Bahar, yalvarırım çek git işine!..
Salma üstüme çiçeklerini,
...aklımı çelme!..
Her sabah çimenlerin çiyden ürpererek uyanıyor bahçemde; sonra güneşle oynaşıp tütsülenmiş gibi buğulanıyor.
Ne zaman sokağa çıksam badem ağaçları salkım saçak çiçek...
Kavaklar kıpır kıpır, ıslık ıslığa meltem...
Kırda dayanılmaz bir kekik kokusu, toprakta türlü çeşit börtü böcek...
Yapma bunu bana bahar,
Böyle üstüme gelme...!
* * *
Zaten damarlarıma zor zaptediyorum kanımı...
Çoktan cemreler düşmüş beynime, yüreğime...
Kalbimin buzları erimiş.
Göğüs kafesimde ne idüğü belirsiz bir kıpırtıyla geziyorum nicedir...
Bir de sen çıldırtma beni...
Krizdeyim ben... tembelliğin sırası değil, uyamam sana...
Al git serçelerini sabahlarımdan, çağlalarına, kokularına hakim ol.
Meltemlerine söyle, deli gibi ıslık çalıp sokağa çağırmasınlar beni...
Bulutların üşüşmesin başıma...
Girme kanıma benim...
...yoldan çıkarma...!
* * *
Sen ki en cilvelisisin mevsimlerin,
afrodizyakların en etkilisi,
Sevdanın suç ortağısın.
Kıyma bana...!
Biliyorum çünkü, yine kandırıp yeşillendireceksin aşka; gövdemi azdırıp sonra birden çekip gideceksin.
Tam kanım kaynamışken sana, toplayıp allarını morlarını, beni bir kuraklığın ortasında terk edeceksin...
O iple çektiğim ışığın, dayanılmaz olacak o zaman...
Ne o delişmen sabahlar kalacak, ne günaha çağıran çapkın eteklerin
uçuştuğu günbatımları...
Tembel kuşların şakımaktan bitap, ebruli çiçeklerin kokmaktan...
Buselerin nemi kuruyacak çöl rüzgarlarında...
Yeşerttiğin çiçekler, yürekler solacak; damar damar çatlayacak ruhumuz...
Hayat, bir ezik otlar diyarına dönüşecek yeniden... yüreğim viraneye...
Her bahar sarhoşluğu gibi, geçecek bu sonuncusu da...
Ebedi bahar, bir başka bahara kalacak.
* * *
iyisi mi, hiç azdırma ruhumu bahar...
iş açma başıma...
Git işine!
Yoldan çıkarma beni!...
Sabahın erken saatlerinde. Açarsınız. Sütçünüzdür gelen. Sütçünün litreliğinden kabınıza dökülen beyazlıkta sabahın güzelliğine kavuşursunuz.
Gözünüzde pırıl pırıl bir sabah kahvaltısı canlanır. içinizden "Bugün kahvaltıyı bahçede yapalım" diye geçirirsiniz.
Kapı çalar...
Gelen postacıdır. Kucağında büyükçe bir paket. Uzattığı kağıda imza atarsınız. Daha önceden ısmarladığınız kitaplara kavuşmanın sevincini yaşarsınız. Zaten tatilde olduğunuzdan bu kitaplara çok ihtiyacınız vardır.
"Artık canim sıkılmayacak " deyip keyiflenirsiniz. En çok merak ettiğinizi alıp şezlonga uzanırsınız.
Kapı çalar...
Kapıya koşarsınız. Yıllardır görmediğiniz bir dost gelmiştir. Sevinirsiniz.
Sohbetleriniz saatler boyu hatta bütün gün sürer. "Yaşamak ne güzel" dersiniz içinizden. Hele böyle dostlar varken.
Kapı çalar...
Dürbünden bakarsınız. Kimseyi göremezsiniz. Dönüp yeniden koltuğa gömülürsünüz. Bir daha çalar. Bakarsınız, yine kimse yok. Tam o sırada bir daha çalınca kapıyı açarsınız. Komşunuzun oğlu, elindeki sopayla zile uzanmakta. Meğer tuzları bitmiş. içeriden tuz getirirken kendi kendinize söylenirsiniz. "Elbette göremem. Keratanın boyu bir metre." Bu küçük hadise neşelendiriverir ortalığı.
Kapı çalar...
Düşüp bayılacak kadar şaşırırsınız. Askerdeki oğlunuz haber vermeden izne çıkmıştır. "Oğlum benim" diye hasretle kucaklarken göz yaşlarınızı zaptedemezsiniz. Mutluluğunuz oğlunuzun izni kadar uzar...
Kapının her çalışında sanki mutluluğa koşmaktasınız. Huzur tüter gözlerinizden. Her sessizlikte kulaklarınız zil sesi arar...
Ve kapı çalmaz...
O gün en büyük misafiriniz gelir. Adeta kapıyı kırmıştır.
Alıp gider sizi, şaşırırsınız. "Niye haber vermedi?" diye içinizden geçirirken; "Doğduğundan beri zile basmaktayım" der.
Bir şeyler söylemek istersiniz o an.
Ama o andan sonra diliniz dönmez.
when my mother died i was very young,
and my father sold me while yet my tongue
could scarcely cry 'weep! 'weep! 'weep! 'weep!
so your chimneys i sweep, and in soot i sleep.
there's little tom dacre, who cried when his head,
that curled like a lamb's back, was shaved: so i said,
"hush, tom! never mind it, for when your head's bare,
you know that the soot cannot spoil your white hair."
and so he was quiet; and that very night,
as tom was a-sleeping, he had such a sight, -
that thousands of sweepers, dick, joe, ned, and jack,
were all of them locked up in coffins of black.
and by came an angel who had a bright key,
and he opened the coffins and set them all free;
then down a green plain leaping, laughing, they run,
and wash in a river, and shine in the sun.
then naked and white, all their bags left behind,
they rise upon clouds and sport in the wind;
and the angel told tom, if he'd be a good boy,
he'd have god for his father, and never want joy.
and so tom awoke; and we rose in the dark,
and got with our bags and our brushes to work.
though the morning was cold, tom was happy and warm;
so if all do their duty they need not fear harm.
the chimney sweeper - william blake.
okuduğum bölümle alakalı olarak ingiliz edebiyatı ve özellikle şiirler, hele de bunun gibi güzel organize edilmiş, dilin güzel kullanıldığı, bol kafiyeli şiirler, beni çok etkiliyo.
Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi
Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten
Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği
insan saatlerce bakabilir gökyüzüne
Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa
Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır
Kopmaz kökler salmaktır oraya
Kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını
Kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla gireceksin
Ve uzandın mı bir kez sımsıcak kumlara
Bir kum tanesi gibi, bir yaprak gibi, bir taş gibi dinleneceksin
insan bütün güzel müzikleri dinlemeli alabildiğine
Hem de tüm benliği seslerle, ezgilerle dolarcasına
insan balıklama dalmalı içine hayatın
Bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına
Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar
Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla yanmalısın
Değişmemelisin hiç bir şeyle bir bardak su içmenin mutluluğunu
Fakat ne kadar sevinç varsa yaşamak özlemiyle dolmalısın
Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle
Çünkü acılar da, sevinçler gibi olgunlaştırır insanı
Kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına
Dolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz taze kanı
Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara,göğe,bütün evrene karışırcasına
Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır
Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana
(bkz: Ataol BREHRAMOĞLU)
Daha bir çok sevdiğim şiir var ama aklıma ilk olarak bu geldi *
nazım hikmet ; - herkes gibi
gönlümle baş başa düşündüm demin
artık bir sihirsiz nefes gibisin
şimdi ta içinde bomboş kalbimin
akisleri sönen bir ses gibisin
maziye karışıp sevda yeminim
bir anda unuttum seni, eminim
kalbimde kalbine yok bile kinim
bence artık sen de herkes gibisin
Çekilmez bir adam oldum yine
Uykusuz, aksi, lanet
Bir bakıyorsun ki ana avrat söver gibi
Azgın bir hayvan döver gibi
O gün çalışıyorum
Sonra birde bakıyorsun ki
Ağzımda sönük bir cigara gibi tembel bir türkü
Sabahtan akşama kadar sırt üstü yatıyorum ertesi gün
Ve beni çileden çıkarıyor büsbütün
Kendime karşı duyduğum nefret ve merhamet
Çekilmez bir adam oldum yine
Uykusuz, aksi, lanet
Yine her seferki gibi haksızım
Sebep yok olması da imkansız
Bu yaptığım iş ayıp rezalet
Fakat elimde değil
Seni kıskanıyorum.
Kurbağalara bakmaktan geliyorum, dedi Yakup
Bunu kendine üç kere söyledi
Onlar ki kalabalıktılar, kurbağalar
O kadar çoktular ki, doğrusu ben şaşırdım
Ben, yani Yakup, her türlü çagrılmanın olağan şekli
Daha hiç çağrılmadım
Biri olsun "Yakup!" diye seslenmedi hiç
Yakup!
Diye seslenmedi ki, dönüp arkama bakayım
Ve içimden durgun ve çürük bir suyu düşüreyim
Ceplerimdeki eskimiş kağıt parçalarını atayım
Sonra bir güzel yıkanayım da.
Ben size demedim mi.
Evet, kurbağalara bakmaktan geliyorum
Sanki böyle niye ben oradan geliyorum
Telaşlı, aç gözlü kurbağalara
Bakmaktan
Bilmiyorum
Bilmiyorum, bilmiyorum
Ben, yani Yusuf, Yusuf mu dedim? Hayır, Yakup
Bazen karıştırıyorum.
beyinle ruhu ayıran alan
birçok farklı biçimde
deneyimden etkilenir
kimi beynini yitirip
ruha dönüşür:
deli.
kimi ruhunu yitirip
beyne dönüşür:
entelektüel.
kimi ikisini de yitirir ve
kabul görür.
aman, kendini asmış yüz kiloluk bir zenci,
üstelik gece inmiş, ses gelmiyor kümesten;
ben olsam utanırım, bu ne biçim öğrenci?
hem dersini bilmiyor, hem de şişman herkesten.
iyi nişan alırdı kendini asan zenci.
bira içmez ağlardı, babası değirmenci.
sizden iyi olmasın, boşanmada birinci...
çok canım sıkılıyor!
kuş vuralım istersen.
ben en çok seni sevdim.
evet seni...
bakma öyle garip garip..
yalan söylüyorsam anam avradım olsun..
vallaha bak ya!!
inanmıyormusun?
bence inan..
ben ençok seni sevdim...
şaka lan şaka...
ben en çok kendimi sevdim...
seni niye seviyim lan it....
en çok ben en çok ben....
öyle çok seviyorum ki kedimi...
kedi mi? dedim ben az önce..
evet demişim...
demekki ben ne seni nede kendimi en çok sevmişim...
ben kedimi çok sevmişim...
Yaşanmayanlara özlem var içimde..
Sende bulacağıma inanıyorum ya
Belki sende bulma isteği bu içimdeki
illa ki sende bulma inadı
Şimdi sen çağırsan beni
Neden çağırdığını söylemeden
Sadece gel desen
Gelip uzak yollardan..
Sana sarılsam düşünmeksizin..
Neden sarıldığımı anlatmaya gerek görmeden..
Çok şey istemem senden
Belki bir tatlıcıya gideriz..
ikimiz de severiz tatlıyı
Tavuk göğsünü severim ben..
Tatlı yiyip tatlı konuşacağız ya
Bir kaşık tatlımdan alıp
Seni anlatacağım ya
Yetmez ya hiç bir şeker adı
Sözcüklerime seni katmaya
Gözlerine bakarım
Yetmez gizli bakışına sığınırım
Şiirim kabarır içimde
Şiirler yazarım kağıt peçeteler üstüne..
Belki ürküyorsun sen
Aşkım çok
Sevgim çok
Sense korkak
Sense sevginin içinde duraksamış
Sevmeye istekli bir korkak
Aslında çok şey istemeye niyetim yok..
Olanla varsın ya bende..
Bendeki olan senin bütünün ya..
Varlığımı sımsıcak ısıtan
istemiyorum zaten fazlasını ..
Belki alışverişe çıkarız..
Sen beğenirsin alacağım kazağı..
Siyah rengi çok severim..
Gözünün değdiği ilk kazağı alırım..
Belki çabucak giymem
Bakışların değmiş ya ..
Saklarım sensizliğin yakama yapışacağı anlara
Özleminin büyüyeceği ilk anda
Bakışlarından giyinirim
Kazağıma değen elime
Sıcaklığın bulaşır
Senden saklı büyüttüğüm
Kimbilir belki deniz kenarında yürürüz..
Ben balık ekmek isterim..
Belki bir de şalgam..
Sen belki kırmızı şarap..
Ve dudaklarımdan sana dair şiirleri yudumlamak
Yine de yürürüz beraberce seninle
Elele olmak mı..
Çok şey istemem ..
Ruhundaki ellerimi çıkaramam ki.
Sıcak senin içinde ellerim..
Hiçbir şey ruhundaki renkler kadar ısıtmaz ellerimi..
Dedim ya çok şey istemiyorum senden
Her şeyini almışken..
Katmışken kendime
Satır satır
Damla damla
Bundan daha çok ne olur bilmem
Çok şey istemiyorum diye şaşırma.
Ben öyle az şeyle yetinirim
Belki beraberce klasik müzik dinleriz
Belki bana figaronun düğününü anlatırsın..
Ben seni dinlerim ..
Klasik müzik neyime.
Sesinin notalarına düşer ya aklım...
Ben belli etmem bilirim utanırsın..
Aşk dedikçe korkan birisisin sen ..
Olsun ben ses çıkarmam
Serde dillendirilmeyen aşkı yaşamak var
Belki dedim ya az şey isterim senden..
Lunaparka gideriz
içimizdeki çocuğu sevindirmek için.
Çarpışan otolara bineriz
Ellerin yakınımda
Değerim de gizli gizli..
Sıcaklığına vurgunum ya
Sıcaklığından sevişmelere yürürüm ya
Kutsal bir emanet gibi alırım ya seni
Ellerinin sıcağından
Değerim ellerine
Arsız bir çocuk yaramazlığında
Dedim ya çok şey istemiyorum senden ..
Öyle aşk sözcükleri beklediğimi sanma
Sarılsan bana sımsıkı
Konuşmadan
Suskunluğunla gülümsesen
Yeter bana sevgini büyütme
Ben alırım ne de olsa ....
Senin vermek istediğin her şeyi
Vermeye bu denli korkakken sen
Haydi sen unut bunların hepsini
Sen yeter ki gülümse
Çok şey istemem senden
bu dünyadaki her şeyi allah yarattı değil mi?
bu nimetlerin sahibi allah değil mi?
madem yasaklayacak neden haram kılsın ki?
içmeden içenlere neden hakaret edersin ki?
iç bir kadeh de bak tadına şakirt kardeş
belki beynin çalışır olursun adam gibi bir eş
siz içmezsiniz her türlü günahı işlersiniz
içenlereyse o sik kadar beyninizle laf edersiniz.
sen hiç rakı içtin mi şakirt kardeş?
içiniz fesat, beyniniz ise bir leş!
siz içmedikçe doğmaz bu ülkeye güneş
için ki bu vatanı araplara çekmeyin peşkeş.
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır parlayacak!
O benimdir, o benim milletimindir ancak!
Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal!
Kahraman ırkıma bir gül... ne bu şiddet, bu celâl?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal.
Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklal.
Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım;
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.
Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar.
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imânı boğar,
'Medeniyyet!' dediğin tek dişi kalmış canavar?
Arkadaş, yurduma alçakları uğratma sakın;
Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.
Doğacaktır sana va'dettiği günler Hakk'ın,
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.
Bastığın yerleri 'toprak' diyerek geçme, tanı!
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır, atanı.
Verme, dünyâları alsan da bu cennet vatanı.
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ!
Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hudâ,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyâda cüdâ.
Rûhumun senden ilahî, şudur ancak emeli:
Değmesin ma' bedimin göğsüne nâ-mahrem eli!
Bu ezanlar-ki şehâdetleri dinin temeli-
Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli.
O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım.
Her cerîhamdan, ilâhî, boşanıp kanlı yaşım;
Fışkırır rûh-ı mücerred gibi yerden na'şım;
O zaman yükselerek arşa değer belki başım!
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.
Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl;
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet,
Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklâl!
sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında;
yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum.
yolumun karanlığa saplanan noktasında,
sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum.
kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık;
evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar.
in cin uykuda, yalnız iki yoldaş uyanık.
biri benim, biri de serseri kaldırımlar.
içimde damla damla bir korku birikiyor;
sanıyorum, her sokak başını kesmiş devler...
üstüme camlarını, hep simsiyah, dikiyor;
gözüne mil çekilmiş bir ama gibi evler.
kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi;
kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır.
kaldırımlar, duyulur, ses kesilince sesi;
kaldırımlar, içimde kıvrılan bir lisandır.
bana düşmez can vermek, yumuşak bir kucakta;
ben bu kaldırımların emzirdiği çocuğum!
aman, sabah olmasın, bu karanlık sokakta;
bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum!
ben gideyim, yol gitsin, ben gideyim, yol gitsin;
iki yanımdan aksın, bir sel gibi fenerler.
tak, tak, ayak sesimi aç köpekler işitsin;
yolumun zafer takı, gölgeden taş kemerler.
ne sabahı göreyim, ne sabah görüneyim;
gündüzler size kalsın, verin karanlıkları!
islak bir yorgan gibi, sımsıkı bürüneyim;
örtün, üstüme örtün, serin karanlıkları.
uzanıverse gövdem, taşlara boydan boya;
alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi.
dalıp, sokaklar kadar esrarlı bir kuyuya,
ölse, kaldırımların kara sevdalı eşi..