bugün

çok tuhaf ve iğrenç hissediyorum kendimi. Bitmek bilmeyen bir döngüdeyim ve artık midem bulanmaya başladı.
Sevgi dolu biri olamıyorum. Duygularımı yansıtmak yerine, hepsini kalbimin penceresiz o küçük odasında saklıyorum. Ben de diğer kızlar gibi cıvıl cıvıl olup hayat dolu olmak isterdim. Ne bileyim kalbimden taşan o duyguları sonuna kadar yansıtmak, anlatmak isterdim fakat bu benim için o kadar zor ki.
Sevdiğim insanları aramak, telefonla saatlerce konuşmak bile, bunu başarabilmek bile benim için işkenceye dönüşebiliyor. Oysa ben de üzüntülü ya da mutlu olduğum zamanlar da sevdiklerimi arayıp saatlerce konuşmak isterdim.

Ve keşke ben bir şeyi yapmadım, etmedim dediğim zaman insanlar bana koşulsuz inanabilse.
sinirden huzursuzluktan uyuyamıyorum. saçlarım beyazladı bu yaşta.
istediklerimin olmadığı bir günün sonu. fakat şu an hiçbir şey gelen uykumdan değerli değil. işte bu an’ı seviyorum.
uykunun her şeye galip geldiği şu anı
kısmet açıcı bir özelliğim var kesinlikle, kendim hariç herkese faydam var yani.
hayat çok garip. birine alisiyorsun, iyi insan diyorsun, iyi ki tanimisim diyorsun. bir gece yarısı mesaj geliyor artık konuşmayalim diye. üsteleyince biriyle yeni bir beraberliğe açıldığını, aslında çok iyi bir arkadaş olduğumuzu fazla uzatmadan konuşmayı kesmemiz gerektiğini, kirdigi için de özür dilediğini söylüyor. el mecbur mutluluklar dileyip, hakkını helal et diyorsun. üzülme ben de o durumda aynı şeyi yapardim diyorsun.biliyorsun o insan bir daha gelmicek, biliyorsun ki o kadar iyi insan da az sayıda var şu gezegende. gözlerinden azcık yaş geliyor.böyle sevinsem bi uzulsem mi diye düşünürken uykun kaçmış oluyor. dusunuyorsun kim bilir daha kaç kişi çıkacak hayatımdan diye
kimseyi hayatımızda tutamadigimiz gerçeğiyle tekrar yüzlesiyorsun...
Tek yatırım yapman gereken kişinin kendin olduğunu acı bir şekilde tekrar tecrübe ediyorsun
Dinine fazla bağlı biri olarak bazı hususların kafamı kurcalamasından dolayı aşırı bunaldım, sıyırmama ramak kaldı.
Buralardan uzaklaşmaya ihtiyacım var. Tek başıma gitmek isterdim ama henüz pek mümkün değil. Yazın şu staj işi olsa da bahaneyle bi süre kaçsam.
Eski günler sizi öyle özlüyorum ki; tarifsiz, sonsuz, uçsuz bucaksız. Keşke geri dönebilme şansım olsa orda kalsam, akmasa zaman.
özlemek yoruya la insanı. hele de 5 yıllık sevdiğin sana, seni sevmiyorum artık ve sevmeyeceğim diyorsa çok yoruyo be. sıkaydı kafama daha az acırdı canım. belkide yalandır? belkide hala seviyordur?
bu belkiler bitirdi ya bizi zaten. belki belki diye diye belkilere yenildik.
Hehe bi de şu var;
Ben sana tüm sevgimi zamanında verdim, artık sana verecek sevgim kalmadı.
görsel
Bayraklara dikkat edin, Burası işgal döneminde istanbul, istiklal Caddesi. Keşke yunan galip gelseydi diyen Kadir Mısıroğlu ve kendisi gibi etrafında bulunan bütün orospu çocuklarından iğreniyorum. Atatürk'ü sevmeyen ve saygı duymadığını söyleyen herhangi bir yaşam formu ile muhabbet kurmuyorum, dükkanı varsa alışveriş yapmıyorum. Akrabam ise bütün bağlarımı kesiyorum.

Evet Atatürk benim hayatımda örnek aldığım tek adam. Onun izinde ve ışığında yürüyeceğim.
insanın kalbi kırıldığında
, eksik olur, paramparça olduğunda evrim geçiriyor. Henüz 19 yaşımdayken, hayatımda tek aşık olduğum kadın tarafından reddedildim. Reddedilmek çok koymamalı insana fakat bana çok koydu.

Eskiden gözlüklü hafif göbekli, bilgisayar bağımlısı bir gençken; hayatımda yaptığım tüm işlerde değişikliğe gittim. Hatta vücudumu( spor salonlarında saatlerce, günlerce kaldım), stilistlerle konuştum, kıyafetlerime kadar onlar seçtiler. Okumaya, araştırmaya, gelişebildiğim kadar gelişmeye çalıştım, hala devam ediyorum. Belki sözlük erkeklerinin fotoğrafları başlığına öncesi/sonrası fotoğrafı atarım. Gerçi şu anki halimi profil fotomda görebilirsiniz.

Hiçbir kızın kalbine girememiş, elini tutamamış acemi bir erkekken, bugün 20lik mankenlerle takılmam tek instagram mesajıma bakıyor.

Teşekkür ederim Esra bana o gün "arkadaş" kalalım dediğin için. Hala sana karşı içimdekilerin bittiğini söyleyemem, senelerdir senden haberim yok. Belki bitirdin okulunu, belki evlendin fakat ilerde bir şekilde yollarımızın kesişeceğini hissediyorum ve istiyorum.
Belki birgün sana bu yazıyı okuturum, beni ben yapan kadın.
biraz evvel onu gördüm. 1 yıldır çat diye kesilen bir ayrılığın parçasıydık. sanırım dünyadaki en çabuk değişen varlık insan.

çok merak etmiyordum, aslında merak ediyordum da, kendimi unutayım diye öyle bir şartlandırmışım ki, o güzelim kadını gördüğümde hiçbirşey hissetmedim. hatta biraz tiksindim bile diyebilirim. kendisinin yanına gideceğimi zannetti ve ayağa kalktı. yürüyüp yanından devam ettim, başımla geçerken selamlayıp kolunu patpatlayıp allaha emanet ol deyip ilerledim. inan ki sözlük daha önce hayatımda bu kadar şaşırmış bir insan görmemiştim. bunu söylemek için mi 800KM yol geldin dedi, hayır, ankaraya cenaze için geldim, seninle de tesadüf ettik. 1 yıl önce ankaradan ayrılırken söylemediğim aklıma geldi, görmüşken söyleyeyim, ölümlü dünya deyip ilerledim.

göz ucuyla baktığımda en son iki arkadaşı kollarına girmiş, düşmesin diye tutuyorlardı.
eee! allahın sopası yok. ben senin saçının tek teline zarar gelmesin diye ömrümü yakarken, sen bana bir damlanı çok görüp dımdızlak yalnız bırakmıştın. işte, kendi seçimlerimiz, insanların bize olan düşünceleriyle beraber duygularını da değiştirmelerini sağlıyor. belki biraz zaman alıyor, lakin oluyor.

bu günü de gördükten sonra dünyada yemediğim, başına geçip de başarıp beceremediğim hiçbir bok kalmadı.

tekbir mesele hariç!

bakalım daha neler göreceğiz...
Bazen benim canımı gercekten cok yakmıs insanların benim cektigim gibi acı cektigini görünce, okadar zevk alıyorum ki tarif bile edilemez.
önceden akpliydim.
bazan çok salaklaşıyorum. bu bazanların oranı yüksek aslında da ben bazan diyorum ki ; moralim bozulmasın.
tam 12 yıl geçmişken, fotoğrafı geçti elime dün gece.
her akşam sebebim mutsuzluktu içmek için. Dün akşam ise o oldu.

"özledim gel" artık diye haykırdı yüreğim her kadehimde. gelemeyeceğini bile bile.

kim bilir. belki ben giderim..
Şu şirketi arayıp sekretere fırça atan insanlara deli oluyorum. Arkadaşlar patron ne soylerse onu iletir. Şahsına saydirmayiniz.

Edit; sinirle yapılmış kelime hatası düzeltmesi.
uzun süredir biraz çökkün hissediyordum. Doğru söylemek gerekirse üzerini başarılı bir şekilde örttüm ve sosyal hayatıma ve yaşantıma devam ettim. bu arada bir tez yazdım. tüm bu yorgun ruh hali tez ile ilgili sanıyordum oysa tam tersiydi. enerjim düşük olduğu için her şeyi olması gerekenden uzun sürelerde yaptım. tez de buna dahildi. bir şekilde idare ettim ama o süreçte bu ruh halinin derinleştiğini fark etmemişim. ciddi anlamda mücadele ettim ve her seferinde yeniden denedim, kendimi bir şeylere zorladım bu ruh haline teslim olmadım. Ancak çözememişim. Bunu artık görebiliyorum. içimde dallanmış budaklanmış. Nasıl yaptıysam zihnimi bir sorun olduğunda " tamam hadi çözelim şunu" moduna getirmişim aslında ve bu güzel. Hatta bugün gene kendi kendime ne yapalım denemeye ve yaşamaya devam edeceğim dedim. Ama yani nasıl anlatsam yetmedi. Yalnız ve boş hissediyorum. Çağın hastalığı bana da bulaşmış. Buraya yazmak da iyi geliyor.
An itibariyle yapmam gereken bir sürü iş var. Ama ben bu işlerden kaçmak için kendime dünyanın en gereksiz işlerini yaratıyorum. işi takip edene de hiçbir şey yapmamış olmama rağmen bitirmek üzereymişim gibi bilgiler veriyorum. Lanet olsun.
Yer yarılsada içine girsem.
Sonunda yıldızlarla aramdaki karabulutlar dağıldı... ışıksız, sessiz bir yerde gökyüzünü izlemeye bayılıyorum.. ve oradayım.. bir müzik bir ben bir de gök kubbe.. daha ne olsun..
Ayrılık sonrası ilk hafta kendimi alkole vermem gerekirken, bir ay sonra verdim. Sanırım daha yeni idrak edebiliyorum bittiğini. Abarttım durmam gerek.
Sabahtan beri hüzün içindeyim ancak gel gör ki az öce üzerimdeki kot ceketi farkedince gülesim geldi. Leylanın pembe depresyon kabanı gibi sabahtan beri evin içinde kot ceketle dolaşıyorum. işin kötüsü seviyorum da bu ceketi. Kimse de sen hayırdır dememiş. Nerelere gideyim.
Sene 1995. Babamın ailesi annemin bir bebek dünyaya getirmesini istemiyorlar ve çocuğu aldırması daha sonra da babamdan boşanması için amansız baskılar yapıyorlar. iş artık dayanılmaz bir hal aldığında büyükbabam emektar silahını da yanına alıp bunların evini basıyor. ''ya o çocuk doğacak, ya da kızım çocuğu aldıracak. Ama çocuğu aldırırsa ben de gelir hepinizi bununla vururum.'' diyor. Bir ağustos gecesinde dünyaya geliyorum. Büyükbabam hayatımı kurtarıyor. Büyükbabam ilk süper kahramanım.

Sene 1999. Yine bir yaz gecesi, kendimi aniden sokakta buluyorum. Bütün arkadaşlarım ve aileleri de dışarıda. insanlar panik içinde. Ben arkadaşlarımla oynamak istiyorum, ama annem sıkıca tutuyor beni. hiçbir yere gitmeme izin vermiyor. neler oluyor farkında değilim. Birkaç gün boyunca parkta çadırda uyuyoruz. bir çocuk daha ne isteyebilir? En sevdiğim yerden bir an bile ayrılmıyorum resmen. o güne kadar daima sabahın köründe kalkıp sabahları annesine zehir eden ben, yine geleneği bozmuyorum. horozlarla beraber sabahı karşılıyorum. neyse ki benim gibi uykudan haz etmeyen birisi daha var. her sabah 6 gibi elimden tutuyor, beni oyuncaklara götürüyor. kaydıraktan kayıyorum, sonra tekrar, sonra tekrar... ilk kez salıncağa binmeyi marmara depremi'nin ertesinde orada öğreniyorum. büyükbabam, tanıdığım ilk öğretmenim.

Sene 2002. ilkokula başlıyorum. hayatımda ilk kez tek başıma o kadar uzun süre evden uzakta bulunuyorum. ben küçükken beni sevip ''sağlığım elverse de fatih'i elinden tutup okula götürdüğüm günleri de görebilsem'' diyen büyükbabam, kimi sabahlar elimden tutup beni okula götürüyor. sonradan öğreniyorum ki ilk kez beni okula bıraktığı gün hüngür hüngür ağlamış, biraz da ben doğmadan birkaç sene evvel kaybettiği oğlunu hatırlayarak. büyükbabam, canımın en derin parçası.

Sene 2009. Yaşadığım şehrin en başarılı lisesini kazanıyorum. Ancak okul eve biraz uzak. Çekine çekine de olsa yatılı kalmamın en doğrusu olduğuna karar veriyoruz. Hayatımın en güzel yılları o lisenin yurdunda geçiyor. Beraber kaldığımız arkadaşlarımla baş başa veriyoruz ve birbirimizi büyütüyoruz. Bu süreçte ekseriyetle her hafta sonu eve geliyorum. Ve her pazar akşamı yurda geri dönerken büyükbabam yolcu etmeye geliyor beni. Harçlığımı veriyor, otobüsü görünce aniden hareketleniyor. Kalbinin atışı hızlanıyor hissediyorum. Gözlerimden öpüyor, ''hadi oğlum, görüm seni'' diyip otobüse bindiriyor. Büyükbabam, hep arkamdan el sallayanım.

Sene 2013. Üniversite yerleştirme sınavları. Sene boyunca yeteri kadar çalışmamamın ödülünü istemediğim bir puanla alıyorum. Evde soğuk rüzgarlar... Kimse kimsenin yüzüne bakmıyor. Çıkıp saatlerce evden uzaklara koşuyorum. O an sanki dünyanın sonuymuş, hayatımda bir daha başarılı olamıycam gibi hissediyorum. Bunun bir sebebi de muhtemelen ailemin üstümde kurduğu puan endeksli başarı baskısı. Eve dönüyorum. Büyükbabam ve anneannem de evde. Annem bağırıp çağırıyor. En son büyükbabam anneme patlıyor. bana dönüp, her önemli sınavımdan önce olduğu gibi 'sittir et. nolacak yav, ağlama' diyor. o an tüm dünya bana karşıymış da sadece büyükbabam benim yanımdaymış gibi hissediyorum. sarılıp hıçkırarak ağlıyorum. büyükbabam, artık dertlerimden uzaklaşabilmek için mütemadiyen çalacağım kapım.

Sene 2015. Üniversite yıllarım ve ben yine evden uzaktayım. artık haftada bir de değil bazen 2 ayda bir, bazen dönem boyunca yalnızca bir kere eve gelebiliyorum. bu süreçte ailemle tek iletişim aracımız telefon. annem başlarda her gün arıyor. ''anne artık büyüdüm, bu kadar sık arama arkadaşlarım dalga geçiyor'' diyorum. gerçekten de geçiyorlar, ''hala aramadı seninkiler, kıyamet günü mü yoksa??'' gibi pekçok söz. annem artık iki günde bir, bazen üç günde bir aramaya başlıyor. eve geldiğim zaman fark ediyorum ki aslında bu olay onu biraz kırmış. zaten üniversite yıllarım boyunca, anneannem ve büyükbabamı ayda bir ya arıyorum ya aramıyorum. onlar zaten aramıyorlar rahatsız olmasın ders çalışsın düşüncesiyle. halbuki öyle aman aman ders çalıştığım da hiç olmadı. ve halbuki arasam, aramalarımız zaten olsa olsa 1.5 dakika sürüyor. o 1.5 dakikalar sonunda o kadar mutlu oluyorlar ki, şimdi düşündüğümde kendime küfürler ediyorum. ben az nankör değilim. ne kadir ne kıymet biliyorum. büyükbabam, nankörlüklerime darılmayan.

sene 2016. üniversite hayatım boyunca gireceğim sayısız sınavdan yalnızca bir tanesi. ama benim için o an o sınavın önemi başka şeylerle mukayese edilemez düzeyde. sınavdan önceki gece beraber çalışmak için arkadaşımın evine gidiyorum. tam eve girmeden evvel bizimkileri arıyorum, 5 kez arıyorum, 6 kez arıyorum. telefon hiç açılmıyor. en son kız kardeşimi arıyorum, babam açıyor telefonu. ses tonlarından bir şeylerin ters gittiğini fark ediyorum ve ısrar ediyorum. en sonunda ''büyükbaban biraz rahatsızlandı. hastanedeyiz, gün boyunca çok yorulduk o yüzden sesimiz böyle. yoğun bakımda şu an ama iyi olacak inşallah merak etme. doktorlar ümitli konuşuyorlar. sen yarın sınavından çıkınca bursa'ya gel hemen, o zaman konuşuruz zaten'' diyorlar. Gece boyu ağlama krizleriyle sınava kadar vakit nasıl geçti, otobüs ne ara bursa'ya yanaştı bilmiyorum. otobüsten iniyorum, peronda annem, babam ve almanya'da yaşayan manevi abim. oysa ailem hiç otobüs terminalinde karşılamaya gelmezdi beni, bir de abimi görünce anlamaya başlıyorum. o zaman annem hıçkıra hıçkıra ve cümleleri bir türlü tamamlayamadan babasının 2 gün önce öldüğünü anlatıyor. belki yüzlerce kişinin içinde çığlık çığlığa kalıyorum. büyükbabamın evine gidene kadar arabada bütün enerjim tükeniyor. sokağa giriyorum, her okul dönüşünde beni karşıladığı balkona bakıyorum hemen. kimse yok. kalbimin duvarlarını bir jiletle durmaksızın kazıyorlar sanki, balkonda kimse yok. sokak boyunca park etmiş belki onlarca araba, balkonda kimse yok. büyükbabam, hakkımı helal edemediğim, cenazesini kaldıramadığım... Büyükbabam, hala çok sevdiğim, hiçbir zaman unutamadığım... Büyükbabam sayısız güzel anım, sayısız pişmanlığım...
Aşırı monoton şu sıra her şey ama düzelecek, biliyorum. Bir yerden bir haber bekliyorum. Maddi sıkıntılarda bitecek. Güzel günler bu sefer sahiden yakın. Şükürler olsun.

Ha bir de annemi çok özledim.
Çeşke almanyada doğsaydım.