içinde şairlik kırıntıları filizlenen yazarların genellikle aşklarına duygularını beyan etmek adına döktürdükleri şiirlerdir.
ilk entry şiir olsun dedik ve burdayız...
gece sanki kabus
ve uyanmalar bekleniyor sensiz her andan,
hayat kısa, ve amaçsız bir palto takınmış üzerine,
o peri kızının yokluğundaki soğuktan saklanırcasına...
hayallerin sıcaklığında dönüşünü bekleyen,
bir biçare kalp bendeki...
seni özlüyorum,
her saniye...
sanki her an sana koşarcasına...
üstad buyurmuş severadım diye,
severadım sensizlikten sana kaçarcasına,
seviyorum seni...
Akşam üzerlerinin ağır yağmurları
Yağmur suları peşine takar kaldırımları
Kaldırımlar yokuş aşağı akar
Karşı kaldırımda kadınlar
Bitmiş bir günün egzoz kokuları
Sinmiştir çok sevdiğim siyah ceket üzerine
Camlar ki onlara kesif karanlıklar sır'dır
Pervazın yorgun tozlarınaysa
Çürümüş dirsekleriyle kollarım yaslanır
Yatağın altına kaymış hukuk-u düvel kitapları
Penceremde omuz omuza sıralanmış evler
Tekmili birbirine benzer
Kapılar sımsıkı kilitlidir
Kapılar ki korkar kendilerinden
Birinin sesiyle öbürleri titrer
Şehir acemi bir mimarın ışıklarıyla aydınlık
Her lahza tahavvül eder boğaz suları
Bense tahayyül etmekteyim düz ovaları
Düz ovamız ve rüzgarları
ve yemyeşilken dört bir yan
Günlerden yaz güneşli
ve yüzün aydınlıkken
Düz ovamız rüzgarlı
Soluğumuz birbirine yabancı
rüzgarlara tanıdıkken
Seni dinledim
kelimelerin
parlak,muktedir ve derin
Yönelmemişken henüz
sığ,küflü,yüzeyel kelimelere
Seni sevdim
Büyülü bir şarkı
Bilindik bir şiir gibi
Sakin ve serin
Senin kelimelerin
Gecenin körü gibi bir sabah vaktindeyim.
En uzun ezanlar karşılıyor, yeni günü.
Sanki mutlu edecekmişcesine.
Ve sanki, omuzlarım birer yük.
Gecenin körü gibi bir sabah vaktindeyim.
Senin aklında birileri.
Ben, ucundan değdiğim gülücüklerini,
Silip atmaya çok yaklaşmışım.
Gecenin körü gibi bir sabah vaktindeyim.
Soluma dönsem sen varsın,
Sağıma dönsem duvar daraltıyor ruhumu.
Ben uyumak istemiyorum ferahsız.
Gecenin körü gibi bir sabah vaktindeyim.
Sen eskinin gündönümmü saçlı kızı.
Yeni karaların gecelerime doğarken.
Sesimi duyurmadan kimselere, ağlıyorum.
birden bire yağmur başlamıştı...
sanki ruhumun derinliklerine düşüyordu her tane...
canımı acıtıyordu...
kalbimede geldi bir tane...
çok kızdım yağmura...
çünkü orası bana ait değildi, onundu...
sevmek buydu...
o uzaktaydı...
ama yanımımdaydı...
sevmek buydu...
özlemde...
baktım yıldızlara gördüm harikulade seni,
ah tt net kim zikti ebeni,
gerçi yok sende yanlış durum,
problem belki de benim yurdum,
isyan edince zikilmeye,
vuruldu kafana koca odun.
ne gün gelir, ne devran döner.
bizi bu kafayla daha çok zikerler.
öncelikle; dünyanın en pahalı internetsizliğini bize satan tt net e ithaf edilmiştir.
sora da o olmayan internete deli gibi para ödeyen bizlere...
Affetme beni
koşarken Yoruluyorum
Daha gençken eridi kemiklerim
Biraz konuşsana
sen susarken Üşüyorum
Hem susmak ne anlatır ki bize
Benim anlatacak çok şeyim var mesela
Önce,
Affetme beni
ben hep yapıştırmaya çalışırken kırdım insanları
cam gibi taşırken omuzlarımda
affetme beni
yoruluyorum
alma o sesi kulağımdaki
affetme beni
üzülüyorum.
her doldurduğunda ay gecemi
ve dolduğunda saçlarınla güneş içime
tepemde salınırken,
yıldızlar ve gökyüzü
sen varsın...
her gülümsemesinde çocukların
ve dolmasında havanın içime
her parçasında
umudun ve iyimserliğin
sen varsın...
ve yaşıyorsam böyle aşk ile, meşk ile,
yaşıyorsam her halini dünyanın kendimce,
elimden geldiğince...
sağolasın güzel insan
biraz da senin sayende...
bekleyişler...
ecelsiz bir serüvendeki bir kahramanın
ölümü bekleyişi...
hayat hala bekler
çölün ortasında
ıssız bir evde
yalnızlığı bekler gibi...
"tanrıyı güldürmek istiyorsan
ona planlarından bahset"
ki hala o evde yalnız adam geleceği kurgular
tanrı istediği kadar gülebilir
onun yine de planları var...
namazını kılmak için yanıma çöktü ihtiyarın biri.
kambur, kısa boylu ve cılızdı, titriyordu elleri.
elinde bastonu vardı, sönmüştü gözlerinin feri.
durumunu görünce, az acımadım değil hani.
o ise ona acıdığımı bilmeden yüzünü ekşitti.
bana doğru döndü, yüzüme baktı ve gürledi.
"kokuyorsun be, hemi de leş gibi!"
arsız bunak, kambur herif, ihtiyar sinsi!
ne düşündüğümü bilse bastonuyla kovalardı beni!
yine de sakindim, bozmadan istifimi dedim ki;
"ne yapalım beyamca, ekmek parası, alın teri..."
ayağa kalktı, homurdandı, yerini değiştirdi.
bir müddet sonra namaz başladı, namaz bitiverdi.
birçok kimse doğruldu ve camiden çıkıp gitti.
derken en ön safta gözlerime biri ilişti.
bu biraz önceki yaşlı bunak değil miydi?
inanamadım, o aksi herif, hala secdedeydi.
tam bu dakika fısıldaşmaya başladı iki kişi.
bunlardan biri diğerine, şöyle dedi;
"bu herif var ya bu herif, pek bir cimri."
ötekisi ise sadece haklısın demekle yetindi.
anlaşılan bu ihtiyardan bütün ahali yaka silkmişti.
uzun uzun onu izledim, o ise beni hiç fark etmedi.
ne kadar çok zaman kımıldamadı, secdedeydi.
dedikoducu adamlar fısıldaşırken, yere yığılıverdi.
koştum, gittim yanına lakin elden bir şey gelmezdi.
yaşlı bunak secdedeyken son nefesini vermişti...
gördüğüm kadarı ile yaşarken kimsesizdi,
ne acı ki, ölürken de kimsesiz ölüvermişti.
bir adam çıktı karşıma, amcanın felaketinden habersizdi.
ona sordum, "yok mu bu ihtiyarın kimi kimsesi?"
cevap verdi, "ne yapacaksan, işine yaramaz o yaşlı pinti!"
orasını bırak sen dedim, devam et hadi!
tamam dedi ve ekledi "kimsesizdir beyim, yalnızdır o deli!"
"üç çocuğu vardı bunun, karısı da yıllar önce gitti.
kaçtı herifin biri ile, ihtiyarı terk etti.
denize düştü, boğuldu, çocuklarından biri.
çok fakirlerdi bir zamanlar, veremden gitti diğeri.
asilik etti, kumar oynadı, öldürüldü ötekisi.
çok borca soktu bu ihtiyar pintiyi,
adamın malı gitti mülkü gitti.
işin kötüsü tüm bu facialar üst üste geldi...
ne kadar pinti desek de, dayanamadı garibim, delirdi.
çok kötü günler geçirdi, hiçbir şey yemedi,
biriktirdi, biriktirdi, biriktirdi...
en sonunda adı çıktı işte, cimri!
bu civarda kimse sevmez onu, pek bir aksi.
ben de yalan yok, sevmem onu gerçi!
şimdi söyle bakalım, ne yapacaksın bu herifi?"
"öldü, ölürken de alnı secdedeydi!"
adam daha da bir şey diyemedi.
nasıl dayanabilmiş bunca acıya bu ihtiyar, değil mi?
ey ihtiyar deli!
bütün bu yaşadığın çileler, cenneti kazanmak içindi!
bu mukaddes ölümden sonra, şimdi,
cenazeni kaldırmak vaktiydi!
malum, fazla bekletmemek gerekir cenneti,
tiksindiğin, kokuyor dediğin adam kaldırdı cenazeni...
sen de hakkını helal et, çünkü o adam helal etti!..
Yalnızlık hoş geldin be
Gel bakalım otur yanıma şöyle
Ne yaptın bensiz günlerde
Ben mi?
Beni boş ver be
Kapıldım işte yalan bir sevgiye
Unuttuk seni
Gelmedik hiç yanına
inşallah bakmadın kusurumuza
Bilirsin tilkinin dönüp dolaşacağı yer
Kürkçü dükkanıdır yine
Bizde geldik işte
Yorulduk
Savaştık
Bittik tükendik geldik.
Sen ne yaptın?
Beni mi bekledin
Vefakar dostum benim
Bilirim seni bilirim.
Ayırmışsındır bana yine en güzel yeri
Gecenin karanlığından
Bende döndüm dolaştım geldim yine yuvama
Merak etme daha bırakmam seni
En yakın dostumdun bilirsin
Düştük işte bir gaflete
Gençlik hevesi diyip geçelim
Vuralım mı yine gecenin demine
Ya nasılda özlemişim seni
Yakalım bir sigara
Bakalım boş boş kaldırımlara
Haklısın sende haklısın
Neyimeydi benim
Otursaydım oturduğum yerde
Ya bakma işte kusurumuza
Bulaştık işte bir kere
Elimizin tozuyla.
Önemi yok artık
Yanımdasın ya yeter bana
Eyvallah dostum yalnızlık
Eyvallah sana...
suskunlaşan duvarlara eşlik ediyor sanki perdeler,
ve yanmamak üzere sönüyor mumlar
ne rüzgar ortak olmak istiyor ne de alevler,
yükte hafif, yürekte ağır bu günaha, biz günahkarlara
ses, ışık bile duruyor; saygıya mı duruyorlar
ayıplamaya mı?
zaman duruyor, akreple yelkovan, duruyor saniyeler
yıl geçiyor adeta, sünüyor zaman, uzayıp gidiyor
hava suskun, yoğun bir atmosfer, sanki karanlıklar
sarmış gündüz vakti
susmuşuz, soluk soluğa, kör olmuşuz aydınlığa
arka fonda bir plak; ağır ağır dönmekte odaya
müziğini yaymakta,
müzik bile sessiz tınılar tutturmuş, korkmakta
ağırlığı günahların, sırtlarımızı yormakta
seni görüyorum yılladır saklı düşlerimde
yok ama yüzün.
kimsin, nesin tanımıyorum.
dün yine gördüm seni.....
sahilde yürüdük önce.
uzak bir fırından simit aldık
bol susamlı,
bir sürü de ayçöreği..
yedik biraz ,
biraz da top oynayan çocuklara dağıttık.
bir yanım eksik kaldı sensiz.
ekmek gibi, su gibi muhtacım.
rüyalarda bile bıraktın sahipsiz.
incitme gel tamamla beni baştacım,
lal oldu dilim, gül yüzüne muhtacım.
vazgeçermi bu gönül tapmaktan,
seni düşünmek ibadettir bana.
usanır mı bu gözler bakmaktan,
seni görebilmek hayattır bana.
seni gördüğüm yer mabettir bana.
kurtulurmu bu beden yanmaktan,
senin ateşin cesarettir bana.
korkulur mu tutuklu kalmaktan,
senin gözlerin esarettir bana.
senin sözlerin kamettir bana.
git de ölü spermli elleri tutsun seni
git de mastürbasyonlarında sana başrol verenler düşünsün seni
git de uçkura düşkün dudaklar tatsın seni
git de uyandığında beline kadar çekilmiş içki kokan çarşaflar sarsın seni
git de orgazm sigaraları boğsun seni
git de yırtık condomlara anlat derdini
ve git de doğmamış; doğacak piçler tekmelesin rahmini.
Zaman her şeyin ilacı dediler;
Zamanın nasıl geçtiği kimsenin umurunda değildi
Sabahlar nasıl olurdu? Akşamlar nasıl geçerdi
Sigaranın en katran yerindeydi gecelerin bitmek bilmezliği
Bölük pörçük uykularda saklıydı sabahların gelmeksizliği;
Zaman bir zamansızlıkta geçerdi de
Eksik kalan yerleri ne doldururdu
Kim olurdu, ne olurdu, herkese olurdu da, bu bize nasıl olurdu?
Kâğıt kesiği, bıçak yarası, yokluğun anatomisi
Acıyan çok can yakan yara
Çizik çizik kalan yüreğim,yerini çok sonradan öğrendiğim..
Ağlamak acizliktir dediler
Çok aciz kaldığım..
Derdimi söylediğim ama içimi anlatamadığım..
Buradaydı işte sol tarafımda, biraz daha aşağısında yürek bildiğim yerin..
insan nasılda akıp gelen selin karşısında duramazmış
Deli divane akıp duran, akarken ne varsa içinde sürükleyegelen
Selin hızı kesilince kendini suyun kenarında bulur ya insan
Her yeri yara bere beklerken kenarda
Zaman her şeyin ilacı derler;
Yine söylerler.
Gün olur, sonra hafta olur, zaman geçer
Ay olur, sonra zaman geçerde belki yıl olur! dert olur..
Halim ne yaman olur;
Ahvalim perişan olur..
Gidecekmişsin uzaklara,
Bensiz sonsuzluklara,
Unuturmuşsun belkide...
Ama gel yine de,
Sevmesende, özlemesen de
Çünkü ben özledim...
Sevdim...
Seviyorum...
Biliyorum...
Biliyorsun...
dün gece facebook profilini kokladım
bebeyim avatarın o kadar güzeldi ki
piçin biri seni eklemiş mi, yokladım
itin biri, ilkokul ark. ınmış moralim düzeldi ki...
bebeyim eklediğin resmin altına yorum yapmış kankan
çok güzel şeyler yazmış, cnm hrka çıkmşsn
duygulandım bebeyim kankana dedin sağlam kızmışsın
ama bebeyim bil ki erkeğin biri yaparsa comment bende kanakan.
bebeyim değil miydi bu sitenin amacı ilkokul ark. ını bulmak?
nasıl siktik attık iki günde?
aşık ra der, yakışır mı kula kulluk yapmak
sokayım facebook a da sana da ilişkine de delirdim lan.
(başka bir sözlükten copy-paste yaptım ama benim şiir, ben yazdım)
Aslında neden yazıyorum bu şiiri bilmiyorum
Leylekler uçuyor , başka memleketlere gidiyorlar
Akıllarında tek bir kaygı olmaksızın
Yarına sarılmış bir sevgili misâli mutlular
ılık bir havada göklerde süzülüyorlar
Narin kanatlarını havada çırpıyorlar
ışığa doğru uçuyorlar , güneşe doğru...
Zaman kavramını delip geçiyorlar hızlarıyla
ırgatın istekle yaptığı sıva işi gibi
Naif bir sanat yapıtı gibi güzeller...
Altı üstü bir sürü leylek , toplasan 10-15 etmez
Mal gibi uçuyorlar hayvancağızlar , amaçsızca...
ırmaklar akmakta bu hayvanların aşağısında
Ne için akıyor onlar da anlamış değil leylekler
Akar durur ırmaklar , uçar durur leylekler
Kelimeler dökülürken dudaklarından
O kadar çok şey vardı ki kafamda , hepsini birden unuttum
Yemin etsem inanır mısın bilmiyorum
Aslında pek de önemi yok inanıp inanmamanın
Yalanlar dökülebiliyor bazen insanın ağzından
ırmakların aktığı , leyleklerin uçtuğu gibi
Mekânınızı sevmek , oraya âit olmak... *