efendim, bir lig... en unlu, herkesin oynamak istedigi bir lig... 18 yildir sampiyonluga hasret bir takim. ulkenin en siki taraftarina sahip bir takim... iste bizim sampiyonluk hikayemiz. master league'te ortaligi kasip kavuran bir sampiyonluk hikayesi... bu, liverpool fc'nin hikayesi!
ligin ilk maci, yillardir yerinde sayiklayan shay given'li, viduka'li newcastle united. genellikle artiklari toplayan bir takim olmasina ragmen, premier lig'tende dusmemeyi basarmistir. genc-yasli birarada bir kadrosu vardir. ama asla, benim aslanlarim kadar dayanikli, cevik, zeki ve teknik degillerdir. mac gunu geldi, newcastle karsisinda ofansif oynayacagimdan on liberoya, sik sik ataga ciksin diye xabi alonso'yu koydum. onune de hic degismez oyuncum, kaptanim steven gerrard'i. forvette insandisi performanslar gosteren fernando torres ve performansinin zirvesinde olan robbie keane. sag acik benayoun, sol acik ryan babel, defans ise agger ile skrtel. taktigimiz 4-4-2, ofansif. sik ve isabetli paslarimizla defansi yaracak, farkli bir galibiyete dogru kosacaktik. soyunma odasinda oyuncularima "cikin ve oynayin, sonucu bana getirin" dedim ve yine kararlica yedek kulubesinin yanina dogru yurudum. geleneksel el sikisma, mars soyleme derken, herkes pozisyonunu aldi. top sahanin tam ortasinda, torres'in ayaginin altinda yuvarlanmak icin sabirsizlikla bekliyordu. hakem dudugunu calar calmaz top keane'e, ordan da gerrard'a, oradan da skrtel'a... boyle boyle derken, newcastle uzerimizde baski kurmaya calisiyordu. bu yuzden ani bir atak yakalamamiz gerekiyordu. steven gerrard, bir anda mukemmel bir ara pasla babel'in fitilini atesledi. babel topu keane'e, keane'de torres'e yolladi. torres'in yavas vurusu tecrubeli kalevi given'in ellerinde sondu. ama istedigimiz gerceklesmisti. newcastle sahasina cekilmis, kontra-atak arayislarina girmisti. ben yine temkinli davranarak defansi geriye cektim ve gol aramalarini emrettim. en cok patlama bekledigim oyuncu gerrard'in onunde bir bosluk olusmustu ve topu ayagindan cikarmaya calisan babel, direkt gerrard'i gordu. gerrard vucut calimiyla barton'u egale etti ve onundeki bosluktan akmaya basladi. topu ayagindan uzaklastirdi, vucudundaki tum kaslari gerdi. yine de kontrolluydu... kramponunun disiyla sertce vurdu. top hafiften kavis aldi. shay given topun oldugu tarafa aldi. top bir anda shay given'in ellerinin arasindan gecti ve ust direge carpti. sonra da dik bir aciyla cizgiyi gecti. gozler hakemdeydi, eli orta noktayi gosterdiginde tum takim gerrard'i tebrik etti, ona sarildi. ama abartmadilar, sonucta bir lig maciydi ve bu macta daha farkli goller olacakti.
hakemin duduguyle martins topu viduka'ya atti, viduka barton'a atti... surekli attiklari isabetsiz paslar sonucu oyunun hakimiyetini tamamiyle yitirdiler. deplasmanda olduklari icin de taraftarlarinin sesleri neredeyse hic duyulmuyordu. yagmur yagmaya basladi, yuzunde gulucukler acan taraftarlar gerrard'a tezahurat yapmaya basladilar. bu arada da bak ayakta, bir gol bulup rahatlamanin pesindeydim. cunku martis firsatci bir forvetti ve defans hattin yavas oyunculardan olusuyor. defansin arkasina sarkacak herhangi bir top, bize 2 puana, hatta 3 puana mal olabilirdi. bunun olmamasi icin, takima bastirmasi icin bagirdim. bu arada top xabi alonso'daydi. topu gerrard'a sik bir sekilde yolladi. gerrard, kafasinda tum varyasyonlari hesaplamaya basladi. topu keane'ye atsaydi atak etkili bir sekilde baslayamayacakti. cunku cacapa'nin markajindaydi. ve bir an, defansin saginda, sessizce soluyan fernando torres'i gordu. uzunca bir arapas atti. gercekten uzundu ama bu torres gibi hinzir bir oyuncu icin pekte zor degildi. given, tecrubeli oldugu konusunda suphe uyandirici bir harekete kalkisti ve topa cikisti. top ceza sahasinin disindaydi ve torres topla bulustugunda, given 2 metre onundeydi. sol ayagiyla topu asirtti, top usul usul aglara gitti. bu sefer tum takim arkadaslari, torres'i kutlamaya gitti. torres tebrikleri kabul etti ve bana bakti. "ok" isareti yaptim, gulumsedi ve hemen pozisyonunu aldi. tekrar duduk caldi.
ardindan gelen zevksiz pozisyonlarla birlikte, verilen 4 dakika uzatmayla mac sonlandi. sezonun ilk galibiyeti taraftarlari iyice sevindirdi. gerrard macin adami secilmisti. 8.0'lik bir ortalamayla. newcastle'in 3 tane pozisyonu vardi. bizim ise 12. kacan pozisyonlara cok da uzulemiyordum, nasil olsa 2-0'lik bir galibiyet ise yaramayacak turden bir galibiyet degildi.
ikinci mac everton'la. derbi maci... bu mac, bizim puandan fazlaydi. kesinlikle kazanmamiz gerekiyordu ve her seyden once. everton kotu bir takim degildi. yakubu, tim cahill, jo... kotu bir takim degildi asla. deplesmandaydik ama yine de taraftarlarimiz, konuk tribunleri tamamiyle doldurmustu. tezahuratlar yapiyorlar, oynuyorlar zipliyorlardi.
football manager 2009 oyunum gelene, ben sezon tamamlayıp; sözlüğe aktaracak kadar şey bulduğum zamana kadar, sadece size anlatmak için oynadığım pes 2009 şampiyonlar ligi modunu paylaşıyorum şimdi. hatta hepsi komplo, günler öncesinden bu başlığı, yazabileyim diye açmıştım. haha. her neyse. football manager 2009 entrylerim gelene kadar bununla idare edeceğiz. çok heyecanlı değildi, ama en nihayetinde şampiyonlar ligiydi bu.
bu andan itibaren, bu entrymde gizli bakınıza yer vermeyeceğim bir de bunu söyleyeyim. yoksa bakınızdan geçilmeyecek, oyuncusuydu takımıydı falan. işte bu yüzden direkt olaya giriyorum. porto, shakhtar, spartak moskova, zenit, panathinaikos... denemediğim takım kalmadı. fakat regular seviyesinde dahi hiçbiriyle tur atlayamadım. çıldırma noktasına geldiğim anda, gerçek hayatta pek hazzetmediğim, en azından efendi gibi futbol oynadıklarından ve dünya futboluna renk kattıklarından ötürü sevdiğim manchester united takımını denemeyi düşündüm. sevmiyordum bu adamları. arsenal düşündüm, ama lisansı yoktu. chelsea desen öyle. hep dikkatimi çekerdi en tepede olarak manchester, alayım dedim.
belki de onlarca takım. onca denemenin, kaybedilen maçların ardından sözlük yazarlarıyla paylaşılmak üzere oynanan bir kupa. stresliydim. elime bir kağıt ve kalem aldım ki maçları tek tek not edeyim, hepsini aktarabileyim diye.
ve başlıyor... kuralar çekildi. grubumda spartak moskova, sporting lizbon ve atletico madrid var. ayrıca lisansı olmayan takımları da lisanslıymış gibi gerçek adlarıyla vereceğim. şöyle bir bakıyorum. gerçek hayatta bayern münih olayından sonra ifrit olduğum sporting'e çingene gözüyle bakıyorum. rehavete kapılıp atletico'ya bir maç kaybederim, gerisi tamamdır diyip giriyorum oyuna. ama hala korkuyorum. çünkü gol atmayı dahi becerememişim diğer takımlarla, çok zorlanmışım. nerden bileyim ben, roketlerle dolu takımda oynadığımı?
önce maçın skorunu ve gollerini yazacağım. ardından da kısa bir anlatımla süslemeyi deneyeceğim. golleri, önümde kağıt kalemle; sizlerle paylaşmak için tek tek not ettim sözlük yazarları. belki bunu okuyacak 1 kişi, belki de 3. önemli değil lan, sizi sevdiğim için yaptım ben. en büyük mutluluğum şu an bu entrymi iştahla girebiliyor olmam. işte başlıyoruz...
***
spartak moskova 0-2 manchester united
[0-1] 2' ronaldo
[0-2] 90' tevez
- şampiyonlar ligine, pek de zor sayılmayacak bir deplasmanda, rusya'da başlıyorum. rakibim spartak moskova. santrayı alıyor ve tipik, devamlı yaptığım arapaslarımla sonuca gitmeye çalışıyorum. park ji sung'un güzel pasıyla, henüz ilk saniyelerde topla buluşan ronaldo defansı leblebi gibi yiyip kaleciyle karşı karşıya kalıyor. henüz ilk dakikada, kaleciden dönen ikinci bir topla ronaldo; takımımızı deplasmanda öne geçiriyor. ben çıldırıyorum sevinçten tabi, normalde gol atamamışız, daha maçın ilk dakikalarında rahat bir gol buluyorsun.
bu golün de verdiği rahatlıkla savunmaya çekildik, devamlı top çevirdik, kontrataklarla; daha çok arapaslarla sonuca gitmeyi denedik. oyunu pek ciddiye almasak da zayıf rakibimiz karşısında iyi oynayan taraf bizdik. direkten dönenler, kalecinin son anda çıkardıkları, kornerler... orta sahada giden, kimi zaman spartak moskova kalesine dönen maçta son dakikalar oynanıyor. korner. ön direğe yerden ortalıyor ronaldo. topla buluşan tevez, kıvrak bilek hareketleriyle arkasındaki iki rakibini geçiyor, kaleyi çaprazdan görerek vuruyor ve son noktayı koyuyor. rahat bir oyun ve mütevazi bir skorla dönüyoruz moskova'dan. yolumuz uzun.
***
atletico madrid 2-0 manchester united
[1-0] 50' agüero
[2-0] 54' reyes
- tecrübelerimin öğrettiklerinden yola çıktım ve atletico maçını hiçbir zaman düşünmedim. bu takım rakibini uyutup vuruyor, daha sonra tam "elediler" dediğiniz anda yaptıkları bir hatayla turu size hediye ediyorlardı. evet, atletico madrid iyi bir takım değildi manchester için; ama büyük olduğunu iddia eden çocuk gibi, rakiplerine saldırmaktan da geri durmuyordu.
her şey açık. manchester'ın baskın oyunu, futbolun adaletsizliği ve 50. dakikada köşe vuruşundan gelen gol. hemen sonrasında, morali bozulmuş takıma vurulan ikinci bir darbe; fakat oyuncuların pek de ırgalamadığı bir mağlubiyet.
- kesinlikle turnuvanın en güzel maçıydı bu. 2 maçta aldığım 3 puanın ardından, galibiyet parolasıyla çıkıyorum maça. atletico deplasmanında kredimi tükettim, sporting'e karşı kendi evimde puan kaybedersem işim zor olabilir. maç başlıyor. spartak moskova maçının tekrarı sanki! arapas, ilk atak; kaleciyle karşı karşıya ve gol, yine rooney! hem manchester, hem sporting şokta. henüz şokun etkisi devam ettiği sırada; santradan hemen sonra, birkaç pasın ardından kapılan topta gelen ikinci gol. neredeyse aynı şekilde. ve manchester'ın daha oyuna ısınamadan farkı 2'ye çıkararak rahat bir nefes alması. maçın özeti buydu aslında, atılan iki gol; rehavete kapılınıp yenilen iki gol, kendine gelinip atılan iki gol daha.
2-0'ın rahatlığı üzerimize çökmüştü, maç yine orta sahada gidip gelen zevksiz bir olaya dönüşüvermişti. o sırada yine allah'ın belası kornerden, kafa vuruşuyla derlei topu ağlara gönderdi ve ilk yarı bu skorla 2-1 tamamlandı. ikinci yarıda, aylaklığa devam ettik ve 57. dakikada, defansın inanılmaz hataları sonrasında, rakiplerini bir bir geçen derlei'nin ikinci golüyle, maçın 2-0'dan 2-2 olmasına izin vermiş bulunduk efendim; evet, maç artık 2-2'ydi. o büyülü başlangıcın etkisi çoktan gitmişti, işimizin bittiğini düşünmüştüm.
ama takımımın manchester olduğunu unutmuşum! kendimize geldik, şöyle bir silkindik; 6 dakikalık bu sürecin ardından ronaldo beklentilerimizin karşılığını verdi ve ceza sahası dışından müthiş bir füzeyle takımımızı tekrar öne geçirdi. dakika 63, gol ronaldo, manchester old trafford'da 3-2 önde. ne olduğunu tahmin ediyorsunuz değil mi? orta sahada geçen, iki takımın da atağa kalkamadığı bir maç! evet. ta ki 83. dakikaya kadar. bu sefer rooney'in sol çaprazdan gönderdiği füze ağları buluyor. ve görkemli sayılabilecek, mükemmel bir zaferle ayrılıyoruz maçtan.
- inanması güç, ama gerçek. ilk maçta, henüz ilk dakikada yediği golle geriye düşen ve maçı kaybeden spartak moskova, ikinci maçta da kaderini değiştirmeyi başaramıyordu; ve tevez'in golüyle yine maça 1-0 önde başlıyorduk. her şey birbirinin aynısıydı. rooney'in, deneyimsiz defansı geçerek ağlara bıraktığı top, henüz maçın başında "3 puanın sahibi manchester" mesajını haykırıyordu. evet, yine ilk beş dakikada 2-0 üstünlüğü yakalamış ve kendi sahamıza çekilmiştik. fakat bu maçta kısa sürdü. evimizde spartak moskova'ya iyi bir ders vermek niyetindeydik ve kafamızda şöyle bol gollü bir galibiyet vardı. gerideymişiz de kazanmamız gerekiyormuş gibi bastırdık, rakibimizi önemsememe, küçümseme hatasına düştük ve bystrov'un attığı golle kendimize geldik. art arda çok kolay 2 gol yiyebiliyorduk, bu yüzden artık ipleri sıkı tutmalıydık.
golden sadece 8 dakika sonra, manchester'ın büyük bir takım olduğunu ve istediğinde rakiplerini rahatlıkla geçebileceğini kanıtladı hargreaves. oyuna 50. dakikada girmiş, 76. dakikada müthiş bir kafa golüyle takımını 3-1 öne geçirmişti. maç bu skorla sona erdi. artık takımın önündeki atletico maçını kazanıp, ikinci tura merhaba demesi gerekliydi sadece.
***
manchester united 1-0 atletico madrid
[1-0] 14' rooney
- ilk maçta kaybettiğimiz rakibimiz atletico madrid'i, old trafford'da ağırlıyorduk. açıkçası rakibimizden çekiniyorduk, burada da yenilirsek sporting maçında galip gelmemiz gerekecekti. bugün galip gelmemiz durumunda ikinci turu garantileyecek, atletico'dan da öcümüzü almış olacaktık. bunu çok istiyorduk. tüm maçlarımızdan farklı olarak, defansif bir oyun oynadık; ilerde inanılmaz hızlı rooney'e, ronaldo'ya, tevez'e ve park ji sung'a güvendik. beklentilerimizi boşa çıkarmadılar. rooney, 14. dakikada peşine taktığı iki defans, önündeki oyuncular... demedi, dinlemedi ve ceza sahası dışından, sol köşeye müthiş bir top gönderdi.
bu gol, manchester için ikinci tur demekti aynı zamanda. defansif kurguyla, bir kaç oyuncu değişikliğiyle rahat bir maç çıkarmış ve atletico'yu mağlup etmiştik. artık yapmamız gereken tek şey ikinci tur maçlarına konsantre olmak, rakibimizi beklemekti.
- açıklamaya gerek var mı? ikinci tur maçları için dinlendirdiğim 7 oyuncum ve ciddiyetsiz yönetimim, ihtiyacımız olmayan bir 3 puan; ve kaybedilen maç. sporting deplasmanında 3 gol yemek her ne kadar hoş durmadıysa da, bu sonuç kimse için önemli olmadı.
çünkü ikinci turdaki rakip real madrid idi...
***
evet, sağ salim ikinci tura çıkmıştık. dinlenen, bol bol nutella'yla gaza gelen fitbolcularım, madrid karşısında çılgın atmaya hazırlardı. gerçi pek çılgın atacaklarını zannetmiyordum ama beni yanılttılar, helal olsun diyip geçiyorum..
***
real madrid 0-2 manchester united
[0-1] 45' scholes
[0-2] 61' giggs
- iki efsane! maça tedirgin çıktık. rakibimiz çok güçlüydü ve yenilecek bir gol takımı dağıtacağı için, çok tehlikeliydi. özellikle böyle rövanşlı maçlarda ilk golü yiyen taraf olmamız durumunda, maçı, hatta turu kurtarabilme ihtimalimiz düşük mü düşüktü. temkinli oynadık. scholes'un 45. dakikada, ceza sahası dışından, rakibini zarif bir hareketle geçerek köşeye doğru yaptığı vuruş; ilk yarıyı deplasmanda önde kapatmamızı sağlıyordu. daha sonra sahneye bir diğer efsane giggs çıkıyor, karambolde casillas'ı affetmeyerek manchester'ın sahadan büyük bir zaferle ayrılmasına katkıda bulunuyordu. deplasmanda alınan bu inanılmaz galibiyet, ingiltere için her şeyi elbette ki kolaylaştırmıştı. taktik belliydi. savunacak, savunacak, savunacak ve yine savunacaktık. rooney-tevez ikilisiyle de rakibin kalesini yoklayarak turu geçecektik. artık her şey çok daha kolaydı.
***
manchester united 0-1 real madrid
[0-1] 27' cannavaro
- evet evet. her şey beklediğimiz gibiydi. ta ki cannavaro, yine o kornerden kafa golünü atıncaya kadar. bu dakikadan sonra inanılmaz bir maç oynandı. kıran kırana, başa baş, dişe diş. fakat kazanan taraf bizdik. artık çeyrek finaldeydik ve rakibimiz villarreal'di. bu, artık büyük ölçüde yarı finali garantilediğimizin resmiydi. old trafford'da alınan bir diğer önemsiz mağlubiyetin ardından, tüm dikkatimizi çeyrek finale yoğunlaştırmıştık. barcelona, juventus, chelsea gibi rakiplerin arasından bize villarreal'in çıkması büyük şanstı. ve işte o çeyrek final...
- tipik bir manchester başlangıcıyla, rakibimizi daha ilk dakikalardan boğmaya başlıyorduk bu maçta da. her şey tıpkı ilk maçlardaki gibiydi. ve tevez'in golüyle, old trafford şampiyonluk şarkılarını söylemeye başlamıştı. inanılmaz çekişmeli bir maç olmasına rağmen, herkesin kupayı kaldıracağımıza inancı tamdı. franco'nun 30. dakikada attığı gol kimseyi etkilemedi, ve bundan 13 dakika sonra ronaldo ilk yarıyı 2-1 önde bitirmemizi sağlayan golü attı. her şey yolundaydı. deplasmanda da şansımız vardı, bu maçı kazanamamak da büyük bir sıkıntı değildi.
ikinci yarı durgun geçti. iki taraf da yorulmuştu. bana hepsinden çok koyan da, o kadar kaçırdığımız pozisyondan sonra son dakikalarda vidic piçinin hatası yüzünden yediğimiz gol oldu. maç 2-2 bitti. evet, birçok iddaacının kuponunu yatırmıştı bu maç, hehe. ama deplasmandaki maç için banko manchester'dı. 1-1 ve 0-0'lık beraberlik, villarreal'in yarı finale çıkması demekti. gol ve goller bulmalıydık.
***
villarreal 0-3 manchester united
[0-1] 10' rooney
[0-2] 30' rooney
[0-3] 61' park ji sung
- aynı düzen, aynı oyun; gol ve goller. bu, apaçık bir "akıllı ol villa" mesajıydı. evimizde oynadığımız ilk maçta pek varlık gösteremesek de, artık iş bitmişti. son derece rahat bir oyunla, 5-2'lik averajla adımızı yarı finale yazdırmıştık. rakibimiz juventus'tu bu sefer. işte şimdi sıçtıktı...
***
juventus 2-2 manchester united
[0-1] 10' tevez
[1-1] 62' almiron
[1-2] 90' park ji sung
[2-2] 90' nedved
- evet yanlış görmediniz. 90 onlar. en gollü, en keyifli maç 4-2'lik sporting maçıydı. fakat bu maçın en heyecanlısı, birçokları için de en doyurucusu olduğu gerçeğini kimse inkar etmeyecektir. yine çekiniyorduk rakibimizden. ilk dakikalarda juventus'un direkten dönen topu, gözümüzü iyice korkutmuştu. defansın hatasında, savunmanın arkasına sarkıp topu ağlarla buluşturan tevezimizin golüne kadar korkuyorduk. şimdi deplasmanda öndeydik. madrid filmi yeniden oynanıyordu, artık juventus düşünmeliydi.
ilk yarı bu skorla bitti, oyun da böyle devam etti. ah o bela kornerler yok mu... keltoroş almiron, yükselip vurdu; yıktı bizi. 1-1 olmuştu. evet, buradan sonra maçı bu skorla bitirmemiz çok zordu. juventus bastırdıkça bastırıyor, aksine; bizim de moralimiz bozuluyordu. defansımızı yerlerden topluyorduk. elimizden geldiğince karşı koyduk, atağa kalktık. ve son dakikada bir korner kazanmayı başardık. ronaldo ön direğe kullandı yine. karambol anında, park ji sung ayağına gelen müthiş tekmeye aldırmadan* topu kaleye gönderdi. buffon'dan seken topu tamamladı.
delle alpi bayram yeri olmuştu artık. ama uzun sürmedi. bu sevinci anlatma gereği duymuyorum, anlatacak güç bulamıyorum aslında. santra alındı, juventus uzatma dakikalarının sonunda bir atak geliştirdi. ceza sahası içinde yaşanan karambol. brown'un vuramadığı top. nedved'in boş kale dokunuşu, ve 2-2.
tek tesellimiz deplasmanda 2 gol atmış olmaktı. ama geçtik, evet.
***
manchester united 1-0 juventus
[1-0] 11' rooney
- tehlikeli, zorlu bir maçtı. gol yememeye çalışıyorduk, fakat rooney'in erken attığı gol bizi rahatlatmıştı. acı tecrübelerimiz sonrasında, oyun disiplininden kopmamayı da öğrenmiştik. bu gol bize hem averaj, hem moral avantajı sağlamış; hem de oyunumuzu ilk defa olumlu yönde etkilemişti. ve finalin adı, manchester united - chelsea oldu...
***
chelsea 2-1 manchester united
[1-0] 20' joe cole
[2-0] 48' lampard
[2-1] 88' rooney
- bu turnuvaya bu final yakışmadı, gerçekten. defansı duman eden, her topu direkten dönen chelsea; çok zorlanmadan, 20. dakikada buldu golü. ilginçtir ki, yine kafayla! sonrasında biraz dengede gitti oyun. pozisyonlar bulduk ama hiçbirinde golün yakınından dahi geçemedik. 48. dakikada, saçmasapan bir penaltı pozisyonuyla, ikinci golü yedik. artık, bu finalde rezil olmamak, 3-0, 4-0 gibi bir yenilgi almamak için oynuyor; arada gol atmayı da deniyorduk.
sonunda, rooney defanstan aldığı topu götürdü. maç boyunca koşmamış olmanın verdiği dinlenceyle, güçle, enerjiyle yardırdı. cech'i, pek önemi olmasa da; avlamayı başardı, ve bu macera da chelsea'nin 2-1'lik skorla kupayı kaldırması ile bitti. maçtan sonra ağlayan scholes benim de gözlerimi yaşarttı şahsen.
ama benim gözlerim, an itibariyle bu entry yüzünden yaşarmakta. yeter lan!
yağmurlu bir gün, saat 20:00. kalbim, oyuncularımınki gibi hızlı atıyor. hiçbir sakatlık yok, kondüsyonlar muhteşem, tek sorun, rakibin fazlaca mükemmel oluşu. uzaktan şutları penaltı gibi olan, topu her ayağına aldığında bir şey yapacakmış gibi duran wesley sneijder, hızına, çevikliğine ve tekniğine yetişilemeyen arjen robben, liderliği, bitiriciliği ve tekniği ile raul, nistelrooy, defanstaki liderliği ve etkinliği ile cannavaro, hızı ile pepe ve kalede bir sur gibi dikilen, mükemmel reflekslere sahip ama birazcık kısa casillas... hepsinin kondüsyonları muhteşem ve şimdiden galibiyetin sevincini tatmış gibilerdi, şimdiden galibiyetlerini kutlayacaklar gibiydi ama şunu bilmiyorlardı ki, henüz maç başlamamıştı.
maç için hazırlamış olduğum taktiği gözden geçirdim. defansta rakibe açık vermemek, ofanstada rakibi baskı altına alıp kontra-atak yemeyi onleyecek, 4-1-2-1-2 taktiğini düzenledim. hem kanatlardan, hem de göbekten bindirme yaparak, alt üst edecektim o emperyalist takımı. soyunma odasına girdim, konuşmamı yaptım:
- arkadaşlar. bugün buraya, kazanmak için geldik. beraberlik için gelmedik çünkü berabere kalmamıza imkan yok, kupa maçı bu. neyse, elimizden geleni ortaya koyacağız, sahada biz olacağız, biizz!!
aynı hışımla tüm oyuncularım "hheeeey" diye bağırdı. hepimiz ayağa kalktık, gergin bir hava hakimdi tüm soyunma odasında. oyuncularımın yüzleri öfke-korku ve azmin harmanlanmış bir şeklini canlandırıyordu. "haydi çocuklar" diye bağırdım ve teknik alana doğru ilerledim. ardından, takım kaptanım çıktı. tam bir liderdi, ahlaklı, çevik ve zekiydi. emin adımları neredeyse tüm stadyumu yıkmaya yetecek kadar manevi ağırlığa sahipti. yanındaki real madrid forması giymiş çocuğun ensesini avuç içiyle kavramış, orta sahanın yakınına kadar o çocukla yürümüştü. sonra sıraya dizildi herkes, hakemlerde dahil. milli marşlar okundu, eller sıkışıldı. yazı tura yapıldı, takım kaptanımız emin bir ses tonuyla "topp" dedi, -p harfi öyle bir çıkmıştıki ağzından... neyse, herkes yerlerini aldı, santra yerine doğru ilerlendi. azimli santrforum ve çevik forvetim topun başına geçti, insanin göğsünde sıkışmaya neden olacak o ses geldi "füüüüüt" diye... maç başladı, takımım hızlı paslaşmalarla topu iyice sakladı, sonra bi anlık paslaşmayla orta sahaya, oradanda bir ara pasla defansın arkasına sarkan forvetime pozisyon yaratıldı. kaleciyle karşı karşıya kaldı ve buum... topun dibine öyle ustaca vurduki, top hiç zorlanmadan, kalecinin üstünden kalece doğru aşırılmış bir şekilde girdi. adrenalin patlaması yaşayan forvetim, bana doğru koştu ve sarıldı, birbirimizi o kadar sert bir şekilde sardıkki, birbirimizi sakatlayacaktık. karşı takımın oyuncuları ise büyük bir aptallık yapmışçasına kafalarını önlerine eğmiş duruyorlar, üzgünlüklerini kaşlarının dikliğiyle daha da bir belli ediyorlardı. neyse, takım arkadaşlarının teker teker tebriklerini aldı, sonra herkes pozisyonunu aldı. ve tekrar maç başladı:
sonrasında, 85. dakikaya kadar yürekleri ağızlara kadar getiren pozisyonlar, küfür ettiren pozisyonlar ve hatalar... artık real madrid tükenmişti, etkisiz kalıyordı atakları, robben'in oluşturduğu tehlike de yavaş yavaş kaybolmuşken hesaba katmadığımız şey aklımıza geldi, wesley sneijder. takım arkadaşı gago'dan aldığı pasla topu on beş metre sürdü, yaklaşık 30 metreden vurduğu top, füze gibi doksana girdi... o an sadece kendime kızdım, alan markajı uygulamalarını emrederken wesley'e kesmelerini emretmeme kızdım, ve artık skor 1-1 olmuştu. bu kadar yakınken, yakınken... bu sefer senaryo tersine dönmüştü, benim oyuncularım kafalarını pişmanlık ve üzüntüyle öne eğmişti, real madrid'li oyuncular ise o dakikaya kadar kibrit gibi yanan umutlarının orman yangınına dönüşmesini kutluyordu... taraftaları deliye dönüştü, havaya zıplıyorlar, avazları çıktığı kadar bağırıyorlar ve birbirlerini çekiştiriyorlardı. oyuncular yerlerini aldılar, hakem tekrar düdüğü çaldı:
zevksiz pozisyonlar, anlar... sanki sahanın ortasında duran bir mıknatıs varmış gibi topun sürekli ortada dolaşması... yağan yağmur etkisini arttırıyordu... oyuncularım galibiyete iki elle sarılmışken yedikleri, yediğimiz gol bizim ellerimizi kesmişti. herkes ıslaktı, hakem gözlerini kısmış, doğru kararlar vermeye çalışıyordu. o an, kontra-atağa çıktı. hızlı forvetim defansın arkasına sarkan topu kontrol etti ve olağan gücüyle ceza sahasına girip gol atmaya çalıştı ve yapamadı. yere düştü. ardından hakemin düdüğü geldi, kafasını kaldırdığında, hakemin, kale önündeki kocaman noktayı gösterdiğini farketti. takımım müthiş bir sevinç yaşadı, ama hala gol atamamıştık, gözlerindeki sevinç, umudun sevinciydi... topun başına kaptan geçti. karşısında dünyanın en iyi kalecilerinden biri duruyordu, ilker casillas... ikisi birbirlerinin gözlerine baktı. bazı oyuncular gözlerini kapamıştı, çünkü bu an onları fazlaca heyecanlandırmıştı. ardından, taraftarların çığlıklarıyla birlikte üzerine doğru koşan kaptanı farkettim ve o an bende tüm stadyumla bir bütün oluşturdum. teknik heyet, futbolcular, ben... hepimiz birbirimize sarılmıştık. bir dakikalık sevinç gösterisinin ardından, hakemin düdüğüyle maç tekrar devam etti, 3 dakika verilen uzatma sona erdi ve kupa bizim oldu. onca maç, onca üzüntü, onca heyecan, hepsine değmişti. hepsine... madalyalarımızı verdiler. takım kaptanım ve demirbaş oyuncum kupayi iki tarafından tuttu, bağırarak aynı anda kaldırdılar ve konfetiler uçuşmaya başladı. tüm oyuncularda zıpladı ve taraftarlarda... müthiş bir sevinç yaşadık, hemde müthiş...
pes oynayan sozluk yazarlarinın, pes oynamak eylemini gerçekleştirdiklerinde yaşadıkları ilginç hikayeler; sözlük yazarlarıyla paylaşacakları güzellikler bütünüdür.
fm 09vari upuzun, muhtemelen 50 bin karakterlik* bir entry yakında sizlerle kucaklaşacak.