beklemek sıkıcı, beklemek tüketici,
beklemek yorucu, beklemek çok yorucu.
ve ben seni hala bekliyorum.
ben hala seninle yaşayacağım günleri, saatleri, saniyeleri bekliyorum.
seninle tekrar yağmurda sırılsıklam olmayı bekliyorum.
soğukta boğuk titreyen sesinle merhaba deyişini bekliyorum.
ilk günkü heyecanla birisi görücek korkusuyla
elini sımsıkı tutup sinemaya gideceğimiz günleri bekliyorum.
gelmeyeceğini bile bile ben seninle yaşayacağım ömrümü bekliyorum hala
çok bunalınca hayattan herkesten
huzur bulduğum yere seninle her zaman buluştuğumuz yere gidiyorum
her zaman oturduğumuz yere gidiyorum
bakıyorum şöyle bir; iki sevgili görüyorum
gözümden akan tek damla yaşla ağzımdan çıkan iki kelime
"hiç yakışmamışlar"
bizim kadar hiç yakışmamışlar sevdiğim
dön bana yeniden ve görsün herkes sevgilisiyle yakışmadıklarını.
bizi görsünlerki imrensinler sevdiğim.
oturuyorum garson geliyor isteğimi soruyo
sevgilimi bekliyorum deyip 2 kişilik şeyler söylüyorum.
sevdiğin pastadan söylüyorum.
gözüm kapıda seni bekliyorum, bekliyorum, bekliyorum.
ve gelmeyeceğini anlıyorum. ama ben yinede bekliyorum.
gelmeyeceksin biliyorum.
hesabı ödeyip çıkıyorum
kahkaha atarak geçtiğimiz yoldan ağlayarak geçiyorum.
burda olmalıydın sende. nefretim sevgimi aştı.
canım demiştim sana, canımdan koparcasına.
nasılda yalan söyledin gözlerimin içine bakarak seni seviyorum derken
4 yılı boşuna geçirdin belli
geleceği olmayan aşkı sürdürmek için son çırpınışlarımı yapmıştım oysaki.
herneyse sevdiğim. ben burdayım yine.
elimi bıraktığın bu yerde.
ya sen nerdesin ? hangi piçin yanında ?
son sarılışım gibi sarılabiliyomu sana ?
düşüyorsun gözümden akan her damla yaş gibi.
içme dediğin bu sigara benim sırdaşım oldu.
her yaktığım sigarada senin hayalin vardı.
bu gidişle ölümün sigaradan olacak diyor herkes.
doktorda yasakladı ama kimse bilmiyor bu lanet sigara değil
senin gelmeyeceğini bile bile beklemek tüketiyor beni.
nasılsın diye sorarsan iyi değilim.
hemde hiç iyi değilim.
hergün yokluğunun verdiği özlem,
hergün sensiz bir güne merhaba demek zorunda kaldığım sabahlar var
geceleri fotoğraflarınla konuşuyorum.
onlarda senin gibi işte.
duvarlar bile bana cevap verecekmiş gibi.
ama sen sadece bakıyorsun ve susuyorsun.
bi nasılsın mesajını bile çok görüyorsun bana.
bir zamanlar seviyorum dediğin bu çocuga,
bak seni çok seven bu salak çocuk siktirolup gidiyor artık.
kalmam için bi umut bile vermiyorsun artık.
ayrıldıkta diyemiyorum çünkü ben hergün senin hayalinle yaşıyorum.
sense. neyse susuyorum.
git dedin gidiyorum.
sus dedin ve susuyorum.
tekrar soracak olursan halim mechul.
iyi değilim işte. hiç iyi değilim hemde.
sahiden ayrıldık mı biz şimdi ?
Aysel git başımdan ben sana göre değilim
Ölümüm birden olacak seziyorum.
Hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim
Aysel git başımdan istemiyorum.
Benim yağmurumda gezinemezsin üşürsün
Dağıtır gecelerim sarışınlığını
Uykularımı uyusan nasıl korkarsın,
hiçbir dakikamı yaşayamazsın.
Aysel git başımdan ben sana göre değilim.
Benim için kirletme aydınlığını,
hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim
Islığımı denesen hemen düşürürsün,
gözlerim hızlandırır tenhalığını
Yanlış şehirlere götürür trenlerim.
Ya ölmek ustalığını kazanırsın,
ya korku biriktirmek yetisini.
Acılarım iyice bol gelir sana,
sevincim bir türlü tutmaz sevincini.
Aysel git başımdan ben sana göre değilim.
Ümitsizliğimi olsun anlasana
hem kötüyüm, karanlığım biraz, çirkinim.
Sevindiğim anda sen üzülürsün.
Sonbahar uğultusu duymamışsın ki
içinden bir gemi kalkıp gitmemiş,
uzak yalnızlık limanlarına.
Aykırı bir yolcuyum dünya geniş,
Büyük bir kulak çınlıyor içimdeki.
Çetrefil yolculuğum kesinleşmiş.
Sakın başka bir şey getirme aklına.
Aysel git başımdan ben sana göre değilim,
ölümüm birden olacak seziyorum,
hem kötüyüm, karanlığım biraz, çirkinim.
Aysel git başımdan seni seviyorum...
vincent malloy is seven years oldhe's polite and always does as he's toldfor a boy his age, he's considerate and nicebut he wants to be just like vincent price
he doesn't mind living with his sister, dog, and catsthough he'd rather share a home with spiders and batsthere he could reflect on the horrors he has invented and wander dark hallways alone and tormented
vincent is nice when his aunt comes to see himbut imagines dipping her in wax for his wax museumhe likes to experiment on his dog abocrombiein the hopes of creating a horrible zombieso that he and his horrible zombie dogcould go searching for victims in the london fog
his thoughts aren't only of ghoulish crimehe likes to paint and read to pass some of the timewhile other kids read books like "go jane go"vincent's favorite author is edgar allan poe.
one night while reading a gruesome talehe read a passage that made him turn palesuch horrible news he could not survivefor his beautiful wife had been buried alive
he dug out her grave to make sure she was deadunaware that her grave was his mother's flower bedhis mother sent vincent off to his roomhe knew he'd been banished to the tower of doomwhere he was sentenced to spend the rest of his lifealone with the portrait of his beautiful wife.
while alone and insane incased in his doomvincent's mother burst suddenly into the roomshe said, "if you want, you can go out and playit's sunny outside and a beautiful day."
vincent tried to talk but he just couldn't speakthe years of isolation had made him quite weakso he took out some paper and scrawled with a pen:"i'm possessed by this house and can never leave it again."
his mother said, "you are not possessed and you are not almost deadthese games you play are all in your headyou are not vincent price, you're vincent malloyyou're not tormented or insane, you're just a young boyyou're seven years old, and you are my soni want you to get outside and have some real fun."
her anger now spent, she walked out through the hallwhile vincent backed slowly against the wallthe room started to sway, to shiver and creakhis horrored insanity had reached its peakhe saw abocrombie, his zombie slaveand heard his wife call from beyond the grave
she spoke through her coffin and made ghoulish demandswhile through cracking walls reached skeleton handsevery horror in his life that had crept through his dreamsswept his mad laughter to terrified screams
to escape the badness, he reached for the doorbut fell limp and lifeless down on the floorhis voice was soft and very slowas he quoted "the raven" by edgar allen poe:"and my soul from out that shadow that lies floating on the floorshall be lifted...nevermore."
-aman, kendini asmış yüz kiloluk bir zenci,
üstelik gece inmiş, ses gelmiyor kümesten;
ben olsam utanırım, bu ne biçim öğrenci?
hem dersini bilmiyor, hem de şişman herkesten.
iyi nişan alırdı kendini asan zenci,
bira içmez ağlardı, babası değirmenci,
sizden iyi olmasın, boşanmada birinci...
-çok canım sıkılıyor, kuş vuralım istersen.
Saate bakmaksızın kapısını çalabileceği bir dostu olmalı insanın..
Nereden çıktın bu vakitte dememeli, bir gece yarısı telaşla yataktan fırladığında; gözünün dilini bilmeli; dinlemeli sormadan, söylemeden anlamalı..
Arka bahçede varlığını sezdirmeden, mütemadiyen dikilen vefalı bir ağaç gibi köklenmeli hayatında; sen, her daim onun orada durduğunu hissetmelisin. ihtiyaç duyduğunda gidip müşfik gövdesine yaslanabilmeli, kovuklarına saklanabilmelisin.
Kucaklamalı seni güvenli kolları, dalları bitkin başına omuz, yaprakları kanayan ruhuna merhem olmalı..
En mahrem sırlarını verebilmeli, en derin yaralarını açıp gösterebilmelisin; gölgesinde serinlemelisin sorgusuz sualsiz
Onca dalkavuk arasında bir tek o, sözünü eğip bükmeden söylemeli, yanlış anlaşılmayacağını bilmeli.
Alkışlandığında değil sadece, asıl yuhalandığında yanında durup koluna girebilmeli. Övmeli alem içinde, baş başayken sövmeli ve sen öyle güvenmelisin ki ona, övdüğünde de sövdüğünde de bunun iyilikten olduğunu bilmelisin.
Teklifsiz kefili olmalı hatalarının; günahlarının yegane şahidi Seni senden iyi bilen, sana senden çok güvenen bir sırdaş..
Gözbebekleri bulutlandığında, yaklaşan fırtınayı sezebilmelisin. Ve sen ağladığında onun gözlerinden gelmeli yaş..
Yıllarca aynı ip üstünde çalışmış, cesaretle ihanet arasında gidip gelen bir salıncağın sınavında birbiriyle kaynaşmış iki trapezci gibi güvenle kenetlenmeli elleri..
Parkurun bütün zorluklarına rağmen dostluğumuzu koruyabildik, acıları birlikte göğüsleyebildik ya; yenildik sayılmayız diyebilmeli..
Issızlığın, yalnızlığın en koyulaştığı anda, küçücük bir kağıda yazdığımız kısa ama ümit var bir yazıyı yüreğe benzer bir taşa bağlayıp birbirimizin camından içeri atabilmeliyiz:
Bir aşk için yapabileceğin her şeyi yaptığına inanıyorsan ve buna rağmen hala yalnızsan, için rahat olsun. Giden zaten gitmeyi kafasına koymuştur ve yaptıkların onun dudağında hafif bir gülümseme yaratmaktan başka hiçbir işe yaramayacaktır.
Sen kendini paralarken o her zaman bahaneler bulmaya hazırdır. Hani ağzınla kuş tutsan Bu kuşun kanadı neden beyaz değil? diye bir soruyla bile karsılaşabilirsin.. iki ucu keskin bıçaktır bu işin. Yaptıklarınla değil yapmadıklarınla yargılanırsın her zaman. Bu mahkemede hafifletici sebepler yoktur. iyi halin cezanda indirim sağlamaz.
Sen, Ama senin için şunu yaptım derken o, şunu yapmadın diye cevap verecektir. Ve ne söylesen karşılığında mutlaka başka bir iddiayla karşılaşacaksındır. Üzülme, sen aşkı yaşanması gerektiği gibi yaşadın. Özledin, içtin, ağladın, güldün, şarkılar söyledin, düşündün, şiirler yazdın. Peki, o ne yaptı deme. Herkes kendinden sorumludur aşkta. Sen aşkını doya doya yaşarken o kendine engeller koyuyorsa bu onun sorunu. Bir insan eksik yaşıyorsa ve bu eksikliği bildiği halde tamamlamak için uğraşmıyorsa sen ne yapabilirsin ki onun için? Hayatı ıskalama lüksün yok senin. Onun varsa, bırak o lüksü sonuna kadar yaşasın.
Her zamanki gibi yaşayacaksın sen. Acılara tutunarak yaşamayı öğreneli çok oldu. Hem ne olmuş yani, yalnızlık o kadar da kötü bir şey değil. Sen mutluluğu hiçbir zaman bir tek kişiye bağlamadın ki. Epeydir eline almadığın kitaplar seni bekliyor. Kitap okurken de mutlu oluyorsun unuttun mu? Kentin hiç görmediğin sokaklarında gezip yeni yaşamlara tanık olmak da keyif verecek sana. Yine içeceksin rakını balığın yanında. Üstelik dilediğin kadar sarhoş olma özgürlüğü de çabası..
Sen yüreğinin sesini dinleyenlerdensin ve biliyorsun aslolan yürektir. Yürek sesi ne bilmeyenler, ya da bilip de duymayanlar acıtsa da içini unutma; yasadığın sürece o yürek var olacak seninle birlikte. Sen yeter ki koru yüreğini ve yüreğinde taşıdığın sevda duygusunu. Elbet bitecek güneşe hasret günler. Ve o zaman kutuplarda yetişen cılız ve minik bitkiler değil, güneşin çiçekleri dolduracak yüreğini..
yıllar önce, okuduğum kitaplardaki, seyrettiğim filmlerdeki yalnız insanlara özenirdim hep. yalnızlara. konuşacak kimsesi olmayanlara. sonra hayat beni buralara getirdi. tabii ayaklarımın azımsanamayacak yardımıyla. ve artık o roman karakterlerinden biri oldum. o kitaplardaki yalnızlığı çok gösterişli bulurdum. aynı zamanda da korkutucu. kendime;bu kadar yalnız kalınabilir mi? diye sorardım. sosyal hayvan insan, dayanabilir mi kimsesizliğe? ama artık biliyorum yalnızlığın korkulacak bir yanı olmadığını... tabii bunu ruh sağlığı yerinde ve içlerinde tek bir kişilik taşıyanlar için söylemiyorum. sözüm benim gibi içinde binlerce ruh taşıyanlara, uzakdoğu efsanelerindeki canavarlar gibi yedi kafalı tek bedenli insanlara. ben hep kalabalık oldum. şehrin uzağındaki bir semte giden, günün tek otobüsü kadar kalabalık. tıkış tıkış! herkesin üst üste olduğu bir otobüs kadar. dolayısıyla iyi geldi bana yalnızlık. kendime yeterince zarar veriyordum. ve bir de dünyanın vereceği zararları ortadan kaldırmanın imkanı olmadığına göre, yoklarmış gibi davranarak yalnızlığı seçmek en doğrusuydu...
yalnızlık kurşun geçirmez. dostluk, aşk, aile geçirmez. hiçbir şey geçirmez. dışarıdan sokmadığı gibi içeriden de çıkartmaz. cerahat yapar. antibiyotiğini de kendinde besler. yeter ki nerede olduğu bulunsun... ruhun nerede olduğunu düşünürüm bazen. vücudumun neresinde? sonra karar veririm. ruhum, bedenimin bittiği yere kadar...
dünyanın dışına atılmış bir adımdın sen. ömrümüzse karşılıksız sorulardı hepsi bu. şu samanyolu hani avuçlarından dökülen. kum taneleri var ya onlardan birindeyim. yeni bir yolculuğa çıkıyorum kar yağıyor. bir aşk tipiye tutuluyor daha ilk dönemeçte. çocuksun sen sesindeki tipiye tutulduğum. dönüşen ve suya dönüşen sorular soruyorsun. sesin bir çağlayan olup dolduruyor uçurumlarımı. kötü bir anlatıcıyım oysa ben ve ne zaman birisi adres sorsa önce silaha davranıyorum. kekemeyim en az kasabalı aşklar kadar mahçup. ve üzgün kentler arıyorum ayrılıklar için. bir yanlışlığım bu dünyada en az senin kadar ve sen kendi küllerini savuruyorsun dağa taşa bir daha doğmamak için doğmak diyorsun. ölümlülerin işi bir de mutlu olanların. onların hep bir öyküsü olur ve yaşarlar bırakıp gidemezler alıştıkları ne varsa. çocuksun sen her ayrılıkta imlası bozulan. susan bir çocuktan daha büyük bir tehdit ne olabilir, sorumun karşılığını bilmiyor kimse.
kötü bir anlatıcıyım oysa ben ve ne zaman bir kaza olsa adı aşk oluyor artık. aşksa dünyanın çoktan unuttuğu bir tansık seni bekliyorum orda, o kirlenen ütopyada. kirpiklerime düşüyorsun bir çiy damlası olarak yumuyorum gözlerimi gözkapaklarımın içindesin. sonsuz bir uykuya dalıyorum sonra ve sen hiç büyümüyorsun artık iyi ki büyümüyorsun adınla başlıyorum her şiire ve her mısrada esirgeyensin bağışlayansın, biad ediyorum. çocuksun sen ve bu dünya sana göre değil...
Bir kitap. Sadece yazı, cümleler ve noktalama işaretlerinden oluşan kağıtlar bütünü. Matbaadaki makinelerin yağlarının hâlâ sayfalarında koktuğu kitap. Nasıl bir insanı bu kadar etkileyebilir? Gülüyorum içimden. Alay ediyorum her zamanki gibi kendisine bir baş ucu kitabı yaratmış olan bu adamla. Gecenin sonuna yolculuk. Ne kadar saçma. Beş yüz sayfa okumaya gerek var mı, gecenin sonuna gitmek için? Benim dedim içimden. Benim gece. Benim son. Benim yolculuk. içinde doğmuşum gecenin. içinde doğmuşum sonun. Yolculuk yaparak varmama gerek yok. Ben hep oradaydım. Geceyi ben bitirdim. Ancak başkaları kıçlarını kaldırıp gelebilir yanıma ve girerler gecenin sonuna. Benim krallığım orası. Gecenin başlangıcını bilmem ama sonu bana ait..
küçük bir tencereye 1 su bardağı suyu ve margarini koyarak kaynatın. daha sonra 1 su bardağı unu ekleyerek iyice karıştırın. 2-3 dakika karışımı sürekli karıştırarak
pişirin. ocağı kapatarak 10-15 dakika hamurun soğumasını bekleyin.
hamur biraz dinlendikten sonra 3 adet yumurtayı hamura yedirmemiz gerekiyor ancak bu noktada önemli bir ayrıntı var. yumurtaları teker teker hamura kırın ve birini iyice yedirmeden diğer yumurtayı kırmayın. yumurtaları hamura iyice yedirdikten sonra yapışkan bir hamur elde etmiş olduk. bu kısım biraz yorucu oluyor ama hamurun kabarması için iyice karıştırmış olmanız gerekiyor. yumurtaları yedirdikten sonra hamuru 10 dakika dinlendirin.yağlanmış tepsiye, kaşık yardımı ile hamurdan ceviz büyüklüğünde parçalar alarak aralarında 2-3 cm boşluk bulunmasına dikkat ederek resimdeki gibi dökün. elinizle şekillendirmeye çalışmayın.daha önceden 180 derecede ısıttığımız fırına hamuru sürün. üzeri kızarana kadar yaklaşık 40 dakika pişiriyorsunuzhamurlar piştikten sonra kremasını hazırlayın. vanilya hariç diğer malzemeleri bir tencereye koyarak kremayı pişirin. kremayı ocaktan aldıktan sonra vanilyasını ekleyerek karıştırın.
profiterolün pişen hamurlarını ikiye bölerek ya da varsa krema sıkma torbası ile içlerini krema ile doldurun ve tepsiye dizintüm profiterolleri doldurduktan sonra üzerine çikolata sosunu ya da benmari usulü erittiğiniz çikolatayı gezdirin. afiyet olsun..
dudaklarım gerisin geriye çekildi; ağdalı bir sıvının ağır ağır örttüğü, korkunun biçim kazanıp ayağa kalktığı ve hey bana bir şeyler söylemenin vakti geldi dediği zamanlarda bekledim seni; gözlerimi kapadım. bekledim. beklerken, özlemenin hangi geçitleri geçilmez kıldığını, hangi duyguların insanı hayata kazandırdığını, basite indirgenmiş hüzünlerin geceleri dinlenmeye müsait şarkılarla şahlandığını anlatamadım. evet, bilmiyordum. bilmiyordum, kelimelerden arınmış bir cümle kurar gibi sevişmeyi. sevişirken sözlük kullanıyordum hala. ama, seni seviyordum. ve sevdiğimi, sevgimi anlatma telaşıyla hata üstüne hata yapıyordum sana. sana yaklaşamıyordum. yasaklanmıştın adeta. çiğnemeye çalıştığım yasak olsan da, uzak dursan da, o korkunç şeklini korusan da, farketmiyordu hiçbir şey. küçük bir ateş. küçücük bir ateştin sen. sönmekten ürken bir ateş. bir su damlasıyla bütün görkemini kaybedebilecek bir ateş. aşkın mecali kalmamıştı. sessizce sokuldum yanına. acıyla irkildin. gülümsedim. gülümsememe anlam veremedin elbette. kimdi bu? ne istiyordu? tanımadığın biri. hatıralarını darmadağın etmeyi planlamış bir yabancı. fuzuli bir beden, karşındaki. usulca uzandım,
bir nedeni yok. yalnızca öptüm.
kimi geceler penceremden uzayı seyrederim. uzayın adını ben koymadım. uzayın adını yıldızlar, gezegenler kendi aralarında kararlaştırmışlar. rahatlatır beni o. bütün yağmurlar, uzayın derinliklerinden gelip yağar diye düşünürüm. yağmurlar başka galaksilerden gelip yağar. romantizme uyum sağlamak için de değil. öyle. işin gerçeği budur. yağmurlar, bu dünyaya ait sanma. bembeyaz bir yalnızlığın olmalı senin de. lekesiz bir yalnızlık. lekelenmeye müsait bir yalnızlık. tedirginliğini buna bağlıyorum seni seyrederken. pişmansın. pişmansın kapıp koyveremediğin için sanki. elinde olsa, avaz avaz bağıracaksın sokaklarda. neyim ben? ! diye haykıracaksın. olmuyor tabii. olmuyor. sıyrılır gibi lüzumsuz bir yerden, sıyrılıp kendi affına sığınıyorsun. beni anlayacağın günler gelecek. beni de göreceksin. benimle tamamlanacak bir şeye benziyorsun çünkü. korkma lütfen,
bir nedeni yok. yalnızca öptüm.
çocukluğumdan söz etmek isterim sana, eğer sıkılmazsan. bir gün otururuz evde, ben sana hayatımı anlatırım dakika dakika. kaç yaşımdaysam, o kadar yıl sürer konuşmam. çay pişiririz. çaydanlığa su yerine votka koyarız sen dilersen. sonra da sen anlatırsın: sevdiğin filmleri, sevdiğin parçaları, sevdiğin canlıları, sevdiğin... hep sevdiğin şeylerden konu açarsın. ben sıkılmam. ben seninle sıkılmamayı seni ararken öğrendim. seni hayal ederken keşfettim sıkılmamanın azametini. bir insan, bir insanı sıkamaz. bir insan canı isterse sıkılır. hacimler açarım sana içimde, dolman için, oraya akman için. hacimler açarsın bana; çağlayarak gelirim. endişelenmen gereksiz,
bir nedeni yok. yalnızca öptüm.
olması gerektiği kadar fedakar biriyim aslında; daha fazlasını umma açıkçası. endişelerim, ideallerim, halletmeye çalıştığım meselelerim var. başkalaşmaya çalışıyorum. gözardı edilmiş tutumlar edinmek hoş. değişmek, hiç de zor değil. yalnızca özgür olabilsem, sorun kalmayacakmış gibi sanki. anlaşılmak istiyorum: sevdiğim bir şarkıyı herhangi biriyle paylaşırken aynı duyguları hissetmek arzusu bu. evet, tıpkı bu. sese, ahenge kapılırken, kendini müziğin ritmine verirken yanında bir diğerinin olabilmesi; görkemli bir anda birlikte sadeleşebilmek. birlikte dansedebilmek gibi. sen hastayken başucunda birinin sabaha kadar oturması gibi. arada bir alnındaki teri silmesi, üstünün açılmamasına dikkat etmesi gibi. bir başkası için hayatta kalma çabası gibi sanki. ölmek için değil, yaşamak için uğraşmak gibi. ummadan, hayal etmeden, sıradan, olduğu gibi.doğal. ve ciddi. ciddi ciddi hayatla mücadele edebilme gücü. bu gücü yanyanayken yaratabilme yeteneği. ben bu yeteneğin bir parçası olarak sokuluyorum sana. masallarla geliyorum. efsanelerle geliyorum. herhangi bir insanın birikimiyle geliyorum aslında. artniyetsizim. inan,
bir nedeni yok. yalnızca öptüm.
bazı sorulara cevap bulamadım; kuşkusuz gerekli de değildi bu. soruyu soru halinde bırakıp sahici yanını korumaya çalışmam, cehalet mi sanıldı acaba? ! bedenlerin bedenlerden istedikleri, ruhların, ruhlardan çıkarttıkları, karşılıklı acıların birbirlerinin etkisini arttırdıkları vakitlerde düştün aklıma. aklıma yayıldın. ne kaybedebilir, ne kazanabilirdim ki artık: ortadaydım işte! bir başkasının mal varlığına dönüşmeden yaşayabilmenin yalnızlığıydı bu. hayır! melankoli diye adlandırma bu durumu; ortak bir açı yakalayamama sorunu galiba. her kadın gibi doğurmak hevesi, her erkek gibi dağların doruklarında biraz gözden ırak hüzünlenme denemeleri aslında. kusura bakma, kafam biraz dağınık,
bir nedeni yok. yalnızca öptüm.
insan inandığı şeyler uğruna muhteşem hatalar da yapabilir. kızmamalısın. darılmamalısın eğer bir kardeşlik varsa aranızda. sevgi, hoşgörü takıntıları da değil. bir elmanın kırmızı olması, bir gülün öyle kokması, bir derdin halledilmesinin ardından gelen ferahlık kadar sıradan ve güzeldir hata yapmak da. aşka çılgınlığın yakıştığı çağları neden unutalım? neden tarihin çuvalına tıkalım tatlı serseriliği, az biraz sergüzeşt olmayı? ! ilımlılık mı kurtaracak insanlığı? alttan alma mı örtecek bunca çirkefi, zorluğu, belayı? demokrasi, senin saçlarından güzel olamaz. senin yüzünden daha güzel olamaz krediler, faizler, repolar, tahviller. dünyanın en uzun gecesi 21 aralık değil, beni terkettiğin gecedir. beni üzdüğün, yorduğun, yıprattığın gecedir. bir kabahat mi gerçekten kendi dışında birine hayranlık beslemek? ! gerçekten kırıyorsun beni,
bir nedeni yok. yalnızca öptüm.
birinin peşindeyim ben; tanımsız bıraktığım birinin. sessizliğin doyurduğu, biçimli ve endişeli birinin. düşüncelerimi zapteden, kelimelerimi korkutan birinin. yanında huzurlu uyuduğum, mutlu uyandığım birinin. onunla olmakla, onunla birlikte yaşamakla gizli bir gurur duyduğum, asla kıskançlığa ya da sahiplenmeye dönüşmeyen bir tutkuyla bağlandığım birinin. onu arıyorum göğe her baktığımda; bir melek gibi uzanıp yüzüme dokunacağını tasarlıyorum. bütün aşkların payına düşen şiddetten arınmış, başkalarına aynı/ birbirimize farklı koktuğumuz bir sevginin yolu bu. cesaretimi ondan alıyorum pervasızca ve yine ona ben cesaret veriyorum mücadele ruhunda. bir sır gibi saklıyoruz misafirliğimizi. hüzün bitince geri döneceğiz çağımıza. insanlığa karışmaya hazır yapışık kalpler taşıyoruz aşkımızda. bizim aşkımız hakikaten beden gücü gerektiriyor akıl kadar. yapacak çok işimiz var. dövüşecek çok düşmanımız var. kucaklayacak çok arkadaşımız var. bizim sebebimiz bu. bizim fazlalığımız bu. belki de iksirimiz. kanayan yüzlerle çevrili bir gezegende, fırtınaya karışan bellek tozlarımızla, erdemlerimizle, ideallerimizle ayaktayız. yalan söylemiyorum
bir nedeni yok. yalnızca öptüm.
evet, sen de isterdin sanırım huzurlu yaşayabileceğin bir hayatın planlarını yapabilmeyi; kolaya indirgenmiş, biraz fazlayı aşırılıkta aramayan, ölçülü bir heyecanla kritersiz bir maceraya aday kahraman olmayı. rüzgara dur, yağmura yağma, mevsime değiş demeyi; doğru, hepimizde biraz tanrıyı kıskanmak var galiba. bütün günahlar da buradan kaynaklanıyor adeta. hırslarımızın, çekincelerimizin odağı burası. kazanmaktan çok, kaybetmeyi göze alabiliyoruz. çikolata bile kurtlanabilir. dondurma erir. çiçek solar. galiba önemli olan, onları yerinde yaşamak, yerinde korumak! birer hatıraya dönüşseler bile! kaç ölüme kaç doğuma şahit olduğunu hatırlayabiliyor musun? sevmek, ifade edebilmek kadar, ifadeyi unutmamaktır da.
şimdi sessizce uzaklaşmalıyım. çünkü beni anlamadığını, anlamak için uğraşmadığını, hatta bunu önemsemediğini biliyorum. aynı otobandaydık ve birimiz birimizin yanından geçip gitti. hafızasızlığı, gurur saymanın adil yanı! . hangimiz süratliydik; önemi kalmadı. hangimiz daha özveriliydik; bunun da.. umarım mutlu olursun. bunu bir çöküntü anında da söylemiyorum. hiç kimse aldatmadı ötekini; yalnızca böyleydik işte! . yüzüme öyle bakma nefretle,
bir nedeni yok. yalnızca öptüm.
benden uzaklaştıkça, bana ait olandan yakanı sıyırdıkça rahatlayacağını, herşeye yeniden başlayabileceğini sanıyorsun. kimbilir, doğrudur belki de! . adımın yaşamadığı, adımın özlemle anılmadığı yerlerde kime umut verebilirim ki zaten? romantizmin tehlikesi büyük! romantizmin tehlikesi büyük! romantizmin esrarı büyüleyici! romantizmin kanına girdiği insanlar bencil ve hırslı!
ben seninle birlikte yaşlanabilecek kadar erken yola çıkmayı istemiştim; maceramız uzundu çünkü. maceramızın tahakküm altına alınamayacak kadar mükemmel olması, donanımımızla ilişkiliydi. ynni, sen ne kadar sevecensen, ben ne kadar yıpratıcıysam.. o da o kadar mükemmeldi. özveri denebilir buna. evet, buna özveri demek beni mutlu ediyor. insan, özverinin çocuklara ad olarak verilebileceği bir dünyada tanımını kaybediyor. bu kaybedişteki kaosun ritmiyle çekiliyorum sana. sen bir mıknatıssın şeffaf ve ben, çekilirken sana içimdeki alelade metal parçalarıyla, kan şekerim düşüyor, ağzım düşüyor, ellerim.. en çok da ellerim düşüyor! . sakın ha üstüne alınma,
bir nedeni yok. yalnızca öptüm.
ben seni kırmak için yaratılmadım. uzun zamandır seni planlıyorum haksızca; cezalandırılacak kadar mı yabancı, tanınmaz ve suç yüklüydüm? ! belki; seni çok yıprattığımın, bıraktığımın elbette farkına vardım, ama herşey mi benim aleyhte varoluşumla açıklanabilir? ! beni, başta sana olmak üzere kimliklere karşı saldırganlaştıran koşulları tek başıma ben mi oluşturdum? seni kaybettim. bunu biliyorum. seni kaybettiğimi sen çekip gitmeden önce de biliyordum. ortadaydı. bedel ve kefalet ortadaydı.. senin hakkında bir satır yazmamaya çalışmamın nedenini hiç düşündün mü? ! sana ait olanları içten içe koruma uğraşı mıydı sanki bu: kuşkusuz. hala da saygıyla ağlıyorum. büyük bir tesadüfe yenildim, büyük bir eksen kaymasıyla, sihirbazın şapkasında sıkışıp kalan tavşan gibi,
bir nedeni yok. yalnızca öptüm.
elbette kızıyorsun bana; belki en çok da bu zayıflığıma kızıyorsun: tedirginliğime, seni kaybetme endişeme, telaşıma, şaşkınlığıma, titreyişime, ürpermem, anlamlarını anlamamış kelimelerle yetinmeme, müzakerelerde bulunmama, buhranların yorduğu bir gençlik yaşamama, bilincimi sana yönlendirmeme, sürekli sürekli içmeme, kelimlerin kifayetsiz olma durumuna, vesaireye vesaireye.. inadıma öfkeleniyorsun. seni bırakmama, seni özgürlüğüne salmama hiddetleniyorsun. bu da aşk işte! bu da entrika! bu da soysuzlaşmanın, aşkın getirdiği dalaveralarla kendine kilitlenmenin başka bir çeşidi! peki anahtar nerede sevgilim? ! peki anahtarın üzerindeki yivler kimin eseri? ! dur, dur, bağırma,
bir nedeni yok. yalnızca öptüm.
bunlar da geçecek şüphesiz. seni unutmama kaç yüzyıl kaldı ki.. bir küsme, bir burulma biçimiyle gidişinin ardından şehrin gri cephelerine fevkalade ağır bir el bombası gibi düşen bunaltının bıraktığı korkunç acının unutulmasına kaç yüzyıl kaldı ki.. yaralandım. bütün noktalarımdaki nöbetçiler de yaralandı. çığrından çıkmış bir ayaklanma gibi ağlamakta yalnızlığım. bir gerçek aramıyorum felakete. bir bahne göremiyorum arkadaşlarımın beni teselli etmek için söyledikleri kelimelerin hanesinde. ama yokluğunu doldurmuyor sevda siyasetinin hançerleri. ama bilemiyorum yağmurun ardından artık hangimiz suçlanacak.. eğer hissediyorsan,
bir nedeni yok. yalnızca öptüm.
ben sende ardı arkası kesilmeyen bir korku sevdim. ben bir cüce çocuk sevdim sende sıska. şiddetli ve hayret uyandıran manevralarla kendi kanına olan saplantılı aşkını sevdim. o rutubet kokan loş yüzündeki kanalizasyonları, az kelimeyle kurduğun cümlelerdeki gizli soru işaretlerini, barlardan çatlak bardak gibi atılmayı beklemeni, serserice patlamalarını, yuttuğun toplu iğneleri ve bir film hilesi hissi uyandıran utangaç hasret pozlarını sevdim. dokunamadım sana. parmakuçlarım neşterdi çünkü. kırılan bir kemiğin sesiyle veda ederken,
Sensin gerçek olan..
uzaklarada bir yerlerde bıraksanda sevdiğini..
bir hayal ürünü olarak kalır ve durmadan bozuk plak gibi dönen beyninde aynı sahneler canlanır..bitmek bilmeyen sahnelerin son perdesinin gelmesini beklersin kendine bakarken acıyan gözlerle..
seneler geçsede elinde ''bir mektup daha'' dır geriye kalan..
her zaman ertelenmiş yada geç kalınmış şeylerden bahseder mektuplar..yada yapılması gereken yada olmasını ümit ettiğin saçmalıklar zinciri..
her bir halka senelerindir sanki boynuna geçirlimiş özlemlerinle yürümen istenir tozlu kaldırımlarda bir başına..
yakınların el insanlar uzak şehirdir artık sana..görmek istemesin..seni tek ilgilendiren bir yaz gününde caddenin tam ordasında o kalabalıkta gözlerini kaptıp ince kıyafelerinden üzerine düşen yağmur damlalarını hissetmektir olağan olan..
ne çalan kornalar ne de uzaylıymışsın gibi sana bakan gözler umrundadır..ilk defa bekli de bişey yapıp uzun bir zaman sonra kendine bir demet çiçek alırsın.. mahalle aralarından yürür çocukları seyredersin dikkatlice..
ve çocuk olmak istersin yine.. hani o başladığın yere !
heyecan yüklü bir bulutun yüreğinize inişini izlersiniz önce... sonra o bulutun size aşık olan insanın verdiği huzurun yansıması olduğunu anlarsınız. evet! biri size aşıktır. sizi seviyordur. bakışlarında kendinizi görebiliyorsunuzdur. kaldırımda daha dik yürüyorsunuzdur artık... akşamlar daha erken geliyordur mesela sabahlar daha geç sevilmek ve aşık olunmak gücünüze güç katmaya başlamıştır size enerji veriyordur. hep arasın istersiniz. arar. hep kıskansın istersiniz. kıskanır. seni seviyorum diye biten mesajlarıyla doludur cep telefonunuzun hafızası. adı her aklınıza geldiğinde kalbiniz hızlı hızlı atmaya başlar. başkalarının gözüne uzun uzun bakmayı bile ona ihanet zannetmeye başlarsınız. böyle geçip gider günler. sonra onu daha az düşünmeye hayatınızı dolduran uğraşların içine daha çok girmeye başlarsınız. günlük yaşantınız içindeki meşguliyetler aşkın biraz daha beri yanına iter sizi. ama siz bunun farkında değilsinizdir. neden aramıyorsunlar sonra arar mısınlara seni seviyorumlu mesajlara yanıtınız s.s lere dönüşür. hayatın hayhuyu içinde kaçırıverirsiniz size aşık olan kişinin aslında ne kadar kıymetli bir yar olduğunu. uzun zaman direnir aşığınız. ama hayatın hep arka fonunda kalmak bir gün onu da yorar. geldiği gibi sessizce çekilir ve gider hayatınızdan yer değiştirmiş olan alışkanlıklarınız hemen hissetmez yokluğunu. zamanla ağırlaşır zamanla koymaya başlar eksikliği. sonra aman allanım ben ne yaptımlar pelesenk olur dilinize. ama o artık elinizi uzattığınız yerde değildir. ya ağır yaralarla yada hafif kanamalarla geçirirsiniz bu süreci. zaman alır ve ötelere sürükler sizi. bir zamanlar anlamadan yaşadığınız aşk acısını çok sonra sizi bir istimlak gibi kuşatarak yaşatır. ama o artık yoktur. belki de bir zamanlar sizin kıymetini bilmediğiniz o aşkı şimdi başkalarına sunuyordur. kim bilir herkes kendi yolunda yürür... ve bilirsiniz ki her "aşk yitiğine" yeni bir yol vardır nasılsa. mühim olan o yeni yollarda eski aşkların tecrübesiyle nasıl yürüdüğünüzdür. hayat devam edecek. her şey unutulmaya yüz tutacak. belki çok daha yakışıklılarını çok daha güzellerini seveceksiniz. ama... ama hiçbir zaman aşka o kadar saf teslim olamayacaksınız. başka omuzlarda hep o giden için ağlayacak başka şehirlerde başka aşkların peşinde koşacaksınız. yine seveceksiniz yine sevileceksiniz. fakat her şeyde bir eksikle kimse sizi onun gibi sevmeyecektir her gelen eksik gelecek her giden size onu getirecektir. meğer ne kadar da zormuş değerince sevilmek diyeceksiniz. başkalarının size aşk diye sunduğu sevgi kırıntılarını sonsuzluğa uğurlarken bir zamanlar size biad eden sevgilinin kıymetini buruk bir pişmanlıkla anlayacaksınız. tam da böyle bir zamanda onun son mesajını hatırlayacaksınızseni ne kadar çok sevdiğimi biri seni sevince anlayacaksın
anne ve babaların en büyük korkularından biridir, yaşlandıklarınında çocuklarının onlara nasıl davranıcağı.. bununla ilgili kuntel kunt güzel bir nasihat vermiştir. hiçbir çocuğun unutmaması gereken nasihatler.
bizim yaşlandığımızı düşündüğünüz gün sabırlı olun ve anlamaya çalışın.
yemek yerken üstümüzü kirletirsek ve üzerimizi değiştiricek gücümüz yoksa lütfen sabırlı olun. bizim sizinle ilgilendiğimiz zamanları ve yemek yemek için sizinle uğraştığımız zamanları hatırlayın.
eğer konuşurken sürekli aynı şeyi bin kere tekrarlıyorsam sözümü kesme ve dinle.sen küçükken aynı hikayeyi tekrar tekrar okumak zorunda olduğumu sakın unutma.
banyo yapmak istemediğimde beni utandırma yada azarlama.seni banyoya götürmek için uyguladığım küçük yöntemleri ve oyunları hatırla.
yeni teknolojiler karşısında cahilliğimi görürsen lütfen bana zaman tanı. ve yüzünde alaycı bir gülümsemeyle izleme.
bu anlamda ben sana bir sürü şeyi nasıl yapıcağını gösterdim.iyi yemek yemeği iyi giyinmeyi ve her şeyden önce yaşamı göğüslemeyi öğrettim. ve yaşlı bacaklarım birgün yürümeme izin vermediğinde bana elini ver. tıbkı benim sana ilk adımlarını attığında elimi verdiğim gibi..
Seninle olmanın en güzel yanı ne biliyor musun?
Elin elime değmeden avuçlarımı terleten sıcaklığını taa içimde hissetmek.
Seninle olmanın en kötü yanı ne biliyor musun?
Seni seviyorum sözcüğü dilimin ucunu ısırırken her konuşmamızda boş yere saatlerce havadan sudan söz etmek.
Seninle olmanın en heyecanlı yanı ne biliyor musun?
Aynı şeyleri seninle aynı anda düşünmek birlikte ağlamak gülmek. Ve buradayken bile seni çılgınca özlemek.
Seninle olmanın en acı yanı ne biliyor musun?
Seni hiç tanımadığım bir sürü insanlarla paylaşmak. Senin yanında olan, seninle konuşan herkesi çocukça kıskanmak.
Seninle olmanın en mutlu yanı ne biliyor musun?
Tanıdık birileriyle karşılaşma tedirginliği ile yollarda yürümek yan yana Elimdeki şemsiyeye inat yağmurda ıslanmak birlikte. Elimde kır çiçeğiyle seni beklemek Aynı mekanlarda aynı yiyecekleri yemek.
Seninle olmanın en romantik yanı ne biliyor musun?
Sensiz gecelerde sana söyleyemediklerimi yıldızlara aya anlatmak Okuduğum kitabın sayfalarında dinlediğim şarkıların türkülerin şiirlerin her mısrasında seni bulmak.
Seninle olmanın en zor yanı ne biliyor musun?
Seni kaybetme korkusuyla hayatta ilk kez tattığım o tarifsiz duygularımı umut denizinin ortasında küreksiz bir sandala hapsetmek. Sevgili yerine yıllarca dost kalmayı başarmak. Yalın ayak yürümek bıçağın en keskin yerinde. Kanadıkça tuz yerine gözyaşlarımı basmak yüreğime.
Seninle olmanın tek yan etkisi ne biliyor musun?
Nereden bileceksin?
Sen benimle hiç olmadın ki. Olsaydın avuçlarım terlemezdi Isırmazdım dilimin ucunu Özlemezdim seni yanımdayken.Kıskanmazdım.
Korkmazdım yollarda yürümekten. Islanmazdım yağmurlarda Yıldızlara aya dert yanmaz, böyle her şarkıda sarhoş olmazdım.
Korkmazdım seni kaybetmekten ayaklarım kan revan atlardım sandaldan denize Ve her kulaçta haykırırdım seni..
Ama sen hiç benimle olmadın ki..
japon balıklarımız vardı, masanın üzerindeki akvaryumda yüzerlerdi, penceremizi örten kalın perdelerin hemen yanında... ve annem, her zaman gülümseyerek, hepimizin mutlu olmasını isterdi. bana, mutlu ol Henry, derdi... ve haklıydı: eğer becerebiliyorsan mutlu olmak daha iyiydi. ama babam onu ve beni haftada birkaç defa dövüyordu, 1.90lık bedenin içinde öfkeden kuduruyordu. çünkü onu içten içe yiyip bitiren şeyi anlayamıyordu. annem, zavallı balık, mutlu olmak istiyordu, haftada iki, üç kez dövülüyor ve bana mutlu olmamı söylüyordu: Henry, gülümse! Neden hiç gülümsemiyorsun? ve sonra bana gülümserdi, nasıl yapıldığını göstermek için, gördüğüm en mutsuz gülümsemeydi...
bir gün japon balıklarımız öldü, beşi birden, suyun üstüne çıktılar, yan dönmüşlerdi, gözleri açık,ve babam eve döndüğünde onları kediye attı mutfakta ve biz öylece izledik annem gülümserken...