bugün

artık olmuyor be sözlük, iki seneden beri yaşayan ölü gibiyim..

kardeşim için dimdik ayakta durmaya çalışıyorum ama nafile, 11 yaşında daha küçük acıyı hissetmesin istiyorum ama olmuyor sanırım yapamıyorum..

geçen annemin mezarına gittik ikimiz, abi şurada kuruluk kalmış orayı da sula diyişindeki titrek sesi beni bitirdi.

Annemin haberini aldığımız zaman kucağıma atlayıp abi kardeş saatlerce ağlamamız...

artık cidden dayanamıyorum, anne seni çok çok özledim be..
melise olan aşkımdan kör oldum. lütfen melise kötü söz söylemeyin canım yanıyor.
Git.
Entry burada.
Şizofren derneğinde gönüllü olarak çalışıyorum 600-700 mg ilaç kullanan insanlar var.
onların yaşadığı acılara bakıyorum da biz çok çocuksu şeylerden nem kapıyoruz.
Allah acil şifalarını verir inşallah.
Eski sevgilim beni terk ettiğinden beri aylık kenara 500 tl atar hale geldim hemde öğrenci halimle.

3 ay oldu ve 1500 tl olmasi gerekirdi. Ama geçen ay ailemin maddi durumu sıkışınca 1000 tl gizlice anneme gönderdim.

Babam öğrense çok üzülürdü çünkü. Annemde üzüldü ama borçları ödemelerini istedim.
insanlar çok mal lan, ben bunlarla nasıl eşit olucam, ben olsam olsam efendiyimdir.

Bir bakteriyle neden eşit görülmüyoruz? Çünkü onların bilişsel kapasitesi el vermiyor bu tip eşitliklere. Aynı farklar insanların da eşitliğine el vermiyor. Küçük klanlarda birlikte yaşayan ilkel insanlar tabii ki eşitti. Fakat biz... Bilimde, sanatta, felsefede, mutlulukta, zevkte ileri gitmiş olan biz... Eşit görülmemiz tabii ki bir hakaret olurdu.

Hayatın temelinde similasyon yapma ve yapılabilecek hamle sayısını maksimize edecek duruma girme isteği mevcuttur, yani hayat başlı başına bir amaçlar silsilesi değil, aslında amaç olma potansiyeline sahip fiiller arası bir herşeye yatkınlığın var olduğu üstünleşme halidir.

Evrimi bu şekilde görmeye başlar genetik farklılaşmadan ziyada zeka artışında yapılabileceklerin maksimizasyonu ilkesini hakim kılarsak üstel bir büyüme yerine lineer bir büyüme gerçekleştiğini göreceğiz. Burada asıl önemli olan şeyler hangi genlere sahip olduğunuz değil, artan genetik bilgi kapasitesinin kendi içinde ne kadar iletişim halinde ve uyumlu olduğunun anlaşılması. Kuantum mekaniğinin izin verdiği ölçüde kendi içinde iletişim halinde olan bir genom, var olan fiileri maksimize edecek potansiyel değere ulaşmak ve RNA şifrelerinden yani atalardan gelmiş olan adaptasyonal bilgiyle var olan DNA bilgisinin sentezini yapacak seviyede olduğu varsayılırsa mikrobiyoloji çok daha kolay anlaşılabilir bir hale gelecektir.

Neyse asıl konu şu, medeniyet bilgisayarı ve fizyonu keşfettiğinden beri çok hızlı gelişti ve 4. sanayi devrimi bunun taçlandırılması olacak. Geçen gün Kaptan Amerika filminde gördüğün kurgusal teknolojilerin labaratuarda ürettiklerimden çok farklı olmadığını ve orada kurgulanan teknolojilerin temel çalışma prensiplerini kavrayabildiğimi anladığım an fark ettim ki biz aslında gelecekte yaşıyoruz, çevresindeki doğayı manipüle ederek varlığı şekillendirebilenlerle kendi ilkel biyolojik ihtiyaçları doğrultusunda yaşamanın üstünde pek bir şey yapamayan, bu eziklikle de kafalarını kuma gömmüş olan muazzam kalabalığın birlikte yaşadığı bir gelecekte. Hatta bu gelecek o seviyedeki uyuşturucu, antidepresan, sigara, alkol vs. kullanımları tüm insanlık tarihinin en üst noktasına ulaşmış, daha önce hiç karşılaşmadığı bir güç ve bu güce dayalı bilgi hazinesini karşısında gören insan korkudan ne yapacağını bilemez halde bir adi elmas parıltısının peşinde bilgi hazinesindenmahrum kalmış. Bu tabii muazzam kalabalık için geçerli. Doğada hiç karşılığı olmayan bu aydınlanma o kadar parlak ki gözleri kör etmekte insanlar körleştiklerinden olanların farkına varamamakta.

Diyebiliriz ki dünya tarihinde ilk kez heyecanlı bir yer haline geldi ve bu muazzam heyecan umarım kalbimi durdurmaz da devrimin ilk büyük efendisi olurum.
Bazen sadece bu başlığı okumak istiyorum sözlük. Farkındayım, bazıları içinden geleni yazmıyor: yaptığı o kadar pislikten sonra haklı olduğunu yazanlar da var, mutluluğu ile hava atma çabasında olanlar da.

Ama onun dışındakilerin çoğu,.doğru konuştuğu için hoşuma gidiyor. Amaç başkasını etkilemek değil, kendini sunmak olduğunda hoşuma gidiyor işte. Keşke herkes gerçek hayatta da böyle olsa. Üzüntü, pişmanlık ve acılarını da paylaşsa.. Tatil fotoğrafları yerine.
Yaşamın, sana, bilmediğin, anlamadığın bir dilde; yabancı, tanımadığın bir üslupta, şarkı söyleyen biri gibi gelecek: Söylenen şarkı seninle ilgiliymiş, senden söz ediyormuş gibi bir duygu duyacaksın hep; ama, hep de, bilmediğin, anlayamadığın bir dilde, sana yabancı, tanımadığın bir üslupta olacak duyduğun…
artık acı hissetmiyorum.

yerinde düşünemiyorum.

her şeyi boş vermiş gibi bir halim var.

boş bir insan olarak devam ediyorum.

bana saldıranlara, gülüyorum..

ve sonra artık sadece bir şey istiyorum....

tek şey..

yalnız kalmak..
açıkçası benden kurtulmak için, hayatımda başka birisi var yalanını söylediğini düşünmüştüm. Çünkü yalan konusunda çok ustasın. Bu gece fotoğrafınızı gördüm. Egemen korkmaz'ı fenerbahçe formasıyla görmek gibi bir şey oldu. Evet bugün Egemen-fenerbahçe ilişkisi bitti, siz de bitersiniz, sorun şu ki Beşiktaş'ın bir daha egemen ile hiç bir ilişiği olmayacağı gibi bizim de olmayacak. Umarim değer. Ancak ah alan hiçbir şeyin mutluluğu sürmez.
bir söz var hani; ''ne yapmak istediğini bilmiyorsan, ne yapmak istemediğini düşün'' diye. ben yıllarca bunu denemeye çalıştım kendime. çünkü böylelikle ihtimalleri eleyerek bir amaç bulabilirdim. hatta hayatın ne anlama geldiğini bulur, sözlüklere geçmesini sağlardım.

her ne kadar gitmiş ve yılar sonra tamamen dönmüş olsam da, unutmaya çalışsam da, elimde değil, düşünmeden edemiyorum ailemle yaşadığım o eski günleri. hiç ayrılmadan önceki zamanları. değişik evlerdeki değişik odalarımı, birçok kez fazlasıyla sarhoş girdiğim yatağımı, duvarlardaki posterleri, dağınık kitaplarımı, benimle yaşıt grundig müzik setimi, kimsenin göremeyeceği yerlere kurşun kalemle odamın duvarlarına yazdığım mikroskobik harflerden oluşan cümlelerimi, plaklarımı.. herkes yattıktan sonra uykusuzluğu yeni keşfeden bir çocuğun gece siyahtan laciverde dönene kadar kulaklıkla müzik dinlediğini, penceresinden vücudunun yarısını sarkıtıp korka korka sigara içtiğini hatırlıyorum. o zamanlar yatma borusu sabah ezanıydı. onu duyunca paniğe kapılırdım. çok geç kalmışım, derdim. bir an önce uyumalıyım. bazen de aileden biri gecenin ortasında uyanırdı. ben nefesimi tutardım. duyulmasın hiçbir şey! anlaşılmasın uyuyamadığım! anlaşılmasın herkes uyurken benim odamda volta attığım..

ben o kalp çarpıntılarını çok sevmiştim. o korkularımı. uykusuzluğun en güler yüzlü tarafıyla tanıştığım dönemi.. bir iki saat gözlerimi kapatır, annemin beni okula gitmem için uyandırmasını beklerdim. dünyanın en iyi uyanan insan taklidini yapan bendim. yıllarca sürdü bu gece trajedisi. tahmin edilebileceği gibi yapacak fazla bir iş yoktu karanlıkta. üstelik en önemlisi sessizlikti..

sessizlik. yataktan kalkmak için yorganı üstümden atmak bile beş dakikamı alırdı. hiçbir şey ses çıkarmasın! bütün eşyalar sussun! gözlerimi fazla açmazdım o gecelerde. sadece pencereden dışarı bakarak sigara içtiğim zamanlar hariç. sonra pencereden içeri giren buz gibi havadan üşüyüp yatardım. gözlerimi kapatıp hayallerime dönerdim. çölde hayal ederdim kendimi. avuçlarıma kum doldurup ellerimi havaya kaldırdığımı, sonra da asla üşütmeyen ama sürekli yüzümü okşayan rüzgârın parmaklarımın arasından dökülen kumu havaya savurduğunu hayal ederdim. kuma gömülü olduğumu hayal ederdim. önce büyük bir çukur açar, içine girerdim. sonra üstüme tülbent inceliğinde bütün vücudumu kaplayan bir kumaş örterdim. çevremdeki kumlarla önce ayak ve bacaklarımı, sonra da gövdemi gömerdim. en sonunda da örtüyü yüzüme çekip dışarıda kalan tek kolumla biraz daha kumla kendimi tamamen gömer ve bu işi yapan kolu da geldiği yere, yani yumuşak kumun içine saplardım. gözlerim kapalı olurdu. sanılanın aksine serin olurdu kumdan kozam. çölün bir parçası olurdum. ne bir insan, ne de bir canlı. sadece çölde bir kum tanesi. kumlar vücudumun şeklini ıslak alçı gibi almış olurdu. neredeyse kumlar ile bedenim arasında havanın bile olmadığını düşünürdüm. dalgıç kıyafeti gibi sarardı kumlar beni. çok küçük nefesler alırdım. nabzım yavaşlar ve aldığım o cılız oksijenin her zerresini, fakir bir çocuğun bulduğu ekmek parçasını kırıntılara bölerek saatlerce yemesi gibi, kalbim de zevkini çıkararak içine çekerdi. yeryüzündeki en güvenli yerde olduğumu düşünürdüm. hatta dünyanın dışında bir yerindeymişim gibi gelirdi bana. bildiğim en rahatlatıcı duyguydu. bir insanın hissedebileceği en büyük huzur kaplardı içimi. çölde bir kum tanesi. çöle gömülü bir çocuk. hiçbir şey istemeyen, hayattan midesi bulanan bir çocuk.. ve beklerdim orada öleceğim günü. birilerinin gelip ''sen öldün. haydi gel.'' demesini. çünkü yapacağı hiçbir şeyi olmayan bir çocuktum.

çölde gömülü ölümü beklemek. işte bunu hayal ederdim gözlerim kapalı, bütün insanlar uyurken. onlar kontrol edemedikleri rüyalar, kâbuslar görüyorlardı. ama ben istediğimi yaşıyordum o gecelerde. istdiğim her şeyi. gözlerimi açtığımda bedenimin her milimetrekaresine dokunan o kumların serinliğini hâlâ hissediyor olurdum. hayallerimde kendimi gömdüğümde güneş batıya yatmaya yüz tutmuş olurdu. o öyle bir zamandı ki, kum gün boyunca güneşin sıcaklığını almış ama yavaş yavaş kendine gelmeye, soğuğa doğru yol almaya başlamış olurdu. serinliği kanımın akışını yavaşlatır, dünyada, evrende sadece benim olduğumu düşündürürdü. sadece ben, başka kimse yok. sadece bir zihin, başka zihin yok. düşünceler, görüntüler, konuşmalar, kahkahalar. içinde hepsini barındıran tek bir zihin.. ''işte!'' derdim kendime. ''dünya o üzeri kalabalık toprak parçası değil. dünya işte bu! zihin. dünya benim zihnim! dünya benim aklım. hayatsa çöle karışana kadar var. kendimi gömmemden cesedimin kum tanesine dönüşmesine kadar geçen bekleme süresi. işte hayat yalnızca bu. düşünmeye ayrılan zaman. kendimi kumların içine saplamış şekilde nefes alarak yattığım süre. hepsi bu. kum tanesi olana kadar aklından geçen her şey. başka bir şey değil.''

hayallerimden sonra sabah olurdu genelde. ve hâlâ gömülü olduğunu hayal ettiğim yüzümü banyodaki aynaya tuttuğumda o cümleyi tekrar ederdim her seferinde kendime "'hayat." Derdim. "hayat sensin. o kadar. büyütülecek bir şey değil.'' Aslında basittir hayatın işleyişi. Basit ve anlaşılırdır. insanlar doğar, insanlar ölür, hayat akmaya devam eder. Hepsi bu. Hayat herkes için kendisinden ibarettir aslında. Çünkü kişi ölünce, kendisi adına film biter. Başkaları devam eder onun yerine izlemeye. Öte dünyadan gelip spoiler de veremez, sonu kendisi gibi olacak geçici izleyicilere. "Öleceksiniz!" Diyemez. Ama dediğim gibi, oysa ne basittir hayat döngüsü. Mesela, söyleseler "Bu iki insan hayatını kaybetti!" Diye, verilecek tek yanıt vardır; "olsun. Şu an bir yerlerde iki insan doğdu bile.."

Yeri bu kadar çabuk doldurulan başka bir canlı bilmiyorum. Belki bir de böcekler. Bu iki canlının da yerleri çabuk doldurulur. Kısır döngü gibidir. Ölü anlar. Filmlerdeki hiçbir şey yapılmayan sahneler gibi. Herkes film izlemiştir. Ve biraz olsun görmüştür hiçbir şey yapılmayan o sahneleri. Kamera karşısındaki aktörlerin bile umutsuzca yönetmenleriyle göz göze gelmeye çalıştıkları sahneleri. Ne bir hareket, ne de bir kelime. Böylesine anlar, ölü anlardır. Hiçbir şey yapılmaz. Hiçbir hareket yoktur. Okuyucu da, seyirci de, hikayenin kahramanlarıyla sıkılır beklerken. Bu anlara en iyi örnek, izleyenleriniz bilir, "blues brothers"da belushi ile aykroyd'un asansörde yavaş yavaş, aşağılık bir müziğin eşliğinde binanın vergi tahsilatı yapılan katına çıkmalarıdır. O an herkes bekler. Asansörde durulur. Aslında bazen işe yarar bu ufak teneffüsler. Özellikle işler hızlı gidiyorsa. Durup düşünmeye yarar. Ama tabii söylediğim benim için geçerli değil. Çünkü ben zaten sürekli düşünüyorum. Hiçbir şey geçerli değil benim için. Bütün kurallar, hayat tarzları, ideolojiler geçersiz bana. Hepsi. Provizyonu bitmiş kredi kartı kadar geçersiz bu dünya bana. Bir makasla kesilip iptal edilmesinin zamanı çoktan gelmiş. iptal edilmeli. Bir an önce! Sağlam bir elektrikli testere bulsunlar bana. Ben yaparım. Keserim dünyayı ortasından. Fazla sürmez! Birkaç yüzyılda biter işim. Benim zamanım var nasıl olsa. Hiçbir yere gitmiyorum. Dönüp dolaşıp yine geldiğim bu kürkçü dükkanında, oturmuş bu yazıları yazıyorum.

Ben.. Ben bu dünyaya düşünmeye geldim. olabilecek/olamayacak her ihtimali hayal etmeye geldim. Yaşadıklarım ve yaşayacaklarım beni havada tutan balonu şişirmeye yarıyor. Ben hiçbir şey bilmiyor ve hissetmiyorum. Sadece hayalimde yaşıyorum dünyayı. ben uçurumdan aşağı yuvarlanan ve düşerken önüne gelen her şeyin varlığına son veren bir kar parçasıyım. çığ olup düştüm bunca zaman bir sürü şehrin üstüne. dünya yuvarlak değil! dünya bir tarafı yukarıda olan oval bir tepsi. hepimiz aşağı kayıyoruz. hepimiz gümüş bir tepsiden düşüp kırılan kristal bardaklarız. başım dönüyor. ayaklarım kayıyor. ama çok küçük yaşlarda kayak öğrenmiş bir çocuk gibi kimseye çarpmadan kıvrak hareketler sergileyen biri gibi değil de, daha çok, kaba bir kızağın üstünde önüne çıkan herkesi deviren huzur bozucu bir kayak pisti katiliyim. bir de tabii ne istediğini bilenler var. ufak yaşlarda, büyükleri geleceğe dair planlarını sorduklarında tereddütsüz yanıtlar veren ve de söylediklerini gerçekleştirenler var. her şeyi ama her şeyi kontrol etmeye çalışanlar. doğan güneşe hakim olmaya çalışanlar. onlar da kişisel başarıları ve bundan kaynaklanan mutluluklarıyla aşağı kaydıktan sonra, teleskilere binip tekrar yukarı çıkıyorlar. tepsiden kopmamak, tamamen düşmemek için bütün paralarını ve enerjilerini tırmanmaya harcıyorlar. düşüşlerini geciktirmek tek amaçları. tepsinin üstünde geçirdikleri her saniye seksten daha fazla zevk veriyor böylelerine. kavgalar ediyorlar, politikacı, iş adamı, bürokrat, doktor, sanatçı oluyorlar. meslekleri teleskileri. aileleri teleskileri. hangisi doğru? doğru diye bir şey var mı? delilik bulaşır. emperyalisttir. belki bir sanatçı gibi eserlerim yok. beni yaşatacak kütüphaneler, müzeler yok ama o tepsiden düşerken çarptıklarımın hafızaları var. sadece hafızalarda yaşayan bir sanatçı. gözle görülür, kulakla duyulur hiçbir şey üretmeyen ama hafızalara tecavüz eden bir sanatçıyım ben. devirdiklerim çocuklarına, dostlarına hatırlayabildikleri kadarını anlatacaklar ve böyle sürecek. ta ki bütün insanlar tepsiden parçalanana kadar. kuşaktan kuşağa geçecek bir sanatçıyım. çamura hayat veriyorum ben. heykel yapmıyorum. ya da notalardan eserler yapmıyorum. benim ham maddem bu dünya. şekil veriyorum ona ellerimle. ve bırakıyorum insanlara, hafızalarında var olacak ve geceleri kâbuslarında hatırlayacakları bu devasa ve geçici sanat eserini yavaşça. domino taşlarına ilk fiskeyi vuran benim. sanat eserim bu dünya. kayarken çarpıp devirdiklerim ve şekil verip kendilerine bıraktıklarımla dolu olan bir dünya. sadece hafızalardayım. başka bir yerde değil. ne bir plastikte, ne bir çelikte, ne de bir kâğıdın üzerinde. her şeyi bilmekten çok uzağım. her şeyi hissetmekse imkansız. ama ben her şeyin farkındayım. ve bütün dünyayı hatırlıyorum. bir yerlerden hatırlıyorum. hayattan önce bir ölüm, ölümden sonra bir hayat. hayat hep var. ta ki bütün şehirler, okyanuslar tepsiden düşüp kırılana kadar..
Yuh mk insan okuyacak bunu.
Aklımı kaybettim diye çok korktum.

Flashback yapacak olursak şöyle oldu: biraz önce mutfaktan odaya döndüm tam perdeyi çekecektim ki ne göreyim. Gökyüzünde yıldız büyüklüğünde sürekli hareket eden, dönen belki yirmi-yirmi beş tane yıldız gibi parlayan noktalar (?). Ne kadar izledim şaşkınlıkla bilmiyorum. Göz yanılsaması olmadığına emin olmam yanında bunların yıldız olmadığı kanaatini de getirdi. Dağınık olsa da sürekli aynı yörüngede dönmeleri ilk ipucunu verdi ve o şeylerin martı olduğunu anladım da derin bir nefes aldım. Evden çok uzakta, artık nereden geliyor bilmiyorum bi yerden gelen ışığı yansıtıyorlar. Kanatları falan seçilmiyor nokta kadarlar. Gerçek yıldızların arasında illüzyon gibi dolaşıyorlar.

Ulan martılar.

Alt katımda yaşayan deli çocuğu düşünmeden edemiyorum. Ben bile belli bir mantığa oturtmakta bu kadar güç sarf etmişken, bunu gören o olsaydı ne olurdu acaba. Belki de zaten böyle halisünasyonlar görüyordur, "bak oha yıldızlar kafayı yemiş" desem "eee nolmuş" bile diyebilirdi. Garip.
Üzülüyorum Kendime, bazen gerçekten boş yaşıyorum.
Bu gün sevdiğim bir türkü olan "Yemen türküsü"nü dinledim birkez daha aynı anda twitter da Nusaybin ve Şırnaktaki şehit sayısını gördüm, Nusaybin 59 Şırnak 19 rakamla yazınca kolay geliyor. Ben anladım ki hiç bir zaman şehitlere yeteri kadar üzülemememişim.

Bundan 100 yıl önce yine vatan için evlatlarını kaybeden anaların söylediği türküde hissettim o Acıyı. 20 yaşında bir delikanlı vatanı için, dini için, namusu için (acı ama birilerinin cebini birilerinin de göğsünü doldurmak için de) analarının ellerini öpüp cepheye gidiyor, giden gelmiyor. Geride gözü yaşlı analar kalıyor.

Bu gün de durum farklı değil, bu gün güney doğudaki askerler, aynı amaçlar için savaşıyor, kolay geliyor ama bir çokları arkadaşlarını kaybetti bir kısmı da kardeşlerini... bir de benim halime bak yazık, ülke de farklı değil,

kalleşler her gün ayrım yapmadan insanları öldürmeye çalışıyor, birileri bu amacı meşrulaştırma çabasında bazılarınin tek derdi koltuk, yazık bize gülecek günümüz yok.
Çok istediğim bir şeyi elde edemeyince hırçınlaşıp kalp kırabiliyorum.

Üzüyor, üzülüyorum. Bu kafayla gidersem daha çok uykusuz gecem, bolca da boş rakı şişem olacak.
bazen her gün farklı biriyle sevişsem ne güzel olur diyorum. sonra fakir olduğum aklıma geliyor. aşık olmayı deniyorum. sonra aşık olunmadığım aklıma geliyor.sonra yine her gün farklı biriyle sevişmek istiyorum. sonra .. ( bu böyle gidiyor işte)

gördüğüm çoğu kızda gözüm kalıyor. ne kadar çok sevilecek kız var.
yürüyüşü komik olan insanların arkasından aynı şekil de yürüyüp eğleniyorum. manyak mıyım neyim.
Bazı insanların tipini görünce ince bir gülümseme oluşuyor sol yanımda hemen. iyi bir şey yani bu.
Şu saatte keşke biri olsa sarılıp karşılıklı sigara içebileceğim Ankara içi olsun pliz.
Çevremdeki herkesin dertlerinden egolarından şuursuzluklarından bıktım.
bir çok başlığa entry girmeye niyetlenip defalarca yazıp sonrada silmek hatta tam tamına 10 cümle yazıp sildim bu başlığa ne itiraf girsem diye düşünürken, fazla düşünmeyin.
Geçen ay Eve en son gelen kuzenime şaka yapmak için, tüm ailenin ortasında imalı imalı bugün onu gördüğümü ve gördüklerimi herkese anlattığımı söyledim. Herkes tabii şaşırdı. O da bunu ters anlamış olacak ki oturdu ve yüzük takmaya karar verdiklerini söyledi. Ciddiye almadım ve kızı bugün istemişler. Neyse ki bu iyi kalbim sebebiyle birilerinin yuva kurmasına sebep oldum mutluyum.
sakallarım çok uzamıştı oysa...

An itibariyle tek istediğim şey günün bitmesi, bu denli yoğun çalışma temposu yaşantımı ciddi manada etkiliyor, sevdiklerimi özlemeye dahi fırsat bulamıyorum çoğu zaman…
Nereye gideceksem koşarak, hızlı araç kullanarak veyahut zihnimde onlarca soruyla varıyor, vakit nasıl geçiyor anlayamıyorum.

Arkadaşlarımı özlüyorum, onlarla vakit geçirmeyi, birlikte gülebilmeyi.

Önümde belki 1 maksimum 2 yıl var, hayatım aynı rutinde devam edecek, sonrası çok güzel görünüyor, tıpkı gökyüzü gibi mavi.

Gecenin bir vakti sözlüğe girmek mesela, 03:00 noktasında şehir merkezindeki Mc Donald’s çalışanlarına merhaba demek, Big Mac lütfen, patates ve içecek büyük boy değil, yanında da tavuk parçacıkları istemiyorum ha bir de acı sos lütfen.

Karen Wiesner’in ‘First Draft 30 days’ini okuyup, bahsettiği gibi hikayenin içindeki bölümleri anlattığını düşündüğüm müzik listemi açıp kitabımda yeni bir paragraf açacağım diye kılıktan kılığa girmek, kendi kendime tebessüm etmek.

Vakit ne değerliymiş, ne değerliymiş…

Günaydın takım elbiseli, güzel adamlar gününüz güzel geçsin…
Herşeye gücüm yetti, içinde olduğum düşmanlara güç yetiremedim.
Kimi sevsem kırmışım
Dokunsan yıkmışım
Gitmek isterken yerimde saymışım
Kendimden sıkılmış bıkmış usanmışım
Daha yolun başında
Yükümden yorulmuşum

Yalnızım ben tutun elimden
Yanmışım ben hep yanlışım ben
Yalnızım ben tutun elimden
Nedendir bilmem
Hep yanlışım yanmışım ben

Dolaştığım sokaklar
Can yakar anılar
Yıkık dökük geçmişim
Bitmişin tükenmişim
Kendimden vazgeçtim
Kendimi bitirdim
Erken bir son için hayatı sevmedim

Yalnızım ben tutun elimden
Yanmışım ben hep yanlışım ben
Yalnızım ben tutun elimden
Nedendir bilmem
Hep yanlışım yanmışım ben.
güncel Önemli Başlıklar