kaç kişiyi öldürdüm düşlerimde
kaç kilo çekerdi yalnızlık
kaç kere ezildim altında
yaz yağmurlarının
belki de palyaçolar ağlardı pazartesi sabahları
her sirk geldiğinde ağlamaklı olurduk
hep ağlamaklı olurduk gülünecek halimize
kim sevmezdi çiçekleri filan
"ben sevmezdim" dedim, "yalan" dedi
bunu palyaço söyledi,
palyaço söyledi ben yazdım
yazdım, yazmasam ağlayacaktım
herkes ağlarmış biraz, ben de ağladım
sırf bu yüzden mi ağladım
alçaklık gibi bir şey oldu bu biraz
biraz birazdım her şeyden
dün biraz sinirlenmiştim mesela
yarın bir kadını seveceğim biraz
biraz biraz kör oldum bügünlerde
ama rakı kadehlerini boşaltmayın
eksilmesin hiçbir şey
hiçbir şeyden dahi olsa
kalsın biraz
ii.
umursamıyorum yılgınlığımı filan
çünkü sessizce yaşanmalı her şey
bir devrim sesszce olmalı mesela
ve her sözcüğüne inanmalı bir palyaçonun
bir palyaço neden yalan söylesin ki
ben palyaço olsaydım söylemezdim
marangoz olsaydım da söylemezdim
ben insan olsaydım yalan söylemezdim!
hem nereden çıkardınız palyaçonun yalnızlığını
kaç kilo çeker ki bir palyaço
hem neden yüzüme vuruyorsunuz
bir çirkin ördek yavrusu olduğumu
gocunmam ki ben, ben gocunmam
bir palyaço ne kara gocunmazsa
o kadar, o kadar gocunmam işte
rakı doldurun! eksilmesin
iii.
bitmedi, yazacağım daha
yazmazsam ağlayacağım çünkü
alçakça olacak biraz
hem biz o zaman kimdik ki, nerelere giderdik
her sokakta biraz daha eksilirdik
bilirdim, geceleri puslu puslu olurdu bazen
bazen birisi fısıldarmış gibi olurdu
"duyamadım", derdim, "tekrar et!"
sessizliğe bürünürdü o vakit her şey
sokaklar daha bir puslu
palyaçolar daha bir ağlamaklı olurdu
ve ben daha bir alçak olurdum
ağlardım biraz
hem sen kimsin, çekiştirme diyorum
hatta kuyruğuma basma diyorum
acıyor, tırmalarım,-
diyorum
kahrol, kahrol!
diyorum
iv.
geçen gün yüzüme rastladım bir ilan panosunda
korktum birden, kusacak gibi oldum
"olur öyle" dedi palyaço,
"herkes alçaktır biraz"
"otur ulan!" dedim, bağırdım ona
ben bazen bağırırım biraz
"rakı doldur!" dedim, "eksilmesin!"
ben bazen eksilirim biraz
aslında hepimiz eksilirmişiz biraz
bunu sonradan öğrendim
ben aslında her şeyi sonradan öğrendim
herkes herkesi sonradan öğrenirmiş
bunu da sonradan öğrendim
örneğin;
geçen gün bir kadınla seviştim
biraz değil çok seviştim
ya işte öyle palyaço
diyorum ki,
bunu da yeni öğrendim
sevişmek de eksilmekmiş biraz
v.
kim sevmezdi ki kuş ötüşlerini filan
"ben sevmezdim" dedim, "yalan"
dedi
bunu palyaço söyledi
palyaço söyledi, ben yazdım
yazmasam, alçak olacaktım
hem ben roman da yazdım biraz
bazen diyorum ki, palyaço,
sen olmasan ben ne yaparım
alçakça eksilirim belki biraz
her yağmur yağışında yerindi dibine girerim
hiçbir kadının kasıklarını öpemem belki
ya da unuturum sonradan öğrendiklerimi
biraz biraz anlıyorum ki,
yüzler eller, o terli vücutlar filan
her şey plastikmiş biraz
vi.
haydi sirtaki yapalım palyaço
rakı doldur, yine eksildik biraz
Güler, gülümser bir şakacı,
Güldürür, düşündürür,
Arada bir durur, gözleri dalar,
Neler söyler, neler susar..
Yoksa, çok acı bir şakayı
Şakadan da olsa,
Çok yalın bir karanlığa mı saklar..
Oynadığı oyunsa,
Yaşamda oynadığı,
Oyununu mu yaşar..
Oyunda yaşadığı,
Yaşamını mı oynar..
Yaşarcasına, oynarcasına.
Öyküler anlatır olmuşcasına,
Sonunu mutlu bağlar,
Gider evinde ağlar.
gozler onunde iste
gittikce ariniyorum kendimden
her giden guzellesir
gidiyorum guzellesmek icin
unutulsun diye cirkinliklerim
gelecek birisi guzeldir
gelince guzel degil
hele gelmisse cirkin
"yasam olum gelecek diye guzel"
ey guzeller guzeli bekledigim
kac saatim, kaç dakikam ya da saniyem
artık ne gelmek ne de gitmek
yasamin en zor yani beklemek
hicbirimiz beklemedik dogmayi,
çaresizliğin en amansız olduğu yerdeyim şimdi
ilk defa sevmenin tarif edilmez korkuları içindeyim
uykusuz gecelerin yorgun sabahlarında seni düşünüyor
ve korkularla yine sana doğru koşuyorum
hep aynı soru düşüncemde ya severse
o zaman neler olabileceğini düşünmek korkutuyor beni
ilk defa yenileceğimi anlıyorum
karşımda kendinden emin gözlerin, dudakların, ellerin bunu söylüyor bana
seni tanımadan geçen bütün yıllara lanet ediyorum
önceleri hiç bilmediğim adını, şimdi binlerce defa tekrarlıyor dudaklarım
gün oluyor bir tabloyu seyredercesine mutlu heyecanlarla doluyorum karşında
gün oluyor eski bir yunan heykelin ölümsüz güzelliğiyle büyülüyorsun beni
gözlerin gözlerime takılınca güçsüzlüğüm aklıma geliyor
beni sevmediğin sevmeyeceğin
o zamanlar öylesine yıkılıyorum ki bilemezsin
insan nasıl gökyüzüne baktığı zaman
bu sonsuz evren içinde küçük ve çaresiz bir yaratık olduğunu anlarsa
güzelliğinde bana aynı şeyleri düşündürüyor
gün oluyor mavilerde, gün oluyor kırmızılarda, gün oluyor karalarda yaşıyorum seninle
dudaklarında çıkan her kelime suya bir taş atmışçasına büyüyor içimde
nereye gitsen kulaklarımda o yarı karanlık çocuksu sesin
sonra kendine has kokun, kokuların en çıldırtıcısı, en tahrik edicisi
ve gözlerin
esmer bir akşamüstünün serin hüznünü getiren gözlerin
görebildiğim, duyabildiğim her şey bana seni sevmeyi söylüyor
uzaklaştıkça yaklaşıyor uzak
işin en kötüsü yaklaştıkça da uzaklaşmaktan korkuyorum
belki hiçbir zaman sana seni sevdiğimi söyleyemeyeceğim
ne sana nede senden başkasına
düşün ki çoğu zaman kendime bile söyleyemiyorum
sanki söylediğim anda her şey bitecek ve bu emsalsiz büyü bozuluver ilecekmiş gibi geliyor
bir insanın kendini aldatması ne güçtür bilirsin
bu sevmek korkusunun aslında çok sevmek olduğunu biliyor fakat anlatamıyorum
galiba asıl korku sevmek değil onun arkasına gizlediğimiz sevilmemek korkusu
küçük aldanmalarla kendimizi avutmaya çalışıyor
düştüğümüz bir çıkmazda bir teselli arıyoruz kendimize
belki de aynı korkular içindeyiz seninle, bir birimizden haberimiz yok
sevmek
seni alabildiğine sevmek
hiçbir şeyi umursamadan, bütün karanlıkları hiçe sayarak sevmek
tutmak ellerinden, o derinlere inmek, gitmek oralara, o yerlere
orda hep sen olmalı, seni yaşamak ve olduğun yerde bile
seninle sensiz olamamak
sonrada sensiz edemediğimi, edemeyeceğimi söyleyememek sana
susmak
susmak
korkudan ölünceye kadar
Mona Rosa. Siyah güller, ak güller.
Geyve'nin gülleri ve beyaz yatak.
Kanadı kırık kuş merhamet ister.
Ah senin yüzünden kana batacak.
Mona Rosa. Siyah güller, ak güller.
Ulur aya karşı kirli çakallar,
Ürkek ürkek bakar tavşanlar dağa.
Mona Rosa bugün bende bir hal var.
Yağmur iri iri düşer toprağa,
Ulur aya karşı kirli çakallar.
Açma pencereni perdeleri çek,
Mona Rosa seni görmemeliyim.
Bir bakışın ölmem için yetecek.
Anla Mona Rosa ben bir deliyim.
Açma pencereni perdeleri çek.
Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi,
Bende çıkar güneş aydınlığına.
Bir nişan yüzüğü bir kapı sesi.
Seni hatırlatır her zaman bana.
Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi.
Zambaklar en ıssız yerlerde açar
Ve vardır her vahşi çiçekte gurur.
Bir mumun ardında bekleyen rüzgar,
Işıksız ruhumu sallar da durur.
Zambaklar en ıssız yerlerde açar.
Ellerin, ellerin ve parmakların
Bir nar çiçeğini eziyor gibi.
Ellerinden belli olur bir kadın,
Denizin dibinde geziyor gibi.
Ellerin, ellerin ve parmakların.
Zaman ne de çabuk geçiyor Mona.
Saat onikidir söndü lambalar
Uyu da turnalar girsin rüyana,
Bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar.
Zaman ne de çabuk geçiyor Mona.
Akşamları gelir incir kuşları,
Konarlar bahçemin incirlerine.
Kiminin rengi ak kiminin sarı.
Ah beni vursalar bir kuş yerine.
Akşamları gelir incir kuşları.
Ki ben Mona Rosa bulurum seni
incir kuşlarının bakışlarında.
Hayatla doldurur bu boş yelkeni.
O masum bakışların su kenarında.
Ki ben Mona Rosa bulurum seni.
Kırgın kırgın bakma yüzüme Rosa.
Henüz dinlemedin benden türküler.
Benim aşkım uymaz öyle her saza.
En güzel şarkıyı bir kurşun söyler.
Kırgın kırgın bakma yüzüme Rosa.
Artık inan bana muhacir kızı,
Dinle ve kabul et itirafımı.
Bir soğuk, bir mavi, bir garip sızı
Alev alev sardı her tarafımı.
Artık inan bana muhacir kızı.
Yağmurdan sonra büyürmüş başak,
Meyvalar sabırla olgunlaşırmış.
Bir gün gözlerimin ta içine bak
Anlarsın ölüler niçin yaşarmış.
Yağmurdan sonra büyürmüş başak.
Altın bilezikler o kokulu ten
Cevap versin bu kuş tüyüne.
Bir tüy ki can verir gülümsesen,
Bir tüy ki kapalı geceye güne.
Altın bilezikler o kokulu ten.
Mona Rosa. Siyah güller, ak güller.
Geyve'nin gülleri ve beyaz yatak.
Kanadı kırık kuş merhamet ister,
Ah senin yüzünden kana batacak.
Mona Rosa. Siyah güller, ak güller.
ÇOCUKSUN SEN
Dünyanın dışına atılmış bir adımdın sen
Ömrümüzse karşılıksız sorulardı hepsi bu
Şu samanyolu hani avuçlarından dökülen
Kum taneleri var ya onlardan birindeyim
Yeni bir yolculuğa çıkıyorum kar yağıyor
Bir aşk tipiye tutuluyor daha ilk dönemeçte
Çocuksun sen sesindeki tipiye tutulduğum
Dönüşen ve suya dönüşen sorular soruyorsun
Sesin bir çağlayan olup dolduruyor uçurumlarımı
Kötü bir anlatıcıyım oysa ben ve ne zaman
Birisi adres sorsa önce silaha davranıyorum
Kekemeyim en az kasabalı aşklar kadar mahçup
Ve üzgün kentler arıyorum ayrılıklar için
Bir yanlışlığım bu dünyada en az senin kadar
Ve sen kendi küllerini savuruyorsun dağa taşa
Bir daha doğmamak için doğmak diyorsun
Ölümlülerin işi bir de mutlu olanların
Onların hep bir öyküsü olur ve yaşarlar
Bırakıp gidemezler alıştıkları ne varsa
Çocuksun sen her ayrılıkta imlası bozulan
Susan bir çocuktan daha büyük bir tehdit
Ne olabilir, sorumun karşılığını bilmiyor kimse
Kötü bir anlatıcıyım oysa ben ve ne zaman
Bir kaza olsa adı aşk oluyor artık
Aşksa dünyanın çoktan unuttuğu bir tansık
Seni bekliyorum orda, o kirlenen ütopyada
Kirpiklerime düşüyorsun bir çiy damlası olarak
Yumuyorum gözlerimi gözkapaklarımın içindesin
Sonsuz bir uykuya dalıyorum sonra ve sen
Hiç büyümüyorsun artık iyi ki büyümüyorsun
Adınla başlıyorum her şiire ve her mısrada
Esirgeyensin bağışlayansın, biad ediyorum.
fotograf cektirmek icin yan yana gelmis iki nesne degiliz biz
guvercin curnatasinda yan yana akan iki guverciniz
mesafeler birlestirdi bizi bir de sozler
razi olma hicbir sessizlige
biliyorsun seni seviyorum
pencereden bakmayi
ogretecegim sana
sesin
balkona asili camasircasina
havalansin, havalansin dursun
sokakta degil balkonda,
disari ciktigin zaman
romanini yastiginin altina sakla
siirini mutfaga koy
bos bir deterjan kutusu vardir nasil olsa,
oykunu yanina alabilirsin elbet
muzigini de, resmini de
Kulak verin sözlerime iyice,
Herkes öldürebilir sevdiğini
Kimi bir bakışıyla yapar bunu,
Kimi dalkavukça sözlerle,
Korkaklar öpücük ile öldürür,
Yürekliler kılıç darbeleriyle!
Kimi gençken öldürür sevdiğini
Kimileri yaşlı iken öldürür;
Şehvetli ellerle öldürür kimi
Kimi altından ellerle öldürür;
Merhametli kişi bıçak kullanır
Çünkü bıçakla ölen çabuk soğur.
Kimi aşk kısadır, kimi uzundur,
Kimi satar kimi de satın alır;
Kimi gözyaşı döker öldürürken,
Kimi kılı kıpırdamadan öldürür;
Herkes öldürebilir sevdiğini
Ama herkes öldürdü diye ölmez!!!
Münacaat / ismet Özel (Beni hüngür hüngür ağlatan şiirlerden)
Bu yaşa erdirdin beni,gençtim almadın canımı
ölmedim genç olarak ,ölmedim beni leylak
büklümlerinin içten ve dışardan
sarmaladığı günlerde
bir zamandı
heves ettim gölgemi enginde yatan
o berrak sayfada gezindirsem diye
ölmedim, bir gençlik ölümü saklı kaldı bende.
Vakti vardıysa aşkın,onu beklemeliydi
genç olmak yetmiyordu fayrap sevişmek için
halbuki aşk,başka ne olsundu hayatın mazereti
demedim dilimin ucuna gelen her ne ise
vay ki gençtim
ölümle paslanmış buldum sesimi.
Hata yapmak
fırsatını Ademe veren sendin
bilmedim onun talihinden ne kadar düştü bana
gençtim ve ben neden hata payı yok diyordum hayatımda
gergin bedenim toprağa binlerce fışkını saplar idi
haykırınca çeviklik katardım gökyüzüne
bir düşü düşlere dalmaksızın kavrayarak
bulutu kapsayarak açmadan buluta içtekini
tanıdım Ademoğlu kimin nesiymiş
ter döküp soru sormak nereye sürüklermiş kişiyi.
Çeşme var,kurnası murdar
yazgım
kendi avcumda seyretmek kırgın aksimi.
Gençtim ya,ne farkeder deyip geçerdim
nehrin uğultusu da olur,dalların hışırtısı da
gözyaşı,çiğ tanesi,gizli dert veya verem
ne fark eder demişim
bilmeden farkı istemişim.
Vay beni leylak kokusundan çoban çevgenine
arastadan ırmaklara çarkettiren dargınlık!
Yola madem
çöllerdeki satrabı yalvartmak için çıkmıştım
hava bozar,yüzüm eğik giderdim yine
yaza doğru en kuduzuyla sürüngenlerin sabahlar
yola devam ederdim.
Gençtim işte şehrin o yatık raksından incinen yine bendim
gelip bana çatardı o ruh tutuşturucu yalgın
onunla ben
hep sevişecek gibi baktık birbirimize.
bir kez öpüşebilseydik dünyayı solduracaktık.
Oysa bu sürgün yeri,bu pıtraklı diyar
ne kadar korkulu yankı bulagelmiş gizlerimizde
hani yok burda yanlışı yoklayacak hiç aralık
bütün vadilere indik bir kez öpüşmek için
kalmadı hiç bir tepe çıkılmadık
eriyeydik nesteren köklerine sindiğimizce
alıcı kuş pençesiyle uçarak arınaydık
ah,bir olaydı diyorduk vakar da yoksanaydı
doğruydu böyle kan telef olmasın diye çabalamamız
ama kendi çeperlerimizi böyle kana buladık
gönendi dünya bundan istifade
dünya bayındırladı:
Bir yakış,bir yanış tasarımı beride
öte yakada bir benî adem
her gün küsülü kaldık.
Bunca yıl bu gücenik macera beni tutuklu kılan
artık bu yaşa erdirdin beni,anladım
gençken almadın canımı,bilmedim
demek gökten ağsa bile tohum yürekten düşecekmiş
çünkü hataya bağışık büyük hatadan beri nezaret yer
çiğ tanesi sanmak ne cüret,gözyaşıymış
insanın insana raptolduğu cevher.
Şimdi tekrar ne yapsam dedirtme bana yarabbi
taşınacak suyu göster,kırılacak odunu
kaldı bu silinmez yaşamak suçu üzerimde
bileyim hangi suyun sakasıyım ya rabbelalemin
tütmesi gereken ocak nerde?
-
Şairin kendi sesinden:
MAVi BiR ÖLÜM/ ÖMER ÇELiK (insan şairin aşkına özeniyor)
Yine sana sesleneceğim
Senin kim olduğunu hiç bilmeden
Senin kim olduğunu en çok bilerek
isyankar zambakların çılgın nilüferlerin
Dört nala açan kiraz çiçeklerinin
Dudak kıvrımlarına yoldaş olacağım
Sarı bir hüzün kızıl bir gurur
Ve siyah bir öfkeyle konuşacağım sana
...........
Sana oklardan değil yaylardan bahsedeceğim
Gülün dikeninden değil
Gülleri ve dikenleri doğurmaktan yorulmayacağım
Topraktan söz açacağım
Akan su gelmeyecek kelimelerime
Suyu şefkatle kucaklayan damlaları dinlendireceğim
............
YiNE SANA SESLENECEĞiM
Senin kim olduğunu hiç bilmeden
Bilmek istemeden
.........
Alaattin'in sihirli lambasından çıkan cin bana gelseydi
Ve ne dilersem dilememi isteseydi
Hiçbir şeyi elde etmeyi dilemezdim
Bir şeyden vazgeçmek isterdim sadece
Hayatta birşeyden vazgeçmek lütfedilseydi
Bedeli herşeyim olsa bile
Sana seslenmekten vazgeçmek isterdim
Garip değilmi sana seslenmekten vazgeçtiğimi
Bundan hoşlandığımı düşünüyorsun belkide
Oysa sana seslenmek bütün hesaplarımı gördüğüm şu dünyadaki
Tek geride kalmış hesap benim için
Bu dünyadaki tek yük
Bu seslenişin kalbini avucumda tutabilmek
Kürek mahkumu için kürek neyse
Benim içinde sana selenmek o
Bir yandan gemiyi ufka ulaştırmanın tek yolu
Öbür yandan bileklerimden sızan kanların
Gönlümü işgale yönlendiği bir rotanın can suyu
Oysa ben sana kürekten değil gemiden bahsetmek isterdim
Atalarım bana kadınlara gökyüzünü
Gemileri ve yelkenleri anlatmayı öğrettiler
Sen kürekleri yağlı urganları
Geceyi siyaha gömen fırtınaları öğretmeye çalışıyorsun
Sana ellerimle dokunarak gözlerimle okşayarak
Göstermek istedim
Rüzgarla şişen beyaz yelkenleri
Ama senin vaktin yoktu
Ben bunu hiç anlayamadım
Kavmimin kadınları bana öğretmedilerki
Bazı kadınların beyaz apletlerden daha çok
Siyah apletleri sevebileceğini
.............
Sana sesleniyorum
Ve gözlerin bileklerimden parmak uçlarına
Toplanmış kan pıhtılarını seyrediyor
Kürekleri bırakamıyorum
Önce yücelttiğin sonra terkettiğin aşkın onuru için
Kalemi biran elimden düşürmüyorum
Ankara Kalesinin önünde
SANA SESLENiYORUM
..............
Benden kaçıp cennete gitmek isteseydin
Seni cennetin kapısına kadar götürürdüm
Bana gelmek için seni korkutan cehennem olsaydı
Cehennemle konuşur Seni ona anlatabilirdim
Oysa sen ne cenneti isteyebilecek kadar aşık oldun
Nede cehennemi isteyebilecek kadar ayrılık
Seviyorum seni ama dedin
Hoşçakal diye ekledin
Şimdi gitmeye mecburum
Belki yine gelirim, umarım gelirim
SON SÖZÜN OLDU
Cennet ve cehennemin dillerini
Savaş naralarıı ve aşk şiirlerini
Gazelleri ve boleroları öğreten atalarım
Senim sözlerinin anlamını öğretmediler
Hiçbirşey söylemeden gittin
Ayrılığın dilsiz olduğunu ben senden öğrendim
Dilsiz olanın yaşayabileceğini sen öğrettin bana
Ve kalemimle ilk defa yavan gözlerle baktın
Yine yeniden sadece sana sesleneceğim
Müebbet bir aşk dışında
Bildiğim tüm duygularımı terkedeceğim
SANA SELENECEĞiM YiNE
Seni sadece kuru bir sevgiyle değil
Derin bir hüzünle binlerce yıllık bir gururla
Ve pervasız bir öfke ile sevdiğimi duyuyormusun
Mütevazi bir sevgiyle değil
Küstah bir aşkla sevdim seni
Ben OSMANLI gibi
Kollarımın yetişmediği bir aşkı kucaklamaya çalışırken
Ölen köprülerin ülkesindeki Venedikteki son sancağı
Kışın üşümemek için şal yaptın kendine
Neden bilmiyorum özlemin artıyor içimde
Gün geçtikçe eksilir demiştim oysa
Atalarımın öğrettiklerinede ters düşsede
Sana inanırım bilirsin
Zamanla unutursun demiştim
Niye daha derinleşiyor öyleyse
Derinleşiyor özlemin
Ve gönlümde bir iç savaşta dökülen kanları
Coşturuyor ayrılık sözlerin
Öfkelerimin kararlılığını
Aşka katık ederek konuşacağım
Bedenim bu dünyayı terkedene kadar
............
Öyle sanıyorumki
Hüzünle ve acıyla pek barışık olmadığın için
Benden uzun yaşayacaksın
Benden sonra kelimelerim gelecek gönlüne
Onların benden geldiğini birtek sen bileceksin
Küstah bir aşkla seveceğim seni
Ben savaş ve ölümle haşir neşir olan
Kelimeler dışındakileri unutmaya gayret edceğim
Ömrün geri kalınında
SANA SESLENECEĞiM YiNE
Ben seni beyrut gibi sevdim ama
Sana ne Mağribi nede Manhatten'i anlatamadım
Bağdat ve Şam'ı işgale yeltenmişken
Venedik' ten gelen ihanet tarumar etti ordularımı
Sarı bir keder, kızıl bir kibir, siyah bir isyanla konuşacağım sana
Senin kim olduğunu hiç bilmeden
Ağlayan zambakların dudak kıvrımlarına yoldaş olacağım
Senin kim olduğunu en çok bilerek
Kavmimin bana vaadettiği tüm aşkları terkedeceğim
Müebbet bir aşk, Sarı bir hüzün
Kızıl bir gurur ve siyah bir öfkeyle konuşacağım
Bu dünyayı terketme müjdesi gelene kadar
..........
Hüznü, gururu ve öfkeyi bilseydin keşke
Hüznün beni aşan taşkınlığını
Gururumun binlerce yıl önceden miras kalmış hoyratlığını
Öfkelerimin hiç bir zaman sona ermeyecek ve azalmayacak kararlılığını
Anlayabilseydin
ANLATABiLiRDiM SANA
Seninle yaşana bir aşktan sonra
Ayrılığın ölüm bile olsa
MAVi BiR ÖLÜM OLACAĞINI
- Seyfullah kartal'ın yorumuyla:
ikimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım.
Şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından
Bebe dişlerinden güneşlerden yaban otlarından
Durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar
Şu aranıp duran korkak ellerimi tut
Bu evleri atla bu evleri de bunları da
Göğe bakalım.
Falanca durağa şimdi geliriz göğe bakalım.
inecek var deriz otobüs durur ineriz.
Bu karanlık böyle iyi afferin Tanrıya,
Herkes uyusun iyi oluyor hoşlanıyorum.
Hırsızlar polisler açlar toklar uyusun
Herkes uyusun bir seni uyutmam bir de ben uyumam.
Herkes yokken biz oluruz biz uyumayalım.
Nasıl olsa sarhoşuz nasıl olsa öpüşürüz sokaklarda
Beni bırak göğe bakalım.
Senin bu ellerinde ne var bilmiyorum göğe bakalım.
Tuttukça güçleniyorum kalabalık oluyorum.
Bu senin eski zaman gözlerin yalnız gibi ağaçlar gibi,
Sularım ısınsın diye bakıyorum ısınıyor,
Seni aldım bu sunturlu yere getirdim.
Sayısız penceren vardı bir bir kapattım.
Bana dönesin diye bir bir kapattım.
Şimdi otobüs gelir biner gideriz,
Dönmeyeceğimiz bir yer beğen başka türlüsü güç.
Bir ellerin bir ellerim yeter belleyelim yetsin.
Seni aldım bana ayırdım durma kendini hatırlat.
Durma kendini hatırlat.
Durma göğe bakalım...
Güzel bir gün olacak diye söz verdin de,
Niye böyle paltosuz yollara düşürdün beni?
Hain bulutlar yarı yolda ulaşsında tepeme,
Kara dumanlarıyla saklasınlar diye mi görkemini?
Bulutların arasından şöyle bir görünmen yetmez
Fırtına yemiş yüzümdeki yağmuru kurutmaya,
Bana kalırsa kimse o merheme merhem demez,
Yarayı iyileştirse de,kalan izi geçirmiyorsa.
Utanmışsın neye yarar,derdime derman olmadıkça,
Pişmanlık geri getirmez ki benim yitirdiğimi.
Hakaretin izi hep taşınacak olduktan sonra,
Ne kadar üzülse boş,yapacağını yapan kişi.
Ah ,ama aşkının döktüğü o gözyaşları,o incilerin hepsi;
Öyle zengin ki,onlar ödüyor tüm kötülüklerin fidyesini.....
Senelerce senelerce evveldi
Bir deniz ülkesinde
Yaşayan bir kız vardı bileceksiniz
ismi; Annabel Lee
Hiçbir şey düşünmezdi sevilmekten
Sevmekten başka beni
O çocuk ben çocuk, memleketimiz
O deniz ülkesiydi
Sevdalı değil karasevdalıydık
Ben ve Annabel Lee
Göklerde uçan melekler
Kıskanırlardı bizi
Bir gün işte bu yüzden göze geldi
O deniz ülkesinde
Üşüdü bir rüzgarından bulutun
Güzelim Annabel Lee
Götürdüler el üstünde
Koyup gittiler beni
Mezarı oradadır şimdi
O deniz ülkesinde
Biz daha bahtiyardık meleklerden
Onlar kıskanırdı bizi
Evet! Bu yüzden "Şahidimdir herkes ve deniz ülkesi"
Bir gece rüzgarından bulutun
Üşüdü gitti Annabel Lee
Sevdadan yana kim olursa olsun
Yaşca başca ileri
Geçemezlerdi bizi
Ne yedi kat göklerdeki melekler
Ne deniz dibi cinleri
Hiç biri ayıramaz beni senden
Güzelim Annabel Lee
Ay gelir ışır, hayalin erişir
Güzelim Annabel Lee
Orda gecelerim uzanır beklerim
Sevgilim sevgilim hayatım gelinim
O azgın sahildeki
Yattığın yerde seni...
Bir masaldı bu! Sen anlatırdın...
Miş'li geçmiş zamanlardan yokluğa uzanan
Dinle derdin:
Ateşi,yağmuru,güneşi dinle
Kekik kokulu dağlarda
Bir çoban kavalında saklı
Eski bir türkünün yakarışını
Alev alev bir yüreğin yanışını dinle...
Sen anlatırdın...
Yanmış bir türkünün ezgisinde
Diyar diyar dolaşan aşkları
Oysa
Yalınayak sevdalarım gezinirdi düşlerinde
Bilmezdin...
Düşlerin vardı
Asırlar öncesinden uykularıma süzülen
Ve gözlerin...
Her mevsim yeniden yeşeren
Kim bilir şimdi neresindesin zamanın
Hangi yüzyılın masalında saklısın
Belki bin bir geceli Şehrazatsın
Belki Babilin asma bahçelerinde
Çocukluğumun ellerinden tutmaktasın
Bir masaldı bu!
Hep sen anlattın...
Çocuktum...inandım...
Desem ki vakitlerden bir Nisan akşamıdır,
Rüzgârların en ferahlatıcısı senden esiyor,
Sende seyrediyorum denizlerin en mavisini,
Ormanların en kuytusunu sende gezmekteyim,
Senden kopardım çiçeklerin en solmazını,
Toprakların en bereketlisini sende sürdüm,
Sende tattım yemişlerin cümlesini.
Desem ki sen benim için,
Hava kadar lazım,
Ekmek kadar mübarek,
Su gibi aziz bir şeysin;
Nimettensin, nimettensin!
Desem ki...
inan bana sevgilim inan,
Evimde şenliksin, bahçemde bahar;
Ve soframda en eski şarap.
Ben sende yaşıyorum,
Sen bende hüküm sürmektesin.
Bırak ben söyleyeyim güzelliğini,
Rüzgârlarla, nehirlerle, kuşlarla beraber.
Günlerden sonra bir gün,
Şayet sesimi farkedemezsen,
Rüzgârların, nehirlerin, kuşların sesinden,
Bil ki ölmüşüm.
Fakat yine üzülme, müsterih ol;
Kabirde böceklere ezberletirim güzelliğini,
Ve neden sonra
Tekrar duyduğun gün sesimi gökkubbede,
Hatırla ki mahşer günüdür
Ortalığa düşmüşüm seni arıyorum.
Gözlerim gözlerine değince;
felâketim olurdu, ağlardım.
beni sevmiyordun, bilirdim.
bir sevdiğin vardı, duyardım.
çöp gibi bir oğlan, ipince.
hayırsızın biriydi fikrimce.
ne vakit karşımda görsem;
öldüreceğimden korkardım.
felâketim olurdu, ağlardım...
ne vakit maçka' dan geçsem;
limanda hep gemiler olurdu.
ağaçlar kuş gibi gülerdi.
bir rüzgâr aklımı alırdı.
sessizce bir cigara yakardın.
parmaklarımın ucunu yakardın.
kirpiklerini eğerdin, bakardın.
üşürdüm, içim ürperirdi.
felâketim olurdu, ağlardım.
akşamlar bir roman gibi biterdi.
jezabel kan içinde yatardı.
limandan bir gemi giderdi.
sen kalkıp ona giderdin.
benzin mum gibi giderdin.
sabaha kadar kalırdın.
hayırsızın biriydi fikrimce.
güldü mü cenâzeye benzerdi.
hele seni kollarına aldı mı,
felâketim olurdu, ağlardım...
Kimim ben ?
Zafer miyim yoksa hüsran mı
Ayrılık mı vuslat mı
Çırak mıyım yoksa üstat mı
Bilmiyorum
Nerde lafım geçer gülüm
Yerim yurdum neresi orada dost muyum yoksa düşman mı
Kimim ben ?
Ak mıyım yoksa kara mı
Hangi ucuz romanım bi ben aşk mıyım yoksa para mı
Sıcak pembe mutluluğum sanki hayal ürünü
Çocukluğum nerde peki hangi ara büyüdüm
Kimim ben ?
Dudaklarıma dua deymez olmuş gülüm
Kimim ben ?
Çok zamandır rüya görmez oldum gülüm
Gidip gelmeler ve kaybediş bi anlam olmalı
Selcesine aktı yıllar ben bi damla doymadım