kursta gördüm onu. ilk gün kapıdan girince "oha" dedim, "havalara bak" hani ulaşılmaz görünür ya bazıları. öyleydi işte. dedim cezax -tabi gerçek ismimle- bu kız sana bakmaz. halbuki neden bakmasın? bazen bazıları böyle hissettiriyor. çok güzel, çok havalı gözüktü işte.
daha sonra har hangi bir girişimim ya da hissim olmadı. 3 gün sonra ne oldu bilmiyorum. hep benim yanımda otururdu zaten. otururken oluşan temaslar ve konuşmalardan bir fitil ateşlendi. ateşle cezax yan yana durmaz tabi. hocanın "siz ayrılın bakıyım, çok samimi duruyorsunuz" demesi ikimizi de utandırmıştı. e sen adam ders anlatırken yanındaki kızla muhabbet edersen lafı yersin böyle.
daha sonra kursla gidilen bir yerde ikimiz en arkadan yan yana yürürken iyice kaynaştık. bu kaynayıştan istifade pat diye telefonunu istedim. bana biraz güldü; ama olsun, bunu yapmak zorundaydım. allah bu mesaj paketlerini çıkartanlardan razı olsun. çok emekleri var benim üstümde.
en son olarak bir restoranda kırmızı gül ve üstüne tutuşturulmuş, ikimizi anlatan bir öykü ile -kendim yazdım- teklifte bulundum. akabinde gelişen olaylar sonucu sevdiceğimdir kendisi.
öncelikle kendi hikayemden başlamak istiyorum
çağla vardı ilk aşkım
şimdiki çağla yı görünce içimde en ufak bişey olmuyor.
tam tersi ne kadar çirkin bi kız bununla cıkan varmı acaba diyorum
gözlerine bakamazdım daha 15 16 yaşındayım
ağlardım her akşam televizyonda
yanına gelince kalbim hızlanır gözlerim dolar ellerimin içi titrerdi
konuşamazdım yanında
uyumaz hep onu düşünürdüm
göçmendi çağla bulgar göçmeni
bağcılar ticaretin en güzel kızı çağla
çok sevmiştim öyle böyle değil
sonra yakın bi arkadaşım ile cıktılar
hemde gözlerimin içine baka baka
gizli gizli sigara içmeye baslamıstım
geceleri gizli gizli ağlıyo , intiharı düşünüyodum
öyle böyle değil be çok sevmiştim
gözlerine baktıgım zaman hemen kafamı çevirirdim
saftım ben biraz o uyanıktı
ah çağla ah
o güzelliğe yazık etmişsin
çağla şu anda 110 kilo
1 hafta önce feyste gördüm
iyiki evlenmemişiz çağla
az önce çağla'ya feysten '' çağla lise dönemlerime ait fotoları topluyorumda toplu foto varmı hiç elinde '' dedim
sadece lise fotosuna bakıp elimde biram arkada düşler sokağı dinleyerek fotoğrafa bakıcam
gözümden yaşlar gelecek
çocuklugumu özlüyorum biliyomusun her geçen gün
ah çağla ah
sen olmasaydın belki her şey şimdi çok daha güzel olacaktı
neyse ki neslihan'ı senin kadar sevemedim ama evlendim
olayın ilginç tarafı ben şimdi ki değil de liseli çağla yı seviyomusum
sana bakınca bişey hissetmiyorum ama eski fotoğrafını görünce sol yanım acıyor
yine kafa ütüleyen bir biyokimya dersinin ardından eşyalarımı toparlamış, çantamı omzuma takmış amfiden çıkıp fakulte çıkışına doğru yürüyordum ki çıkıştan bir önceki köşeyi dönerken çarpıştık, neye uğradığıma şaşırmıştım, kitaplar yere düştü, ikimiz de eğildik kitapları yerden almak için. o sırada aynı kitaba uzanmış olacağız ki birbirimize bakarak göz göze geldik. önüne baksana lan hayvan herif dedi. bizim mahalleden kasap rıza abiymiş, o günden beri rıza abiye çok derin duygular besliyorum sözlük. geçen mesaj attım, seni kaçırıp hollandaya yerleşeceğiz az sabret dedi, mutluyum, şimdi onun o pala bıyıklarının süslediği derin hülyalarla yaşıyorum.. aaah ah..
dede korkut hikayeleri kadar sayı bakımından fazla, adi sitelerdeki sex hikayeleri kadar önemi az olan aşk hikayelerim var benim. basit kızlar, battaniye- film- omuzda baş- akabinde sevişme döngüsü yaşadıklarım haricinde öyle bir sevdim ki birini, ferhat bok yemiş, mecnun benim yanımda taso oynayan çocuk kalmış.
geçen sene bu zamanlar üç aylık laşkalaşmış bir arkadaşlığımız vardı ki, artık sarılıp uyur olmuştuk bizimkiyle. söyleyemiyorduk içimizden geçenleri. salakça arkadaşçılık oynuyorduk. şimşek çakıyor bu arada burada. neyse bana çakmadığı sürece sıkıntı yok konuya dönelim. yine sarılıp uyuduğumuz bir gün artık burama gelmişti anasını satayım. bir yandan duygularım, bir yandan hormonlarım aciz kılmıştı beni. karanlık gecede öpüşüverdik, burayı atlıyorum size ne mına koyum onlardan. sabahında sevgiliydik. dünden bugüne, yani o güne o kadar çok şey değişmişti ki. birbirine anlatacak bir çok şeyi olan, eski lise arkadaşları gibi, bir şeyler itiraf edip durduk birbirimize. günler haftaları, haftalar ayları takip etti.
beş ay sonra beynimi skeyim başka bir kız girdi aklıma. şeytan gibi öyle bir etkiledi ki beni, beş aydır çamaşırımı yıkayan, bana kahvaltı hazırlamak için benden önce uyanan sevgilimi, ben üzülmeyim diye benden hastalığını gizleyen o meleği unutturdu bana. yada o zamanlar öyle düşünmüştüm. vel hasıl sogudum ondan, artık yanına uğramaz, evine gitmez oldum. bahaneler ürettim sürekli. ve en sonunda itiraf ettim el eleyken hemde. ben başka bir kızı seviyorum dedim utanmadan. hiç utanmadım. iflahımı skiyim.
öyle bir gözyaşı, öyle bir isyan, öyle bir acı görmedim ben daha önce. o boncuk gözlerden dökülenler meğer sonradan skecekmiş belamı benim. meğer karanlık gecelerde beynime teeek tek düşecekmiş civadan daha yüksek bir öz kütle ile. acıtacakmış ruhumu. uğruna o melekten ayrıldığım kızın üç ay peşinden koştum. kız nuh dedi peygamber demedi. ardından araya başka kızlar girdi. sadece hormonlarımla hareket ettim bir yıldır.
şimdi oturdum, son bir aydır onu düşünüp içiyorum. içip onu düşünüyorum. biliyorum pek iyi anlatamadım. zaten kimsenin okumayacağını bildiğim için biraz da rahat yazıyorum. şu mına kodumun bilgisayarı gözlerimi ağrıttı bu arada.
toparlayım artık, şimdi bi sevgilisi var ve çok mutlu. benim onu bu kadar aramamın sebebi belki de budur. yada son zamanlarda çok yalnız kalmamdır ama şu an ki hissettiklerim bunlar. inşallah mutlu olur o kitabını sktiğimin gergedanı ile birlikte.
üniversite yılları. zıpır gençlik edasıyla takılmacalar falan... biraz da can sıkıntısından hatun aramaya çıkıldı ev arkadaşı ve kardeş diye tabir edilen kişiyle beraber... gençlerin bol olduğu bir mekana gidildi. güzel bir yer seçildi ve oturuldu. avcı pozisyonunda ortalığa göz gezdiriliyor. derken içeriye bir kız girdi, tek başına ama çok kalabalık. öyle bir güzelliğin tek bir kişide birleşip bir araya geldiğine inanamaz kimse, o yüzden çok kalabalık... saçları uzun, dalgalı, siyah. gözleri simsiyah, insanı içine çeken karanlık gibi, en dibe...
içeriye girip masaya, arkadaşlarının yanına oturması en fazla 10 saniyelik andı ama o adımları, o saçların savruluşu ömürden geçen 3 sene gibiydi... çok güzeldi.
derken arkadaş birini gözüne kestirmiş olacak ki bacağıma vurup "şuradaki, nasıl?" dedi, "iyidir git konuş" bakalım dedim. gitti 2 dakika içerisinde aynen geri geldi. "nişanlısı varmış..." gülümsedim. sıra bana gelmişti. bir o bir ben şansımızı deniyorduk işte, zıpırlık değil mi? "hadi sen kimi kestirdin gözüne" diye sordu arkadaş, gözlerimi ayırmadım karşımdaki güzellikten. arkadaşım anladı, "e hadi olum ne duruyosun git konuş? hatun da taşmış ama he kaçırma bunu hadi??" o sırada 1-2 kere de göz göze geldik güzellikle. üçüncüsünde gülümsedim utanarak, o da başını öne eğdi hafif gülümseyerek... dudakları, çok güzeldi.
"tamam" dedim, "gidiyorum". kalktım yerimden, masaya doğru yaklaştım, beni görmedi bile, okey oynuyordu arkadaşları, o da izliyordu tek başına, yancı diye tabir ettiğimiz bir şekilde. yanına gittim;
-bir saniye rahatsız edebilir miyim?
masadaki herkes başını masadan kaldırıp bana baktı, o da... gözlerinin içine bakarak;
-benimle dışarı gelebilir misin çok kısa? çok kısa...
durdu önce, yanındaki arkadaşına baktı, masadakiler birbirlerine baktılar derken birisi atladı;
% ama oyun oynuyoruz sıra ona gelicek şimdi!
bir şey diyemedim, "özür dilerim" demek geldi içimden diyemedim, gözlerine baktım son bir defa, o da baktı.
"peki" dedi ve kalktı. heyecandan öleceğimi sandım o an. sanırsın kenan ışık 1 milyonluk soruyu sormuş, cevap vermişim, yeşil yansın bekliyoruz o derece... o yerinden kalkmaya çalışırken masama, arkadaşıma baktım göz kırptı, cesaretim arttı bu hareketten sonra nedense... ve nedense benim için gayet sıradan olan bu "tanışma" aşaması bu kez çok heyecanlandırmıştı...
çıktık dışarı;
-kusura bakma, arkadaşlarının yanından almış gibi oldum ama...
+aldın zaten?
-evet, öyle oldu ama uzun sürmeyecek korkma, kavuşturcam sizi hemen...
+peki. ne oldu?
-çok güzel bir şey oldu ama sanırım şu an bunu sana anlatmaya zamanım yok. başlarsam bi kaç hafta gider çünkü sana anlatması, o yüzden ben senden numaranı istesem, sen bana numaranı versen... bu soğukta bu kadar üşümesek?
gülümsedi. gözlerinin içi parlayarak, o soğukta içimi ısıtarak gülümsedi...
-ya şey ben... telefonumu unutmuşum da, masada kaldı herhalde... gidip alıyım mı hemen? olmadı dimi almıyım, e napıcaz?
+sen söyle ben yazıyım?
-ben mi söyliyim, evet söyliyim... neydi lan numaram benim? numaram neydi numaram... ya ben numaramı değiştirdim de, ezberleyemedim henüz, o yüzden... mektup mu yazsak acaba birbirimize? ben masada yazıyım sana mektubu, sana veriyim? sonra sen de bana yaz garsonla gönder falan? olur dimi öyle?
güldü önce, gözlerimin içine baktı...
+çocuksun sen daha... peki olur.
deyip içeri girdi... ben kendi içimde havai fişekleri patlatmaya başlamıştım bile... folklor ekibi bile hazırdı, davullar çalmaya başlamıştı o derece! girdim arkasından kasıla kasıla, gittim hemen kasadan kağıt kalem aldım. masama geçtim. arkadaş sordu numarasını aldın mı lan falan... "almadım" dedim. "salaksın olum salak naptın dışarıda 10 saattir?!"
-dur be olum karışma... yazıyoruz işte bir şeyler, rahat ol...
dedikten sonra yine ona gitti gözlerim. o da bana bakıyordu ve elimdeki kağıda ne yazacağımı merak ediyordu, anlamıştı. gülümseyip kağıda yazmaya başladım, heyecanla bekliyordu;
"bir insanın hayatını değiştirebilecek kadar güzelsin. ve ben değişmeyi hiç bu kadar istememiştim..."
notun altına da adımı, numaramı yazıp kalktım yerimden. masaya da hesabı bıraktım çünkü o akşama o kadar heyecan yeterdi. ellerine ilk o an dokundum, ilk o an yandım... çıktım kapıdan, yüzüme buz gibi hava çarptı. yürümeye başladık arkadaşımla, köşeyi dönmeden arkamdan bir ses, adımı söyleyen harika bir ses...
+dur bekle! dursana...
dönüp arkamı baktım, hızlı hızlı peşimden geliyordu... arkadaşıma baktım, "ben ilerideyim kanka bekliyorum" dedi ve ilerlemeye başladım, ben de ona doğru yürümeye...
+sen...
ne diyeceğinden çok gözleri önemliydi o anda... çok güzeldi!
+sen... sen?
-ben?
+sen şu bizim yurtta kalan tuğçe'nin sevgilisi değil misin?!
-tuğçe mi? tuğçe nereden çıktı ya!
+dün odasına girmiştim de senin fotoğrafını gördüm onunla beraber... sevgilisi misin?!
-ne sevgilisi misin ya? sevgilisi misin ne?
+şerefsiz!
-bi dakka dur ya sevgilisi değilim ben... dursana, ya dur...
elindeki notu yırtıp yere attı, olduğum yerde kaldım. gidişi bile güzeldi... eminim, adı da çok güzeldi ama öğrenemedim.
hee tuğçe mi? üniversitede kardeşim gibi gördüğüm tek kızdı, bana aşık olduğunu bu olaydan sonra öğrendim ve bir daha onu üzmemek adına görüşmedim...
sonuç olarak o gece içmek için bir sebep daha çıkmıştı bize. sanki başka sebebimiz yokmuş gibi...
bir yıldır hayatımda olup 3 aydır dolu dizgin aşk yaşadığım canım sevgilim...seni sevmek huzur demek benim için..her nefesimde biraz daha mutlu olmak demek..sana her dokunduğumdaki heyecanım ilk dokunduğumdaki heyecanımla hala aynı. ve bir ömür böyle olacağına eminim..yanımdayken bile seni deliler gibi özlüyorum...koynunda uyuduğum geceler, hayatımın en mutlu geceleriydi ve bundan sonra da öyle olmaya devam edecek. yaşadığımız her ne varsa ömürlük olsun diye her gün dua ediyorum.. tanrım bana senin yokluğunu göstermesin..yüzüne, gözlerine baktığımda,ellerini tuttuğumda ayaklarım resmen yerden kesiliyor..kalp atışlarım hızlanıyor..her gece senle uyuyup ve sabah seninle uyanmak için feda edemeyeceğim şey yok. seni deliler gibi seviyorum aşkım..ve bu aşk benim ömrüm son bulana kadar devam edecek...
ilkini anlatayım önce. normalde önce ilki anlatılır değil mi? hı hı evet. hemen herkesinki gibi, benim ilk aşkım da çocukluğuma tekabül ediyor. dilerseniz önce çocukluğuma çıkalım, sonra da sevişiriz.
bakın, işte orda. çocukluğum... sabah gözümü açar açmaz, canım kenar mahallemin dar ve sanki sonsuza gider gibi uzun sokaklarına fırlayıp, birçoğu kısa donlu, birçoğu sümüklü ve kirli, her an kavgaya hazır ve her an her şeyi yapacak kadar tehlikeli akranlarımla, türlü türlü oyunlara daldığım çocukluğum... evet evet, ta kendisi. bak işte yine topumuz kaçmış ırza emminin bahçesine, neden herkes bana bakıyor yine? yahu ama yeter, her zaman da bana güvenmeyin arkadaş, bir kere de bir başkası alsın... offf, iyi be tamam... ulan yine bana kaldı ihale. bu adam da tam bir manyak he, yahu insan bahçe duvarına cam kırıkları yerleştirir mi? neymiş efendim 'mahallenin piçleri ağaçlarına zarar veriyormuş...' öldürecek bizi şerefsiz. ulan çocuğuz biz be! ayrıca sen ne yaparsan yap ırza emmi, biz her halukarda dalarız kütür kütür eriklerine, her gece tüneriz al al kirazlarına... (kiraz ağacında hiç gömleğim yırtılmadığı için üzülmüşümdür hep, lakin çok ishal olmuşluğum vardır daha inmeden tepesinden...)
aha dondurmacı geçiyor! üç tekerli küçük arabası, kapkara boynuna astığı ıslak havlusu ve eriyip dökülmesin diye alelacele yalayıp yuttuğumuz ve ekseriyetle külahının altından ısırıp emdiğimiz o enfes dondurmasıyla, çocukluğumdan sonra da zaman zaman hatırlayıp tebessümle andığım dondurmacı.
80 yaşını devirmiş olmasına ve günde en az iki paket birinci içmesine rağmen, hala bir çocuğu kulağından tutup ayaklarını yerden kesecek kadar diri ve şerefsiz olan ırza emmi'nin kırış kırış yüzünü, ve dişsiz ağzından dökülen fakat hiçbir şekilde anlaşılmayan sin kaflı cümlelerini, bir bir anımsıyorum şu an ve yine aynı yerinden acıyor kulağım.
neyse, devam edelim;
işte bir mahalle maçı... hep düşünmüşümdür büyüdükten sonra; haddizatında aynı mahallenin çocuklarıydık karşı takımla, kimileriyle belki birkaç sokak vardı aramızda, kimileriyle de yer yer sosyal ve ekonomik kot farkı. peki neden mahalle maçı derdik maçlarımıza? neden bazen ev sahibi olur, bazen de deplasmana giderdik? her neyse.. ne de olsa sonunda hep biz yenerdik, kavga çıktı diyelim, e hep biz döverdik. (bu dayak olayına; karşı takımın tartışmalı pozisyonuna 'gol yauv' diyen, mahallenin 'kuran kursundan kaçmayan' tek çocuğu, doğruluk timsali, bacak kadarken bile vicdan sahibi olduğu için alayımızı ifrit eden kendi adamımız da dahil!)
acımasızlıkta son nokta; yendiğimiz takıma aldırdığımız kolaları, aldırış etmeden içerdik gözlerinin içine baka baka. birer gaddar kerim, birer erol taş kesilirdik adeta. fakat tüm gaddarlığımız, bir pipetle ağzımızdan girip, geniz yoluyla yemyeşil sümüklere karıştıktan sonra, kahkahalar eşliğinde burnumuzdan fırlayan leblebi tozuna kadardı.. sonrasında yer ile yeksandı tüm karizma... neyse ki, istediğin kadar şişir patlat, ağzına yüzüne yapışmazdı big babol, ve fruko'dan on yüz milyon baloncuk yutmak bile, yerini tutmazdı; öğle arası anneye görünmeden mutfağa dalarak, üzerine tuzla sarımsak sürdüğümüz ve en az kendi boyumuz kadar olmasına rağmen (o zamanlar gramajı büyüktü ekmeklerin. çok büyük...) şaşılası bir kuvvetle taşıdığımız salçalı ekmeklerin.
ulan be... yine elimde ekmekle yakalandım sevda'ya. üstelik saçlar da limonsuz. sevda... aa lan bir dakika, bu kız konu başlığımız oğlum. çocukluğa dalıp gittik amısına koyyim. burda etkili bir giriş olmalıydı. ıhımm, baştan alalım sevda'ya girişi...
ve tam ben elimde kocaman ekmekle sokağa çıkmışken, o göründü. sevda...
ilk aşkım, ilkokul aşkım, ilk okulu aşkın, aşktaki ilk dersim ve ilk sınıfta kalışım... isalet diye bir kız vardı, kendisi çok güzel fakat adı tuhaf olan bu kızı, hem adını yadırgadığım için, hem de sevda aşırı derecede türkan şoray'a benzediği için, onu erzurum'lu hamza'ya hediye edip, sevda'ya aşık olmuştum. toplamda 5 yıl süren ilkokul hayatımın 4 yılı boyunca sınıf başkanıydım. badem bıyıklarım ve atarlı sözlerim yoktu, üstelik kimseciklere makarna veya kömür yardımı da yapmamıştım ama her iki kişiden biri oyunu bana verirdi. işte bu dört yıl süresince bir kez olsun yazmadım sevda'nın adını kara tahtaya. hep kalbime yazdım, yanına attığım sonsuz çarpılarla...
hayır bir de çok koyu ferdiciydim o zamanlar. ne zorum vardıysa, ilkokul veledi halimle ferdi dinlerdim inil inil. aşırı arabesk ve feci duygusaldım daha çocuk çağımda. bir kızı 'huzurum kalmadı'yı söyleyerek etkilemenin imkansız olduğunu çok sonra anladım tabii...
gözü sarı mustafa'dan başka kimseyi görmezdi sevda'nın.. her dansa davet oynayışımızda mustafa kapardı sevda'yı, daha doğrusu sevda kalkmazdı ondan başkasıyla. sürekli bir bahane bulup döverdim mustafa'yı. fakat gücüm yetmedi; ilkokuldan sonra sevda'yı kapan osman'a. osman mahallenin belalısıydı, çete reisiydi sözümona. zaten okullarımız ayrılmıştı, mahalleden de taşınınca bir daha görüşmedik sevda'yla. bir keresinde okuluna gidip çıkışa kadar beklemiştim de, çıktığı gibi psikopat osman'ın koluna girince, huzurum kalmadı'ya kaldığım yerden devam etmiştim. iki çocuğu vardı en son haberini aldığımda ve sürekli dövüyormuş dedilerdi kocası. allah yardımcısı olsun...
ortaokulu imam hatipte okuduğum için herhangi bir dişi varlıkla münasebetim olmadı. kız görmeye komşu okullara giderdik öğle paydoslarında. bu sebeple gelelim selda'ya. selda... esmer güzeli selda... yalnızca bir harfi değişmişti aşkın liseye başladığımda. aşktaki performansım yine aynıydı tabii. kıza çıkma teklif edeceğim diye, yavaş ve ürkek adımlarla tam üç tur attık okulun etrafında. saçlarım yine limonlu ve yüzüm kıpkırmızıydı, birkaç öküzün; üçüncü kattaki sınıfımızın penceresinden 'daha söyleyemedin mi lan ahmet? huahahahaha' diye böğürdüğünde.
üçüncü turun sonunda, biraz iman gücü ve birkaç öküzün de yardımıyla nihayet söylemiştim, heyhat! üçüncü haftanın sonunda da terk edilmiştim. selda biraz şeydi.. hmmm, hani böyle şey gibi.. oynak, fingirdek, orospuuaaaaaa. orospu seldaaaaaa. amına koduğumun kızı. benden ayrıldığının ertesi günü, okul takımının en piç, en artist, en şerefsiz, en veledi zinası hüseyin'le sınıfa kapanıp yiyişmişler. müdür yardımcısı yakalamış bunları, tüm okul çalkalandı. lan zaten bir tuhaf ayrıldıydık biz bununla. sen çok sıkıcısın demişti bana, bir kere bile elimi tutmadın, öpmedin demişti... lan ben ne bileyim öpmeyi falan, tövbe haşa, öpmek, ellemek şöyle dursun, o zamanlar kızın gözüne bakmaya çekiniyordum ben, çıplak hayal etmek bile ayıptı, yasaktı. kenar mahalle bebesiydik la biz, ağır abiydik olum, koyu ferdiciydik, yakışır mıydı lan bize?
ama hüseyin sağ açık oynardı, çok yakışıklıydı ve ferdi dinlemezdi. o yüreğini dinlerdi, sikinin götürdüğü yere giderdi. götüne koyayım senin hüseyin...
lise bitti. bir ay sonrasında radyocu oldum... nasıl oldum? anlatayım;
birkaç paragraf yukardaki çocukluk dönemlerimde bile çok meraklıydım radyoculuğa. o eski teyplerin kırmızı kayıt düğmelerine basarak, hakan peker kasetlerinin üzerine kendi sesimi falan kaydederdim. (ferdi kasetlerine yapılır mı lan! hööytt!) bu merakım liseden sonra da devam etti tabii. benimle yaşıt teyzeoğlu kayseri'nin yerel radyolarından birinde program yapıyordu. ben de ara sıra yanına gidip imrenerek takılıyordum öyle. sonra kendisi ansızın (halen teşhisi konulamayan bir hastalıktan ötürü) ölünce, bu konudaki hırsım ve hevesim daha bir arttı. vardım dayandım radyo fm'in kapısına, sevgi abla açtı kapıyı, 'daha önce bir yerde çalışmadıysan gel lan ben seni kendi ellerimle yetiştireyim' didi baa. işte o günden sonra ferdi babadan uzaklaşıp, ilhan irem'lerle, mfö'lerle, yeni türkü'lerle, bora öztoprak'lar, bülent ortaçgil'ler, zuhal olcay'lar, leman sam'lar, nazan öncel'ler, umay umay'lar, harun kolçak'lar, yıldız tilbe'ler.. ve daha bir sürü ler, ler, lar larla tanıştım. eray'la düşler sokağı diye bir program yapardım geceleri, böyle şuh bir sesle şiirler okuyup romantik şarkılar çalardım -ki benim bile kendime veresim gelirdi bazen-
telefonlarla ve radyo smsleriyle gelen abartılı övgüler, ahlaksız teklifler, akabinde kırdığım cevizler, fındıklar... bambaşka biri olmuştum. içimdeki hayvan meydana çıkmıştı. karşı cinsten herhangi birini, sadece birkaç cümleyle etkileyebiliyordum. radyocu olmak, herhangi bir çaba sarf etmeden bir kadını elde etmek anlamına geliyordu o zamanlar. halen de ekmeğini yerim lan. yok efendim sesin çok güzel, yok efendim bu konuşan sen misin? ayh bana bi şarkı armağan etsene, ayh yarın boş musun?
böyle bir rüzgarla -aşka değmeksizin- tenden tene savruldum bir müddet. taa ki fatma'yı gördüğüm o güne kadar...
büyüdüğümü varsaydığım zamanlarımdaki ilk aşkımdı fatma, hani aklı selim bir adam olmaya başlarken tanıdığım. o yüzden sevda'yla selda'dan değil de, fatma'dan başlarım biri sorduğunda anlatmaya.
bir akşam radyoyu ziyarete gelen bir dinleyicim olarak karşıma çıktı ve ömrümün tam altı yılını 7 fatma. kumraldı, bembeyaz bir teni ve küçücük bir burnu vardı. çok güzel gülerdi, çok kötü şarkı söylerdi, elleri yumşacıktı, boyu 1.70'ti beni her sevdiğinde tüy gibi hafif, bana her kızdığında taş gibi ağırdı. bir günü bir gününü tutmazdı fatma'nın, ayak üstü 1458752169 yalan söyler, dakikada 54621289556 asılsız hikaye uydurur ve saniyesinde inanılmaz bahaneler bulurdu. ikizler burcuydu, ikizler burcuydu, ikizler burcuydu, ikizler burcuydu, ikizler burcuydu, lan takıldım gene...
bugün yalan söyleyen bir kadını aldığı nefesten tanıyorsam, fatma'nın sayesindedir. ömrümün tam altı senesini 7ğini söylemiştim. dile kolay, tam altı sene. altı kere terk etti beni, ben olduğum yerde durdum, o gitti dolaştı bir yerleri, sonra geldi geri. bir keresinde bile niye geldin? demedim, köpek gibi seviyordum çünkü, her gelişinde kabul ettim. bu yüzden her gidişinde biliyordu istediği zaman geri dönebileceğini.
tabii bu altı yıl içinde biraz daha büyüdüm, biraz daha değiştim. -burda mesaj var!- ''bir erkeği olgunlaştıracak tek şey, karşılıksız aşkla sevdiği bir kadındır!'' sonuncu dönüşünde gelişine vurdum, kendi kalesine voleyle gol atan takoz recep gibi.. güzel bir goldü ama sevinemedim...
hamileymiş şimdi, belki ben bu entryi girerken kendisi doğuruyordur, kim bilir. onun da kocası dövüyormuş, ayrılacaklarmış diye duydum. lan benim ahımı alan kadınlara bir şeyler oluyor ama hayırlısı...
sonra fulya var. gerçi ona pek aşk denemez ama ne bileyim.. sevmiştim onu da. çok güzel hatundu, tanıştığımız sanal ortamın en taş hatunlarından. çoh zor olum bu gız dedilerdi, haklı çıktılar. birkaç saat dil dökmek zorunda kalmıştım. boğa burcuydu kendisi, ve boynuzlarını kendine münasip görmemiş olacak ki, bana taşıtmayı tercih etti. bir sözlük zirvesinde başlayan hikayemiz, bir msn penceresinde son buldu. canı sağ olsun. ben bir şey demiyorum, evlenince kocası dövecek nasıl olsa, ehühehehüehehe. ayh hunim düştü.
ya ben çok aystiğ içiyorum biliyonuz mu. günde 19 litre falan içiyorum yani. çünküm çok güzel oluyor şeftalililililili.
sonra... bir de sonrası var tabii. o da bende kalsın...
Kendimle bayağı bir münakaşa ettikten sonra yazmaya karar verdim.
Efenim 2011 haziran ayları geçen yaz işte. Facede bursalı bir arkadaşımla konuşurken bir arkadaşı gözüme takıldı girdim fotoğraflarına bakıyorum falan ama nasıl tatlı nasıl sempatik birşey. Hergün bu olay tekerrür etmekte tabii ben hep bakıyorum hep bakıyorum derken beğendim birini. Ertesi gün eklemiş ben uçuyorum tabi neyse konuşmaya başladık derken herşey harika gidiyor muhabbetlerimiz çok güzel bende balıkesirli olduğumdan bir kaç haftaya balıkesire gideceğim. Bursa ve balıkesire çok uzak bir yerde yaşadığımdan o da geleceğime seviniyor e balıkesir bursa arası pek yok. Neyse numaralarımızı alıyoruz o gün geliyor ben yola çıkıyorum bursadan aktarmalı gideceğimden görüşebileceğiz ama bu evreye kadar muhabbet ilerlemiş durumda tabii birbirinden hoşlanan ve bunu bilmiyormuş ayaklarına yatan iki dost misali. Sonunda bursaya varıyorum ve uzun bi bekleyiş ardından 'o' geliyor. Ahh o bursa terminali.. neyse adımlarımız hızlanıyor ve sonra koşarak birbirimize aynı anda sarılıyoruz sanki senelerdir sevgiliymiş ve birbirimizi çok özlemiş gibi uzun uzun bakışıyoruz konuşuyoruz herşey bambaşka oluyor ve vedalaşıyoruz balıkesir otobüsüne biniyorum ben gidene kadar ardımdan bakıyor ve nedense ikimizde tebessümlerle ağlıyoruz. Giderkende mesajlaşıyoruz ve birbirimize ilan-ı aşk malumunuz. Sevgili oluyoruz..Herşey harika herşey rüyalar aleminde herşey aşk kokuyor tabii. Sürekli bandırmadayız her yerini geziyoruz hep birlikteyiz ailemle tanıştırıyorum ben bursaya gidiyorum orda da geziyoruz eğleniyoruz hep geziyoruz vs doğum günümü birlikte kutluyoruz o akşam içiyoruz 'o' bana kumsalda şarkı söylüyor başı omzumda biraz sarhoş.. Sürekli bursa terminalini aşındırıyorum o da balıkesir.. Ve bir sebepten ayrılmamız gerekiyor bende o hafta yaşadığım yere dönüyorum ve yine bursa aktarmalı. otobüsten iniyorum terminalde geziyorum ilk sarıldığımız yer banka oturup aptal gibi gelmesini bekliyorum bir sigara içip bursa havasını da ciğerlerime çekip otobüse biniyorum. Sonralarda da hep konuşuyoruz tartışmalar, seni seviyorumlar, kavgalar ama olmuyor.. 'o' başkasıyla çıkıyor ve ben hala etkisindeyim o zamandan bu yana kimseyi sokmuyorum hayatıma ama 'o' hala o aptal kızla birlikte. bizim fotoğraflarımızın yerini o kız alıyor. bursa terminali.. daha çook geleceğim merak etme . hikaye burda bitiyor işte.. tamam ağlamıyorum.