
kayboluyorum...
yeşil pırıltılarla uçsuz bucaksız bir uçurum,
durup dinlenmeden değişen ebedi madde gibi gözlerin:
sırrını her gün bir parça veren
fakat hiç bir zaman
büsbütün teslim olmayacak olan...
sözde, senden kaçıyorum doludizgin atlarla
bazan sessiz sedasız ipekten kanatlarla
ama sen hep bin yıllık bilenmiş inatlarla
karşıma çıkıyorsun en serin imbatlarla
adını yazıyorsun bulduğun fırsatlarla
yüreğimin başına noktalarla, hatlarla
başbaşa kalıyorum sonunda heyhatlarla
sözde, senden kaçıyorum doludizgin atlarla.
ne olur bir gün beni kapında olsun dinle
öldür bendeki beni sonra dirilt kendinle
çarpsan karasevdayı en azından yüzbinle
nasıl bağlandığımı anlarsın kemendinle
kaç defa çıkıp gittim buralardan yeminle
ama her defasında geri döndüm seninle
hangi düğüm çözülür, nazla, sitemle, kinle
ne olur bir gün beni, kapında olsun dinle.
şaşırdım kaldım işte, bilmem ki n'emsin?
bazan kızkardeşimsin, bazan öpöz annemsin
sultanımsın susunca, konuşunca kölemsin
eksilmeyen çilemsin
orada ufuk çizgim, burda yanım yöremsin
beni ruh gibi saran sonsuzluk dairemsin
çâresizim çâremsin.
şaşırdım kaldım işte bilmem ki n'emsin?
Bazen
Arkanı dönüp gitmek gerek
Yalnızlığını dibine kadar yaşamak
Geride bıraktıklarına bakmamak gerek.
Ne insanlar girdi hayatına
Bazıları iz bıraktı, çoğu unutuldu gitti
Yalnızca birkaçı kaldı yanında, her durumda
Bugün yanında olanların kıymetini bilmek gerek.
Bazen
Arkanı dönüp gitmek gerek
Hayata dikiz aynasından bakmamak
geçip ön koltuğuna yaşamın
gelecek güzel günleri beklemek gerek.
kadın adamı çok seviyordu...
yemyeşil ovalarını verdi adama,
yaşam fışkıran.
beni seviyor musun?
evet, dedi adam...
güneşini, ayını verdi kadın.
yıldızları taktı bir bir adamın omuzlarına.
beni seviyor musun?
tabi, dedi adam...
kadın çağladı,
gürül gürül akan pınarını verdi adama.
beni seviyor musun?
elbette, dedi adam...
kadın bağlandı,
yaşam ipini adama verdi.
bir oldular tek oldular adamla.
beni seviyor musun?
biliyorsun, dedi adam...
kadın dağlarını verdi adama,
tırmandılar doruklara.
beni seviyor musun?
aşağılara baktı adam zirveden.
başkalarını gördü,
sustu adam...
ağladı kadın...
gözyaşını verdi adama,
almadı adam...
kadın onurunu verdi adama,
şaşırdı adam...
sordu yine usulca kadın,
beni mi seviyorsun?
onu da seviyorum seni de, dedi adam...
sustu kadın...
verecek bir şeyi kalmadığında...
senin yüreğine ihtiyacım var, dedi adam.
başkasını sevebilmek için...
çıkarıp yüreğini verdi kadın.
korktu adam...
beni sevmiyor musun? dedi adam.
sesi yoktu kadının söyleyemezdi,
gözleri yoktu kadının ağlayamazdı,
kalbi yoktu kadının sevemezdi,
onuru yoktu kadının yaşayamazdı.
Take this kiss upon the brow!
And, in parting from you now,
Thus much let me avow-
You are not wrong, who deem
That my days have been a dream;
Yet if hope has flown away
In a night, or in a day,
In a vision, or in none,
Is it therefore the less gone?
All that we see or seem
Is but a dream within a dream.
I stand amid the roar
Of a surf-tormented shore,
And I hold within my hand
Grains of the golden sand-
How few! yet how they creep
Through my fingers to the deep,
While I weep- while I weep!
O God! can I not grasp
Them with a tighter clasp?
O God! can I not save
One from the pitiless wave?
Is all that we see or seem
But a dream within a dream? **
elimden tut yoksa düşeceğim
yoksa bir bir yıldızlar düşecek
eğer şairsem beni tanırsan
yağmurdan korktuğumu bilirsen
gözlerim aklına gelirse
elimden tut yoksa düşeceğim
yağmur beni götürecek yoksa beni
geceleri bir çarpıntı duyarsan
telâş telâş yağmurdan kaçıyorum
sarayburnu'ndan geçiyorum
akşamsa eylül'se ıslanmışsam
beni görsen belki anlayamazsın
içlenir gizli gizli ağlarsın
eğer ben yalnızsam yanılmışsam
elimden tut yoksa düşeceğim
yağmur beni götürecek yoksa beni
desem ki vakitlerden bir nisan akşamıdır,
rüzgârların en ferahlatıcısı senden esiyor,
sende seyrediyorum denizlerin en mavisini,
ormanların en kuytusunu sende gezmekteyim,
senden kopardım çiçeklerin en solmazını,
toprakların en bereketlisini sende sürdüm,
sende tattım yemişlerin cümlesini.
desem ki sen benim için,
hava kadar lazım,
ekmek kadar mübarek,
su gibi aziz bir şeysin;
nimettensin, nimettensin!
desem ki...
i̇nan bana sevgilim inan,
evimde şenliksin, bahçemde bahar;
ve soframda en eski şarap.
ben sende yaşıyorum,
sen bende hüküm sürmektesin.
bırak ben söyleyeyim güzelliğini,
rüzgârlarla, nehirlerle, kuşlarla beraber.
günlerden sonra bir gün,
şayet sesimi farkedemezsen,
rüzgârların, nehirlerin, kuşların sesinden,
bil ki ölmüşüm.
fakat yine üzülme, müsterih ol;
kabirde böceklere ezberletirim güzelliğini,
ve neden sonra
tekrar duyduğun gün sesimi gökkubbede,
hatırla ki mahşer günüdür
ortalığa düşmüşüm seni arıyorum
Hoşgeldin!
Kesilmiş bir kol gibi
omuz başımızdaydı boşluğun...
Hoş geldin!
Ayrılık uzun sürdü.
Özledik.
Gözledik...
Hoş geldin!
Biz
bıraktığın gibiyiz.
Ustalaştık biraz daha
taşı kırmakta,
dostu düşmandan ayırmakta...
Hoş geldin.
Yerin hazır.
Hoş geldin.
Dinleyip diyecek çok.
Fakat uzun söze vaktimiz yok.
Yürüyelim
...
dört taraftan kurşun yağıyordu üstüme
Mustafa, Ömer, Ercüment, Ramazan Turhan,
Süleyman Özmen, Dursun Önkuzu, işkencede ölenler,
isimleri cisimleri unutulanlar,
hepsi çerçeveli resimlere girip görünüyorlardı bana.
birkaç saat sonra
benim de resmim çerçevelenecek,
benim de yıldızım gökyüzünden kayıp aşağılara düşecekti.
...
dağlarda tek tek
ateşler yanıyordu.
ve yıldızlar öyle ışıltılı öyle ferahtılar ki
sayak kalpaklı adam
nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden
güzel, rahat günlere inanıyordu
ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında,
birden bire beş adım sağında onu gördü.
paşalar onun arkasındaydılar.
o, saati sordu.
paşalar üç dediler.
sarışın bir kurda benziyordu.
ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
yürüdü uçurumun kenarına kadar,
eğildi durdu.
bıraksalar
ince uzun bacakları üstünde yaylanarak
ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
kocatepe'den afyon ovası'na atlayacaktı.