hüzzam bir şarkıydı aşkımız acı, hüzün dolu
aşkımızn makamıydı hüzzam
içinde ezan gibi duru segahlarda vardı
belkide bir rast geçişti
bazen bir nihavend de bulduk mutluluğu
romantik yumuşak dokunuşlar vardı
bu aşka şahitlik eden hicazkar şarkılar vardı
her dinlediğimizde evet bu bizim aşkımızdı dedirten
bir kürdi gibi aşk kokan, bir hicaz gibi yangındı bu aşk
mahur gibi kıskanç, uşşak kadar içliydi bu aşk
ve ayrıldık......
notalar şahit oldu büyük aşkıma
her bestemde sen vardın
yine hüzzam bir taksimde geçtim seni
bir saba da hüzünlendim yine
yok olmadın bu ayrılıkla
melodilerde yaşattım seni
akşam oldu hüzünlendim yine şarkısındayım bu gece
yine aklımda gözlerin ellerim titriyor..
hasret kaldım gözlerinin rengine nakaratındayım...
yudum yudum içtim seni ayrılık yaman kelime şarkısında
ağladım gecenin matemini aşkıma örtüp sarayım diye diye
bazen kızdım ben seni unutmak için sevmedim şarkısında...
nerde o göz nuru gönül sevgisi yar şarkısında aradım ellerini
ben kalbimden başka yerde inan seni bulamadım bestesinde anladım
yüreğimde olduğunu...
yine bir hüzzam taksimi ve yine aklımda gözlerin...
her gece unutacağım diye geceyi bitirdim...
kimbilir kaç sefer sabah yeniden seni düşünerek uyanacağım....
kahverengi iki çift göze vurulmak mıdır
seni sevmek?
gülümseyişine kapılıp gitmek midir
seni sevmek?
çocuksuluğunun masumiyetine baktıkça
sana aşık olmak mıdır
seni sevmek? ***
bomboş odamda öylece oturmuş, resmimize bakıyorum...
nasıl da sevmişim o yeşil gözlerini,
beni çocuklar gibi sevindiren gülümseyişini,
hiç bırakmayacağımı sandığım ellerini...
resmimize bakıyorum, nemli gözlerim...
nasıl da sarılmışız, hiç ayrılmayacak gibi,
nasıl da gülmüşüz hiç ağlamayacak gibi,
gözlerimizden okunuyor mutluluğumuz,
sanki hiç bitmeyecekmiş gibi...
resmimize sarılıyorum sımsıkı...
öyle özlemişim ki seni, sanki resim senmişsin gibi,
sanki çıkıp gelecekmişsin gibi,
yine 'bebeğim' diyecekmişsin gibi...
seni düşünüyorum, kalbim sıkışsa da
rabbim'in bana hediyesini,
sonra benden geri alışını seni,
bana ödünç verildiğini anladığım an,
hatırlıyorum hissettiklerimi...
resmimize bakıyorum, sen varsın diye...
yosun gözlerine, güzel yüzüne,
yeniden dokunamayacağımı bile bile...
bana bakışın geldi gözlerimin önüne
bağlanıyorum sanırım sana hem de körü körüne
ya umutlandırma beni çıkma bir daha önüme
ya da düşünme hiçbir şey benim ol sığın gönlüme.
seni istiyorum derken yalan söylemedim
hiçbir insanı ben bu kadar sevemedim
kendimi frenlesem de sensizlikle başedemedim
son zamanlarda sana sahip olmak dışında tanrıdan bir şey dilemedim.
biraz mutsuzum azıcık da huzursuz
tanımadım hayatımda senin gibi bir kusursuz
gel benim ol geçsin günlerimiz sorunsuz
kalbimdeki seni tarif edemiyorum inan ki yorumsuz...
sıcak bir yaz akşamı geride kaldığında,
ağustosun 16 sı biterken,
sessiz sakin bir geceye uzandı izmit.
körfezin üzerine yansıyan ışıklarla,
yıldızların parlaklığı katıldığında,
aydınlandı izmit.
saatler ilerledikçe yavaştan söndü ışıklar,
bulutlandı hava, kapandı yıldızlar
şimdi kararmaya başladı izmit.
17 si başlamıştı ağustosun,
saatler yeni güne doğru ilerliyordu,
dün gibi geçeceği sanılan
sıcak ama huzurlu bir güne ilerliyordu izmit.
ta ki vakit gelene kadardı.
saatler 03.02 yi göstermişti tüm izmitte,
aniden kopan bir gürültü uyandırdı herkesi.
sallanmaya başladığında toprak,
can pazarının içinde olduğunu anladı izmit.
çığlıklar, haykırışlar şiddetlendikçe şiddetlendi,
gözyaşları sağanak gibi çöktü üstüne.
45 saniyede yerle bir oldu izmit.
tüm çığlıklar ve haykırışlar daha da kuvvetlendi.
yıkılan binaların altında can pazarında olanlar
neye uğradıklarını bilmeden yardım eli istediler.
dışarıdakilerde farklı değildi hani.
bir gün öncesi izmit sokaklarında
top peşinde koşan çocuk
şimdi hiç anlam veremediği halde
ağlamakta kucakta.
17'si sabahı olmuştu, gün ağardığında izmit,
gerçekle karşılaşmıştı.
yılların emeğiyle kurulan şehir, dakikadan az sürede
toz bulutu olarak yükselmişti göğe.
geçmişin gülen yüzleri,
kahkahaların kapladığı sokaklar
şimdi yerini acıya, hüzne bırakmıştı kendini.
körfeze yansıyan ışıklar yoktu,
yıldızlar kimse için artık güzel görünmüyordu...
ağlayınca yanıma gelmiyorsun,
sen güneşi ve yağmuru seviyorsun,
ama ben ne güneşim ne de yağmur.
onlara gidiyorsun, onlara benziyorsun.
yağmur yağınca sana bakıyorum güneşli gökyüzünde.
seni bekliyorum.
bahar yağmuru geçiyor, yaz yağmuru geliyor.
senin güzelliğin yine renklerinde,
yağmur yağarken ben de ağlıyorum,
belki bu sefer benim için gelirsin diye. **
aslında uzun zaman önceymiş.
henüz yağmurlar dinmeden,
gök yarılmadan günahlarımızın üstüne..
rüyalarımıza kara bulutların sessizce girdiği,
güneşin haya edip, el pençe geri çekilip,
nefesimizin bir sur düdüğüne iliştiği,
ve tüm benzemeye çalıştığımız hayatların,
aslında ağlayan bir çocuğun gözyaşında boğulduğu... vakit, o vakit...
insanlar bir patika yol bulup gitmişler.
geride kalan,
dizlerinin üstüne çökmüş bir kız.
şehir boş, şehir karanlık, sessiz..
hatıraların çığlıkları var,
ve tutku ile yanıp, kalbinden nergis çiçekleri açan,
şehrin giderken geride bıraktığı, pencere arkasındaki suretlerde, o eşsiz türküdür mırıldanan...
tüyler diken diken, bilgeler anlatmakta hikayeyi.
yalnızlık sofrasında,
sofranın tam ortasında,
dua gelir, hiç gelmemiş dile
dile gelir lal bir bilge.
vuslat der, geceyi gösterir parmağı,
parmak ki, ayı böler ikiye.
derken, dinlerken, bağı çözülür dizlerin.
üşür beden, titrer ses.
ayak parmağından başlar,
ölümün soğuk yüzü, soğuk nefes.
ruh ayrılır bedenden,
toprak çağırır, mezar çiçeklerinden oluşmuş,
ebedi kamelyasına,
günahları bir avuç içinde teslim ederek,
bir genç kızın bakir rüyalarına...
bir yol şerididir, ay ışığı ile takip edilen.
yol ki, mezarlık içinden geçer.
çakallar ulur,
acı çeken bedenler, fatihayı bulur.
bebekler uzatır, şehitler tutar ellerini,
ferman ki, bizi korkutan.
ferman ki, cennetle müjdelenmiş bir bedenin,
oturacak yeri vardır, en yüce sancağın altından..
son üç gün güneş görmezmiş ölecek beden.
çekilirmiş hayat,
çekilirmiş ruh bünyeden.
ey en yüce tabib. en yüce tacidar.
ben ki okyanusunda bir damla,
sonu olmayan evreninde, kıymetsiz bir nokta.
bir nehir görüyorum, sana her ellerimi açtığımda.
bir çağlayan var, dolup taşan sığmayan
iki güneş görüyorum,
gülmek ve ağlamak arasında kalınan.
sadak ettim kendimi sana, görmek istemiyorum, duymak asla..
yanım, yanındır. tebessümüm, suretinde..
ruhum senindir, esir olduğum bir faninin gözlerinde..
sen olmadan ben
bir varmış bir yokmuş
masalları gibiyim;
dinleyenler çok beni,
tek dinleyemen sen,
ve ben bir tek
senin dinlemeni
bekleyen, bekleyen, bekleyen;
hep çok bekleyen, beklemekten
yorulmadan bekleyen,
tükenmeyen bir ben
tüketilmiş senden sana
yepyeni bir ben ki;
sende bir tek ben olamayan
bir ben gibi, bir ben gibi, bir ben gibi...**
Dudakalarımda umarsızca gevelediğim bir kelime oldun artık...
anlamını yitirdiğin halde söylemekten bıkmadığım bir kelime...
belki bu sefer 'seviyo' çıkar diye yapraklarına acımadan kıydığım bir papatya,hatta bunun için kendimle bahse bile girdiğim bir kelime...
Bir kelime oldun dudaklarımda...
söylemekten usanmadığım...
dosta 'geç oldu gitmem gerek' diye söylenen yalan kadar sahte bir kelime...
Seni son gördüğümde sana söylediğim son kelime 'git' kadar koca bir yalan...küçük bir kelime...
Derdini dinlemekten usandığım sırdaşım için,onu geçiştirmek için,ondan bıktığım için 'üzülme' kadar yüzsüzce bir kelime...
Bir kelime oldun dudaklarımda...
söylerken bile imrendiğim,imrendiğim kadar özlediğim,özlemim kadar sahte bir kelime...
artık okşarken tiksindiğim masum bir bebeğe söylediğim 'ninni kadar kirli bir kelime...
Bir kelime oldun dudaklarımda...
köy kahvesinde oturup,hoş sohbetini dinleğim amcanın artık yerini tahammülsüzlükle doldurduğu sandalyesi kadar boş bir kelime...
Sokakta top oynayan çocukların beni gördüklerinde sevinerek çağırdıkları zaman onları terslediğim,artık 'kötü abi' olduğum kadar sert bir kelime...
Bir kelime oldun dudaklarımda...
öğretmeninin tayini çıktığı için üzülmeyen bir çocuk kadar hissiz bir kelime...
anneye verilen 'iyi geceler' öpücüğünün artık isteksiz olduğu kadar duygusuz bir kelime...
hayatında ki bir günün artık değersiz olduğu bir kelebek kadar umarsız bir kelime...
Bir kelime oldun dudaklarımda...
bıkmadan oynadığım oyuncak arabamın kırılmasının önemsiz olduğu kadar isteksiz bir kelime...
gitmek istemediğim köyümün bahar kokan bahçelerini umursamadığım kadar özlemsiz bir kelime...
Bir kelime oldun dudaklarımda...
artık ne önemi var diye yırtıp attığım mektuplar kadar hatırasız bir kelime...
belki dönersin diye güller yaptığım takvim yapraklarının çoktan yakıldığı kadar ümitsiz bir kelime...
Bir kelime oldun dudaklarımda...
senden sonrakilere söylenen 'seni seviyorum' kadar yalan bir kelime...
Yıkanmış bir hayal gibiydi inanamamıştım gözlerime...
Yada unutmuştum bu nurdan yapılmış meleğin yüzünü...
Yine ağlayan bir güz günüydü,farklı değildi gözlerimde...
Ellerim,ıslanmış paltomun ceplerinde...
Telaşlı ve koşar adımlarım vardı,bir yağmur boşaldı gözlerimden...
***
Durdum...hatırlamıştım bu yüzü emindim bu sendin...
Şimdi anılarımda canlanan bu sendin...
Yaslandım bahçenin önündeki ağaca...
Evlenmişsin,bir yuvan varmış...çocuklarında,kocanda...
Uzun zaman geçmiş aradan,çok uzun zaman...
Anladım bunu ak düşen saçlarımdan...
***
Bu gün gittim evime...ağladım,bağırdım-çağırdım,'neden'dedim,'keşke' dedim...
Şimdi yine geldim izledim seni saatlerce yine çok mutluydun...
Yaklaşmak istedim,yapamadım geri adım attı ayaklarım...korktum 'bozulur o gülüşleri' dedim...
sadece izledim...hep izledim,bazen yaş sezdim gözlerimde ama sildim geçti...
***
Bu gün yine gittim evime...
Düşündüm,çok düşündüm küfrettim kendime...düşledim mutlu günlerimi döküleceğini bile bile...
Şimdi yine burdayım ağaçta alıştı artık bana.Yabancı görmüyor beni o da...
Yine gördüm seni dünüm mutluydu,ama biraz da buruk...
Tıpkı şekersiz çay gibi...acı ama güzel.
Hatırlıyorum sen öyle severdin çayı...
Acaba benide böyle sevebilir miydin? Acı ama hala güzel...
***
Bu gün yine gittim evime...
Ümitlendim,heyecanlandım...sonra korkmadım...
Şimdi yine burdayım gelecektim yanına...
Ayaklarım atmadan adımını,bir çocuk geçti karşıma...
'Amca' dedi bana...
'O benim annem' dedi...
'Çok seviyorum onu,kardeşimde,babamda öyle' dedi...
'Sende gel sana...sende seversin onu bizde seni severiz...kimsen yok mu senin? Arkadaş oluruz seninle.' dedi...
Tutuldum kaldım nede güzel yakışıyordu 'sevgi' kelimesi küçük dudaklarına ne de olsa annesiydin onun...
Bense sadece:
'Eee..şey! Ben sadece geçiyordum...' dedim...
Bu gün yine gittim evime.Bir daha gelmeyecektim...öğrenemesemde ismini hiç unutmayacaktım küçüğün yüzünü,hatırlayacaktım seni anarak...
Şşşş...gün yeni doğuyor konuşmaya hacet yok...
önce hoş bir serinlik tam karşıdan...
sonra parlak bir ışık güneşin bağrından...
çok isterdim çocukken güneşe gidebilmeyi...kovalardım gün batarken 'yakaladım yakalayacağım...'
Şşşş...şimdi tam yanımda konuşmaya hacet yok...
önce bir öpücük tam alnından...
sonra bir alev dudaklarından...
'dur gitme...yine yakalayamadım...'
güzel bir düşüydü bu çocukluğumun,döküldü ama yakalayamadım...
Şşşş...şimdi yine gidiyor konuşmaya hacet yok...
belki yine gelir yada 'elveda' demiştir anlatamamıştır derdini...
şimdi yine gidiyor koşmaya hacet yok...yakalayamadım...yakalayamazdın...
gidiyor şimdi başka bir çocuk için,başka bir'elveda'ya...
Şşşş...gelecek bugün de konuşmaya hacet yok...
uyanacak bir gece vakti yeniden...
vuracak ışığı bu çocuğa en derinden...
gelmek için yeniden 'elveda'diyecek en içten...
Zehir kadehinden bir yudum daha içirdi bu gün kader...
Bir yudum daha eksildi hayat güzelim ömrümden...
Hatırlarım yüzsüz günleri beni çileden çıkarır tuhaf hallerim anılarım intihar eder...
Kurumuş güllerin selamını getirdim sana nerelerdesin...
içimde sevimli bir çocuksu heyecan geldim kapına,attım kuruyan gülleri tamam; Yenilerini getirdim sana...
Delicesine bir haykırış kopar gözlerimden isyan eder herşeye,herkese,sana...
Yalan! Her devrim ilk kendi çocuğunu yok etmez bak hala yanındayım.Seninleyim hala aşkın en inançlı devriminde beraberiz sonunda...
Bir adım son bir adım daha! Ayrılığa bir pençe birbirimize 'merhaba' için geldim yeniden sana sen dur öylece yorulma diye geldim sana...
Şimdi gidiyorum hatırlama beni nolur her ne kadar kalbimde,beynimde,ruhumda her zaman sen olsanda...
Ruhsuz yağmurların esaretindeyim nereye götürürlerse bende oradayım...
güçsüzdüm, yalnızdım ve mutsuzdum o sabah.
sanki ölesiye bir neşesizlikti ki bu, aman allah!
dayanamadım bu yalnızlığa, adım attım bir parka.
hesabımca çare olacaktı bu derin yalnızlığıma!
gelirken yolumu kesti üç beş serseri,
herkes güçsüzlüğümün farkında, kendimi bildim bileli!
korktum, haydutlara verdim bütün paramı.
neye karşı olursa olsun, can bu, tatlı!
koşaradım hedefime, parka yürüdüm.
o an orada iki ufak çocuk gördüm!
biri temiz elbiseli, beyaz tenli, şirin, küçük bir kız.
nazlanarak oyunlar oynuyor, anlaşılan biraz mızmız!
diğeri yırtık elbiseli, esmer, pasaklı bir oğlan.
ağlıyor işte, ihtimal ki, açlıktan!
sen küçük ve narin kız; adeta bir prensessin.
sen yalın ayak, esmer çocuk; alabildiğine kimsesizsin!
seni böyle görünce canım acıdı, merhamete geldim bir an.
hakikat anladım ki, dünyada paradan başka herşey yalan!
yardım etmek istedim sana fakat param yoktu.
aramızdaki en büyük fark, senin karnın aç, benimkisi ise toktu!
sana yardımı olacak hiçbirşey gelmezdi elimden.
hal böyle olunca, defolup gitmek istedim yeryüzünden!
16 ağustos 2009, beykoz çayırındaki bir banktan, nefes alsamda tarafından...
ebediyete mahkum bir yalancı
sağır bir gürültüyle kahreder kendini
suskunluğun payını kalbinden alır
dilini bilmediği bir hayatı yaşar
içine konuşur, içine bağırır apansız...
titrer gönlü bitmemiş öyküler okudukça,
çaresiz bir sonu yoktu
mutlu bir başlangıcı olmadığı gibi...
öpmek seni delicesine,
sarılmak sana ayrılmamak üzere,
olmak seninle tek bir bedende,
seyretmek seni senin gözlerinde,
barışmak seninle bir daha küsmemek üzere,
dokunmak sana bırakmamak üzere,
kaybolmak seninle tek bir gecede...
dün gece bir rüya gördüm sen bilmezsin
bin pınar yüzüne aksa susuzluktan yakınırsın bilmezsin
önceden başımda fırtınalar eserdi karamsar gibiydim
kötü düşünmedim sana karşı hiç beni kötü düşünen gören sensin bilmezsin
güneşi gördüm sandım yalancı güneş imiş eyvah ki eyvah (sevgiliyi sokakta gördüm sandım meğer o değilmiş)
beni ben sanmadım hiç bir zaman beni sen, sen bilmezsin.(kendimi hep sen saydım,beni kendin görmezsin)
gül bahçesi imiş ismin fakat fark yok taş ocağından
kırılma sevgilim nefret değil iltifat bunlar bilmezsin
canımı iste hemen vereyim bincan güzel gönül çalan zatına.
hayal değil gerçek, meftuni nasıl hasret çeker bilmezsin.
gözler,gözler o gözler derinlerden bir güldü,
bu biçare onların etkisiyle yürüdü,
dinler dinler dinlerdim ben o güzel sesini,
özlüyorum ben şimdi,senin hayat neşeni..
kaçtın kaçtın hep kaçtın...söyle nereye vardın?
sen,o yalan dünyanın,yalanına aldandın...
bekler bekler beklerdim seni rüyamda bile,
sandım sandım yanıldım,bir gün gelecek diye..
gelmedin de ne oldu kayboldun uzaklarda...
bıraktın beni şimdi arkanda paramparça...
bir gün o gün gelecek,gelecek bir o gün..
sanma vakit çok uzun,belki yarın öbür gün..
düşeceksin peşime sen diyeceksin affet..
o aşık öldü şimdi,Allah eylesin rahmet...