bak bil ki; domuzların önüne inciler serilmez,
mücevherden sarraflar anlar ancak, başkası bilmez,
kör insan için ne farkeder ki, elmas da bir cam da
sana bakan kör ise; sakın kendini camdan sanma
sen kocaman çöllerde bir kalabalık gibisin,
kocaman denizlerde ender bir balık gibisin.
bir ısıtır, bir üşütür, bir ağlatır bir güldürür;
sen hem bir hastalık hem de sağlık gibisin.
her şey yapılabilir
bir beyaz kağıtla
uçak örneğin uçurtma mesela
altına konulabilir
bir ayağı ötekinden kısa olduğu için
sallanan bir masanın
veya şiir yazılabilir
süresi ötekilerden kısa
bir ömür üzerine.
bir beyaz kağıda
her şey yazılabilir
senin dışında
güzelliğine benzetme bulmak zor
sen iyisi mi sana benzemeye çalışan
her şeyden
bir gülden bir ilk bir sonbahardan sor
belki tabiattadır çaresi
senin bir çiçeğe bu kadar benzemenin
ve benim
bilinci nasırlı bir bahçıvan çaresizliğim
anlarım bitkiden filan
ama anlatamam
toprağın güneşle konuşmasını
sana çok benzeyen bir çiçek yoluyla
sen bana ışık ver yeter
bende filiz çok
köklerim içimde gizlidir
gelen giden açan soran bere budak yok
bir şiir istersin
"içinde benzetmeler olan"
kusura bakma sevgilim
heybemde sana benzeyecek kadar
güzel bir şey yok
uzun bir yoldan gelen
tedariksiz katıksız bir yolcuyum
yaralı yarasız sevdalardan geçtim
koynumda bir beyaz kağıt boşluğu
her şeyi anlattım
olan olmayan acıtan sancıtan
bilsem ki sana varmak içindi
bütün mola sancıları
bütün stabilize arkadaşlıklar
daha hızlı koşardım
severadım gelirdim
gözlerinin mercan maviliğine
sana bakmak
suya bakmaktır
sana bakmak
bir mucizeyi anlamaktır
sağa sola bakmadan yürüdüğüm yollar tanıktır
aşk sorgusunda şahanem
yalnız kelepçeler sanıktır
ne yazsam olmuyor
çünkü bilenler hatırlar
hem yapılmış hem yapma çiçek satanlar
bahçıvanlar değil tüccarlardır
sen öyle göz
sen öyle toprak ve güneş ortaklığı
sen teninde cennet kayganlığı iken
sana şiir yazmak ahmaklıktır
bir tek söz kalır
dişlerimin arasından
ben sana gülüm derim
gülün ömrü uzamaya başlar
verdiğim bütün sözler
sende kalsın isterim
ben sana gülüm derim
gül sana benzediği için ölümsüz
yazdığım bütün şiirler
sana başlayan bir kitap için önsöz
sana bakmak
bir beyaz kağıda bakmaktır
her şey olmaya hazır
sana bakmak
suya bakmaktır
gördüğün suretten utanmak
sana bakmak
bütün rastlantıları reddedip
bir mucizeyi anlamaktır
sana bakmak
allah'a inanmaktır
sizin hiç babanız öldü mü?
benim bir kere öldü kör oldum
yıkadılar aldılar götürdüler
babamdan ummazdım bunu kör oldum
siz hiç hamama gittiniz mi?
ben gittim lambanın biri söndü
gözümün biri söndü kör oldum
tepede bir gökyüzü vardı yuvarlak
söylelemesine maviydi kör oldum
taşlara gelince hamam taşlarına
taşlar pırıl pırıldı ayna gibiydi
taşlarda yüzümün yarısını gördüm
bir şey gibiydi bir şey gibi kötü
yüzümden ummazdım bunu kör oldum
siz hiç sabunluyken ağladınız mı?
elimden gelen bu ben iki kişiyim .
çoğalmak neyse ne azalmak zor.
birisi seni her an bırakıp gittiğim,
öbürü kan gibi tutulmuş seviyor.
ağzındaki acı alnındaki çizgiyim .
gözlerine kirli bir bulut getirdim.
hiçbir sevinç aydınlığı onu silemiyor .
elimden gelen bu ben iki kişiyim .
birisi kapadığın kapılardan gitmiyor .
yağmur yağmaksa o güneş açmaksa o.
bir yerin üşüse onun sıcaklığı,
öbürü en içten çağrını işitmiyor.
alıp tutmaksa o basıp gitmekse o .
bakışları kıyısız deniz uzaklığı .
elimden gelen bu ben iki kişiyim .
ikisi birden çıkmaya uğraşıyor .
bilmem ki hangisinden nasıl vazgeçeyim?
birisi yeni baştan serüvene başlamış .
öbürü silahında son mermiyi sıkıyor.
çoğalmak neyse ne, azalmak zor.
Kara gözlerindeki umut
Siyah saçları kadar karamsardı
ve kadere küsmüştü O, bir kere
Sevgiyi öldürdü diye...
Sanki ona uzanan ellerde
Keskin bir bıçak
Ha vurdu ha vuracak
Bu, benim karanlıklarım,
Bu benim sırlarım diyor hep
Bir gün gelecek
Şefkatle kollarına saracaklar...
Asılsız sevgilerdi onu yıkan aslında
Umutları umduğu gibi çıkmamaış
Beklentileri hep korkuları olmuş
Sanki bütün hayatı,
Kupkuru bir odadaymış kopamadıklarıyla..
Gülüşleri bir sigara içimi zamanı kadar az
Her nefeste biraz daha kısalırken
Bütün beklentileri
Duman duman uçuyorlardı.
Kurallar koymak isterken dostluklarına,
Kuralları bozduğunun farkında değildi aslında...
Şimdi o gözlerde,
Vakitsiz yağan yağmurlar var,
Hasat mevsimi bitmiş bahçelere
Sağnak sağnak yağacaklar.,
Belki gönlünde gökkuşağı açacak
Ama, altından çocuklar geçmeyecekler.
Su yerine zehir akacak ırmaklarından,
Hiç kimse içmeyecek...
ya Ben,
Şimdilerde bir bağ bozumu hüznü var içimde,
Üzümlerim gazap üzümü
Şaraplarımsa gözyaşları...
Sen güz güneşinde,sanki kanadı kırık bir kuş,
Konmuştu bahçeme,
Ona şefkatle eğilirken
Pır diye uçtu birden
Kırık sandığım kanatlarındaki sahtelik,
ve,inancımla birlikte.
en uzak mesafe
ne afrika'dır,
ne çin,
ne hindistan,
ne seyyareler,
ne de yıldızlar geceleri ışıldayan...
en uzak mesafe iki kafa arasındaki mesafedir birbirini anlamayan.....
Sen kaf dağının ardında bir çiçek.. Bense sevdiğim, sabah eserinde kendini yollara atmış bir toz tanesiyim.. Savrulurum yanına varacağım diye poyrazdan karayele.. Ama inan sevdandan hırçın değil hiç bir fırtına...
Çok deniz gezdim çok bahçe geçtim ama görmedim senin gibisini..
Görmedim de dokunmadım da bir tekinin yaprağına. E hadi sevdiğim sen de insafa gel azıcık, gel de dokunsun yapraklarındaki sihir şu yorgun bedenime, sen gel de olmasın bahar, esmesin rüzgar, akmasın dereler denizlere... Kollarında bir beş dakika ver, bu ömrüm de olmasın...
Rea
Yaşanmayanlara özlem var içimde..
Sende bulacağıma inanıyorum ya
Belki sende bulma isteği bu içimdeki
illa ki sende bulma inadı
Şimdi sen çağırsan beni
Neden çağırdığını söylemeden
Sadece gel desen
Gelip uzak yollardan..
Sana sarılsam düşünmeksizin..
Neden sarıldığımı anlatmaya gerek görmeden..
Çok şey istemem senden
Belki bir tatlıcıya gideriz..
ikimiz de severiz tatlıyı
Tavuk göğsünü severim ben..
Tatlı yiyip tatlı konuşacağız ya
Bir kaşık tatlımdan alıp
Seni anlatacağım ya
Yetmez ya hiç bir şeker adı
Sözcüklerime seni katmaya
Gözlerine bakarım
Yetmez gizli bakışına sığınırım
Şiirim kabarır içimde
Şiirler yazarım kağıt peçeteler üstüne..
Belki ürküyorsun sen
Aşkım çok
Sevgim çok
Sense korkak
Sense sevginin içinde duraksamış
Sevmeye istekli bir korkak
Aslında çok şey istemeye niyetim yok..
Olanla varsın ya bende..
Bendeki olan senin bütünün ya..
Varlığımı sımsıcak ısıtan
istemiyorum zaten fazlasını ..
Belki alışverişe çıkarız..
Sen beğenirsin alacağım kazağı..
Siyah rengi çok severim..
Gözünün değdiği ilk kazağı alırım..
Belki çabucak giymem
Bakışların değmiş ya ..
Saklarım sensizliğin yakama yapışacağı anlara
Özleminin büyüyeceği ilk anda
Bakışlarından giyinirim
Kazağıma değen elime
Sıcaklığın bulaşır
Senden saklı büyüttüğüm
Kimbilir belki deniz kenarında yürürüz..
Ben balık ekmek isterim..
Belki bir de şalgam..
Sen belki kırmızı şarap..
Ve dudaklarımdan sana dair şiirleri yudumlamak
Yine de yürürüz beraberce seninle
Elele olmak mı..
Çok şey istemem ..
Ruhundaki ellerimi çıkaramam ki.
Sıcak senin içinde ellerim..
Hiçbir şey ruhundaki renkler kadar ısıtmaz ellerimi..
Dedim ya çok şey istemiyorum senden
Her şeyini almışken..
Katmışken kendime
Satır satır
Damla damla
Bundan daha çok ne olur bilmem
Çok şey istemiyorum diye şaşırma.
Ben öyle az şeyle yetinirim
Belki beraberce klasik müzik dinleriz
Belki bana figaronun düğününü anlatırsın..
Ben seni dinlerim ..
Klasik müzik neyime.
Sesinin notalarına düşer ya aklım...
Ben belli etmem bilirim utanırsın..
Aşk dedikçe korkan birisisin sen ..
Olsun ben ses çıkarmam
Serde dillendirilmeyen aşkı yaşamak var
Belki dedim ya az şey isterim senden..
Lunaparka gideriz
içimizdeki çocuğu sevindirmek için.
Çarpışan otolara bineriz
Ellerin yakınımda
Değerim de gizli gizli..
Sıcaklığına vurgunum ya
Sıcaklığından sevişmelere yürürüm ya
Kutsal bir emanet gibi alırım ya seni
Ellerinin sıcağından
Değerim ellerine
Arsız bir çocuk yaramazlığında
Dedim ya çok şey istemiyorum senden ..
Öyle aşk sözcükleri beklediğimi sanma
Sarılsan bana sımsıkı
Konuşmadan
Suskunluğunla gülümsesen
Yeter bana sevgini büyütme
Ben alırım ne de olsa ....
Senin vermek istediğin her şeyi
Vermeye bu denli korkakken sen
Haydi sen unut bunların hepsini
Sen yeter ki gülümse
Çok şey istemem senden
gassan satar
edit: şair bilgisi için tekyoldevrim' e teşekkürler.
Gözlerini getir yarı umutsuzluğum
Yaprak gibi döküleyim önüne
Solayım, beter olayım
Gözlerini getir, Öleyim...
Bilmeden çocukça sevildiğini,
Ve bayram sabahınca beklendiğini,
Kaf Dağı’ndan güneş getirir gibi,
Gözlerini getir. Getir gözlerini, Öleyim...
Kimsesizim, ilk kez bu kadar suskunum
Sana söyleyemiyorum
Yıldızlara uzanmışım her akşam
Ve bağlanmış, Ve kınanmış,
Ve hep karşında yitirmişim.
Ne olur, gözlerini getir Ustam!
Getir gözlerini, Öleyim...
Ben biraz şairim, biraz divane,
Çarmıha gerseler öldüremezler
Sırrım saçımda değil, yüreğimdedir
istersen dost, istersen düşman gibi
Gözlerini getir. Ustam!
Getir gözlerini, Öleyim...
Ben yine kaybettim, görmüyor musun?
Şafak yangınından yaralı çıktım
Ve ben ustam, Gözlerinle yakılası bir şiire başladım
Kaçtıkça sana döndüm.
Ve artık gülü bıraktım,
Menekşe yaprağını, Kitaplarımı, Suskun maceramı...
Bu şiir bitsin
Bana, peşini bıraktığım bir hayatı değil, Gözlerini getir.
Ustam! Getir gözlerini, ÖLEYiM...
Geçmiş günü beyhude yere yâd etme,
Bir gelmemiş an için de feryat etme
Geçmiş gelecek masal bunlar hep
Eğlenmene bak ömrünü berbat etme.
Niceleri geldi, neler istediler,
Sonunda dünyayı bırakıp gittiler.
Sen hiç gitmeyecek gibisin değil mi?
O gidenler de hep senin gibiydiler.
Dünyada ne var, kendine dert eyleyecek,
Bir gün gelecek ki can bedenden gidecek,
Zümrüt çayır üstünde, sefa sür iki gün ...
Zira senin üstünde de otlar bitecek
Ben Sana Mecburum
ben sana mecburum bilemezsin
adini mih gibi aklimda tutuyorum
buyudukce buyuyor gozlerin
ben sana mecburum bilemezsin
icimi seninle isitiyorum
agaclar sonbahara hazirlaniyor
bu sehir o eski Istanbul mudur
karanlikta bulutlar parcalaniyor
sokak lambalari birden yaniyor
kaldirimlarda yagmur kokusu
ben sana mecburum sen yoksun
sevmek kimi zaman rezilce korkuludur
insan bir aksamustu ansizin yorulur
tutsak ustura agzinda yasamaktan
kimi zaman ellerini kirar tutkusu
birkac hayat cikarir yasamasindan
hangi kapiyi calsa kimi zaman
arkasinda yalnizligin hinzir ugultusu
Fatih`te yoksul bir gramofon caliyor
eski zamanlardan bir cuma caliyor
durup kose basinda deliksiz dinlesem
sana kullanilmamis bir gok getirsem
haftalar ellerimde ufalaniyor
ne yapsam ne tutsam nereye gitsem
ben sana mecburum sen yoksun
belki Haziran`da mavi benekli cocuksun
ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor
bir sileb siziyor issiz gozlerinden
belki Yesilkoy`de ucaga biniyorsun
butun islanmissin tuylerin urperiyor
belki korsun kirilmissin telas icindesin
kotu ruzgar saclarini goturuyor
ne vakit bir yasamak dusunsem
bu kurtlar sofrasinda belki zor
ayipsiz fakat ellerimizi kirletmeden
ne vakit bir yasamak dusunsem
sus deyip adinla basliyorum
icimsira kimildiyor gizli denizlerin
hayir baska turlu olmayacak
ben sana mecburum bilemezsin.
It was many and many a year ago,
In a kingdom by the sea,
That a maiden there lived whom you may know
By the name of Annabel Lee;
And this maiden she lived with no other thought
Than to love and be loved by me.
I was a child and she was a child,
In this kingdom by the sea:
But we loved with a love that was more than love -
I and my Annabel Lee;
With a love that the winged seraphs of heaven
Coveted her and me.
And this was the reason that, long ago,
In this kingdom by the sea,
A wind blew out of a cloud, chilling
My beautiful Annabel Lee;
So that her high-born kinsmen came
And bore her away from me,
To shut her up in a sepulchre
In this kingdom by the sea.
The angels, not half so happy in heaven,
Went envying her and me -
Yes! that was the reason (as all men know,
In this kingdom by the sea)
That the wind came out of the cloud one night,
Chilling and killing my Annabel Lee.
But our love it was stronger by far than the love
Of those who were older than we -
Of many far wiser than we -
And neither the angels in heaven above,
Nor the demons down under the sea,
Can ever dissever my soul from the soul
Of the beautiful Annabel Lee;
For the moon never beams without bringing me dreams
Of the beautiful Annabel Lee;
And the stars never rise but I feel the bright eyes
Of the beautiful Annabel Lee;
And so, all the night-tide, I lie down by the side
Of my darling -my darling -my life and my bride,
In the sepulchre there by the sea -
In her tomb by the sounding sea.
Melih Cevdet ANDAY çevirisi:
Seneler,seneler evveldi;
Bir deniz ülkesinde
Yaşayan bir kız vardı,bileceksiniz
ismi Annabel Lee;
Hiçbir şey düşünmezdi sevilmekten
Sevmekden başka beni.
O çocuk ben çocuk,memleketimiz
O deniz ülkesiydi,
Sevdalı değil karasevdalıydık
Ben ve Annabel Lee;
Göklerde uçan melekler bile
Kıskanırdı bizi.
Bir gün işte bu yüzden göze geldi,
O deniz ülkesinde,
Üşüdü rüzgarından bir bulutun
Güzelim Annabel Lee;
Götürdüler el üstünde
Koyup gittiler beni,
Mezarı ordadır şimdi,
O deniz ülkesinde.
Biz daha bahtiyardık meleklerden
Onlar kıskandı bizi,_
Evet!_bu yüzden (şahidimdir herkes
Ve o deniz ülkesi)
Bir gece bulutun rüzgarından
Üşüdü gitti Annabel Lee.
Sevdadan yana ,kim olursa olsun,
Yaşça başca ileri
Geçemezlerdi bizi;
Ne yedi kat gökdeki melekler,
Ne deniz dibi cinleri,
Hiçbiri ayıramaz beni senden
Güzelim Annabel Lee.
Ay gelip ışır hayalin eşirir
Güzelim Annabel Lee;
Bu yıldızlar gözlerin gibi parlar
Güzelim Annabel Lee;
Orda gecelerim,uzanır beklerim
Sevgilim,sevgilim,hayatım,gelinim
O azgın sahildeki,
Yattığın yerde seni .
Gözlerin gözlerime değince
Felaketim olurdu ağlardım
Beni sevmiyordun bilirdim
Bir sevdiğin vardı duyardım
Çöp gibi bir oğlan ipince
Hayırsızın biriydi fikrimce
Ne vakit karşımda görsem
Öldüreceğimden korkardım
Felaketim olurdu ağlardım
Ne vakit Maçka'dan geçsem
Limanda hep gemiler olurdu
Ağaçlar kus gibi gülerdi
Bir rüzgar aklımı alırdı
Sessizce bir cigara yakardım
Kirpiklerini eğerdin bakardın
Üşürdüm içim ürperirdi
Felaketim olurdu ağlardım
Aksamlar bir roman gibi biterdi
Jezabel kan içinde yatardı
Limandan bir gemi giderdi
Sen kalkıp ona giderdin
Benzin mum gibi giderdin
Sabaha kadar kalırdın
Hayırsızın biriydi fikrimce
Güldü mü cenazeye benzerdi
Hele seni kollarına aldı mı
Felaketim olurdu ağlardım
aşk mıydı o, aşkımsı bir şey miydi
neydi çekip kendine, beni bağlayan
kanatan dudağımı, tenimi dağlayan
elleri ta içimde o dev miydi
etime bir alev değmişçesine
nasıl da yakardı öptüğü zaman
bir su gibi akıp gitti avuçlarımdan
yorgunum şimdi bin yıl sevmişçesine
hani o yalnız benim olan gül, kırmızı
gözlerimin önünde açılan sonsuz bahçe
hani, o var olmalarımız öpüştükçe
o delice sürdürmeler yaşantımızı
hiç doymamak oysa, tene, kokuya, aşka
sarıldıkça güçlenmek, bütünlenmek
kudurmuş arzularla zamanı yenmek
ve en kuytularda buluşmak korka korka
kimi gün utanmak otlardan, çimenlerden
kimi gece mıhlamak gölgemizi duvara
varmak için o sevgiyle açılmış kollara
apansız düşmek yükseklerden bir yerden
oydu işte alıştığım, özlediğim şimdi de
sevgice bir tutku, aşkımsı bir yakınlık
avunmak... kırık dökük anılarla artık
kimbilir? o geceler yaşanmadı belki de
Zeynep beni bekle / gece ağaçlarına
Yağmur çiseliyorum / cam tozu su beyazı
yalnızlığını mutlaka değiştireceğim.
Bir yaprak halinde süzülüp saçlarına
Eski teşrinlerden / kederli kırmızı
Zeynep beni bekle mutlaka döneceğim
Söyle kim önleyebilir buluşmamızı
Geceleyin ışıkları söndürdüğün zaman
Benim şiir kitaplarından sızan aydınlık
Elinde uyuyakaldığın heyecanlı roman
Pancurların çarpıldığı lodos geceleri
Rüzgârın değil benim / pencerendeki ıslık
Her akşam koridordaki ayak sesleri
Yanlış çaldığını zannettiğin telefon
Zeynep beni bekle mutlaka geleceğim
Hem bu ne ilk ayrılığımız ne de son
Pikapta eminağa acemaşirân saz semaisi
Sokakta çocuklar saklambaç hırsız polis
Hayat akıp gidiyor olsam da olmasam da
Saati durmamalı ufak sorumlulukların
Resmi bırakmadın ya / son çektiğin hangisi
Bak mektuplar birikmiş yine masamda
Fakülteler açılacak bak bugün yarın
Zeynep beni bekle mutlaka geleceğim
Başladığımız filmi birlikte bitireceğiz
kim ne derse desin içimde delice bir his...
yürümek;
yürümeyenleri arkasında boş sokaklar gibi bırakarak,
havaları boydan boya yarıp ikiye
karanlığın gözüne bakarak yürümek..
yürümek;
dost omuzbaşlarını omuzlarının yanında duyup,
kelleni orta yere
yüreğini yumruklarının içine koyup yürümek ..
yürümek;
çok zaman sonra oturup
bir fincan kahve içebilmeli insan
eski sevgilisiyle
geride bunu bırakabilmeli
yalnız ya da birlikte çekip giderken bir ilişkiden!
her şey dün gibiyken
yıllar geçti
uzakta birbirimizden.
cam kenarına oturduğum masadan
yüzüme sokağı vuran tülün gölgesinde
düşünüyorum:
yavaş yavaş anıların da terk ediyor beni
git gide azalıyor
günün birinde
birlikte
bir fincan kahve içebilmenin
sadakati
hayali...
neden mümkün olmuyor
ayrılmak
yok pahasına tüketmeden her şeyi?!
garbage'ın şarkısı:
"cup of coffee"
benim yıllar önce aşkımıza verdiğim
söz gibi, hayal:
yıllar sonra insanın eski sevgilisiyle
hüzün, şefkat ve incelikle bir fincan kahve içebilmesi...
neden yıllar sonra bir araya getiremiyor bizi
hüzün, şefkat, incelik ve bir fincan kahve
yalnızca bu kadarına azalmışken
bir zamanlar yaşanan
o büyük aşkın ikindisi!
fincanın üzerinden birbirimize bakarken
ikimiz de biliyoruz giden gitti!
daha kapıda ayrılacak yollarımız
buluştuğumuz kafeden
kendi hayatlarımıza dağılırken
yine de birbirimizden hatırladıklarımıza değmez mi
o bir fincan kahve
ağzımızda yıllardır zehir zemberek bekleyen?
ya da boş ver, en iyisi
garbage dinleyelim ikimiz de
kahvelerimizi içerken kendi evlerimizde...