yine birgün hun ordusunda keşif kolundayım balamir reyiz bize bi görev verdi gidin anadoluyu kontrol edin bakalım oba kuracak toprak varmı diye emir verdi neyse biz düştük yola yanımda benim rütbemde 7 kisi var en sevdigim dosstumda tuğtekin arada dinlenmek icin kamp kuruyozz civar köylerden koyunları çalıp kesiyoz felan bi andaa bi şimsek caktı ve etraf aydinlandi o sırada roma ordusunun bizi abluka altina aldigini gördük needecez bilemedik ibne romalıların basindada cülükius diye bi yolsuz herif var teslim olun yada ölün diyo tam o anda sasani sınırindaki bi köye kaçtık ordada sasani ordusu hazirlik yapiyo bizim tuğtekin farsca bildigi icin hemen bi iki kelime soyledi sasani komutanina sasani komutanida birden roma ordusuna hhücuma gecti ben merak ettim tugtekin gardasim sen ne dedin bu pala biyikli sasani komutanina diye sordum o' da cülükiusun sasaninin anasına küfrettigini söyledim dedi işte böyle geri kalan maceralarimida baska bi zzaamn anlatırim artik.
üşenmeyip okuyana teşekkürler öncelikle.
arkadaşlar bu anım tamamen gerçektir.
çok garipti, hatırlar hatırlar gülerim.
ben lise yıllarındayken, yaz aylarında gece vakti dışarı çıkar gezerdim 3 gibi.
bir gün yine kafama esti, kulaklığımı taktım saldım dışarı kendimi.
amacım sigara içip müzik dinleye dinleye, kumsala kadar yürümek ve sahilde oturup güneşi izlemek.
merkezden sahile kadar olan yol, düz ve uzun bir yol. karasu'yu bilenler hemen hatırlar.
lan tam yolun yarısındayım, bir açık manav gördüm uzaktan yolun üstünde.
alla alla dedim içimden, ne alaka bu saatte manav.
hafifçe önünden geçerken yavaş yürüyeyim de bakayım dedim önünden geçerken.
bir de ne göreyim; içeride adamın biri, karpuz ve üzümlerin arkasında.
çıkarmış aleti 31 çekiyor.
hafif yukarı doğru bakıyor, belli ki porno açık karşı duvarda asılı olan tv'de.
şok oldum. hiç çaktırmadan devam ettim yola. şokun etkisiyle 15-20 dakikalık yok, 2-3 dakika gibi geldi.
kumsala varmak üzereydim ki, saat 11 yönünden bir ses işittim.
ismim ile sesleniyor ve gelmemi işaret ediyordu. kim bu derken, eko adlı çocukluk arkadaşım olduğunu anladım.
yanında da 1 erkek 2 tane de kız vardı.
bizim eko görmeyeli tam emo olmuştu. ama tam emo, yanındakilerde öyleydi.
zaten kızları görseniz anlarsınız, saç şekli, giysiler, makyajlar filan.
tam japonya'daki emo'lar gibiler, böyle gereksiz bir cool'luk filan.
oturmuş birşeyler içiyorlar. anlarsınız ne içtiklerini şimdi söylemeyim.
muhabbet muhabbeti açtı sabah kumsalda bir kaç saat uyuma kararı aldık.
uyanınca da kahvaltı yaparız dedik.
dostlar. daha demin ki 31 şokunu anlatmamıştım ki ama.
güneş ağırırken inleme sesleri ile uyandım.
kız ve erkek sesleri karışıktı. dedim sevişiyorlardır emo'lar, hiç arkamı dönmeyeyim.
lanet olası lucifer. dinlemez olaydım.
çaktırmadan bakarım diyorum kendime. belki yaptığım yanlış ama merak ettim dostlar hor görmeyin beni.
arkamı bir döndüm erkek erkeğe ilişkiye giriliyor; kızın biri de diğerinin göğüslerini yalıyordu.
hiç bir tepki veremeden dondum kaldım. hemen kendimi kontrol ettim, sinsi bir plana kurban gittim mi yatarken diye.
eko'ya baktım, afedersiniz pasif olmuş. şaşırdım lan, küçükken misket oynardık.
dondum kaldım. kendimin sağlam olduğunu teyit edince, hemen hızla kaçmaya başladım.
nasıl bir korkuysa. heyecandan caddeye doğru değil, kumsal boyunca kaçıyordum.
lan arkadaş ne gündü ya, sen kaçarken denize sıfır villaların birinin önünden geç.
sabah 6.30; köpeklerinin ipini çözmüş olan tatilci bir orospu evladının köpekleri, ben kaçar halde peşime takıl.
malum kumsal hızlı koşamıyor insan.
yoruldum. köpeklerden biri pantolonumu parçaladı. boğuşuyorum diğerleriyle de.
boğuşuyorum dediğim köpekler benimle afedersiniz taşşak geçiyor, aralarındayım.
lan arkadaş allahtan sabah sabah, ilginç eşofmanlarıyla yürüyüşe çıkan 2 tane amca caddeden koşarak kurtardı beni; ellerinde sopa.
utançtan yere bakarak teşekkür ettim amcalara.
caddeye çıktım.
kaldırıma oturdum.
mp3'den empyrium'un en melankolik parçası olan "where at the night wood grouse..." şarkısını açtım.
bir sigara yaktım; güneşin doğuşunu izledim.
Evlendigimin ilk yili, bir gece sabaha karsi saat 5'te uyandim ve uyku tutmadi. Hatunu da uyandirdim, sevismeye basladik.
Spooning pozisyonunda sevisiyoruz. buraya kadar hersey cok guzel.
Bir ara surekli belimden guc alarak devam ettim. (cok atletigim ya). bir sure sonra belimde bir agri hissettim. hemen durduk. dogrulayim dedim. vay amk emekleme pozisyonunda kitlendim ve hareket edemez hale geldim. en ufak harekette siddetli bir sanci duyuyorum. kitlendim kaldim, saat sabahin besi.
Hatunun da yardimiyla zar zor sancilar icinde uzerimi giydim. acile gittik. Yolda doktora ne anlatacagimi dusunmeye basladim.
Doktor nasil oldu diye sorunca "Gece uyku tutmadi, kalktim mekik cekmeye basladim belim tutuldu" dedim. aklima en iyi o bahane geldi amk. esim de yanimda, kadin doktor gulumsuyor ama gulmemek icin kendini zor tutuyor. belindeki kaslar gerilmis dedi, bana bir agri kesici igne yapti bide kas gevsetici verdi. eve donduk, uc bes gun sonra normale dondum.
Daha sonra doktora verebilecek daha iyi bir cevap buldum ama gerektigi zaman boyle seyler insanin aklina gelmez amk. "Dun aksam halisaha maci yaptim, sicakken birsey anlamadim ama sabah bir sanciyla uyandim" diyebilirdim, bizde boylece tum acile rezil olmus olmazdik.
O gune kadar kendimi cok atletik, sportif falan sanirdim. O zamandan sonra artik genclikten orta yasa dogru gectigimi anladim.
bir kadınla göz göze geldim bugün. sırıtkan olduğumdan ötürü gülümsedim istemsizce. biraz farklı bir görüntüsü vardı. yorgun gibiydi ve elleri oldukça kirliydi. "gel" işareti yaparak beni yanına çağırdı. gittim...
adımı ve yaşımı sordu, söyledim. transa girmiş gibi hissettim kendimi, kadın ne derse yapmaya hazırdım adeta. sonra "gözlerimin içine dikkatlice bak küçüğüm." dedi gülümseyerek. gözlerimi gözlerine diktiğimde, sağ elimi iki elinin arasına aldı ve anlatmaya başladı;
"güneş gibisin küçüğüm. ellerin çok soğuk ama sen sıcacıksın. yazın o kavurucu sıcağına bayılıyorsun. tüm bunlara rağmen ruhun rüzgar misali özgür, rüzgarı daha farklı seviyorsun bu yüzden.
birilerine, bir yerlere bağlanmak sana göre değil. kısıtlanmaya tahammülün yok, hemen kaçıyorsun. özgürlüğün senin yalnız olmana sebep oluyor, bu yüzden hayatında kimse yok. kıskanç ve kısıtlayan birini istemiyorsun hayatında.
ruhun seni hızlı ve harekeli kılıyor. çok hareketli bir hayatın var değil mi? gözlerinde ki yorgunluğu görebiliyorum küçüğüm. hayatındaki hareketi sevsen de, biraz dinlenmeye ihtiyacın var.
her şeyi kendinden çok düşünüyorsun. kendinden başka herkesin hayatını kolaylaştırmaya çalışıyorsun, yapma. insanlar senin düşündüğün kadar güvenilir ya da iyi değiller. hemen güveniyorsun insanlara. bu yüzden sayısız kırıklar var kalbinde değil mi?
çok değişik şeyler seviyorsun. faklısın ve farklı olan küçücük bir şey bile dikkatini çekiyor. hayal gücünün sınırları yok. gözlerindeki derinlik gibi bilinçaltın...
çok güzel bir kalbin var. güzellik senin için içsel bir şey. yani gözlerinle değil, kalbinle bakıyorsun. bu da seni bazen maymun iştahlı yapıyor. ama yine de vazgeçmiyorsun. çünkü senin için önemli olan tek şey hissettiklerin...
çok güzel gülüyorsun, güneş gibi aydınlanıyor yüzün. farkında değilsin belki ama dikkat çekiyorsun.
çok güzelsin küçüğüm. kendine çok dikkat et bu yüzden. başkalarının gününü aydınlatırken kendini karanlığa gömme. ve hep böyle güzel gülümse." dedi. ellerimi bıraktı, yüzüme dokundu okşarcasına. gülümsedi. kalktı yanımdan.
kadın şaşkın bakışlarım arasında görüş mesafemden uzaklaştı. bense tek kelime edemedim, kıpırdayamadım. yalnızca söylediklerini idrak etmeye çalıştım...
trenin kalkmasından 45 dakika önce gelmiştim. eşyalarımı yerleştirdim, sıcak olan havaya ve daha da önemlisi çok sıcak olan vagona küfrettim. yolculuk boyu bu sıcak çekilmezdi. (gece dondum amk) neyse arka çaprazımda bir hacı amca oturuyordu. senin kalbin çok temiz görüyorum bunu dedi. etrafıma baktım adam benimle konuşuyor. sonra klasik nerelisin muhabbeti oldu. dedim böyle böyle ben de oralıyım dedi. dedim sie (tabii içimden olum) .adam bir anda baban 2 kardeşinden çok çekmiş hala kolluyor ama o da kurudu dedi. lan dedim amca dedim sen ne diyon iki münasebet oldu diye ne çekmesi ne kuruması. tırstım amk adam bildiğim şeyleri şüpheyle yaklaşmama sebep oldu. dedi abin çok çabuk parlıyor hemen sinirleniyor annene babana laf ettiler mi deliriyor hehehe dedi. ulen be adam abim öyle de ana baba bu ben küfretsem sen de sinirlenirsin. ama amca öyle bir etki uyandırdı ki ulan gelecekten mi geldin yoksa hayatım mı değişecek kafamda alengirli düşünceler. adam çok şaşırıyorlar böyle konuşunca dedi her şey burada (kalbini göstererek) göz burada biz görürüz dedi. sen kimsin amk dedim(içimden). amma dostlar nasıl kötü oldum nasıl korktum anlatamam. bakmayın böyle salak salak anlattığıma inceden nasıl tırsıyorum.
olayın tırt çıktığı kısma geliyorum. adam ben doktorum dedi sorgulamadım. sorgulanmaz zaten adam bedevi amk ne desen hee dicen. sordu bana siz şeker hastalarını nasıl iyileştiriyorsunuz iğnesiz? (biz kimiz lan?!!?) ben bekliyorum hayatımda ilk defa duyacağım bir teknik. adam demez mi 4 günde iyileştiriyorum hehehe diye de güldü. otmuş la bildiğin doğal tedavi kullanıyormuş amk bi de doktor diyor pezeveng. sonra geldi dedi bana emai nasıl açıyorduk. ben anlıyorum e-mail. telefonu da bu arada note 3 bedevi amcamın !! emai dediği de imei numarasıymış arkadaş telefonu kaçak yollarla getirtmiş. ben bunları görünce dedim ben senin kalp gözünü de ... hey allaam o adam benim hayatımı değiştirecektiı lan yol gösterecekti leyla ile mecnundaki dede olacaktı. adam üfürükçü çıktı rıza baba ...
dini bir sohbete giderken bisikletle,akşam karanlığında kestirmeden gideyim diye yolları karıştırıp e 5 karayolu gibi bir yola girip yolda yaya giden fredi tarzı bir adamın yaptığı garip hareketlerden korkarak pedalları deli gibi çevırıp eve döndüğümü hatırlıyorum.daha 18 yasındaydım.
dil kursuna gidiyordum geçen sene. sınıfta da her türden insan vardı. en küçükleri de bendim. hepsi belli bir yaşı geçmiş insanlar. birgün ders arası oldu 1-2 saat, ben de yemeğe gidecektim. tam o sırada sınıftaki 30 yaşındaki benden 8-9 yaş büyük, hiç evlenmemiş, abla dediğim insan:
neyse gittik yakın bir yere dürüm yiyoruz bi restorantta ben de utanıyorum amk ne yalan söliym birisi görecek bir an önce yiyip gideyim diyorum neyse yemek yiyoruz.
- sana bir şey sorabilir miyim?
+ sor abla?
- abla mı?
+ ....
- neyse sence bizim dil kursunda güzel kız var mı ?
+ (ne alaka şimdi amk) hmm ya şu solda oturan yeşil gözlü bi kız var o güzel bence,
deyip dürümü yemeye devam ettim. sonra başımı bir kaldırdım karşımda kriz geçiriyo sinirli sinirli nefes alıyor falan. noluyor la. bir de tanımıyorum amk psikopat mıdır manyak mıdır, zaten normal adam beni bulmaz neyse bir anda ayranı üstüme attı "salak" deyip kaçıp gitti. hayatımda bu kadar utanmamıştım. hayır bir şey de yapmadım ki manyağın birine denk geldim. sırf onu güzelden saymadım diye mi böyle bir şey yaptı. etraftakiler bana bakıyor acır gözlerle. neyse dürümümü bitirdim. gittim hesabı ödedim. onunkini de verdim bu arada. o hışımla onu sınıfta bulacam ama napacam ki dövecek miyim? ben de onun üstüne mi ayran atacam? 30 yaşında benden kaç yaş büyük gene de saygıyı korumak lazım. sahi siz napardınız? sınıfa gittim kaçmış gitmiş. kitabın arasına da 50 lira para bırakmış. bir de bizi jigolo yerine koyuyor. * özrü kabahatinden beter. eve gittim akşam hala olayın stresi üzerimde. annem soruyor gömleğine nasıl döktün o ayranı diye. lan kime anlatacam bu olayı. anlatsam inanmazlar da.neyse akşam sınıf listesinden soyadımı öğrenmiş herhalde. facebooktan bulmuş mesaj attı.
-ya çok özür dilerim robot, gel-gitim oldu da böyle kendimi kaybettim. gerçekten çok özür dilerim.
+ sikerim öyle gelgiti. manyak mısın nesin ne dedim ki öyle bir hareket yaptın bir dahaki derse gelecem o masaya koyduğun paranı da verecem. grubumu da değiştirecem.
-... cevap vermedi.
ben de dersaneye gittim. kalabalıkta parasını verdim hiç konuşmadı. sınıftaki muhabbetim olanlarla bile vedalaşmadan grubumu değiştirdim.
çıkarılacak ders: hayır demeyi bilin. hayatta nelerle karşılaşacağın hiç belli olmuyor.
Mutsuz ama bahtiyarın gözlüklerine inanamadığı olaydır. Hala etkisindeyim. Şehir dışından bir arkadaşım geldi onunla Bahçeli'de oturduk sonra Kızılay'a geçelim dedik.Ankaraya bindik. Neyse oturacakken biz karşıdan biri geldi. Arkadaşımın karşısına oturdu. Ben o arada kalakalmış olmasam oturmayı düşündüğüm yere oturdu. Kalakaldım çünkü bu şahıs benim malum kişinin benzeri değil bildiğin aynısıydı. Kafayı yedim bir an o mu oldum. Utanmasam mesaj atıp o sen miydin diyeceğim. Demem. Ama giyimi ondan tamamen farklıydı. Saç sekli bir de. Bildiğin küpeli ve de piercingli biriydi. Ama kaş, göz, aynı resmen. Gözlüğü farklıydı bir de. O da bunun eski gözlüğüydü. insanlar çift yaratılır derler ya bunlar resmen çift sarılı yumurta olmuş. Ey Allah'ım dedim. Acaba o muydu ya? Arkadaşım bile fotoğraflardan gördüğü halde ben anladım sen ona benzettin ondan bir tuhaf oldun dedi. Yani şu an Ankara'da ve hatta belki o gördüğüm kişi buraya gezme amacı ile gelmiş biridir kim bilir birbirine tıpatıp benzeyen iki kişi var. Bana çok tuhaf geliyor böyle şeyler. Gözlerinin ponçik ponçik bakışı bile aynıydı. Evren bana bu adamı unutturmayacak kararlı.
turizmin bağrından kopup ingilizceden sonra bir dil daha okumaya geldim başkente.
üniversite, öğrenci evi. iki ev arkadaşım var fizik ve kimya okuyan.
bu adamlar hazırlıktayken hep ben yaptım ingilizce ödev, sunum vesaire işlerini.
bu adamlar 3. sınıf oldu, biri staj başvurusu yapıyor sağa sola heryere.
dedi ki internetten ingilizce sınav olacak, staj için. mikrofon kamera açık, nasıl naparız ?
bi yolunu bulduk oturdu bu bilgisayar başına ben de kameranın göremeyeceği,
ama benim soruları görebilceğim bi mesafedeyim. kamera açık ama karşıda kimse yok işte ne boksa.
anlaştık ettik 5 şık var ben soruyu okudukça parmakla göstercem doğru cevabı buna.
5 10 15 derken sonlara yaklaştık benim artık kayış koptu, zor okuyorum bir de çocuk öksürüp duruyor.
gerildi saçma sapan.
neyse bir soru geldi yapamıyorum, meğer doğru yaptıkça soruların zorluğu artan bir sınavmış sonra öğrendik.
ben yapamayınca bu soruyu gayrı ihtiyari elimi nah işareti yapmak suretiyle yandan çocuğa göstermemle
üçümüzün kahkahalara boğulması bir oldu. küfürler havada uçuşuyor tabi. pis pis sırıttı çocuk en son ekrana.
tohumlar yeserince bir kaç ay önce arkadaşlarıyla pes oynamak için hdmi kabloalacak olur. Arkadaşları da geçici olarak geldiğinden ve zaman sıkıntısı olduğundan o sırada bir dükkanda bulunan 15 metrelik kablo alınır. kablo ile işi bittikten sonra kabloyu bir dolaba kaldırır ve aylar sonra ihtiyacı olduğunda tekrar bulamaz. geçen ay arabanın bagajında ilk yardım çantasının yanında bulunana kadar kablo ortalıkta görünmez.
tabi olaylar bununla bitmez, kablo eve çıkarılır ve bir iki maç daha yapılır. Derken kablo yine ortadan kaybolur. Ve tekrar arabanın bagajında bulunur. Olaya akıl sır erdirilemez bir türlü. Ta ki Aynı günün akşamında kabloyu evde gören baba olayın akışını tek cümleyle açıklamıştır:
-lan bu çeki halatını ikide bir neden eve çıkarıp duruyorsunuz?
Bir keresinde annemle disarida dolasirken yazin cok susadik ve onumuze ilk bim cikti. Ben girmek istemedim cunku girince annem alacak bir seyi olmasa bile cok oyalaniyor, cabucak alip ciksin diye disarida onu bekliyordum. 18-19 yaslarinda bi cocuk (30 una gelmemis erkeklere hep cocuk derim) geldi, bir anda beni koklayip kacti ben daha noluyoruz diyemeden. Opecek sandim ilk. Kendimi soyulmus gibi hissettim. Kapkacci gibiydi sanki, kokumu calip kacmisti...
21 aralık gecesi beytepe de amfi tiyatroda eğlence var diye bi söylenti yayıldı tabi bizde aldık ihtiyaçlarımızı gittik eğlenmeye gece ilerledikçe ortamdaki güzel kafa sayısı da arttı tabi halay çekmeye başladı bi ara insanlar o sırada elemanın biri "sonunda bi kızın omzuna elimi attım laaaaaan" diye tepinmeye başladı. o zaman anladım bazı insanlar çok yalnız.
dün müdavimi olduğum bir kafede oturduğum sırada dışarıya öylesine bir göz gezdiriyordum. etrafı anlamsızca tararken birden görüş açıma bana doğru bakıp gülümseyen bir kız girdi. daha sonra ben de ona baktım ama kız gözlerini hiç kaçırmadan yaklaşık bir otuz saniye falan bakıp gülümsedi bana. arkama baktım kimse yok, bana gülümsüyordu belliydi. aramızda da 5-6 metrelik bir mesafe vardı. dedim trollüyor herhalde beni. başka yöne baktım, tekrar ona baktığımda hala aynı şekilde bana bakıyordu. çayım bitmişti ve garsondan hesabı istemek için arkamı dönüp işaret yaptım. ardından önüme dönüp kızın olduğu yere tekrar baktım ve kız gitmişti. o süre zarfında o kadar yüksek bir ivmelenme ile görüş açımdan kaybolması imkansızdı diyeyim.
Sosyal bir ağda tanıştığım ve Güç bela numarasını aldığım kızın "fotoğraftaki kişi sen değilsin, başkasının fotoğrafı yalan söylüyorsun." Diyerek 5 dakikada beni engellemesidir. Üzülsem mi sevinsem mi bilememiştim ki çay içmekte karar kılmıştım.
geçen sene okuldaki alaturka tuvalete telefonum arka cebimdeyken girdim. işlemi tamamladım pantolonu çekerken telefon tam deliğe düştü. sonra hiç çekinmeden kolumu sıvadım soktum kolumu omzuma kadar girdi telefonu yine alamadım. kızlar şok.
Penceremden bir alev topu gibi doğan güneş, bugün yanaklarımı gıdıklarcasına okşamamıştı. Sebebini bilmeden üzerimdeki örtüyü çekip atmış, parmak uçlarıma basarak perdeye doğru ilerlemiştim. Pencerenin alt kısmından nasıl olmuşsa su sızmış, bu da mermerleri oldukça ıslatmıştı. Öyle ki ben güneşi aramak için pencereye çıplak ayakla yaklaştığım vakit ayaklarımın ıslaklığını dahi fark etmekte güçlük çekmiştim. Buğulu camı ellerimle siliyor ardından bilmediğim düşüncelere yelken açıyordum.
Bilmiyorum zaman nasıl akıp geçti?!...
dalan gözlerim karanlıktan kurtulmuşçasına parlıyordu. Galiba o eski yıllarda olduğu gibi ben güneş açan penceremi yadırgamıştım. Geriye dönüşüm, düşüncelere dalışım da bundan olsa gerekti.
Hiç unutmam bir mart sabahıydı. Her sabah olduğu gibi yine parlak, şefkatli güneşim yanaklarımı okşayarak ‘’günaydın’’ demişti bana .Güzel günlere bayılırdım. Hele de güneşli, penceremin üzerine doğanlara…
işte ne varsa o sabah yaşadım her şeyi. Mutlulukla evden çıkmış, zinde bir şekilde dolmuşa atlamış okuluma gidiyordum. Henüz okuluma varmamış olmama rağmen acelem de yoktu. Birden mart güneşi bir gül gibi soldu, yerini gökte, denizdeki dalgalar gibi ilerleyen griye çalan kara bulutlardan süzülen yağmur aldı. Bu durum neşemi de bozdu. Güzelim günüm aniden kararmış ve ıslanmıştı. ormana açılıyormuş hissi uyandıran kampüsün kıvrımlı yollarından geçerken küçük sevimli bir yavru köpeğin havlamalarını ve kıvrınışlarını gördüm. Hemen dolmuştan inmem gerekirdi . öyle de yaptım. Bugüne dek hayvanlara karşı bir zaafım vardır.bu zaaf o dakika bir evlat şefkatine dönmüştü. Yavaşça ona yaklaştım. Zaten benden kaçacak durumda değildi. Çok korkmuş ve ıslanmıştı. annesi bu minik sevimli yavruyu niçin bırakmıştı ki ? Yalnızlığına terk edilişin çaresizliği üzerine sinmişti adeta.
Hangi his beni ona itti bilmiyorum. Üzerimdeki kıyafetleri hiçe sayıp yağmur altına atlamıştım. Onu kucağıma aldım. Hoş olmayan bir koku burnumda belirdi, üzerindeki kiri ,tozu anlaşılan kendisini ıslatan yağmur bile götürememişti. Bu duruma aldırış etmedim, sıkıca kavradım onu. Titremesi biraz olsun azaldı ve sonunda da dindi. Nasıl dinmesin sevgimi, şevkatimi vermiştim, biraz olsun yanımda bulunan yiyeceklerle de kaynını doyurabilmiştim. Kuyrugunu keyifle sallamaya başladı, ardından da elimi yalamaya başladı. Oynadık yağmurda beraber keyifle…
Artık işe geç kalmakta umurumda filan değildi.
Yağmur bardaktan boşanırcasına yağıyor olmasına rağmen beni ıslatmıyordu.
Daha doğrusu yağmur bizi ıslatmıyordu.
Birden içimden geçirdiklerimle bir titreme aldı beni. Kısacası titreme sırası sevimli yavrudan sonra bana gelmişti galiba…
iç geçirdiklerim:
Kaderine terk edilmiş binlerce , milyonlarca köpekten sadece biriydi bu.
Ya diğerleri
Neredeler?
nasıl yaşam mücadelesi veriyorlar?
Bugün de mi karınları aç ulaşamadıklarımın ??
Kim başından okşanmak istiyordu, şefkatli ellerle?
Kimin zulmü, işkencesi altında eziliyorsunuz sorarım sizlere?
……
****
Sevimli yavrudan ayrılma zamanım gelmişti artık. ‘’Ayrılıklar zordur’’. Herkes için bu böyledir..
Bırakmak istemedi sevimli yavrucak; ben de öyle…
Ne yapabilirdim ki!
işe gitmek için yola koyulmalıydım artık..
elveda dedik birbirimize…
kampüs yolunda yaklaşık 1 km mesafe yürüdükten sonra iş yerime (okuluma) ulaştım.. 1 saat geç kalmıştım işime..
Terlemiştim. Üzerimde berbat kokuyordu. Danışman hocamın azarını işittim.
‘’Neredesin sen’’ diye bir ses yankılandı kulaklarımı boğarcasına…
Yüzüm bukelamunun renk değiştirmesini andırırcasına bir morardı sonra sarardı. Başımdan geçenleri anlattıktan sonra danışman hocam bir kahkaha attı. Sonra da sararan yüzüm kızarmaya başladı. Benim de yüzümde bir gülümseyiş belirdi.
‘’Evine git haydi bugün izinlisin dedi.’’ Hocam.
Çalışabilirim bu halde de..
ikinci bir ses ‘’Haydi git diyorum sana’’
Başımı sallayıp , onayladıktan sonra, Hocama teşekkür edip, Okuldan ayrıldım.
Otobüse bindim.
Yağmur hala dinmemiş ;ama hafiflemişti.
Otobüsün camını sessizce ıslatıyordu…
(Birazdan yolda olacaklar ise trajedinin bir parçası olacaktı benim için…)
Ana yoldan eve doğru yol alırken, arkamızdan gelip bizim otobüsü hızla geçen bir son model araç bu yolda bir kazaya davetiye çıkarabilirdi dememize kalmadan, yoldan karşıya geçmekte olan tüm bedeni kreme çalan sokak köpeğine hızlıca çarptı. Köpek savruldu. Tüm bunlar gözlerimin önünde bir anda olup bitti. Otobüstekiler olanlara duyarsız kalmıştı, tıpkı köpeğe vuran aracın durmayıp hızla olay yerinden uzaklaşması gibi…
canlıyı kendi kaderine terketmek istemedim yine o an.. ve bir kez daha otobüsten indim.
Tanrı bu günde beni mi sınıyordu ?
neden tanrım !
köpeğe doğru ilerledim
Bu sefer can çekişen bir bedenle karşılaşmıştım. Çelimsiz , yıkık bir şehri andıran köpeğin yerde boylu boyunca uzağındığını görünce yıkılmıştım. Acı acı havlıyordu yorgun, tükenmiş, ölü ; yine de içimi boğan bir sesti bu.
Bir lokmayı midene indireceksin diye ana yoldan karşıya geçmeyi canıyla ödeyen onlarca, yüzlerce kimsesiz, sahipsiz köpekten sadece biriydi bu.
Adın ne bilmiyorum , affet beni. ‘’kimsesiz köpeklerin adı yoktur oysaki’’
Uyan haydi. Yattığın yer bak kırmızıya boyanmış.
Suç sadece sende miydi?
Hayır değil.. inan bana değil..
Ya o yollarda tozu dumana katıp sana vuran kemiksiz bedendeki iki ayaklı sözde canlı nerede şimdi? Başka hangi canları daha almak için yollarda gezer ki? Ey insafsızlar… ey vicdansızlar!!
Tekrar söylüyorum kalk yattığın yerden…
Duymadın mı beni!!
Bu karşıya geçiş için gösterdiğin çaba bir kemik kokusunu burnunda duyduğun için miydi ?
bir kemik uğruna mıydı söyle bana?
Söyleyin onlara !
söyleyin kimi bulduysanız!
Havlayıp durma
Havlamandan başka ses çıkar mı ki senden?
bu ses -basit bir havlama sesini- sözcüklere dönüşse kimbilir neler neler anlatırdınız
ama insanoğlunun sizden duyabildikleri sadece hav hav sesleri.
Daha öteye gitmez.
Sen yine de havla; ama acıyla havlama ne olur..
Dayanamam..
Sabahki bardaktan boşanırcasına yağan yağmur da yağmıyordu; ama biz bu sefer hafif yağmurda bile sırılsıklam ıslanmıştık.