bilerek veya bilmeyerek,
zamanı geldiğinde bildiklerimi bildirerek,
hatta bildiğimi sanarak, oyalanarak gidiyordum.
yolun yorulduğum yerinde,
yol olan bedenlere bakarak yürüdüm... Gittim,
çok kez gittim,
çok gittim.hiçbir şey olmadı başında,
sen olmadın sonunda.
yol bitti kapandı mevsimler...
anladım,
oyalanma savaşıydı bu.anladım,kör yarışıydı.
gidiyorduk, gidiyordum, gidiyordun...
merkezinde hiç olan bir yolculukta,
yolcuyu oynuyorduk.
acı mı, vardı, var...mutluluk mu, o da vardı, var...her şey var,
aslında hiçbir şey yok.
hiçbir şeyli, hiç oyuncuların salaklığına,
salaklığıma tanığım.
17 yaşında üniversitenin ilk günü gördük birbirimizi. iki yıl sonra tekrar karşılaştık. sonra okulca tura katıldık. gece bar da elini bana uzattı "dans edelim mi" diye, elini tuttum. 14 yıldır beraberiz. 10 yıldır da evliyiz, bir de kızımız var.
geçen yolda yürürken eli kitap dolu bi kızın bütün defterleri yere düştü. eğilip defterlerini kıza vermek isterken 'benim elimdekilerin hepsi kitap beyefendi, içlerinde defter yoktu hiç.' dedi kız.
eğer elindekiler defter olsaydı birbirimize aşık olabilirdik. öyle baktı bana sanki.
güzel bir seksle son bulan hikayeler dizisi. o seks olmazsa işte böyle ağlak ağlak aşk meseleleri geçer başınızdan. ama aşık olduğunuzu düşündüğünüz kişiyle seks yaptıktan sonra dahi aşık kalmışsanız sizinkisi aşk değil saplantı demektir. hasılı aşk bir çeit kimyasal-nörolojik-psikolojik bir olaydır maddidir (kısmen) yani. üzerinde fazla durmak bile zaman kaybıdır.
Kendimle bayağı bir münakaşa ettikten sonra yazmaya karar verdim.
Efenim 2011 haziran ayları geçen yaz işte. Facede bursalı bir arkadaşımla konuşurken bir arkadaşı gözüme takıldı girdim fotoğraflarına bakıyorum falan ama nasıl tatlı nasıl sempatik birşey. Hergün bu olay tekerrür etmekte tabii ben hep bakıyorum hep bakıyorum derken beğendim birini. Ertesi gün eklemiş ben uçuyorum tabi neyse konuşmaya başladık derken herşey harika gidiyor muhabbetlerimiz çok güzel bende balıkesirli olduğumdan bir kaç haftaya balıkesire gideceğim. Bursa ve balıkesire çok uzak bir yerde yaşadığımdan o da geleceğime seviniyor e balıkesir bursa arası pek yok. Neyse numaralarımızı alıyoruz o gün geliyor ben yola çıkıyorum bursadan aktarmalı gideceğimden görüşebileceğiz ama bu evreye kadar muhabbet ilerlemiş durumda tabii birbirinden hoşlanan ve bunu bilmiyormuş ayaklarına yatan iki dost misali. Sonunda bursaya varıyorum ve uzun bi bekleyiş ardından 'o' geliyor. Ahh o bursa terminali.. neyse adımlarımız hızlanıyor ve sonra koşarak birbirimize aynı anda sarılıyoruz sanki senelerdir sevgiliymiş ve birbirimizi çok özlemiş gibi uzun uzun bakışıyoruz konuşuyoruz herşey bambaşka oluyor ve vedalaşıyoruz balıkesir otobüsüne biniyorum ben gidene kadar ardımdan bakıyor ve nedense ikimizde tebessümlerle ağlıyoruz. Giderkende mesajlaşıyoruz ve birbirimize ilan-ı aşk malumunuz. Sevgili oluyoruz..Herşey harika herşey rüyalar aleminde herşey aşk kokuyor tabii. Sürekli bandırmadayız her yerini geziyoruz hep birlikteyiz ailemle tanıştırıyorum ben bursaya gidiyorum orda da geziyoruz eğleniyoruz hep geziyoruz vs doğum günümü birlikte kutluyoruz o akşam içiyoruz 'o' bana kumsalda şarkı söylüyor başı omzumda biraz sarhoş.. Sürekli bursa terminalini aşındırıyorum o da balıkesir.. Ve bir sebepten ayrılmamız gerekiyor bende o hafta yaşadığım yere dönüyorum ve yine bursa aktarmalı. otobüsten iniyorum terminalde geziyorum ilk sarıldığımız yer banka oturup aptal gibi gelmesini bekliyorum bir sigara içip bursa havasını da ciğerlerime çekip otobüse biniyorum. Sonralarda da hep konuşuyoruz tartışmalar, seni seviyorumlar, kavgalar ama olmuyor.. 'o' başkasıyla çıkıyor ve ben hala etkisindeyim o zamandan bu yana kimseyi sokmuyorum hayatıma ama 'o' hala o aptal kızla birlikte. bizim fotoğraflarımızın yerini o kız alıyor. bursa terminali.. daha çook geleceğim merak etme . hikaye burda bitiyor işte.. tamam ağlamıyorum.
ilkini anlatayım önce. normalde önce ilki anlatılır değil mi? hı hı evet. hemen herkesinki gibi, benim ilk aşkım da çocukluğuma tekabül ediyor. dilerseniz önce çocukluğuma çıkalım, sonra da sevişiriz.
bakın, işte orda. çocukluğum... sabah gözümü açar açmaz, canım kenar mahallemin dar ve sanki sonsuza gider gibi uzun sokaklarına fırlayıp, birçoğu kısa donlu, birçoğu sümüklü ve kirli, her an kavgaya hazır ve her an her şeyi yapacak kadar tehlikeli akranlarımla, türlü türlü oyunlara daldığım çocukluğum... evet evet, ta kendisi. bak işte yine topumuz kaçmış ırza emminin bahçesine, neden herkes bana bakıyor yine? yahu ama yeter, her zaman da bana güvenmeyin arkadaş, bir kere de bir başkası alsın... offf, iyi be tamam... ulan yine bana kaldı ihale. bu adam da tam bir manyak he, yahu insan bahçe duvarına cam kırıkları yerleştirir mi? neymiş efendim 'mahallenin piçleri ağaçlarına zarar veriyormuş...' öldürecek bizi şerefsiz. ulan çocuğuz biz be! ayrıca sen ne yaparsan yap ırza emmi, biz her halukarda dalarız kütür kütür eriklerine, her gece tüneriz al al kirazlarına... (kiraz ağacında hiç gömleğim yırtılmadığı için üzülmüşümdür hep, lakin çok ishal olmuşluğum vardır daha inmeden tepesinden...)
aha dondurmacı geçiyor! üç tekerli küçük arabası, kapkara boynuna astığı ıslak havlusu ve eriyip dökülmesin diye alelacele yalayıp yuttuğumuz ve ekseriyetle külahının altından ısırıp emdiğimiz o enfes dondurmasıyla, çocukluğumdan sonra da zaman zaman hatırlayıp tebessümle andığım dondurmacı.
80 yaşını devirmiş olmasına ve günde en az iki paket birinci içmesine rağmen, hala bir çocuğu kulağından tutup ayaklarını yerden kesecek kadar diri ve şerefsiz olan ırza emmi'nin kırış kırış yüzünü, ve dişsiz ağzından dökülen fakat hiçbir şekilde anlaşılmayan sin kaflı cümlelerini, bir bir anımsıyorum şu an ve yine aynı yerinden acıyor kulağım.
neyse, devam edelim;
işte bir mahalle maçı... hep düşünmüşümdür büyüdükten sonra; haddizatında aynı mahallenin çocuklarıydık karşı takımla, kimileriyle belki birkaç sokak vardı aramızda, kimileriyle de yer yer sosyal ve ekonomik kot farkı. peki neden mahalle maçı derdik maçlarımıza? neden bazen ev sahibi olur, bazen de deplasmana giderdik? her neyse.. ne de olsa sonunda hep biz yenerdik, kavga çıktı diyelim, e hep biz döverdik. (bu dayak olayına; karşı takımın tartışmalı pozisyonuna 'gol yauv' diyen, mahallenin 'kuran kursundan kaçmayan' tek çocuğu, doğruluk timsali, bacak kadarken bile vicdan sahibi olduğu için alayımızı ifrit eden kendi adamımız da dahil!)
acımasızlıkta son nokta; yendiğimiz takıma aldırdığımız kolaları, aldırış etmeden içerdik gözlerinin içine baka baka. birer gaddar kerim, birer erol taş kesilirdik adeta. fakat tüm gaddarlığımız, bir pipetle ağzımızdan girip, geniz yoluyla yemyeşil sümüklere karıştıktan sonra, kahkahalar eşliğinde burnumuzdan fırlayan leblebi tozuna kadardı.. sonrasında yer ile yeksandı tüm karizma... neyse ki, istediğin kadar şişir patlat, ağzına yüzüne yapışmazdı big babol, ve fruko'dan on yüz milyon baloncuk yutmak bile, yerini tutmazdı; öğle arası anneye görünmeden mutfağa dalarak, üzerine tuzla sarımsak sürdüğümüz ve en az kendi boyumuz kadar olmasına rağmen (o zamanlar gramajı büyüktü ekmeklerin. çok büyük...) şaşılası bir kuvvetle taşıdığımız salçalı ekmeklerin.
ulan be... yine elimde ekmekle yakalandım sevda'ya. üstelik saçlar da limonsuz. sevda... aa lan bir dakika, bu kız konu başlığımız oğlum. çocukluğa dalıp gittik amısına koyyim. burda etkili bir giriş olmalıydı. ıhımm, baştan alalım sevda'ya girişi...
ve tam ben elimde kocaman ekmekle sokağa çıkmışken, o göründü. sevda...
ilk aşkım, ilkokul aşkım, ilk okulu aşkın, aşktaki ilk dersim ve ilk sınıfta kalışım... isalet diye bir kız vardı, kendisi çok güzel fakat adı tuhaf olan bu kızı, hem adını yadırgadığım için, hem de sevda aşırı derecede türkan şoray'a benzediği için, onu erzurum'lu hamza'ya hediye edip, sevda'ya aşık olmuştum. toplamda 5 yıl süren ilkokul hayatımın 4 yılı boyunca sınıf başkanıydım. badem bıyıklarım ve atarlı sözlerim yoktu, üstelik kimseciklere makarna veya kömür yardımı da yapmamıştım ama her iki kişiden biri oyunu bana verirdi. işte bu dört yıl süresince bir kez olsun yazmadım sevda'nın adını kara tahtaya. hep kalbime yazdım, yanına attığım sonsuz çarpılarla...
hayır bir de çok koyu ferdiciydim o zamanlar. ne zorum vardıysa, ilkokul veledi halimle ferdi dinlerdim inil inil. aşırı arabesk ve feci duygusaldım daha çocuk çağımda. bir kızı 'huzurum kalmadı'yı söyleyerek etkilemenin imkansız olduğunu çok sonra anladım tabii...
gözü sarı mustafa'dan başka kimseyi görmezdi sevda'nın.. her dansa davet oynayışımızda mustafa kapardı sevda'yı, daha doğrusu sevda kalkmazdı ondan başkasıyla. sürekli bir bahane bulup döverdim mustafa'yı. fakat gücüm yetmedi; ilkokuldan sonra sevda'yı kapan osman'a. osman mahallenin belalısıydı, çete reisiydi sözümona. zaten okullarımız ayrılmıştı, mahalleden de taşınınca bir daha görüşmedik sevda'yla. bir keresinde okuluna gidip çıkışa kadar beklemiştim de, çıktığı gibi psikopat osman'ın koluna girince, huzurum kalmadı'ya kaldığım yerden devam etmiştim. iki çocuğu vardı en son haberini aldığımda ve sürekli dövüyormuş dedilerdi kocası. allah yardımcısı olsun...
ortaokulu imam hatipte okuduğum için herhangi bir dişi varlıkla münasebetim olmadı. kız görmeye komşu okullara giderdik öğle paydoslarında. bu sebeple gelelim selda'ya. selda... esmer güzeli selda... yalnızca bir harfi değişmişti aşkın liseye başladığımda. aşktaki performansım yine aynıydı tabii. kıza çıkma teklif edeceğim diye, yavaş ve ürkek adımlarla tam üç tur attık okulun etrafında. saçlarım yine limonlu ve yüzüm kıpkırmızıydı, birkaç öküzün; üçüncü kattaki sınıfımızın penceresinden 'daha söyleyemedin mi lan ahmet? huahahahaha' diye böğürdüğünde.
üçüncü turun sonunda, biraz iman gücü ve birkaç öküzün de yardımıyla nihayet söylemiştim, heyhat! üçüncü haftanın sonunda da terk edilmiştim. selda biraz şeydi.. hmmm, hani böyle şey gibi.. oynak, fingirdek, orospuuaaaaaa. orospu seldaaaaaa. amına koduğumun kızı. benden ayrıldığının ertesi günü, okul takımının en piç, en artist, en şerefsiz, en veledi zinası hüseyin'le sınıfa kapanıp yiyişmişler. müdür yardımcısı yakalamış bunları, tüm okul çalkalandı. lan zaten bir tuhaf ayrıldıydık biz bununla. sen çok sıkıcısın demişti bana, bir kere bile elimi tutmadın, öpmedin demişti... lan ben ne bileyim öpmeyi falan, tövbe haşa, öpmek, ellemek şöyle dursun, o zamanlar kızın gözüne bakmaya çekiniyordum ben, çıplak hayal etmek bile ayıptı, yasaktı. kenar mahalle bebesiydik la biz, ağır abiydik olum, koyu ferdiciydik, yakışır mıydı lan bize?
ama hüseyin sağ açık oynardı, çok yakışıklıydı ve ferdi dinlemezdi. o yüreğini dinlerdi, sikinin götürdüğü yere giderdi. götüne koyayım senin hüseyin...
lise bitti. bir ay sonrasında radyocu oldum... nasıl oldum? anlatayım;
birkaç paragraf yukardaki çocukluk dönemlerimde bile çok meraklıydım radyoculuğa. o eski teyplerin kırmızı kayıt düğmelerine basarak, hakan peker kasetlerinin üzerine kendi sesimi falan kaydederdim. (ferdi kasetlerine yapılır mı lan! hööytt!) bu merakım liseden sonra da devam etti tabii. benimle yaşıt teyzeoğlu kayseri'nin yerel radyolarından birinde program yapıyordu. ben de ara sıra yanına gidip imrenerek takılıyordum öyle. sonra kendisi ansızın (halen teşhisi konulamayan bir hastalıktan ötürü) ölünce, bu konudaki hırsım ve hevesim daha bir arttı. vardım dayandım radyo fm'in kapısına, sevgi abla açtı kapıyı, 'daha önce bir yerde çalışmadıysan gel lan ben seni kendi ellerimle yetiştireyim' didi baa. işte o günden sonra ferdi babadan uzaklaşıp, ilhan irem'lerle, mfö'lerle, yeni türkü'lerle, bora öztoprak'lar, bülent ortaçgil'ler, zuhal olcay'lar, leman sam'lar, nazan öncel'ler, umay umay'lar, harun kolçak'lar, yıldız tilbe'ler.. ve daha bir sürü ler, ler, lar larla tanıştım. eray'la düşler sokağı diye bir program yapardım geceleri, böyle şuh bir sesle şiirler okuyup romantik şarkılar çalardım -ki benim bile kendime veresim gelirdi bazen-
telefonlarla ve radyo smsleriyle gelen abartılı övgüler, ahlaksız teklifler, akabinde kırdığım cevizler, fındıklar... bambaşka biri olmuştum. içimdeki hayvan meydana çıkmıştı. karşı cinsten herhangi birini, sadece birkaç cümleyle etkileyebiliyordum. radyocu olmak, herhangi bir çaba sarf etmeden bir kadını elde etmek anlamına geliyordu o zamanlar. halen de ekmeğini yerim lan. yok efendim sesin çok güzel, yok efendim bu konuşan sen misin? ayh bana bi şarkı armağan etsene, ayh yarın boş musun?
böyle bir rüzgarla -aşka değmeksizin- tenden tene savruldum bir müddet. taa ki fatma'yı gördüğüm o güne kadar...
büyüdüğümü varsaydığım zamanlarımdaki ilk aşkımdı fatma, hani aklı selim bir adam olmaya başlarken tanıdığım. o yüzden sevda'yla selda'dan değil de, fatma'dan başlarım biri sorduğunda anlatmaya.
bir akşam radyoyu ziyarete gelen bir dinleyicim olarak karşıma çıktı ve ömrümün tam altı yılını 7 fatma. kumraldı, bembeyaz bir teni ve küçücük bir burnu vardı. çok güzel gülerdi, çok kötü şarkı söylerdi, elleri yumşacıktı, boyu 1.70'ti beni her sevdiğinde tüy gibi hafif, bana her kızdığında taş gibi ağırdı. bir günü bir gününü tutmazdı fatma'nın, ayak üstü 1458752169 yalan söyler, dakikada 54621289556 asılsız hikaye uydurur ve saniyesinde inanılmaz bahaneler bulurdu. ikizler burcuydu, ikizler burcuydu, ikizler burcuydu, ikizler burcuydu, ikizler burcuydu, lan takıldım gene...
bugün yalan söyleyen bir kadını aldığı nefesten tanıyorsam, fatma'nın sayesindedir. ömrümün tam altı senesini 7ğini söylemiştim. dile kolay, tam altı sene. altı kere terk etti beni, ben olduğum yerde durdum, o gitti dolaştı bir yerleri, sonra geldi geri. bir keresinde bile niye geldin? demedim, köpek gibi seviyordum çünkü, her gelişinde kabul ettim. bu yüzden her gidişinde biliyordu istediği zaman geri dönebileceğini.
tabii bu altı yıl içinde biraz daha büyüdüm, biraz daha değiştim. -burda mesaj var!- ''bir erkeği olgunlaştıracak tek şey, karşılıksız aşkla sevdiği bir kadındır!'' sonuncu dönüşünde gelişine vurdum, kendi kalesine voleyle gol atan takoz recep gibi.. güzel bir goldü ama sevinemedim...
hamileymiş şimdi, belki ben bu entryi girerken kendisi doğuruyordur, kim bilir. onun da kocası dövüyormuş, ayrılacaklarmış diye duydum. lan benim ahımı alan kadınlara bir şeyler oluyor ama hayırlısı...
sonra fulya var. gerçi ona pek aşk denemez ama ne bileyim.. sevmiştim onu da. çok güzel hatundu, tanıştığımız sanal ortamın en taş hatunlarından. çoh zor olum bu gız dedilerdi, haklı çıktılar. birkaç saat dil dökmek zorunda kalmıştım. boğa burcuydu kendisi, ve boynuzlarını kendine münasip görmemiş olacak ki, bana taşıtmayı tercih etti. bir sözlük zirvesinde başlayan hikayemiz, bir msn penceresinde son buldu. canı sağ olsun. ben bir şey demiyorum, evlenince kocası dövecek nasıl olsa, ehühehehüehehe. ayh hunim düştü.
ya ben çok aystiğ içiyorum biliyonuz mu. günde 19 litre falan içiyorum yani. çünküm çok güzel oluyor şeftalililililili.
sonra... bir de sonrası var tabii. o da bende kalsın...