dün gece adrien brody'nin predators filmini izleme konusunda ikilemde kalmıştım. filmi izlemekten vazgeçtim lakin rüyama konu olacağını bilmiyordum.
odada tv izlerken bir hışırtı duydum zaten evde ağaç ev gibi bir şeydi. birden uzun rastalı saçları ve o maskesiyle karşıma fırlayıp ani bir hareketle boğazıma sarıldı. neye uğradığımı şaşırdım. bağırıyorum çığlık atıyorum sesimi duyan yok. baktım iş olacak gibi değil saçlarını elime doladığım gibi yolmaya başladım. canı acıdı pezevengin yere fırlattı beni. yere düştüğümde annemin güdümlü terliğini elime alıp girişiverdim. inanır mısın senelerin güdümlü terliği nano teknoloji harikası silaha dönüşüverdi ve bir güzel öldürdüm canavarı. sonrada uyandım. böyle de saçma rüyalar görüyorum ben.
dün gece 7 saat durmaksızın gran turismo 5 oynamıştım. artık oyun bilinçaltıma nasıl yerleştiyse gece boyunca rüyamda kendimi araba kullanıyorken gördüm.
şu sözlükte, yazdığım duygusal, melankolik her yazının içine "umut" yazısını katmam, rüyalarıma vakıf oldu artık.
bebişim olmuş gördüm. ne tatlı, ne sevimli, ne minik bir şey o öyle. hem de, erkek çocuk. mavi şapkası falan var. bebek arabasında oturuyor, yanına her gittiğimde bana gülüyor. kucağıma alırken kollarını falan uzatıyor. onu bunu bırak, bebeğimin adı umutmuş be. süper ya. ben hep böyle güzel rüyalar göreyim be sözlük.
iki yıl üst üste kaldıgım dersin hocasıyla şık bır resturantta yemeğe gidiyoruz.garson mönüyü getiriyor. Mönü de envai çeşit maliyet muhasebesi soruları.töbe bismillah diye irkildiğimi hatırlıyorum.ama sonra naptım hayra yordum.sıkıyorsa yorma,seneye yine o dönme kılıklı herifi çekmek var.
sims oynayanlar bilir. sims'te eve sarı bir okul otobüsü gelir evin öğrencisini almak için. hem de kocaman koskoocamaan bir şey. sen kalk o hayvanımsı aracı rüyanda gör. ulan ne alaka? gelmiş beni okula götürecek. gidiyorum mal gibi altına giriyorum sarı otobüsün. arkamdan da babam "sul suuul" ** diyor.
yolda giderken bir kız çıkıyor karşıma. ilk önce tanıyamıyorum. sonra annemin halasının kızı olduğunu anlıyorum. elinde bir tasma ve tasmanın ucunda bir aslan! kızda hiçbir tedirginlik yok, sanki bir süs köpeği var tasmanın ucunda. sonra aslanı bana salıyormuş gibi yaparak beni korkutuyor ve bundan keyif alıyor...
rüya görmenin kendisi çok enteresandır. tasavvufta rüya görmemeden uyumayı küçümserler, "hayvan sıhhati" diye vasıflandırırlar. yavuz sultan selim, yaveri hasan can'a bir sabah şöyle der:
- ne rüya gördün, gel anlat.
+ rüya görmedim hünkarım!
- rüya görmeyecekseniz, niye uyuyorsunuz ki?
bu anlamda yıllar önce gördüğüm bir rüya: önüme bir kağıt uzatılıyor ve kağıtta şöyle yazıyor:
- yavuz sultan selim'in gelmiş geçmiş bütün krallar arasında binbir üstünlüğü vardır!
uyanıyorum. bu üstünlüklerin ne olduğunu henüz bilmiyorum. çünkü araştırdığım bir konu değil. rüyayı gördüğüm dönemde düşündüğüm bir konu da değil.
galiba araştırmalıyım ve rüya bana bu söylemek istiyordu...
noraliya icin sudur ; *
mezarliktaydim ama toprak yoktu. mezarlarin ustu de mermerle kapatilmisti yerler duvarlar bembeyaz mermer...
genis bir yer degil dar koridorlar var. ama buyuk oldugunu biliyorum. bu mezarlarin uzerinde cok fazla yukselmeden ucuyorum. hafiften korkuyorum ama yere inmeyi dusunmuyorum yada inemiyorum. her sey cok enteresan. olecek miyim doktor
bir yakınımın evine doğru yaklaşan bir mezar gördüm. en sonunda duvara yapıştı ve orada durdu. uyandım. birkaç gün sonra kendisinin ağır hasta olduğunu öğrendim. 2-3 yıl kadar yatalak olarak yaşadıktan sonra vefat etti.
sınava girecek olan bir akrabamın elindeki kitabı ve masa lambasını bana teslim ederek 'artık ben bu işi sana bırakıyorum.' dediğini gördüm.(aslında daha denemek için şansı vardı ve bırakmaya niyeti de yoktu) 6-7 ay sonra rüyamdaki sözü bana söyleyerek denemekten vazgeçti. ***
dün gece fazla call of oynamaktan dolayı gördüğümü düşündüğüm rüya şu şekilde gelişir: şimdi biz 3 arkadaş bizim orada sahilde yüzüyoruz bizim yüzdüğümüz sahilin tepesine helikopterlerle fbı ajanları iniyor denizin içinde içine şeytan girmiş bir kız varmış amerikalı ibnelerde üstlerine çok vazife gibi denizi bombalıyorlar kızı öldürmek için bizde orda yüzüyoruz tabi silah sesini duyunca ben yukarı bakıyorum ve verdiğim tepki müthiş:
-ne yapıyorsunuz lan aqdum çocukları
bu ne lan bu nasıl tepki sonra kız aramızdan çıkıyo felan bunu paketleyip götürüyorlar ama kızın içine birşeyler kaçmış çok belliydi yani.
bu gecede klismos klismos diye sayıklarken sesime uyandım. yani tamam bugun sınav vardı ve klismos yunan mobilyasının en önemli sandalyesiydi. mısır oyledir roma soyledir diye içimden geçiriyordum zaten butun gece.
sonuç olarak sınavda çıktı hepicii.
ondan önce ki akşamda habire konuşmusum ben monolog halinde hamlet b.. yemiş yanımda. odadaki herkes kalkmış başımda duruyordu ben uyandıgımda.
kafayı sıyırmışsınız bakışları vardı hepsinin gozunde. şimdilik konusuyorum ilerde yurumeyide planlıyorum.
rüyam da sürekli dayımların evine gidip orada ki bakkala gidip ondan yarım ekmek arası kaşar,salam alıyorum çok ilginçtir geçen gün yine gördüm aynı rüyayı lan diğer sefer sade kaşar almıştım bu sefer karışık yaptırayım dedim.
kafeden içeri girdim. tanıdık birkaç kişi sol tarafta oturuyorlar.. kızların krem rengi, beyaz montları var. tüylü. demek ki hava soğukmuş. hissetmemişim gelene kadar.
"ayy ortamın birden seviyesi düştü çocuklar. kalkalım biz en iyisi" dedi aralarından biri. bana bakarak. "oha lan" dedim, içimden. bu kadar basit... bu kadar bilindik, çocukça bir tepki. saçma değil mi bu normalde?
aynı normun dahilinde, bu lafa gülüp geçmem ve karşı tarafa, son dönemde zorlamayla da olsa "bizim çocuklar" diye kısaltabileceğim arkadaş grubumun yanına yerleşmem gerekiyordu. bir çay söyler keyfime bakardım. çaktırmazdım moralman sarsıldığımı. ama yapamadım. kafede daha fazla ilerleyemeden hemen yanımdaki masaya çöktüm. masa da... masa gibi değil. sıra bildiğin. sınıf sırası gibi. koyu kahve ama. sert. keskin.
öylece durdum. düşündüm. içimden geçen kırk türlü düşüncenin ve duygunun arasından "zayıf karakterimden nefret ediyorum" ibaresini seçtim. şöyle bi üstüme tuttum. beğendim. bırakmadım elimden. sağında solunda fiyatına ve kaç beden olduğuna dair bilgi ararken gözümden yaş geldi.. bir kısım yaş.
daha önce hiç görmediğim, "tanımadık" biri oturdu karşıma aynı esnada. sarı... sarışın. saçları alabildiğine açık. güzel. beyaz tenli. zayıf çok. onun yanında da şapkalı tuhaf burunlu bi çocuk. yanında sarışın olmasa aslında o da çok dikkatimi çekerdi, incelerdim. ben etrafımdaki herkesi incelerim. görürüm. kendimden uzaklaşmak için.. bu çocuk da incelemelerimden kurtulamazdı. ama sarışın.. o kadar güzel ki. kimsenin göremeyeceği kadar güzel.
direkt "sen" diye hitap ediyor bana. pek sevmem aslında:
+ bizi neden sevmiyorlar biliyo musun?
- hayır?
+ çünkü biiiizzzz... so run lu yuuuuz.
şapkalı çocuk kahkalarıyla tam destek veriyor ona.
+ hadi gel.
elimden tutup kafenin daha da içerisinde bir odaya götürüyor beni. itiraz edemiyorum. saçları... muhteşem. dokunmam lazım... en azından hayallerimde. en azından bir kere.
odadaki koltuğa oturtuyor beni. kendisi de yanıma geçiyor. gri gömleğini çıkarıyor. bembeyaz bir teni var. kırmızı kesikler içerisinde. "oha lan" diyorum tekrar. "ucuz gençlik dizilerinden kalma tipler var etrafımda"
normalde bu sıradanlıktan kaçmam gerekir. "manyak mısınız nesiniz siz" diyerek.. "sen sorunlu olabilirsin güzelim ama ben senin gibi değilim.. bu kadar değilim" demem gerekir. ama işte.. normal değil. hiçbir şey normal değil. ne zaman normalin peşinde koştum ki ben en son?
tornavidayla ekmek bıçağı karışımı bir alet gösteriyor bana. metal. hayır daha çok köpeklere, kendilerine nazaran daha vahşi canlılardan korunmaları için takılan dikenli tasmalara benziyor. müthiş komik, müthiş erotizm çağrıştırıyor, müthiş uygunsuz. bi yandan da müthiş korkutuyor beni.
alıp göğsüne batırıyor bıçağı. bıçak gibi şeyi. sadece kesiliyor bastırdığı kısım. kırmızı bir kalemle işaretleniyor gibi. kan akmıyor. hiç bağırmıyor da.. gülerek konuşuyor:
+ sen çok korkuyorsun ama göründüğü gibi değil aslında. acımıyor. canım yanmıyor benim. korkma. gerçekten. korkma artık.
ben cevap veremeden bir kadın giriyor odaya. önce sarışına bakıyor. üzülerek. acıyarak. sonra bana dönüyor. özür diler gibi bakıyor bana da ilk etapta.. sonra bakışları değişiyor. benim için de üzülmeye başlıyor. gözlerine gözyaşı yerleşmiş. belli ki hiç çıkmayacak oradan gözyaşları. seviniyorum bir an kendi adıma. ağlayabildiğim için.
kadın sarışına alışık sarışın da kadına. belli ki idare ediyorlar birbirlerini uzun zamandır.
"kusura bakmayın. oğlum için" diyor kadın. biraz mantıksız bir cümle. hisseder gibi oluyorum.
"yok önemli değil" diyorum.
yine geniş bir gülüşle bana bakıyor çocuk. bu sefer üzülüyorum kendi adıma. böyle gülemediğim için. "görüşürüz" diyor, yalnız bırakıyor beni koltukta. koltuğun rengi de krem. kızların montunu giymiş üstüne. hava soğuk. fark etmemişim.
şimdi... sadece diyorum ki.. ben senin gibi değilim. beni kendinle bir tutma. senin canını yakmayan şeylere kıyısından köşesinden beni de dahil edip canımı yakma. ben... o kadar cesur değilim. güçlü değilim. senin gibi değilim işte. değilim.
batırma o bıçağı. kanasa da kanamasa da. yapma işte.