Castielaoh arkadaş masaüstünde bir doc dosyası acil oraya yazdan artik sözlüğü cokerttin be arkadaş. isin sakasi gerçekten uzun uzun emek vererek yaziyorsun ya bize bunları helal olsun.
Hikayeye yeni bir kişi giriyor. Bu kişiye "DD" diyeceğim. "DD" benim eski kız arkadaşım. Lisedeyim o aralar, çocuğum o zamanlar aslında, kız arkadaş kavramı benim için pek birşey ifade etmiyor. Ama yine de bu kız oranın en güzeli. Bende herkesten çok benimle zaman geçirsin istiyorum. O da artık bende ne buluyorsa sürekli benimle. Neyse efendim bu kız oraya arada bir giderdi. O yaz da geleceği tutmuş. Biz kumsalda otururken, o ve bir arkadaşı geldi.
"Ay gördük sizi de bir an inanamadık gerçekten sizmişsiniz! Nasılsınız ya?!?" tarzı bir giriş cümlesi sonucu onlarda yanımıza oturdular. Diğer arkadaşı 20 yaşında o zamanlar, ama akıl yaşı 12, hiç de sevmem kendisini. Neyse. Düzgün bir şekilde onunla da selamlaştım tabi, herhangi bir kırgınlığım yoktu kendisine. Onun da bana yokmuş belli ki. Ben B ile bugünkü muhabbet yattı diye üzülüyordum aslında. Eğer ortamda 3 kişiden fazla insan varsa, ortak paydalar hep genel konular olur. Herkesin bir fikir paylaşacağı abuk subuk konular açılıyor, ben sıkılıyordum. O sırada telefon çaldı. "O" arıyordu. Kapattım. Tekrar aradı. Açtım bu sefer.
"Güzelim müsait değilim, ben eve geçince arayayım seni oldu mu?" dedim. Eğer açmıyorsam ben seni sonra ararım demiştim kaç kez ama, pek anlamak bilmiyordu.
"Pek rahat vermiyor galiba" dedi C. "Öyledir biraz" dedim. Yalnız DD'nin yüzünün düştüğünü hemen farkettim. Fark etmemek için kör olmak gerekirdi. Zaten konuşmaya da daha sonra pek katılmadı. Sürekli yanındaki arkadaşıyla fısıldaştılar, sonra da kalkıp gittiler zaten. Onlar gidince, biz B ile şezlonglardan kalktık, denize yaklaşıp kumsala yattık. Yıldızlar sözlük, güzelliğini anlatmaya lüzum var mı? "C" de geldi benim yanıma yattı.. Da biraz fazla mı yakın yatmıştı sanki?
Sözlüğe fazla giremedim son 1 aydır, belki daha fazla zamandır, özel mesaj ile "Devam etsene lan!" yazarlara hak veriyorum ve hepinizden özür diliyorum.
Part 18
Dipdibe yatıyoruz bildiğiniz, arada bir konu açılıyor ama, genellikle sadece doğanın güzelliği doyuruyor içimizde ne eksikse. ""Cennet, Aramice bahçe sözcüğünden gelir. Cennette dünyevi zenginleklerden değil, gölge veren ağaçlar ve altından akan derelerden bahsedilir. Yüce Allah bize gerçek mutluluğun doğada olduğunu işaret ediyor." demişti ya Mehmet Anıl, açmıştım konusunu, haklılığını tekrar gösteriyor adam. Bu güzelliğin içinde birde neredeyse omzumda yatan bir kız var yanımda, hatırlıyorum o zamanları, yapmam gereken belli, rahatsız olduğumu belli etmem gerekiyordu, ama yapmadım. Çünkü mükemmeliyeti bozmak istemiyorum, herşey bir düzen yakalamış durumda, o an herşey harika sözlük. Kıpırdasam bozulacak o düzen, hareket etsemde, konuşsamda, kolumu oynatsamda, üstünde uzandığımız kumların birisi yer değiştirse, o ahenk bozulacaktı sevgili dostlar. Bilsem uyuyacak benimle orada, uyurdum. Şimdi bakıyorum da, sebebini anlayamıyorum. Ben sadakatsiz değilimdir, zayıf değilimdir, bir tartışma çıktı diye başkasının hayatıma girmesine izin verecek biri değilim, neden yaptım bunu peki? Baktı ben birşey demiyorum, iyice sokuldu, bende attım kolumu sözlük, neredeyse saatlerce Dünya'da bulabileceğiniz en muazzam romantik manzaralardan birini yeni tanıştığım bir kızla paylaştım.
insan niye böyle şeyler yapar? Ya da nasıl yapabilir diye mi sormalı? Acı olan C'nin bana mutluluk veriyor olmasıydı galiba. Evet iğrencim sözlük, inkar etmiyorum, aldattım. Yalanlar söyledim, oyaladım, inkar ettim, bana güvenen birinin yüzüne güldüm, arkasından iş çevirdim. Ama o an umrumda değildi, şimdi arkaya bakınca "Allah belamı versin" demek kolay, o zaman diyebiliyorsan erkeksin, diyemiyorsan sadece bir oğlan çocuğusun. Bende bir çocukmuşum. iradesizmişim de aynı şekilde.
B kalktı bir zaman sonra, "Geleceğim ben" dedi. Gitti. Kaldık başbaşa. "Ben biraz yürüyeyim" dedim bende arkasından kalkıp, "O zaman bende geliyorum" dedi. Elini uzattı, tuttum kaldırdım, sarıldı yanıma geçip, yürüdü benimle. O da farkındaydı tabi ki ne halt yediğimizi ama, konuşmuyordu. Bende kendimle yüzleşmek istemiyordum, sustum. Hataya devam ettim.
Bu olaylar, benim hayatımda bir dönüm noktası gibidir sevgili okur. Bu olaylar benim kendisi için herşeyi yapabileceğim ve onunda benim için herşeyi yapabileceği bir ikili ilişkiye yüz çevirebileceğimi öğrendiğim günleri yaşattı. Zaten gerisini tahmin edebiliyorsunuzdur. O gün bitti tabi ki, ama diğer günler geldi. Ben kendimi C'nin yanında sadece mutlu hissediyorum diye O'yu aldatmaya devam ettim. Aklınıza ne geliyorsa her haltı yaptım. Telefonu açınca, Skype açılınca yalan söylemeye devam ettim. Yazık, halime bakıyorum da şimdi, zevk alıyordum yaptığımdan. insan doğarsın, insan olarak yaşamak senin elinde. O günler, ben öyle yaşayamamışım. O tatil bitene kadar, "DD" beni geceleri kumsala çağırdı, gittim. C ile dipdibeydik sürekli. Ne kadar iğrenç insanlarmışız hepimiz, tek masum O'ymuş. DD razıydı kimle ne yaptığıma, C biliyordu O'yu. Herkes hiçbirşey bilmiyormuş gibi oynamaya devam etti. Tatili böyle bitirdim sevgili sözlük, bu haller içinde. Son gün bazı şeyler değişti...
Son gün garip bir gündü. Hepimiz aynı şehirde yaşıyorduk aslında, ama ben adım gibi biliyordum, bugün C ile son günüm olacaktı. En azından bunu yapacaktım. Gittim evlerine onları almaya, B çıktı kapıya. "Hadi gidelim" dedi. "C?" diye sordum. "Bilmem trip atıyor içeride bana, gelmeyecekmiş." dedi. Uzattım kafayı içeriye, baktım oturmuş koltuğa, toplamış bacaklarını midesine doğru, bana bakıyor. "Gelmiyor musun?" dedim. Bir bana baktı, Bir B'ye. Anladım, gelmek istiyordu, ama tartışmaları yüzünden gurur yapıyordu. Omuzlarını silkti, gelmiyorum manasında. Emin misin diye sormadım, ama o bakışlarımdan anladı, bana öyle bir "Çok istiyorum ama.." bakışı attı ki, bir insan bir bakışa en fazla bu kadar anlam sığdırabilir sözlük. Kapattım kapıyı yavaşça.
indik aşağıya, hani nerede B ile zaman geçirmek isteyen Castielaoh? Nerede muhabbete ölen Castielaoh? Neredeydim? Söyleyeyim sözlük. Kapıyı kapattım ya, ben içeride kaldım bu sefer. Keyfim öyle bir kaçtı ki, söz sözleyemiyorum resmen. Oturduk, "Niye kavga ettiniz?" diye sordum sertçe, sinirli. (Ne zamandan beri onu üzeni üzmek istiyordum?) Anlattı, saçma sapan abuk subuk gereksiz bir sebepten. "Ayıptır oğlum" dedim, "Bak bugün son gün, kavgalı mı ayrılacaksınız?" dedim, umrumda değildi aslında, ben son gün onu görmek istiyordum. "Haklısın" dedi. Mesaj atıp çağırdı, o da hemen atladı zaten. "Neredesiniz, Castiel gelip alsın beni gece gece" dedi. Zevkle..
Gittim evlerine, ayakkabısını bağlıyordu ben geldiğimde. Kalkmak için elini uzattı yine, kaldırdım. Yol boyunca yanımda sustu, aynı benim gibi.B'ye yaklaşınca yavaşladı adımları. Döndüm, ne olduğunu sordum. Telefonunu çıkardı, yavru kedi gibi bakıyordu sözlük. "Yarın gidiyoruz, numaranı alabilir miyim?" dedi. Sanırım o zamanlara bakınca verdiğim en düzgün karar buydu. "Veremem" dedim. Herşeyi anlatmak istiyordum, aslında onla da mutlu olduğumu, çok güzel şeylerin paylaşıldığını, ama yapamayacağımı, yeterince iğrençleştiğimi, zaten utandığımı.... Gerek kalmadı. "Veremem" dedikten sonra, o da hepsini anlıyormuş gibiydi. Hiçbirşey söylemedi, telefonunu cebine koydu.
O gece yine hep benimleydi, ama hiçbirşey konuşulmadı. Evlere dağılırken, "görüşelim abi okul başlasında bir.." denildi ama, sadece denildi. Ben döndükten sonra, O ile buluşma zamanı gelmişti. Geliyordu yani. Geldi de.
Bu part ve sonraları daha önce yazıldı sevgili sözlük. Okuyanlar var, ama silindi sonra.
Neden silindi, silmem lazımdı. Bilmesini istemediğim birisi okuyordu, mecburdum. Artık bir engelim yok. Ben de başladığım işi bitirmek istiyorum.
Hem cka da okusun, üzülüyorsa kim olduğumu görüp üzülmez belki.
Devam ediyorum sözlük, aylar sonra..
Hepimiz döndük şehrimize. Çok Merak ediyorum "C", o günleri hatırlayıp ne düşünüyorsun? O günden beri konuşmadım "C" ile, bir kere bile konuşmadım. Benim okulumu kazandın, yan binamda, benle aynı kafeteryadaydın belki kaç kere. Seni hiç görmedim. Ya da önümden geçtin, ben mi kaçırdım seni? bilemiyorum.
Başka biri olarak döndüm şehrime ben. Pişmandım. Ama yine olursa yine yapardım. Ne kadar değişik. Ama bir erkeklik yaptım. O gece, artık "O"nun gelmesine az var. Bana geliyor canım benim, hak etmediğim. o gece onunla konuşurken, dedim ki; " Sana söylemem gereken bir şey var." "ne?" diye sordu. Anlattım. Delikanlı gibi anlattım. Ağlıyordu karşımda.
Unutamıyorum, o kadar anlattıklarımdan sonra, bana tepkisi şu oldu: "Benim dokunamadığım elleri başkası mı tuttu yani?"
Dön bak kendine castielaoh, insanlara neler yaşattığına bak, sonra tekrar düşün, neden ters gidiyor ilişkilerin. Sen ilahi adalet diye bir şey duydun mu?
"Özür dilerim" dedim. "Hoşçakal" dedi. "Çok özür dilerim" dedim.
Öyle bakıyordu ki. "Seviyorum seni ama Allah belanı versin. Nasıl yaparsın bana bunu? Hala seviyorum, sevdiğim için Allah benim de belamı versin." Gözlerinden okuyordum.
Ne oldu biliyor musunuz o günler içinde. O kız beni affetti. Evet affetti. Bir daha adlarını duymak istemediğini söyledi, asla onlarla görüşmeyeceğime dair de söz verdim "O"ya. -Hala tutuyorum biliyor musun? aRTIk önemli olmasa da.-
Gelmesi için günleri saydığım "O" artık geliyordu. içimde bir heyecan.. Onun içinde bir heyecan..
O uçak kalktı, inmek binmedi. O dakikalar geçmedi. Kalacak yerine kadar ayarlamıştım. Her şeyi hazırdı. Ne yiyeceğimizi dahi biliyordum her gün. Havaalanından bir akrabası alacaktı, karşılama komitesi hazırdı yani. Tutucu aile, gidemedim tabi ben. Zaten benim için geldiğini de bilmiyorlar. Güya Türkiye'yi gezecek.
Gözüm telefonda, indim desin, eve geçilsin, geri çıkacak. Plan bu.
Aşık oldum.
Gidip aşık olduğumu yüzüne söyledim.
Beni kardeşi olarak gördüğünü söyledi.
Yakında evleniyor.
Ve ben halâ 6 yıl öncesinde olduğu gibi ona aşığım.
Son ...
kocaeli devlet hastanesi tıbbi onkoloji bölümü 2007...
hafızam genel olarak yanıltır... serpildi...
serpil vardı. bağırsak kanseri; genç, güzel alımlı bir kız. ona uzaktan bakan ya da dışarıda ona rast gelen biri kalçalarının büyüsüne kapılıp peşinden takip edebilirdi belki. erkeklerin böyle sapıklıkları çoktur. ama onun anüsünün işlevsiz olduğunu daha doğrusu dikildiğini ve o kızın dışkısını karnından ''sağmak'' zorunda olduğunu bilseler ve o hali görseler herhalde artık yanından kaçarlardı.
böyledir insanlar. onlar için ''belirli bir süreliğine'' varsınızdır. işleri bittiğinde ise kaldırılıp atılırsınız. çünkü siz bir çöpsünüz. insan oğlu tiksinçtir hep. serpilin karnından dışkısını sağarkenki görüntüden daha iğrenç hem de.
ve ferhat vardı. çok genç yaşta olmasına rağmen şaşırtıcı bir biçimde ileri evre akciğer kanseriydi. uzun boylu çakı gibi bir çocuk.
serpil genelde kemoterapisini alırken kitap okurdu. yoksa 6 saat süren bir küre bekleyerek dayanmak zordur. izlemesi bile can sıkıcıdır, değil ki yaşaması.
ferhatla onların ortak noktası ferhat'ın türk dili ve edebiyatı bölümünde okuyor olması serpil'in de sıkı bir okur olmasıydı. muhabbet bir yerden başlamalı değil mi?
tabi ferhat okulu yarı da kesmek zorunda kalmış.
-ruh dağı mı o?
+evet.
-nasıl sence?
+kafayı yedirtir.
-evet öyleymiş.
+verebilirim devam et. ama karşılığında yabancı'yı da ben alırım senden.
-olur...
muhabbet bir yerden başlar, artık yan yana koltuklarda oturulur, sohbet koyulaşır ''kolunu oynatma'' telkinlerini artık birbirlerine kendileri verir.
kimi zaman bekleme odalarında usul usul konuşulur, birbirlerine yemekler ısmarlanır; rutin tetkiklerden sonra en azından hastalıkta ilerleme yoksa; tüm bunlar beraber kutlanır.. ve tabi ki aşk...
ilacı alacakları salona el ele girerlerdi. saatlerce oturur gülerlerdi o lanet koltukta. tutunacak dal. her insanın en çok aradığı ve bulduğunda ''işte bu o'' dediği şey.
en samimi insani tavırlar korku ve dehşet anlarında ortaya çıkar. eğer bir insan kanser olduğunu öğrendiğinde dehşete kapılıp bu süreci atlatmışsa artık onu hiçbir şey yıkamaz. o halin verdiği dinginlik ile yaşı her ne olursa olsun enfes bir olgunluk ile yaşamaya devam eder ve ilişkileri öyle şekillenir. tabiri caizse aynı damdan düşen iki insan iki yürek... sizce bu iki insan ne kadar yalancı olabilir? birbirlerini ne kadar ve nereye kadar kandırabilir?
ama bizi her zaman kandırıyorlar çünkü yaşıyorlar, kanser değiller; paraları var ümitleri var. ölüm onlara çok uzak. lanet olsun...
eğer garazsız, saf bir aşk yaşamak istiyorsanız böylesi olmalı bence.
başladığında biliyorsun ki senin ondan, onunda senden başka kimsesi olmayacak ve yine biliyorsun ki ölüp gideceksin. ağzında güzel
bir tat ile olması gerektiği gibi olacak her şey. ayrılığın bir anlamı olacak. ölümün ardından hayıflanmak olağandır. çünkü bir yeri vardır. menzil bellidir.
insanlar yaşarken, iyi iken; çok da iyi şeyler yapmazlar. utanmazlar mesela, utanmaz tavırları kendilerine hak görürler. kirli ruhlar iyi avukatlardır. içindeki ziftleri misk sanarlar. ama konuştukça, soludukça yaşadıkça sanki ayak tabanları kirli biri gibi geçtiği yerleri kirletirler.
ama serpil ve ferhat öyle değildi.
yoktu planları. tek planları yaşamak ve şimdiki anın tadını çıkarmaktı.
nihai hedefi yaşamak olan insandan korkmalı aslında. ama burada durum tersine işliyor, muhterem ihtiyarlar gibi ahir ömürlerinin bitişine doğru birbirini sırtlayan bu iki genç insan kadar asil kimdir? serpilin hırkasını üzerine atarken ki hali... dökülen saçlarının yarım yamalak çıkmış taraflarını sevmesi...
aldığı kürdeki farklılıktan dolayı saçları dökülmüyor diye doktoruna gidip ''ya benim saçlarım neden dökülmedi daha. serpilin ki döküldü de.. dökülecek mi saçlarım?'' diye soruyor olması bile hem güldüren hem de insanın yüreğinde yumru oluşturan bir şey.
gelecekten hiç konuşmadılar. bir sonraki günün kemoterapisi.. falanca günün falanca kadar sürecek olan radyoterapisi... kan al kan ver kan al kan ver! hep aynı.
bir gerçeği kabul etmek gerek; kanser kimi zaman etkili bir ölüm yoludur. başlar ve sonunu getirir. dua etmeli ki sancılı bir süreç olmasın. serpil'de öyle oldu işte. bir anda aldı götürdü onu. bir anda... ferhatın başını o gece duvarlara vuruşunu görmeliydiniz. alnını çatlatmıştı hatta. artık iyice kuruyan dokunduğunuzda elinize sadece kemikleri gelen o adamı 10 kişi zapt edemedi, elleri kelepçelenip sakinleştirici yapıldı.
tabi bu durum da onun sonunu yaklaştırdı. kemoterapilere gelmedi, zorla sürüye sürüye uyutularak verildi. açıkçası gönülsüz yapılan işten fayda gelmez. özellikle bu tip hastalıklarda moral önemlidir. eğer psikolojik olarak toparlanamıyorsanız, intihar etmekle aynı şeyi yapıyorsunuz demektir. ferhat da onu yaptı.
düzeliyordu yavaştan. kalbe çok yakın noktadaki nodüller temizlenmişti sanırım. ciğerinin tamamı alınacakken olması imkansız şeyler oldu ve bıçağın altına yatmaktan kurtuldu.. ta ki serpil ölene kadar.
bakın sadece 2 ayda. evet sadece 2 ayda hastalık bütün vücudunu sardı. serpil için.
-kafamın içinde; ayaklarımın dibinde ve kemiklerimde sızlayan şey serpil biliyor musun?
+biliyorum.
-bilmiyorsun...
+haklısın.
ölümü beklemektense ona giden insanlar yani intihar edenler saygı duyulasıdır ama aptaldırlar. ferhat da onlardan biri. artık ayağa bile kalkamayacak hale geldi.
ve bir gün ayağa kalkmayı başardığında kendini astı.
tavana asılı bir iskelet düşünün... tavandan aşağı sarkan ip ince bir dal, bir fidan...
çoğu insan, sevdiği kadın ya da adam için ''ölebileceğini'' söyleyerek o anı kotaran en bilindik palavralardan birini atar.
ama ferhat öyle yapmadı. 2 ayda o melun hastalığı her yerine sirayet ettirdi. kendi yaptı bunu ve bununla da yetinmedi..
ve artık tamamıyla ölüm yorgunluğunun anlaşılabileceği sesinden son cümle kulaklarına kazınır insanın ve ömrünce unutamazsın. nicesinin unutulmadığı gibi...
çünkü onlar artık kafanın içinde bir sestir. hayatı onlara oranlarsın.
onları düşünüp kararlar verir ve öyle de yaşarsın. çünkü sen de bir potansiyel ''onlarsındır''.
artık onlar kafanın içinde bir sestir...
ve hatırda kalan o son telefon konuşması;
-mezardakilerin pişman olduğu işler yapıyoruz demiştin, öldükten sonra da mezardakilerin yaptıklarını yapacağız değil mi?
+evet ferhat öyle olacak.
-hakkını helal et o halde.
+helal olsun...
sanırsam lise üçtüm o zamanlar şimdi 21 olduğumu varsayarsak tam dört yıl olmuş.
liseyi bilirsiniz. dersler hep ikinci plandadır. asıl amaç dostlarla gırgır şamata yapmak vakit öldürmektir. o zamanlar sevdiğim bir kız vardı. ismini tam hatırlamıyorum. yalan. hatırlıyorum ama adını anmak istemiyorum. üç yıl aynı sınıfta okuduk onunla. hep sevdim onu. onun da beni sevdiğine inancım tamdı. ben hiçbir zaman kızlarla kolay anlaşan biri olamadım. o hariç. sanki hayatımın merkezinde o varmış gibi sadece onunla ilgileniyordum. ben farketmeden kanıma girmişti. ben onu arkadaş olarak severken yavaş yavaş evlenecek kadın rolünde onu düşünmeye başlamıştım. o andan itibaren ben ona aşık olduğumu anlamıştım. hemde çok fena. hani su içersiniz susamasınızda canınız su içmek ister ya onun gibi. ihtiyacım olmuştu o artık benim. okula sadece onu görmeye gidiyor, sadece onunla konuşuyor, sadece onunla ilgileniyordum. ona açılma zamanının geldiğini biliyordum ama çaresizdim. yapamıyordum. o iki lanet kelime ağzımdan çıkmıyordu. ne de olsa ilk kez böyle birşey hissetmiştim. tam açılmaya karar vermişken bir aksilik oluyordu. günler haftaları, haftalar ayları kovaladı. tık yok. söyleyemedim.
ama başkası söyledi. artık beraberlerdi. hiç sevdiğiniz kızın seninle ya da başkasıyla mutlu olması için dua ettiniz mi? ben ettim. hem de her allahın günü. ona her baktığımda mutlu oldugunu görüyordum. bir yandan suratımda aptal bir gülücük oluyor bir yandan da ruhum daralıyordu. işin kötüsü okula gitmem için bir sebep de kalmamıştı. hayat birden anlamsızlaştı benim için. sanki aniden kalbimi sökmüşler gibi hissettim.
ta ki en sevdiğim adamın arkadaşı karşıma çıkana kadar.
o zamanlar hemen hemen hergün haklı bir kavgam oluyordu. bana ve yahut arkadaşlarımdan birine karışıyorlardı. ben de dayanamayıp saldırıyordum. böyle böyle devam ettikçe ben farketmeden adım okulda " kelle avcısı " na çıkmış doğal olarak da namım yürümüştü. hergün okulun kaşarı diye tabir edilen kızlardan teklif alıyordum. hepsini de reddediyordum.
sonra bu dostumun arkadaşı benim arkadaş çevreme dahil oldu. türk değildi. ama süper bir türkçesi vardı. belki de okulun en güzel ve en zeki kızıydı. dertleşir olduk kızla. muhabbeti fena sarıyordu. sevmiştim keratayı. ufaktan ufaktan bana mesajlar vermeye başladı. işte ua sen böylesin, ne biliyim sen şusun gibilerinden laf arasında aragazı verdi. anladım tabi ki. çektim kenara.
+sen ne yapmaya çalışıyorsun .ben salağım hiç bişey anlamayacağm dimi dedim.
o da bana.
-bişey yaptığım yok sadece seni seviyorum dedi. seni görmeden bir günüm geçmiyor, sadece seni görmeye geliyorum inan dedi.
zönk oldum birden. nası ya falan dedim içimden. benim eski sevdiğim kıza karşı hissettiklerimi bana karşı hissediyordu. beynim falan yandı. inanın zerre tahmin etmiyordum. olmaz dedim heyecandan. kızda tamam dedi.
sonra benimle daha samimi olmaya başladı. hiç olmadığımız gibi yakındık. bir yandan inanılmaz bir neşe vardı içimde. diğer yandan da zihnim de sorular cirit atıyordu. neden, neyin peşinde ve saire. bunları düşünmekten yorulmuştum ve çıktım karşısına.
+ben seni reddettim. ama sen bana eskisinden daha yakın oldun. neden? dedim
o da bana kendine aşık olmamı sağlayan şu cevabı verdi.
-eski ilişkini öğrendim. çok büyük bir yara almışsın. bende bir yara aldım. sebebini biliyorsun. (yutkundu ve bir saniye bekledi.) ben seni görmezsem mutlu olamıyorum. sen de bir iliskiden hasarlı çıktın. ben hem seni görüyorum hem de seni tedavi ediyorum dedi.
bende sen beni tedavi etmedin, yeniden yarattın dedim.
diyeceğim o ki ben bu kızla hala beraberim. ve evlenme hayali kuruyorum.
bazen çok mutlu olmanız için çok büyük hasarlar almanız gerekir. ve bu hasarı onaracağını düşündüğünüz biri varsa onu asla bırakmayın.
... Sonraları birbirine uzak şehirlerde yaşar ve hem bana hem de kızıma, aşk doluşiirler yazarken tek başıma büyüttüğüm kızıma ilk öğüdüm olurdu: kadınların canını yakar şairler, doğa gereği.
Hatırlıyorum hallerimi de, resmen çocukluk. Dersteydim mesajı aldığımda. Biliyorum daha sürer o evden çıkması. Ama o heyecan bastı bir kere beni. Dersin ortasındayız, kalktım ayağa. "Tiçır" dedim, "ay hef tu go". "tu ver?" dedi ama, sanane lan işte gavur, gidiyorum ben. Gittim de.
Hemen benim yurdun aşağısına ayarladığım misafirhane yurdunu tekrar kontrol ettim. Bir sorun çıkmasın diye. Zaten aslına bakarsanız o iş yalan, oda arkadaşım yok o aralar, benim odamda yatacak. Ihım ıhım, neyse efendim.
- Arkadaşım birkaç saate gelir, herhangi bir sıkıntı yok değil mi?
+ ismi nedir?
- O-x.
+ Hayır. Kaç gün kalacak o yazmıyor yalnız.
- Belli değil. Ben 3 gün demiştim ama, boştur zaten sanırım.
+ Boş boş şimdilik, istediği kadar kalır.
+ Kalır tabi, nolacakkk ya..
Öyle bir tonlama yaptım ki sanırım, kadın da durumu anlayıp güldü bana. O gülünce bende güldüm. Tanımadığım kadınla gülüşüyoruz.
Hanımefendi ile durumumuz şu;
#t=17 sevgili sözlük ^^
Yalnız hanım arkadaşlarınızın odalarında bulunmanız yasak biliyorsunuz değil mi diye eklemeyi de unutmadı.
Biliyorum tabi dedim, son derece ciddi.
Çıktım, zaman öldürdüm. Kafeye gittim. Çimlere geçtim. Odama çıktım. Hemen iki oyun attım zaman geçirmek adına. Aradı.
"Lan! neredesin?" diye açtım telefonu. Öküz castielaoh.
"Lan! az kaldı dur, beni arkadaşıma bırakın dedim, taksi parası da beleşe geldi. muahaha." tencere - kapak.
Bu duyguyu anlatmak istiyorum, yazıya dökmek istiyorum yani ama. Ama o kızın bana 10 dakika aralıksız sarıp bırakmamasını anlatacak kelimelerim yok. Cidden yok. Aslına bakarsanız size detaylı anlatacak kadar hatırlayamıyorum da. Geceye kadar fazla konuşmadığımızı hatırlıyorum, öylece oturduk çimlerde. Hangi kelimeyle anlatırsın o günü derseniz, o kelime huzur olur sanıyorum.
Tabi asıl mesele gece başladı. Gece dediğim de sabaha doğru yaklaşıyoruz. Kız da yorgun. Uyumak istiyor ama söyleyemiyor farkındayım. Gözler çöktü. Sordum:
- "Uykun geldi mi?"
Evet bile diyemiyor.
- "Gelmiş gelmiş. Hadi gel yerleşireyim seni." dedim, kaldırdım.
Peki nereye götüreceksin castielaoh diye soruyorum kendime, tam o sırada kendisi soruyor.
- "Nereye gidiyoruz?" - Mahçubiyeti görmeniz lazım.. -
+ "Oda ayarladım sana benim yurtta. Bu da anahtarı bu arada." Anahtarı veriyorum.
Ben anahtarı verdim, o da aldı tabi.
Çok büyük ikilemlerde kaldım ama. Şimdi "Gel bana" demeli miydim? Yoksa ayıp mı olurdu? Herhalde ayıp olurdu. iç dünyam şöyle hesaplaşmalarım içindeydi;
"Kız biraz da muhafazakar tabi. Yok oğlum yok öyle denmez. Hayvan, iki dakika insan ol. Aklın nereye kayıyor hemen.
Ne alakası var abi? Ondan mı diyorum ben? Gelsin benimle uyusun diye söylüyorum.
Yav he ondan söylüyorsun.
ya kes hadi.
uzatma."
Muhtemelen sizin de kendinizle konuştuğunuz bunun gibi deli anlarınızı hatırladınız. işte onlardan birini yaşıyordum. En sonunda karar verdim. iyi geceler dedim, öptüm, odasına yolladım.
Bilmiyorum ne düşünüyorsunuz, ben geri bakınca inanamıyorum. Olan olaylardan, yaşananlardan, zıtlıklardan sonra, bir günde aynı yatakta uyuyacak raddeye gelmek, bana biraz büyülü geliyor. O noktaya o gece varamıyoruz, ama fazla kalmamış gibi geliyor.
Benim uykularım biraz meşhurdur. Günde minimum 10 saat uykum var. Kalkmak istemezsem gerçekten hiç kalkmam. Ancak o gece uyuduktan 3 saat sonra ayaktaydım. 3 saat bile kaybedilmiş zamandı benim için.
Hemen attım mesajı
- Uyuyon mu hala tembel?
5 saniye geçti sanırım.
- Bana tembel diyene bak, çoktan uyandım ben.
O da benim gibiydi sanırım.
- "Yettim." yazıp indim aşağıya, tıkladım kapısını. Görevli de bakıyor tabi. Açtı kapıyı,
"Hadi" dedim "kahvaltıya.." "Dur giyineyim o zaman" dedi, gel de kapatayım kapıyı da dedi ayrıca.. ( *-* )
Tabi ki bu güzel planımızı arkamızdaki görevlinin ehem-öhöm-ohom'ları bozdu. Mesajı almıştık tabi.
Giyin bekliyorum ben dedim.
Döndüm gülümsedim görevli ablamıza, o da gülümsedi. ^^
Giyindi çıktı dışarı.
Derse gitmiyorum tabi bu sırada, o oradayken hiç gitmedim. "Ya benim yüzümden derslerinden geri kalma" diyordu ama baştan aşağıya yalan, gitsem triplerden kurtulamazdım.
Kahvaltıya gittik, yakındaki bir kafeye. Komedi o zaman başladı tabi.
O zamanlar motorum vardı, ama biz yine de taksiyle gidiyorduk. Niye? Çünkü hanımefendi motorun üstünde beni birisi görürse beni gözüne kestirir diye korkardı. Bir de binersen ölürsün, tehlikeli alet o derdi o kenafir gözlerini aça aça. Direk korkardınız, binesiniz gelmezdi.
Neyse, oturduk efendim kafeye, verdik siparişleri. O küçük haliyle uyum içinde kepek ekmeğine tost istedi, ben omlet, kahvaltı tabağı, yanına bazlama tost falan ne varsa söyledim tabi.
"Beni de ye" dedi.
"Bakarız bu gece" dedim. Ne terbiyesiz adamsam artık. ^^
Tam yemekler gelmek üzereyken, ne olsa beğenirsiniz... Annem, iş arkdaşıyla beraber geldiğimiz yere girmesin mi?
Benden bir "hassiktir" çıktı okkalı.
"N'oldu be?" dedi.
"Annen beni tanısın sever demiştin ya hani"
"Ee"
"Düşünceni test etmek ister misin?"
O durumu kafanızda canlandırabilirsiniz, hani birinin arkasından konuşursunuz, o sırada birini gözlerini açar, "yapma lan yapma" der, siz de anlarsınız, o kişi arkanızdadır ya, "O"nun yüzü o şekle girdi işte. Elini ağzına götürdü. Tam bir eyvah görüntüsü.
"Napçaz" dedi.
"Kalkarsak hemen görür, bakalım nereye oturacaklar"
annemde 6. his değil 26.his var. Onu düşündüğünüzü hissetse, nereden düşünüldüğünü falan anlar o noktaya bakar. Öyle birisi.
Bununla ilgili bir program izlemiştim. Bir gümrük memuru, mükemmel bir başarı yakalıyordu, kim ne zaman kaçak mal geçirmeye çalışsa, adam onu yakalıyordu. Bu adamın üstünde bir deney yapmışlardı. Diyelim bir mal kaçıracaksınız, etraf aranırken ne düşünürsünüz? Eyvah inşallah orayı aramaz, inşallah oraya bakmaz dersiniz değil mi? işte bu adam bunu anlıyordu.
Kaçakçı kılığında deney yapan insanlar o noktadan geçtiler. Ne zaman "oraya bakmaz umarım" dediklerine memur onları yakaladı.
Eğer annesini, karısını, işini düşünerek geçtiyse o noktadan, memur hiçbir zaman bulamadı kaçak eşyaları.
Neyse uzatmayayım, annemde böyle bir durum var sanırım.
Annemin iş arkadaşı, benim çok sevdiğim bir abim beni gördü. Göz göze geldik. Tam "Lan napıyon" diyecekken, yanımdaki kızı gördü. Bu kişi benim en beğenilen entrylerde birinci sırada olan itirafımda yanımda bulunan kişi bu arada. Nasıl yusuf yusufum görmeniz lazım sevgili okur. "Aman abi sus çaktırma" mesajını veren şekilde gözlerimi açtım ona baktım. Anladı.
Hemen onları göremeyeceğimiz bir masaya oturttu onları. inanır mısınız biz o şekilde kahvaltımızı yaptık. Ama konuşamadık bile, sinir stres oldu kahvaltı. Zaten hızlıca yiyip kalktık.
O geceye kadar farklı bir şey yapmadık sözlük. Sinemaya geçtik. Gittik hani şu oyun salonlarında bir masa olur, yuvarlak yassı bir topla maç atarsınız. Gittim onda ezdim kendisini. Hırslıyım oyunları bilerek kaybedemem...
Geceye kadar da zaman öldürdük. Tabi zaman öldürmek doğru bir tabir mi, bence değil. Çünkü öyle hissetmiyorsunuz.
Hissettiğiniz şey, "ben daha önce hiç zamanımı kullanamamışım" oluyor. Yani o kişiyle hiçbir şey yapmadan geçirdiğiniz zaman, aslında geçirdiğiniz en kaliteli zaman oluyor sizin için.
Gece olduğunda, bu sefer planlarım farklıydı. Uygulamaktan da hiç çekinmeyecektim.
Gece karanlığında aklımda tek soru vardı.
"Şimdi ben bu kıza ne desem?.."
istiyordum ki yanımda uyusun sevgili okur, ama öyle pat diye söylenmez bu. Ya da söylenir mi? En azından ben utanıyordum yani.
Yanımda oturmuş, anlatıyor da anlatıyor. Ben bir bahane bulmaya çalışıyorum, o ise durmadan anlatıyor. Hayır bakın, anlatsın, yıllar boyu anlatsın, zevkle dinlerim, ama bahane düşünmeye çalışıyorum ve söylediği her kelime düşüncelerimi baltalıyor. Aynı zamanda dönüp, " Sen dinlemiyor musun beni?!?!? En son ne dedim " tarzı bir trip yememek için de dinliyor taklidi de yapamıyorum. Gerçekten dinliyorum yani. Yazarken geldi aklıma sahne, buyrunuz benim o anki halim;
Velhasıl kelam, benim uğraşlarım boşa gitti. Bulamadım efendiler bir bahane, gerçekten bulamadım. Biraz daha oturuverdik, en sonunda baktım esnemeye başladı.
- Uykun mu geldi?
(Uzatmıycam buraları, zira uykusu olsa da yaklaşık 20 kere inkar etti. En sonunda kabul etti.)
- Evet.
- E hadi uyu o zaman, yoruldun sen bugün..
- Öyle boş boş uyuyasım yok. ( Bak bak cümleye bak, şu giriş cümlesinin saçmalığına bakın sözlük!)
- Nasıl yani?
- Bi film falan izleyerek mi uyusam acaba?
- Ha. Evet mantıklı olabilir. Ama öpüşmeli bölümler çıkarsa hemen atla oraları tamam mı kızım?
- Geri alıp alıp izlerim.. Ama bilgisayarım yok ya yanımda. ( Artık ne desin diyorum şimdi düşününce..)
- E tamam veririm benimkini kalsın sende, sabah getirirsin. (Vay gerizekalı ben vay..)
Yüzüme şöyle, "ay sevdiğim bir gerizekalı" ifadesiyle bakmaya başladı desem, sanırım aBartı olmaz. Hani "neyi anlamadın artık acaba, sana yardımcı oluyorum burada." demek istiyordu.
Anladım tabi. Hemen havada kaptım sözlük! ^^
- Ya da gel beraber izleriz olmadı.
Benim sorunumu kendisi çözmüştü.
Fikri de çok beğendi tabi.
- Tamam! Ne izliycez seçtin mi? Ya korkunç olmasın şimdi, böyle gerilimli falan da olmasın. Senin o zombi filmlerinden de bıktım, onlar da olmasın. Kısaca sözlük, benim geri kalanında duyduğum şey; vir vir vir vir..
Birde tabi, "o"YU odaya sokma maceram var ki, O da ayrı uğraştırdı. Yukarıda katta oturanlar, (yurdumuz karma idi ama, sadece bina olarak karma, erkek ve kız katları ayrı), içeride gezenler, dolaşan görevliler ve aşağıdan kamerayla izleyenler var. Ben ise, öyle bir an seçmeliydim ki, bunlardan hiç biri o an bizi görmemeliydi. Kata çıktım, 5 dakika bekledik, kimse kalmadı. Görevlilerin temizliğinin bitmesini bekledik, en azından sürpriz faktörü dışında bizi görmezlerdi. Böyle olunca, kapıyı açtım, kafayı şu şekil uzattım içeri; https://galeri.uludagsozluk.com/r/656485/+
Kimse yoktu, fırsat bu fırsat, "gel" dedim, tam yanıma geldiğinde odasından bornozla biri çıkmasın mı.. Adam rahat ama sevgili sözlük, bornoz var falan da, öyle afedersiniz sallıya sallıya gidiyor. Arkadaş "O"yu mu çıkarayım, gözlerini mi kapayım kızın, döner bakarsa sıçtık onu mu düşüneyim.. neyse binbir dertle kıyıdan köşeden soktum onu odaya. Kamera faktörü ise şansa kalmıştı, o ara bakmayacakları tutmuş..
24'e 5 dakika sonra başlayacağım, kısa kaldı diye kızmayınız.