cennet ırmaklarından su içiyordum son rüyamda, geçen sahura kalkmadığım ve çok zorlandığım bir orucu bozmadım ve tuttum sanırım bunun mükafati olarak bu rüyayı gördüm.
Bir rüya gördüm. O kadar gerçek gibiydi ki. Biri bana yalan söylediğini söylüyordu, ama gerçek o kadar güzeldi ki yalanına kızamadım. Ben onu beklemekten yılmış, umutsuzluğa düşmüşken o beni buluyordu. Kolundan tuttum, hatırlıyorum. Sanki gerçekten bir insanı kolundan tutmuş gibi oldum. Onunla resmen evimde sohbet edip onu ailemle tanıştırıyordum. Namaza durmak üzereyken dur ben seccade getireyim diyordum (normalde namaz kılmıyordu, namaza başlamış). Velhasıl uzun uzadıya konuştuk. O gittikten sonra arayacaktım onu ama rüya bitti.
Evet efenim şu başlığı görmesem kime neydi benim rüyamdan fakat kaşındınız anlatıyorum. Yakın kız arkadaşlarımdan birini gelinlikli gördüm efenim diyorum ayyy ne güzel olmuş ne yakışmış falan düğününde gibiyim ortam çok elit sessiz henüz düğün başlamamış sanki. Erkek arkadaşlarımdan birini görüyorum ağır abidir ya da öyle takılır bu kimse, mavileri giymiş falan ama altında uzun etek var köçekler gibi sonra onu öyle görünce arkamı dönüp yere yatıp kahkahalar atmaya başlıyorum ahah. Kafam mı iyiydi çok bilemiyorum.
Birde fenerbahçe Beşiktaş derbisini gördüm rüyamda ah tanrım manyadım mı iyice maçı seyrediyorum Musa sow u gördüm ahah sadece o netti. 2-0 öne geçiyoruz iki golde ikinci yarıda 85 ten itibaren BJK 3 gol atıyor bizi yeniyor. O rüyadan uyanırken nasıl kederlendiğimi ben biliyorum. Hoh rüyaymış dedim işte sonra.
Aynen baya uzun bir geceymiş ahaj. Yaz yaz bitmedi.
Ak sakallı, tombik bir dede elinde altın bir kolye tutuyordu. Kolyeyi bana vermek şartıyla benden mısır istedi ahaha. Mısırı avucuna döktüğüm an odanın içi tavana kadar kağıt parayla doldu.
Sonuç: ne numara söyledi ne bi şey. Hala zengin değilim. Bi mısır için Ayıp değil mi ak sakallı dede?
neredeyse hic rüya görmeyen biri olarak en sevdiğim başlıklardan biri bu. başkalarının rüyalarını okuyup zihnimde canlandiriyorum, sanki ben görmüşüm gibi. çok hoşuma gidiyor
sizden ricam yazarken detaylari da belirtmeniz. betimleme gerçekten önemli benim için. mesela bir yolda yürüyorum yazarken nasıl bir yol olduğunu, etrafta neler olduğunu, duyduğunuz sesleri vs. yazarsaniz benim için iyilik yapmış olursunuz.
gölge yeleli bir at sırtında yavaş yavaş yemyeşil bir yayladan geçerken aklımdaki tek şey valhalla'ydı. fakat rüyamda bir türk olduğuma eminim. ilginç.
Sokakta yanından geçtiğim ve acıdıgim yaşlı amcayla evleniyodum. Adama acimistim ama adam beni ters köşe etti kaçırdı zorla alikoydu ve beni bi türlü birakmiyodu ve yasli amcadan hamileydim sonra polisler geldi adamdan kurtulmak için 2.kattan aşağıya atladım ama bişey olmadı ve sonra rüya bitti.
Ölüp cennete gidiyordum. Yanımda da olmayan sevgilim varmış. Huriler çocuğu dansa kaldırıyorlardı ben izin vermiyorum diye kalkmıyordu. Hayatımdaki en saçma rüyam olabilir. Çocuk çok tatlıydı. Bulacağım seni. Tamam by.
Dün gece rüyamda gökyüzünde bembeyaz pamuk yığını gibi bulut kümesi gördüm. Ona hayranlıkla bakarken birden patladı. Şaşkınlık içinde seyrediyordum . Ben güvendeydim ama ortalık karman çormandı. Köy gibi bir yerdeyim.
Hayırdır inşallah.
Kapı çalıyor. Açtığımda karşımda eski kız arkadaşımı görüyorum. Karnı burnunda. Benden hamile olduğunu söylüyor. Önce şaşırıyorum, sonra kızgınlık, ardından bu saçmalığa anlam veremeyip gülüyorum.
"Biz ayrılalı yıl olmadı mı?.."
Benden kek yapmamı istiyor. içine kaju ve ayva(?) koymamı da ekliyor. Mutfakta kekle uğraşırken salonda beni bekliyor. 2 dakikadan daha kısa bir sürede(keşke olsa böyle bir şey) keki pişirip yanına gidiyorum. Salonun ortasında kendi başına doğurmuş! Asıl tuhaf olansa ikiz bebeklerin durumu. Sanki süper güçlere sahip birer X-men gibi tuhaf görünüyorlar. Birinin rengi indigo mavisi, diğeri füme gri. Mavi olan sivri dişlerle doğmuş, füme olanda kuyruk var. Doğar doğmaz konuşup yürümeye başlıyorlar. Olayın şaşkınlığını üzerimden atamamışken sakallarım bir anda hızla uzamaya başlıyor. Yerlere kadar uzuyorlar. Kız koca bir tepsi keki alıp bebekleri bırakarak çekip gidiyor. itiraz etmiyorum. Ama kekten bir parça dahi bırakmadığı için ona kızıyorum. Sanki kızılacak tek mesele buymuş gibi...
Bebeklerin ellerinden tutup dışarı çıkıyorum. insanlar bize ucube(?) gibi davranıyor. Kimse yüzümüze bakmak istemiyor. Dazlak kafalı saydam teni olan bir kadın yanımıza geliyor ve bebeklere annelik yapabileceğini söylüyor. Tek şartı evlenmemizmiş. Ayak üstü oracıkta evleniyoruz. Yürüyen bir ağaç evine giriyoruz. Yuvamız burası. Tuhaf ama güzel bir aile olduk derken biri beni kaçırıyor. En yakın arkadaşım hulk'tan beter insan azmanı bir görüntüye bürünmüş bir şekilde beni omuzuna alıp götürüyor. Ne hikmetse buna da itiraz etmiyorum. Her söyleneni kabul eden bir adet sığıra dönüşmüş gibiyim. Uçsuz bucaksız bir çölde durup çadır kuruyoruz. Bana saatlerce nasıl vücut yaptığını, egzersizlerini(!) anlatıyor. Devasa bir kamyon beliriyor çadırın yanında. Takım elbiseli bir adam iniyor ve benden yardım istiyor. Kendisi danimarka imparatoru(!?) imiş. Ülkede kek sıkıntısı olduğunu bu yüzden benim yardımıma ihtiyaç duyduklarını söylüyor. Kek bakanlığına getirilecekmişim...
Teklifi kabul edip koca bir apartman boyundaki kamyonla Danimarka'ya doğru keyifli bir yolculuk yaparken üzerinden geçtiğimiz yavuz sultan selim köprüsü yıkılıyor ve denize düşüyoruz... Yatakta dibimde dün geceden kalma çizgi roman ile uyanıyorum. Okurken bir anda uykuya yenilmiş olmalıyım.
kalabalık bir insan grubu ile beraber çok yüksek bir binanın, bir gökdelenin merdivenlerinden üst katlara doğru ilerliyorduk. bir süre sonra yanımda tanıdığım kişilerin de olduğunu farkettim. ben ve tanıdıklarım bir katta durup ayrı bir odaya girdik. oldukça yukarıda bulunuyordu bu oda. bir iki bir şey konuştuktan sonra, odada bulunan, aynı yatağa, hep beraber uzandık. ben en dışta, camın hemen yanında yatıyordum.
dışarıdan farklı bir gürültü ile beraber uçak sesi duyduk. hepimiz telaşlı bir şekilde cama yöneldik. düşmekte olan bir uçak vardı. uçağın sol kanadından dumanlar çıkıyordu. saat yönünün tersinde daireler çizerek sürekli irtifa kaybetmekteydi.
herkes uçağın düşmemesi, düşerse de şehirden uzak bir yere düşmesi için dua ediyordu. uçak daireler çizerek bir binanın etrafından dolaşarak irtifa kaybını sürdürüyordu. tam çakılacaktı ki form değiştirdi. bir anda devasa bir uzay mekiğine dönüştü. sağından solundan neredeyse gökdelenlerin yarısı kadar farklı uzuvlar çıkıyor, bunları toprağa bir çivi gibi çakıp kendisini toprağa sabitliyordu. meydanın yanına, bir başka gökdelenin hemen dibine yerleşti.
meydan dediğim yer kum toprak karışımı bir zemine sahipti. burada sadece evcil hayvanlar bulunuyordu. kimisi kafeste kimisi kutusunda. iki papağan, bir hamster, bir sincap, bir de tavşan vardı.
uzay gemisi indikten sonra, büyük bir gürültüyle devasa boyutlarda, transparan ama mor renkli, daire şeklinde manyetik alanlar oluşmaya başladı. manyetik alanlar sadece insanları dışarıya doğru kusuyordu. diğer her şey hiçbir şey olmamış gibi yerlerinde sabitti.
manyetik alanlar beni iki kere dışarı itti. ikinci itişinde durabildiğim yerde, içi gözüken bir portal açıldı. içeride uzunca bir tünel gözüküyordu. ve tek gidebileceğim yön orasıydı. bu tünelin zemini siyah, geri kalan dairesel kısım ise ara sıra renk değiştirmekteydi. portaldan içeri girer girmez bir tavşan belirdi. ilerde siyah zemin üzerinde adeta parlıyordu. onu kovalamamı istiyordu. Tek yönüm de orası olduğu için o tarafa doğru koşmaya başladım.
sürekli koşuyor, tavşanı kovalıyordum. ara ara yorulup dinleniyor, bu sırada tavşanda beni bekliyordu. ancak bir süre koştuktan sonra tünel bitiyordu. tünel sanki yukarıdan bıçakla kesilmiş ve ikiye bölünmüş gibiydi. karşıda tünelin devamı vardı ancak arada boşluk bulunuyordu. geçebilmek için atlamalıydım. uca geldiğimde durmak zorunda kaldığım için tavşan bir an gözden kayboldu. ancak kovalayamadığımı anlayacak ki geri gelip beni bekledi. aslında kovalıyorum demek pek doğru değil. onu takip etmemi istiyordu. her neyse, atlayarak karşıya başarılı bir şekilde geçtim. ve peşinden koşmaya devam ettim. yolun sonu gözükmüştü. bembeyaz bir ışık vuruyordu. oraya doğru koşmaya devam ettim ve bir anda kendimi meydanda buldum. yolu bitirdim mi o arada ne oldu muallak. her şey an içinde oldu.
meydana düştüğümde, uzaydan gelen araç hala yerindeydi ancak manyetik alan ve tünel kaybolmuştu. meydan da eski halindeydi. araç yerindeydi ancak Manyetik alanlar, tünel ve tavşan kaybolmuştu. meydandaki tavşan yerindeydi ama. yanına gittiğimde tatlı tatlı havuç yiyordu kerata. hatta bütün hayvanlar yerindeydi ve havuç yiyordu.
sonrasında nasıl uyandım bilmiyorum. zaten hep bir boşluk oluyor.
çok fantastik bir rüya olduğunun farkındayım. uyanır uyanmaz yazdığım için çoğu detay aklımda hala. bol imge barındıran film tadında bir rüya görmüşüm. daha hatırlayamadığım neler vardır kim bilir.
eh bunu zaten okuyan olmaz. yine de yazmak istedim. bu da böyle bir rüyamdır.
tophane'de taş duvarlı küçük bir yere giriyorum. içeride eli yüzü düzgün bir abla var. elimde beyaz naylon poşete konulmuş, toplasan 500 gram gelmeyecek yoğurt var. elimde sallaya sallaya kıza bir soru soruyorum, gülümseyerek cevap veriyor. sonra o yoğurt kaselere paylaştırılırken bir yandan içeriye iki adam giriyor. birini bir yerlerden gözüm ısırıyor ama uyandıktan sonra bile tam hatırlayamadım. her neyse; muhabbete başlıyorlar bir noktada dönüp bana hoşlandığım adamla alakalı olarak "sen ona fazla idare verdin. o kadar hak verirsen ona, onun götü kalkar. o öyle biri" diyor. rüya sanki başkasınınmış gibi durup şaşırıyorum, sonra diğer adam da bunu onaylıyor. ben daha ne kadar şaşırabilirim ki derken bu ikisi aynı görüşü paylaştıklarından kavga etmeye başlıyor. yoğurt dolu kaseler fırlatılıyor, kızın üstü başı yoğurt oluyor. ortamda durmak mantıksız geldiğinden kalkıp tuvalete gidiyorum. sonra da bu duruma daha fazla dayanamayıp uyanıyorum, saygılar.
(31.03.2017): tramvayda, bu kötü hava şartlarında, dışarıda, tepelerde, inşaatlarda, fabrikalarda, endüstride çalışması gereken başarısız gençler ile ilgili bir radio yayınından sonra, sağ koluma bir el dokundu. bir bayandı ve dedi ki: ee, sen de mi burada çalışıyorsun? kendisine doğru kafamı çevirip baktığımda, bakışım muhtemelen öfkeli görünüme sahip olmuş olabilirdi, bu hanımın yüzünü hatırlamaya çalışıyordum çünkü. aslında çıkarmıştım kendisini, bu benim, okulumu değiştirip meslek lisesine geçmeden önceki eski lise zamanımdan ingilizce öğretmenimdi. bir ismi gelmiyordu aklıma bir türlü.
nasıl mı burada, pencereden bakınca görülen fabrikada çalıştığımın kanaatine varmıştı? kendisinden ingilizce dersleri aldığım dönem hiç iyi dönem değildi ve notlarım berbattı. sosyal veyahut konuşkan zaten hiç değildim. ayrıca her gün aynı saat aynı tramvayda o dönemde birlikte okuduğumuz öğrenciler beni görüyorlardı sürekli. herhalde kötü notlarımdan dolayı ve okulu terk etmemden yola çıkarak, erken saatte kalkıp, hemen kıyımızdaki, burada her okumayan gencin meslek yapmaya gittiği, büyük kimya fabrikasına çalışmaya gidiyorum kanaatine varmışlardı. bu kanaatlerini ise büyük ihtimal bu öğretmene söylemişlerdi ki, kendisinin yanında eski öğrencilerden biri bana bakıyordu gülümseyerek; anja'nın sık arkadaşı, ismi aklıma gelmiyor. beraber ilk okula gidiyorduk, sonradan işte söz konusu lisede beraber derslerimiz vardı.
öğretmen galiba sadece sohbet olsun diye değil, gerçekten endişe ediyordu gibi hissediyordum.
ikisi de heyecanlıydı sanki ve cevap bekliyorlardı.
ben de onlara darmstadt'ta bilgisayar bölümünde, dördüncü semesterde okuduğumu anlatmıştım, bana gösterdikler ilgiden mutlu olarak. gerçekten endişe ediyorlar ve çok merak ediyorlardı benim için.
Rüya (11.12.2016): Türkiye'ye giriş yaptıktan sonra alıkonuldum. Bir sivil bana kapıyı açıp kaçmamı izin verdi. Babamla dışardaydık, herşey güzel gibiydi. Aradan zaman geçti, açık havadayken polis geldi ve kimliklerimizi kontrol etti. Beni ise fetöcülükten tutuklamayı karar verdiler. Az ilerde polisler ile sohbet eden babamı ünlediğim ve beni fetö/pdy'den tutukladıklarını söylediğimde biraz hüzünlü, ama her daim bunu hesap etmiş gibi sakindi. Boyu büyük polis beni kucakladı, 'bırak beni' , 'ben kendim giderim' gibi çabalardan sonra indirdi, ve bir lavaboya girdik. Sadece altımda bir don ile beni küvete katıp elimi küvet duvarına kelepçeledi aynı polis memuru. Sorularıma ise memnun edici cevaplar vermedi. 20 küsür sene yatasın dedi. Sonra Eren, Ahmet de oradaydı, saçları ıslak. 'Bir şey belli oluyor mu' dedi eren saçları ile uğraşırken. 'Hayır, ben bir şey fark edemedim' dedim. Sonra başka bir memur geldiğinde ona sorular sordum, ne zaman çıkarım, ifadem ne zaman alınır diye. ifademin ancak bir sene sonra alınır cevabını aldığımda içim parçalandı. Aradan zaman geçti ve dışardaydık, üzerim çıplak değildi artık. Köprü altı gibi bir yerdi ve polis ve benden hariç arkamızda bir sivil vardı. Polise isyan ederken o da bir taraftan dinledi. Ardından o da polise beni savundu ve sorular sordu ama nafile. Zaman geçti ve beni trene bindirdi, yanıma oturdu. Kollarım tutunma saplarından birine kelepçeliydi. Bana burda tutuklu olduğumu söyledi. O tren hiç durmuyormuş, sürekli hareket halindeymiş. ilerde arzu yu gördüm. Yalnız trene bindikten beri atmosfer almanya atmosferiydi sanki.
Yeniden zaman geçti ve beton duvarları arasında, bir depo veya depoya giriş gibi bir yerde duvara yaslıydım. Etrafımda üç arkadaş. içlerinden biri Arzu sürekli boğaz ile uğraşıyor. Bize de lokum, meyve, tatlı ikram etti. Tek kabul ettiğim bir kırmızı lokum. Ağzıma götürürken pişmanlık hissi vardı, keşke almasaydım diye. Ağzıma koyduğumda tadı zannettiğim kadar da berbat değildi. Sonra konuştuk arkadaşça, ben hala tutuklu olduğuma isyanlı. Sırtım duvara yaslı, solumda Arzu ile beraber iki kişi oturuyordu, sağımda ise daha samimi olduğum biri. Sağımdakiyle konuşurken kafamı sola çevirdiğimde sol dizimin üzerine konulmuş, soyulmuş bir yarım mandalina vardı. Arzu'dandı çünkü biraz önce teklif etmişti red etmiştim.
Sonra uyandığımda büyük bir rahatlık hissi duydum. Rüyamda çok sıkkındım. Rüyalarımdan sonra böyle bir ferahlama çok nadirdi. Bu yüzden not düştüm.
Ayrıca: Ahmet rahat etmem için bir şey getirivermişti bana o lavaboda, ne olduğunu hatırlayamıyorum. Bardak mıydı? Tabak mı?