sözlük yazarlarının sevdiği şiirler

entry1812 galeri42
    549.
  1. 550.
  2. 551.
  3. bilmediğiniz kelimelerin altını çizin, derdi öğretmenim.
    bunca yıl, bunca yol, bunca hayat ve kitaptan
    sonra bütün kelimelerin altını çiziyorum

    ...-öğretmenim, artık izin istiyorum.
    2 ...
  4. 552.
  5. 553.
  6. ibrahim sadri-gülce

    Uçurumun kenarındayım hızır
    Bir dilber kalesinin burcunda
    Vazgeçilmez belaya nazır
    Topuklarım boşluğun avucunda
    Derin yar Adımı çağırır
    Kaldım parmaklarımın ucunda

    Uçurumun kenarındayım hızır
    Bir gamzelik rüzgar yetecek
    Ha itti beni ha itecek

    Uçurumun kenarındayım hızır
    Divan hazır
    Ferman hazır
    Kurban hazır
    Güzelliğin zulme çaldığı sınır
    Başım döner, beynim bulanır
    El etmez
    Gel etmez
    Gözleri bir ret, bir davet
    Gülce uzak uzak dolanır
    Mecaz değil
    Maraz değil
    Gülce semavi bir afet

    Uçurumun kenarındayım hızır
    Gülce bir beyaz sihir
    Canıma bedel bir haz
    Nur
    Nar ve nurdan bir zehir
    Gülce araf’ta infaz
    Bir tek bakışıyla suyum ısınır
    Güzelliğin zulme çaldığı sınır

    Uçurumun kenarındayım hızır
    Ben fakir
    En hakir
    Bin taksir
    Cahil cesaretimi alem tanır
    Ateşten
    Kalleşten
    Mızrakla gürzden
    Dabbetül arz’dan
    Deccal’dan, yedi düvelden
    Korku nedir bilmeyen ben
    Tir tir titriyorum gülce’den
    Ödüm patlıyor gülce’ye bakmaktan
    Nutkum tutuluyor, ürperiyorum
    Saniyeler gözlerimde birer can
    Her saniyede bir can veriyorum...
    0 ...
  7. 554.
  8. tahir ile zühre meselesi..
    (bkz: nazım hikmet)

    herkes biliyor artık bu şiiri,
    herkes seviyor sanki
    belki çok klasik gelebilir
    belki aman kültürlü görünmek için tek bildiği şiiri yazmış bile diyebilirsiniz
    fakat diyor ya ;
    ' Yani Tahiri Zühre sevmeseydi artık,
    Yahut hiç sevmeseydi,
    Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden? '
    işte bunlar için sevilmeye değer şiirdir,
    zaten nazım hikmet de sevilecek adamdır.
    1 ...
  9. 555.
  10. Ben seni, sen doğmadan önce sevdim, sevgili!..

    Hücreme sızan mor bir ışık gibiydi sevgin.

    Şimdi yoksun, şimdi uzaktan melankoli köpeklerinin sesleri geliyor...

    Nasıl, delice çarpıyor yüreğim... Yokluğunun kederi, nasıl da aptalca bir yaşama sevinci veriyor bana...

    Oysa yoksun, oysa mor bir ışıktan başka hiçbir şey yok hayat denen hücremde... Ve senden başka bir şey yok içimde...

    Çünkü ben seni, sen doğmadan önce sevdim, sevgili!..

    Günlerdir, ölümümle sevişiyor sabahlarım... Günlerdir, uyumuyorum. Sabahlara dek dolaşıyorum orada burada... Kimseyle bir derdim yok, sadece iyi kalpli, okumuş, acemi bir serseriyim ben... Kibar bir aylaktan başka bir şey değilim, bu koca kentte...

    Ve sen sevgili, haksızlık yaptın bana... Haksızlık yaparak, bu şehri, bu sokaktaki mor ışığı bir kez daha bağışladın bana. Haksızlık yaparak, bana hayatımı yeniden bağışladın...

    Biliyor musun, aslında istedim bu haksızlığı ben. Gidecek bir yerim var ya da yok ama biliyor musun, ben seni doğmadan önce sevmeye başladım sevgili...

    Ben, sen daha dünya yokken bile, seni yanımda taşıdım.

    Nereye gitsem, seni yanımda götürdüm. Sen daha yokken bile...

    Mesela sabaha karşı, güneş doğarken dostlar beni bir dağın tepesine çıkartırlardı. Oradan aşağıdaki kanın kederinden süzülen o masmavi denize ve hayatımıza benzeyen dalgalara bakarken, içim ömrümüze benzeyen dalgalar gibi kabarıp inip kalkarken, yüzümü sana doğru çevirir, öyle bakardım gökyüzüne, denize, sana, hayatımıza...

    Sen daha yokken, nereye gitsem, sana doğru bakardım ben...

    Ne kadar çırpınsa da bir gün anlar bizim gibi bir insan; çok sıradan, çok basit bir şeymiş gibi kaybetmiş olduğunu ve tutunamayacağını, daha doğrusu tutunmak istemediğini, elbet bir gün anlar.

    Bunu anladığım an biraz kederlendim ben, ama inan, hiç üzülmedim. Hiç yazıklanmadım. Çünkü böyle olması gerekiyordu. Çünkü kaybedenlerle, kazananların arasını ayıran sınırı aşınca, kederimi benden alacaklardı, biliyordum...

    Sınırı aşınca, benden kendime ihanet etmemi isteyeceklerdir...

    istemedim ama en çok bir tek şey için istemedim. O kederimin içinde, sen vardın, sevgili!..

    Seni yitirmemek için kederime sarıldım.

    Ben, sen daha dünyada yokken, senin için seve seve kaybedenlerin yanında olmayı benimsedim... Ben seni, sen daha doğmadan önce sevdiğim için, böyle olması gerekiyordu çünkü...

    Ben, bir mevsim sefil, bir mevsim dertli, bir mevsim şeytan, bir mevsim derviş olmayı, senin için seçtim, sevgili!..

    Bizi yok etmek isteyenlerle aramızdaki uçurum derinleşince, gözlerim kamaşır, yaralarım tatlı bir acıyla kanardı...

    Görünüyordu, açık açık yarınımızı çalıyorlardı bizden; işte en çok bu yüzden yarınları çalınan hayatımızı daha çok seviyordum. Bizi evlerinden sokağa atıyorlardı ama sokakların çamuru, o çamurlardaki ışık daha güzel göz kırpıyordu sana ve hayatımıza...

    işte ben, böyle, sen daha dünyada yokken bile senin adına konuşuyordum. Senin sevgilerin, kaybedişlerin, içindeki ürperişler hakkında konuşuyordum...

    Biliyor musun, senin benden ayrı bir varlık oluşun, hayatı tanımaktan, bizim gibilerin hep kaybedecek oluşundan daha ağır geliyordu bana...

    Oysa doğal olanı buydu. Hem, herkes kendi adına yaşar, kendi adına ölürdü. Doğal olanı buydu. Ama buna hiç inanmak istemedim: Hayatla en büyük çelişkim bu oldu. Senin ayrı bir varlık oluşun koydu en çok bana... Senin, bensiz öleceğin... Senin bensiz zevk aldığın, alacağın... Ve en çok, senin bunu doğrulaman incitti beni...

    Haksızlık ettin bana, sevgili!.. Benden ayrı bir insan, bir varlık olduğunu söyleyerek haksızlık ettin bana.

    Bunu öğrendikten sonra, uzun ve kötü yolculuklara çıktım sık sık... Kış günleri soğuk avlularda yıkandım. Kaba kirli örtülerin üzerinde uyudum.

    Bunu öğrendikten sonra, ölesiye içtim. Ekşi narlar yedim. Yangın yerlerinde yarasalara küfrettim... Bunu öğrendikten sonra, bana artık ağırlık veren kanatlarımı kırdım, kırdım... Sonra yeniden ağlayarak okşadım onları...

    Sonra alıp başımı unutulmuş kasabalara, uzak şehirlere gittim. Bizim çocukları görmeye...

    Öyle güzel çocuklardı ki, üzerime sinmiş o büyük kentin zehrini değil, kalbimdeki çocuk devrimi gördüler en çok. O çocuk öfkeyi... Beni yedi kapıdan geçirdiler. Beni uzun ve güneşli bir sofranın en başına oturttular... Ben onlara Denizleri, Mahirleri anlattım. Ben onlara, hücrelerinde kendilerini yakan Dörtler’i anlattım... Kapıları, silahlı kardeşlerimiz tuttu. Polisler, bunu bildikleri halde yanımıza gelemiyordu korkularından...

    Hepimiz o masada, Denizleri, Mahirleri konuşarak hayatımıza son verecek, ya da her şeye yeniden başlayacak duruma sokardık kendimizi... Biz solgun yaralarımızı kanatarak yüceltirken, hayatın o mor ışığı beyaz saçlarımızı okşardı... Uzaktan melankoli köpeklerinin sesleri gelirdi...

    Ama ben oradaki herkesten bencildim. Çünkü ben hepsinden daha çok seni severdim. Çünkü ben seni, daha sen doğmadan önce severdim, sevgili!..

    Her şeyi, ne yaşarsam her şeyi, önce senin ışığından geçirirdim... Ne yaşarsam, beni görebileceğin yere yüzümü döner, hayalimde olduğun yere, ışığına bakarak konuşur dururdum... Nerede olursam olayım, mutlaka beni göreceğin bir yere oturur, bütün varlığımla senin bana baktığın yere bakardım...

    Çünkü ben seni, sen doğmadan önce sevdim, sevgili!..

    Bugün bir adam tanıdım. Koca bir dükkânı vardı. Bir şeyler satın aldım ondan. Sonra yüzüne baktım, anladım, parayı seviyordu... Ama adam, o koca dükkânında güvercinler besliyordu... Hem parayı, hem güvercinleri seven bir adamdı bu... Tıpkı, bu hayat gibi bir adamdı... içindeki kötülüğün yasını güvercinleriyle paylaşıyordu...

    Sonra diğer insanlara baktım.

    Herkes böyleydi aslında, herkes içindeki kötülüğün yasını paylaşacak birisini bulmuştu...

    işte o zaman anladım ki herkes farkında kendisinin; herkes farkında yasını tutacak kimse olmayınca, kimsesiz olduğunun... Herkes farkındaydı aslında, herkesten daha çok kimsesiz olduğunun...

    Biliyor musun sevgili, insan bunu anlayınca, herkesin herkesten daha kimsesiz olduğunu anlayınca kimseye öfke duyamıyor. Kederiyle kalakalıyor orada, öylece...

    En çok sevdiğim sendin. Sen de beni, bu hayatla aldattın. Bu hayatın içinde kimsesiz olduğunu bile bilmeyen biriyle aldattın...

    Sonra kalktın, beni onunla kıyasladın... Hem parayı, hem güvercinleri seven o adam gibi olmayı seçtin... Kendin olmak zor geldi sana. Birilerine benzemeye çalıştın...

    Ben, yine de vazgeçmedim seni sevmekten. Eskisi gibi değil ama. Biraz buruk, biraz küs, biraz sitemkâr seviyorum artık seni... Dudaklarımı ısırıyorum artık adın geçince. Kavga falan çıkarıyorum. Eskisi gibi sakin değilim ama olsun.

    Dostlarım beni yine sabaha karşı dağların tepesine çıkartıyor. Oradan, o yükseklikten yine denize bakıyorum, hırçın dalgalara, sana, hayatımıza... Sonra duramıyorum seni sevdiğim bu kentte; anla, anla biraz... unutulmuş kasabalara, uzak şehirlere gidiyorum...

    Kış günleri soğuk avlularda yıkanıyorum. Kaba, kirli örtülerin üzerinde uyuyorum... Sonra, ölesiye ağlıyorum... Ekşi narlar yiyorum...

    Yangın yerlerinde yarasalara küfrediyorum. Sonra bana ağırlık veren kanatlarımı kırıyorum, kırıyorum; sonra ağlayarak kırdığım kanatlarımı okşuyorum.

    Beni yine yedi kapıdan geçiriyor dostlar. Uzun ve solgun bir güneşin sofrasına oturtuyorlar, ben onlara Denizleri, Mahirleri, hücrelerinde kendilerini yakan Dörtler’i anlatıyorum... Sonra yine yüzümü, gövdemi, senin olduğun yere çeviriyorum, ama öfkeyle, ama dudaklarımı kanatarak bakıyorum öylece, boşluğuna bakıyorum...

    Ama ne olur üzülme bu halime... Ben hem güvercinleri, hem parayı aynı anda sevmem sevgili...

    Çünkü ben hayatıma hücremin bu mor ışığında başladım... Ben hayatıma senin sevginle başladım...

    Ne kadar acı çeksem de kimseyle değişmem kendimi... Değişmem kederimi, kimsesiz birinin kederiyle... Kederimde, sen varsın... Kederimde senin kimsesizliğin var... Kederimizde masumiyetinin ardında gizlenmiş kölülüğün var. Ona engel olmak istemiyorsun, engel olmadığın bu kötülüğün sana büyük bir ıstırap veriyor...

    Kederimde, içindeki kötülükten duyduğun ıstırap var... Öyle çok yaşattım ki seni içimde, işte yıllar sonra sana dönüştüm... Ne varsa sende, insana, hayata, yalnızlığa dair; bende de var...

    Sana baktığım yerde sen olmasan bile, orada boşluğun bile olsa, ben bakarım yine oraya...

    Senden başka kimsem yok benim... Çünkü ben seni, sen doğmadan önce sevdim, sevgili!..
    0 ...
  11. 556.
  12. yalın ayak,başı kabak,gezdik hep garb-ı alem;
    kimi vahşi,kimi yahşi,kimi erbab-ı kalem;
    ünvanın hıyardır ama,diyelim bari badem;
    ver sokayım çizmene,hediye olundu madem
    0 ...
  13. 557.
  14. seni sevdiğimi göreceksin sevmediğim zaman,
    çünkü iki yüzüyle çıkar karşına hayat.
    bir sözcük sessizliğin kanadı olur bakarsın,
    ateş de pay alır kendine soğuktan

    seni sevmeye başlamak için seviyorum seni,
    sana olan sevgimi sonsuzlaştıracak
    bir yolculuğa yeniden başlamak için:
    bu yüzden şimdilik sevmiyorum seni.

    sanki ellerindeymiş gibi mutluluğun
    ve hüzün dolu belirsiz bir yarının anahtarı
    hem seviyorum,hem de sevmiyorum seni.

    sevgimin iki canı var seni sevmeye.
    bu yüzden sevmezken seviyorum seni
    ve bu yüzden severken sevmiyorum seni.

    (bkz: pablo neruda)

    ****

    Belkim bir kertenkeleydim
    piç edilmiş bir yağmurun serini
    bir güzelin çirkiniydim
    çirkinlerin en güzeli
    yeşil koşsa güneşlerin gölgesi
    ben en hızlı yeşiliydim
    kurbağa yarışlarında annemin

    çatal matal kaç çataldım kimbilir
    bin dereden bir kendimi getirdim
    haydan gelip huya giden bir huysuz
    heyheyler içinde bir heydim
    belkim yedi belkim sekiz belaydım

    düdük çalar hırsızlanmış polisler
    ben korkudan üstlerime işerdim
    üç yıldızlı bir albaydı gökyüzü
    karşısında önüm açık gezerdim
    ağzı bozuk meymenetsiz bir ozan
    rus cenginde cağanozdum bir zaman

    iki gözüm iki koltuk-eviydi
    mavilerim bir miyobun koynunda
    kendi düşen köyler kentler ağlamaz
    sur dısında ben oturur ağlardım
    ekmek diye bağrışırdı bebeler
    elma derler ben ortaya çıkardım
    ağıtlarla kutlanırdı isa - doğdu Gecesi
    fil dişinden bir kuleydim yıktım kendimi

    bilmem hangi keloğlanın fesiydim
    bir püskülsüz sümbülteber tohumu
    fesleğenler yaprak dökmüş şerrimden
    bir naraydım kimse bilmez nereden
    ya yakından ya uçmaktan gelirdim
    belkim ince belkim kalın bir sestim
    belkilerin kol gezdiği saatta
    belkim belki bile değildim.

    (bkz: can yücel)
    2 ...
  15. 558.
  16. 559.
  17. Elimden gelen bu ben iki kişiyim.
    Çoğalmak neyse ne azalmak zor.
    Birisi seni her an bırakıp gittiğim,
    Öbürü kan gibi tutulmuş seviyor.
    Ağzındaki acı alnındaki çizgiyim.
    Gözlerine kirli bir bulut getirdim.
    Hiçbir sevinç aydınlığı onu silemiyor.

    Elimden gelen bu ben iki kişiyim.
    Birisi kapadığın kapılardan gitmiyor,
    Yağmur yağmaksa o güneş açmaksa o.
    Bir yerin üşüse onun sıcaklığı..
    Öbürü en içten çağrını işitmiyor.
    Alıp tutmaksa o basıp gitmekse o
    Bakışları kıyısız deniz uzaklığı.

    Elimden gelen bu ben iki kişiyim...
    ikisi birden çıkmaya uğraşıyor...
    Bilmem ki hangisinden nasıl vazgeçeyim?
    Birisi yeni baştan serüvene başlamış,
    Öbürü silahında son mermiyi sıkıyor.
    Çoğalmak neyse ne azalmak zor...
    attila ilhan
    1 ...
  18. 560.
  19. Ne hayat ne dünya ne de başka birşey gözlerimin aradığı...
    Elimi tutacak mısın..
    Bir ömür olacak mısın yanımda
    GÜlecek misin benim yanımda hep..
    Ve ihtiyaç duyacak mısın en iyi zamanında
    Uzak olsam birkaç nefes bile
    Hissedecek misin yokluğumu
    Gel diyebilecek misin bana
    Her ne savaştan çıkmış olursa olsun bedenin
    Ve her ne savaştan çıkmış olursa olsun bedenim
    Adımı söyleyebilecek misin....
    Bana ondan haber ver!...
    Sevecek misin hep kalbimin içi?
    0 ...
  20. 561.
  21. 562.
  22. nefesini yüzümde tutuyorum
    gülüşünü aklımda
    morarmış yüzlerini
    ısıttım kaç gece_ ısıtıyorum
    içimdesin-büyütüyorum seni

    seni yepyeni bir dünya yapıyorum kendime
    tam kralca yaşanacak

    şimdi yoksun üstelik uzaktasın
    ellerin yapayalnız biliyorum
    gözlerin dalıyor yine
    hep benim için olmalı.

    cahit zarifoğlu.
    1 ...
  23. 563.
  24. Susarak özlüyorum seni
    Sözcüklerim varmıyor uzaklarına
    Birer birer düşüyor bütün öpmelerim
    Ağır yenilgiler alarak .

    Adresinde yokluğunu kıyamet bilerek
    Sadece susarak özlüyorum seni
    Hiç tanımadan, ne garip .
    0 ...
  25. 564.
  26. MAVi GÖZLÜ DEV

    O mavi gözlü bir devdi.
    Minnacık bir kadın sevdi.
    Kadının hayali minnacık bir evdi,
    bahçesinde ebruliii
    hanımeli
    açan bir ev.

    Bir dev gibi seviyordu dev.
    Ve elleri öyle büyük işler için
    hazırlanmıştı ki devin,
    yapamazdı yapısını,
    çalamazdı kapısını
    bahçesinde ebruliiii
    hanımeli
    açan evin.

    O mavi gözlü bir devdi.
    Minnacık bir kadın sevdi.
    Mini minnacıktı kadın.
    Rahata acıktı kadın
    yoruldu devin büyük yolunda.
    Ve elveda! deyip mavi gözlü deve,
    girdi zengin bir cücenin kolunda
    bahçesinde ebruliiii
    hanımeli
    açan eve.

    Şimdi anlıyor ki mavi gözlü dev,
    dev gibi sevgilere mezar bile olamaz:
    bahçesinde ebruliiiii
    hanımeli
    açan ev..

    Nazım Hikmet
    1 ...
  27. 565.
  28. I
    Açılmış sarmaşık gülleri
    Kokularıyla baygın
    En görkemli saatinde yıldız alacasının
    Gizli bir yılan gibi yuvalanmış
    içimde keder
    Uzak bir telefonda ağlayan
    Yağmurlu genç kadın

    II

    Rüzgâr
    Uzak karanlıklara sürmüş yıldızları
    Mor kıvılcımlar geçiyor
    Dağınık yalnızlığımdan
    Onu çok arıyorum onu çok arıyorum
    Heryerinde vücudumun
    Ağır yanık sızıları
    Bir yerlere yıldırım düşüyorum
    Ayrılığımızı hissettiğim an
    Demirler eriyor hırsımdan

    III

    Ay ışığına batmış
    Karabiber ağaçları
    Gümüş tozu
    Gecenin ırmağında yüzüyor zambaklar
    Yaseminler unutulmuş
    Tedirgin gülümser
    Çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var
    Çünkü ayrılık da sevdâya dahil
    Çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili
    Hiç bir anı tek başına yaşayamazlar
    Her an ötekisiyle birlikte
    Her şey onunla ilgili

    Telaşlı karanlıkta yumuşak yarasalar
    Gittikçe genişleyen
    Yakılmış ot kokusu
    Yıldızlar inanılmayacak bir irilikte
    Yansımalar tutmuş bütün sâhili
    Çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var
    Öyle vahşi bir tad ki dayanılır gibi değil
    Çünkü ayrılık da sevdâya dahil
    Çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili

    IV

    Yalnızlık
    Hızla alçalan bulutlar
    Karanlık bir ağırlık
    Hava ağır toprak ağır yaprak ağır
    Su tozları yağıyor üstümüze
    Özgürlüğümüz yoksa yalnızlığımız mıdır
    Eflatuna çalar puslu lacivert
    Bir sis kuşattı ormanı
    Karanlık çöktü denize
    Yalnızlık
    Çakmak taşı gibi sert
    Elmas gibi keskin
    Ne yanına dönsen bir yerin kesilir
    Fena kan kaybedersin
    Kapını bir çalan olmadı mı hele
    Elini bir tutan
    Bilekleri bembeyaz kuğu boynu
    Parmakları uzun ve ince
    Sımsıcak bakışları suç ortağı
    Kaçamak gülüşleri gizlice
    Yalnızların en büyük sorunu
    Tek başına özgürlük ne işe yarayacak
    Bir türlü çözemedikleri bu
    Ölü bir gezegenin
    Soğuk tenhalığına
    Benzemesin diye
    Özgürlük mutlaka paylaşılacak
    Suç ortağı bir sevgiliyle

    V

    Sanmıştık ki ikimiz
    Yeryüzünde ancak
    Birbirimiz için varız
    ikimiz sanmıştık ki
    Tek kişilik bir yalnızlığa bile
    Rahatça sığarız
    Hiç yanılmamışız
    Her an düşüp düşüp
    Kristal bir bardak gibi
    Tuz parça kırılsak da
    Hâlâ içimizde o yanardağ ağzı
    Hâlâ kıpkızıl gülümseyen
    Sanki ateşten bir tebessüm
    Zehir zemberek aşkımız

    _________________
    Atilla iLHAN
    2 ...
  29. 565.
  30. bu kadar olur!

    ben
    senden önce ölmek isterim.
    gidenin arkasından gelen
    gideni bulacak mı zannediyorsun?
    ben zannetmiyorum bunu.
    iyisi mi, beni yaktırırsın,
    odanda ocağın üstüne korsun
    içinde bir kavanozun.
    kavanoz camdan olsun,
    şeffaf, beyaz camdan olsun
    ki içinde beni görebilesin...
    fedakârlığımı anlıyorsun :
    vazgeçtim toprak olmaktan,
    vazgeçtim çiçek olmaktan
    senin yanında kalabilmek için.
    ve toz oluyorum
    yaşıyorum yanında senin.
    sonra, sen de ölünce
    kavanozuma gelirsin.
    ve orda beraber yaşarız
    külümün içinde külün,
    ta ki bir savruk gelin
    yahut vefasız bir torun
    bizi ordan atana kadar...
    ama biz
    o zamana kadar
    o kadar
    karışacağız
    ki birbirimize,
    atıldığımız çöplükte bile zerrelerimiz
    yan yana düşecek.
    toprağa beraber dalacağız.
    ve bir gün yabani bir çiçek
    bu toprak parçasından nemlenip filizlenirse
    sapında muhakkak
    iki çiçek açacak :
    biri sen
    biri de ben.
    ben
    daha ölümü düşünmüyorum.
    ben daha bir çocuk doğuracağım.
    hayat taşıyor içimden.
    kaynıyor kanım.
    yaşayacağım, ama çok, pek çok,
    ama sen de beraber.
    ama ölüm de korkutmuyor beni.
    yalnız pek sevimsiz buluyorum
    bizim cenaze şeklini.
    ben ölünceye kadar da
    bu düzelir herhalde.
    0 ...
  31. 566.
  32. evin içinde bir oda, odada istanbul
    odanın içinde bir ayna, aynada istanbul
    adam sigarasını yaktı, bir istanbul dumanı
    kadın çantasını açtı, çantada istanbul
    çocuk bir olta atmıştı denize, gördüm
    çekmeğe başladı, oltada istanbul
    bu ne biçim su, bu nasıl şehir
    şişede istanbul, masada istanbul
    yürüsek yürüyor, dursak duruyor, şaşırdık
    bir yanda o, bir yanda ben, ortada istanbul
    insan bir kere sevmeye görsün, anladım
    nereye gidersen git, orada istanbul.

    (bkz: ümit yaşar oğuzcan)
    1 ...
  33. 567.
  34. Küstahlığımı nezaketim götürdü
    Sadece kendime bakakaldım.
    Kararsızlık bir an sürdü.
    Gizlenen insanların ortasında ben kaldım,
    Çırılçıplak.

    Selamımı tanıdıklar götürdü.
    Saygı bekleyince alçaldım.
    Kararsızlık bir an sürdü.
    Kendini beğenmişlerin ortasında ben kaldım,
    Çırılçıplak.

    Ağlamayı ölenler götürdü.
    Kendimi ölmez sanınca ufaldım,
    Kararsızlık bir an sürdü.
    Ölülerle dirilerin ortasında ben kaldım,
    Çırılçıplak.

    Sonsuzluğu ufuklar götürdü.
    Yarattığım dünyaların içinde daraldım.
    Kararsızlık bir an sürdü.
    Başlangıçla bitiş ortasında ben kaldım,
    Çırılçıplak.

    Aydınlığı bulutlar götürdü.
    Yıldızlara doğru yol aldım.
    Kararsızlık bir an sürdü.
    Varanlarla duranların ortasında ben kaldım,
    Çırılçıplak.
    0 ...
  35. 568.
  36. ağlasam sesimi duyar mısın mısralarımda
    dokunabilir misin
    gözyaşlarıma,ellerinle?
    bilmezdim şarkıların bu kadar güzel
    kelimelerinse yetersiz olduğunu
    bu derde düşmeden önce.
    bir yer var,biliyorum;
    herşeyi söylemek mümkün
    epeyce yaklaşmışım,duyuyorum;
    anlatamıyorum...
    1 ...
  37. 569.
  38. anketciliği seviyorum

    ekinler baş vermeden kör buzağı topallamaz.
    0 ...
  39. 570.
  40. 571.
  41. yangın kulesiyle verip omuz omuza
    ufuklarda kızaran gözleri seçiyoruz.
    nazım hikmet
    0 ...
  42. 572.
  43. çok güzel şey

    yaşamak güzel şey doğrusu
    üstelik hava da güzelse
    hele gücün kuvvetin yerindeyse
    elin ekmek tutmuşsa bir de
    Hele tertemizse gönlün
    hele kar gibiyse alnın
    yani kendinden korkmuyorsan
    kimseden korkmuyorsan dünyada
    dostuna güveniyorsan
    iyi günler bekliyorsan hele
    iyi günlere inanıyorsan
    çok güzel şey doğrusu

    melih cevdet anday.
    0 ...
© 2025 uludağ sözlük